https://islamansiklopedisi.org.tr/sus
Batıda Atlas Okyanusu, kuzeyde Yüksek Atlaslar (Cibâlü Atlasi’l-ulyâ), güneyde Anti Atlaslar’la (Cibâlü Atlasi’l-halfiyye) çevrili olup doğuda bu iki dağ silsilesinin kesiştiği yere kadar uzanan yaklaşık 200 km. uzunluğunda, 40-100 km. arasında değişen bir genişlikte üçgen şeklinde ovalık bir alandır. Cebelideren’den kuzeyde Yüksek Atlaslar’a kadar uzanan kısmına Sûsülednâ, güneyde Sahrâ’ya kadar uzanan kısmına Sûsülaksâ adı verilir.
Ukbe b. Nâfi‘, 62-63 (681-683) yıllarında gerçekleştirdiği Mağrib seferi esnasında bölgeye ulaştıysa da Sûs bölgesi onun torunu Habîb b. Ebû Ubeyde el-Fihrî tarafından fethedildi (117/735), bu tarihten itibaren bölgede İslâmiyet yayılmaya başladı. II. İdrîs döneminde İdrîsîler’in hâkimiyeti altına giren bölge IV. (X.) yüzyılın ortalarında Fâtımîler’in eline geçti. Abdullah b. Yâsîn el-Cezûlî’nin hocası fakih Veccâc b. Zellû el-Lemtî, bölgedeki ilk medreseyi (dârü’l-murâbıtîn) kurarak Nefîs şehrinin Sûs bölgesinin ilim ve kültür merkezi olmasını sağladı. Murâbıt Hükümdarı Ebû Bekir b. Ömer, Sûs bölgesinin merkezi Târûdânt ve Massa’yı (Massat) alarak (448/1056) Senegal nehri havzasına ulaşan Sahrâ ticaret yoluna hâkim oldu.
Sûs bölgesi Muvahhid hareketinin ortaya çıkmasında etkin rol oynadı. Atlas dağları yamaçlarındaki İclî-Vergan’da doğan ve Sûs fakihi lakabını alan İbn Tûmert bölge halkından büyük destek gördü. 515’te (1121) Sûsülaksâ’da isyan ederek Muvahhidler hareketini başlattı ve kısa sürede gücünü arttırdı. Murâbıtlar’a karşı üç yıl sürdürdüğü mücadelenin sonunda Sûs bölgesini eline geçirip Tinmellel’i merkez edindi (1123). Sûs halkı Muvahhidler’in Endülüs’te yürüttüğü cihad faaliyetine büyük katkıda bulundu. Muvahhidler’in son dönemlerinde merkezden uzak bölgelerde başlayan bağımsızlık teşebbüsleri yüzünden devletin en büyük eyaletlerinden olan Sûs’ta da istikrar kayboldu. Bu durum, Merînî Hükümdarı Ebû Yûsuf Ya‘kūb’un isyanları bastırıp bölgede kontrolü sağlamasına kadar sürdü (656/1258).
Portekizliler XV. yüzyılın sonlarında Fas sahillerini işgale başladılar. 1497’de Massa’yı, 1505’te Agādîr’i, 1519’da Agouz’u (Bou Agaz) ele geçirip buralarda liman kaleleri inşa ettiler. Ayrıca papanın emriyle Agādîr’de mazgallarla çevrili, çan kulesi top yerleştirmek amacıyla da kullanılabilen bir kilise yaptırdılar. Merînîler ve onların devamı olan Vattâsîler’in Sûs sahillerinin işgaline engel olamadıkları bu dönemde çeşitli merkezlerde mahallî ve dinî liderler istilâcılara karşı direniş hareketleri başlattı. Bölgedeki zâviye ve ribâtlar direniş hareketine katılanların akınına uğradı ve Cezûliyye tarikatı Sûs vadisindeki direnişte etkin rol oynadı. Neticede şeyhler ve murâbıtlar etrafında kümelenen mahallî güçler Sa‘dî şeriflerini iktidara getirdiler. Der‘a bölgesindeki Tâgmedâret vadisinde oturan Sa‘dî Şerifi Mevlây Muhammed b. Muhammed b. Abdurrahman (Kāim-Biemrillâh), Târûdânt yakınındaki Tîdsî köyüne gelip kabile reislerinin biatını kabul etti (916/1511).
Biattan sonra kendisini destekleyen kabilelerden askerî birliğini oluşturan Kāim-Biemrillâh, Tîdsî’yi yönetim merkezi olarak seçti. Portekizliler’i Agādîr’e yakın Fonti’de yenerek Sûs bölgesinin yönetimini oğlu Mevlây Muhammed eş-Şeyh’e bırakıp Hâha’da bulunan Efûgāl’e gitti ve orada öldü (923/1517). Sa‘dîler, Portekiz işgalindeki merkezlere saldırılarını sürdürdüler. Ordusunun ana unsurunu yine Sûs kabilelerinden oluşturan Mevlây Muhammed eş-Şeyh 1541’de Agādîr’i onlardan alarak Sûs’ta üretilen kaliteli şeker ve diğer ürünlerin ihracı için önemli bir limana sahip oldu. Onun ardından tahta çıkan Abdullah el-Gālib-Billâh, ülkesinde istikrarı sağlamak ve dış tehlikelere karşı durmak amacıyla Sûs’un dinî liderlerinden Hamâdu Mûsâ’nın yardımına başvurdu.
Muhammed el-Mütevekkil-Alellah, isyan eden amcaları karşısında zor durumda kalınca Sûs’a sığınıp mücadelesini bir süre orada devam ettirdi. Ardından Portekiz hâkimiyetindeki Tanca’ya iltica ederek amcalarına karşı Portekiz kralının yardımını istedi. Mütevekkil-Alellah’ın teşvikiyle saldırıya geçen Portekiz kralının ağır bir yenilgiye uğratıldığı Vâdilmehâzin savaşında (986/1578) ve Sudan’ın zaptında (1000/1591-92) Sa‘dî ordusundaki Sûs kabilelerine mensup birlikler etkin rol oynadı.
Sûs’un yönetimini oğlu Ebû Fâris Abdullah’a bırakan Ahmed el-Mansûr’un döneminde bölgede büyük gelişme oldu. Onun zamanında düzenlenen ve bölge tarihi açısından önemli olan Sûs bölgesi kabilelerine ait vergi defterleri günümüze ulaşmış ve yayımlanmıştır. Ahmed el-Mansûr’un ölümünden sonra taht kavgaları ve çeşitli grupların hâkimiyet mücadeleleri yeniden başladı. Osmanlı sultanı tarafından desteklenen Zeydân, Sûs’a gelip mücadelesini buradan devam ettirdi. Bu sırada kardeşi Muhammed eş-Şeyh el-Me’mûn’a yenilen Ebû Fâris Abdullah el-Vâsiḳ-Billâh da Sûs bölgesine sığındı (1015/1606). Bu kargaşa ortamından yararlanan dinî lider Ebû Hassûn Ali es-Simlâlî, Berberî kabilelerini etrafında toplamayı başardı, Târûdânt ve yöresini ele geçirip Sûs’a hâkim oldu.
Sa‘dîler, Sûs bölgesine önem verdiler. Elçi, kumandan ve muhafız birliğinde görev alacak askerlerin seçiminde Sûs bölgesini tercih ettiler. Bölgeyi imar ederek burayı aynı zamanda önemli bir ilim merkezi haline getirdiler. Muhammed eş-Şeyh el-Mehdî, Târûdânt’ta Câmiu’l-Mehdî’yi ve yanında bir kütüphane ile medrese inşa ettirdi. Ayrıca burada Şeyh Muhammed b. Mübârek’e ait Akkâ Medresesi ve Târûdânt yakınında Tuyût’ta Hasan b. Ali et-Tamelî Medresesi gibi medreseler mevcuttu. Bölgede çok sayıda cami, zâviye ve medrese bulunuyordu.
Ebû Hassûn’un ölümünden (1070/1659-60) on yıl kadar sonra Mevlây Reşîd’in Târûdânt ve Îlîğ Kalesi’ni zaptetmesiyle Sûs bölgesinde Filâlî hâkimiyeti dönemi başladı (1081/1670). Bu dönemde bölge bazı isyanlara sahne oldu. Mevlây İsmâil 1686-1687 yıllarında kardeşinin ve yeğeninin isyanlarını bastırarak kontrolü sağladı. Taht kavgaları yüzünden XVIII. yüzyılın sonlarında bölgede kaybolan istikrar III. Mevlây Muhammed b. Abdullah döneminde yeniden kuruldu. Bu dönemde Agādîr Limanı’ndaki ticarî kurumların sayısı arttırıldı. Onun ölümünün ardından tahta geçen ve kardeşi Mevlây Abdurrahman’ın Sûs bölgesinde çıkardığı isyanı bastıran Mevlây Yezîd (1790-1792) meşhur devlet adamı ve tarihçi Zeyyânî’yi Agādîr’in idaresiyle görevlendirdi. Mevlây Süleyman bölgede çıkan isyanları önleyip huzuru sağlamış olsa da 1799 ve 1800 yıllarındaki veba salgını sebebiyle Sûs’ta çok sayıda insan öldü.
Fransız donanmasının 1844’te Agādîr’i topa tutmasının ardından bölgede ortaya çıkan karışıklık uzun süre devam etti. Bu karışıklıklara son vermek amacıyla seferler düzenleyen Mevlây I. Hasan, Tiznît şehrini inşa ettirdi (1882). Ayrıca Sûs bölgesindeki kabilelere mensup askerlerden oluşturduğu birlikleri kurduğu modern ordunun ana unsurları arasına aldı. Fransızlar’ın Fas topraklarını işgali karşısında Şeyh Mâülayneyn Muhammed Mustafa direnişe geçti. Şeyh Muhammed Fâzıl Me’meyn’in oğlu olan Mâülayneyn, Tindûf yakınındaki Simârâ (Smara) Zâviyesi’nde müridleriyle başlattığı direnişte Sâkiyetülhamrâ’ya kadar uzanan alanı kontrolü altına aldı. Ancak 1906’da Mevlây Abdülhafîz’e yardım için Fas şehrine giderken Fransız orduları karşısında zor durumda kaldı ve Tiznît’e dönerek orada vefat etti (1910). Onun ölümünden sonra oğlu Ebü’l-Hîbe Fransızlar’a karşı mücadeleyi sürdürdü.
İspanya ve Fransa’nın Fas’ı işgal girişimlerine tepki gösteren Almanya, Sûs’taki ekonomik çıkarlarını koruma bahanesiyle Agādîr’e bir savaş gemisi gönderdiyse de ihtilâf barış yoluyla çözüldü. Ardından Fas’ta Fransa himaye dönemi başladı (30 Mart 1912). Ülkeyi yedi bölgeye ayıran sömürge yönetimi Agādîr’i askerî bölge olarak belirledi. Mâülayneyn’in oğlu Ebü’l-Hîbe, Tiznît’ten Merakeş üzerine yürüdü, ancak Fransız ordusuna yenilerek Tiznît’e döndü. Onun 1919’da ölümüyle yerine geçen kardeşi mücadeleyi devam ettirdi. Bölgedeki direniş 1934’te barış yapılana kadar sürdü. Aynı tarihte İspanyollar Sîdî İfnî’ye yerleşti. Neticede Fas’ın 2 Mart 1956 tarihinde bağımsızlığına kavuşmasıyla Sûs’ta isyanlar tamamen son buldu. Sîdî İfnî de 30 Haziran 1969’da Fas’a devredildi.
Verimli topraklara sahip olan Sûs’un Fas’ın ticarî hayatında önemli bir yeri vardı. İdrîsî’nin bildirdiğine göre bölgede ceviz, üzüm, incir, şeftali, limon vb. meyve bahçeleri; buğday, arpa, pirinç gibi ziraî ürünlerle bilhassa şeker üretimi önemli bir yer tutuyordu. Agādîr Limanı bir ticaret merkeziydi. En önemli ihracat maddesi haline gelen ve Avrupa ülkelerinde tanınan yüksek kaliteli şeker oradan ihraç ediliyordu. Aynı zamanda bölgede kaliteli kumaşlar imal edilirdi. İngiliz gemileri mallarını Sâle’de boşaltıp Agādîr’den toz altın, şeker, bakır, ham ve işlenmiş deri, güherçile, badem, hurma, mum, zamk vb. maddeler yüklüyordu.
Günümüzde Sûs bölgesinin merkezi ve önemli şehri Agādîr’dir. Târûdânt, Tiznît, Mâsse, Înezgân (Inezgane), Tefrâvüt (Tafraout), Tâzervâlt, Âyt Mellûl (Ait Melloul), Biyükre (Biougra), Âyt Bâhâ (Ait Baha) diğer önemli yerleşim birimleridir. Sûs havzasının ürünlerinin ihraç edildiği liman şehri Agādîr turizm ve balıkçılığın geliştiği modern bir şehirdir. 29 Şubat 1960 tarihinde meydana gelen şiddetli depremde binaların büyük bir kısmı yıkıldığı için şehir geniş ölçüde yeniden inşa edilmiştir. XVI. yüzyıla kadar Sudan kervanlarının Sahrâ’yı geçerek ulaştığı en önemli merkezlerden biri olan Târûdânt, Agādîr’in 80 km. doğusunda yer alır. Murâbıtlar’dan beri Fas tarihinde önemli yeri olan ve sultan nâiblerinin ikametgâhı olarak da kullanılan şehir kerpiç surla çevrilidir. Agādîr’in 80 km. güneyinde ve Anti Atlaslar’ın batı kenarında bulunan Tiznît ise özellikle el sanatları ile meşhurdur.
İklimin kurak olduğu Sûs bölgesinde nehirlerin de yetersizliği sebebiyle modern usullerle yer altı sularından faydalanılarak ziraat yapılmaktadır. Turfanda ürünler yanında zeytin, incir, badem, nar vb. meyveler bol miktarda yetiştirilir. Sadece Sûs’ta Atlas dağlarında yetişen, “argan” denilen zeytinden üretilen zeytinyağı hem beslenmede hem kozmetikte değerlendirilmektedir. Ayrıca bölgenin kaliteli amberi meşhurdur. Lamtî derisinden imal edilen ve özellikle krallara hediye olarak gönderilen Lamtî kalkanları bölgenin bir ayrıcalığıydı. Sûs bölgesi bakırcılık yanında yün ve ipek kumaş dokumacılığında da gelişmiştir. Yaklaşık 3 milyon insanın yaşadığı Sûs bölgesinde Arapça, Berberî lehçeleri (Tachelhit, İmazighen, Tamazirt, Chleuh) ve Fransızca konuşulmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
İdrîsî, Ṣıfatü’l-Maġrib, s. 71-73.
Hasan el-Vezzân, Vaṣfü İfrîḳıyye, I, 27-31, 90-93, 113-120.
İbn Asker el-Mağribî, Devḥatü’n-nâşir (nşr. Muhammed Haccî), Rabat 1397/1977, s. 83, 113.
Dîvânü ḳabâʾili Sûs fî ʿahdi’s-Sulṭân Aḥmed el-Manṣûr eẕ-Ẕehebî (nşr. Ömer Afâ, Dirâsât, sy. 1, Agādîr 1987 içinde), s. 85-120.
Fiştâlî, Menâhilü’ṣ-ṣafâ (nşr. Abdülkerîm Küreyyim), Rabat, ts. (Matbaatü’l-asriyye), s. 31, 185, 189, 190.
Kādirî, Neşrü’l-mes̱ânî, I, 157-158, 320, 368-369; II, 190, 197.
Zeyyânî, et-Tercümânetü’l-kübrâ fî aḫbâri’l-maʿmûr berren ve baḥren (nşr. Abdülkerim el-Fîlâlî), Rabat 1412/1991, s. 1-18, 22-26, 30-37, 40, 52, 60.
Selâvî, el-İstiḳṣâ, I, 153; V, 3-6, 10-18, 66-69.
A. Cour, L’établissement des dynasties des chérifs au Maroc et leur rivalité avec les Turcs de la régence d’Alger, 1509-1830, Paris 1904, s. 50-58, 67-69, 130, 144, 192-203, 239, 247, 252.
E. Lévi-Provençal, Les historiens des Chorfa, Paris 1922, s. 113, 157, 253, 257, 372, 400-405.
a.mlf., “Sûsülaksâ”, İA, XI, 73-76.
a.mlf. – [Cl. Lefébure], “al-Sūs al-Aḳṣā”, EI2 (Fr.), IX, 935-937.
H. Terrasse, Histoire du Maroc, Casablanca 1950, s. 176, 214, 225-226.
G. Dragues, Esquisse d’histoire réligieuse du Maroc, Paris 1951, s. 49, 57-60, 68-69, 80, 102, 105, 110.
H. Cambon, Histoire du Maroc, Paris 1952, s. 41-42, 89, 237-239.
R. le Tourneau, Les débuts de la dynastie Sa’dienne, Alger 1954, s. 24, 38-39, 42-46.
J. L. Miège, le Maroc, Paris 1962, s. 11.
Ch.-A. Julien, Le Maroc face aux impérialismes (1415-1956), Paris 1978, s. 21-22, 28-29, 95-120.
Muhammed Haccî, el-Ḥareketü’l-fikriyye bi’l-Maġrib fî ʿahdi’s-Saʿdiyyîn, Rabat 1398/1978, II, 530-538, 557.
Abdülkerîm Küreyyim, el-Maġrib fî ʿahdi’d-devleti’s-Saʿdiyye, Rabat 1398/1978, s. 12, 35-38.
M. Muhtâr es-Sûsî, Sûsü’l-ʿâlime, Dârülbeyzâ 1984, s. 20.
İbrâhim Harekât, el-Maġrib ʿabre’t-târîḫ, Dârülbeyzâ 1984-85; I-III, tür.yer.
a.mlf., es-Siyâse ve’l-müctemaʿ fi’l-ʿaṣri’s-Saʿdî, Dârülbeyzâ 1408/1987, s. 38-40, 45, 70, 154-155, 161, 181, 187, 286.
B. Lugan, Histoire du Maroc, Paris 2000, s. 46, 48, 68, 140-147, 151, 226-228.