TİBET - TDV İslâm Ansiklopedisi

TİBET

Madde Planı
I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
II. TARİH
III. BÖLGEDE İSLÂMİYET
Müellif: KUAN-CHUN LIN
TİBET
Müellif: KUAN-CHUN LIN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2012
Erişim Tarihi: 05.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/tibet
KUAN-CHUN LIN, "TİBET", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tibet (05.11.2024).
Kopyalama metni

Tibet (Xizang), aslında coğrafî bir mekân (plato) adı olup bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin güneybatı sınırında yer alan özerk bölgenin ismidir. Yüzölçümü 2.200.000 km2, nüfusu 2000 yılı sayımına göre 2.616.329 idi. Toplam nüfusları 4.590.000 (1990) olan Tibetliler’in büyük kısmı dağınık halde başka idarî bölgelerde, bir kısmı da yurt dışında (350.000’i Hindistan’da) yaşamaktadır. Tibet’in başşehri denizden 3630 m. yükseklikteki Lhasa’dır (Lasa, 2000 yılında nüfusu 109.936 idi). Diğer önemli şehirleri Xigatze (Shigatse), Gyantse, Qamdo (Chamdo) ve Nedong’dur.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Üzerinde yer yer dağlar yükselen Tibet yeryüzünün en yüksek platosudur (ortalama 4000 m.) ve Himalaya, Karakorum, Kuenlun gibi yine yeryüzünün en yüksek dağlarıyla çevrilmiştir. Everest zirvesi (8842 m.) Nepal sınırı üzerinde bulunur. Bundan dolayı bölgeye coğrafya literatüründe “dünyanın çatısı” denilmektedir. Kurak ve az yağışlı bir bölge olan Tibet’te yağışın yıllık ortalaması batıda 200 mm., güneyde 400 mm. civarındadır. Kışın şiddetli soğuk ve kar fırtınaları, yazın kum fırtınaları ile dünyanın en zor yaşanılan iklimine sahiptir; bu sebeple nüfus yoğunluğu çok azdır. Tibet platosunun kuzeyinde herhangi bir ağaçsı bitki görülmez. Yazın bir miktar otsu bitki çıkar; kara arpa, buğday ve fasulye yetişir. Doğu kısmını vahşi ormanlar kaplar. Tibet’in en büyük ırmağı dBus Gtsang bölgesinde, Himalaya ve Kailas dağları arasındaki dar uzun bir vadiyi takip ederek platonun güney kısmını doğu-batı istikametinde kesip geçen Ya Lu Gtsang Po’dur. Ayrıca buradan İndus nehrinin kaynağı olan Sengge ve Glang Po ırmakları akar. Asya’nın en büyük üç nehri olan Yangçe, Mekong ve Saluen’in kaynakları sayılan Bri Chu, Lancangjiang ve Nujiang da Tibet’in doğusundan çıkar. Tibet bir göller ülkesidir. En çok bilinen göller arasında Gnam Mtsho (Namuhu), Yar Drog Gyu Mtsho ve Ma Pham Mtsho başta gelir. Halkın kullandığı dil Çin-Tibet dillerinin Tibet-Birman grubuna dahil Tibetçe’dir. Bazı Sanskrit hece işaretleri örnek alınarak VII. yüzyılın ilk yarısında icat edilen ve sonradan üç defa düzeltilen Tibet yazısı soldan sağa doğru yazılır. Tibetliler, Budizm’in Mahayana mezhebine bağlıdır. Bütün bölgede çok miktarda Budist manastırı bulunmaktadır. İktisadî faaliyetlere hem tarım hem hayvancılık hâkimdir; tarım başlıca Ya Lu Gtsang Po havzasında yoğunlaşmıştır. Hayvancılıkta Tibet’e has, şiddetli soğuğa dayanıklı yak (bir öküz türü) ve Tibet koyunları egemendir. Yak derisinden çadır, ayakkabı ve giysi yapımında yararlanılır. Sanayi üretimi gıda, tekstil, deri, kereste, kimya, inşaat malzemeleri ve taş kömürü sektörlerine dağılmıştır. Ticaret pek gelişmiş değildir. Çin sınırlarındaki en fakir bölge sayılan Tibet her yıl hükümetin büyük miktarda yardımına muhtaç kalmaktadır.

II. TARİH
VII. yüzyılda Srong Btsan Sgam Po adında yetenekli bir kral ve onun çok bilgili veziri mGar Stong Btsan’ın gayretleriyle Sanskritçe öğrenmek üzere Hindistan’a öğrenciler gönderildi. Bu öğrenciler döndükten sonra Tibet yazısını icat ettiler, kültürel ve askerî konularda çeşitli yenilikler yaptılar. Sonuçta Tibet dönemin Asya’sında kuvvetli ülkelerden biri durumuna geldi; başşehir Lhasa kuruldu. Bir konfederasyon olan devletin sınırları batıda Amur havzasına, doğuda Çin’in T’ang sülâlesinin (618-906) sınırını oluşturan Long dağlarına, güneyde İndus nehrine ve kuzeyde Çungar havzasına ulaştı. Kral Khri Srong Lde Btsan döneminde (742-797) Budizm ülkenin resmî dini olarak kabul edildi. Sonraki krallar da büyük sayıda manastır yaptırdılar ve Budizm’in kutsal kitaplarını Tibetçe’ye çevirttiler; sürekli biçimde Budistler’in siyasî mevkiini yükseltmeye çalıştılar. Bu çabalar sonucunda yerli din Bon-Po ile Budizm arasında hem siyasî hem dinî yönde şiddetli çatışmalar meydana geldi. Aristokratlarla kral ailesinin ayrı dinleri desteklemeleri neticesinde IX. yüzyılın ortalarında konfederasyonu ayakta tutan hânedan yıkıldı ve Tibet karanlık bir döneme girdi. Ülkenin bütün dinî inançları tahrip oldu, siyaseti istikrarsızlık içinde kaldı. Toplum çektiği sarsıntıları atlatmaya çalışırken savaşlar sürüp gidiyordu. Çarpışmalar sırasında devlete ait bütün kayıtlar, arşivler ve kral mezarları zarar gördü. XI. yüzyılın ortalarında meşhur Hintli rahip Atisa’nın Tibet’e davet edilmesinin ardından Budizm tekrar canlanmaya başladı ve çeşitli mezhepler ortaya çıktı. Bunlar, XIII. yüzyılın ikinci yarısında Moğollar’ın siyasî nüfuzu yayılıncaya kadar birbiriyle rekabet etti. Bu dönemde Tibet, Çin İmparatorluğu’nun bir parçası halinde doğrudan doğruya Yüan (Kubilay) hânedanı tarafından idare edildi.

Bir asır sonra Yuan hânedanı zayıflayınca Budist mezhepleri tekrar iç savaş başlattılar. Çatışmalar neticesinde merkezi dBus bölgesinde olan Phag Mo Gru Pa mezhebi galip geldi ve idarenin başına geçti (1354). dBus bölgesinin Ne’u Gdong şehrini başkent edinen yeni yönetim iktidarda uzun süre kalamadı. Bu dönemde tamamıyla Tibet Budizmi’ni benimseyen Moğollar, Dge Lugs Pa mezhebini desteklediler. Bu mezhep önce Doğu Türkistan’da, ardından Çinghai bölgesine yerleşen Moğol Koshot kabilesi sayesinde Tibet üzerinde egemenlik kurdu; fakat ülke sonuçta Moğol idaresi altına girdi. 1720’de Ch’ing hânedanı yönetimindeki Çin bölgeyi ele geçirdi ve askerlerini yerleştirerek ülkeyi doğrudan yönetmeye başladı. 1751’de bir mahallî hükümet organize etti; kurduğu bu vasal devlet aracılığıyla bilhassa 1893’ten itibaren Tibet üzerinde çok daha geniş boyutta egemenlik sağladı.

XIX. yüzyılın sonunda Batılı emperyalist güçler Tibet içinde yayılmaya başladı. 1904’te İngiliz kuvvetleri Lhasa’ya girdi ve çok sayıda Tibetli öldürüldü. 1908’de İngilizler’in çekilmesinin ardından Çinliler ülkeyi işgal ettiler. II. Dünya Savaşı sırasında Tibetliler, İngilizler’in de yardımıyla Çin imparatorluk askerlerini ülkeden çıkardılar. Fakat 1950’de Çin Halk Cumhuriyeti topraklarının ayrılmaz bir parçası saydığı Tibet’i işgal edip resmen ilhak etti; ertesi yıl yerel bir devlet olarak tanıyıp özerklik verdi (23 Mayıs 1951). Özerkliğin kâğıt üzerinde kaldığını gören Tibetliler, halen sığındığı Hindistan’da ikamet eden on dördüncü dalai-lama Tenzin Gyatso’nun örgütlediği, zaman zaman çok kanlı çarpışmaların meydana geldiği bir bağımsızlık mücadelesi başlattılar. 1959-1985 yılları arasında dalai-lamaya göre 1.200.000, Çin hükümetine göre ise 87.000 kişi hayatını kaybetti.

III. BÖLGEDE İSLÂMİYET
Tibet ismi İslâm coğrafya kitaplarında Tubbet (İbn Hurdâzbih, s. 17; Kazvînî, s. 79) ve Tibbet (Yâkūt, II, 10) şeklinde geçer. Ömer b. Abdülazîz’in hilâfeti döneminde (717-720) Tibetli elçiler, Horasan Valisi Cerrâh b. Abdullah’a gelerek kendilerine İslâm’ı öğretmesi için birinin gönderilmesini istediler, vali de Selît b. Abdullah el-Hanefî’yi görevlendirdi (, s. 77). Ya‘kūbî’ye göre Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh (775-785), Tibet Kralı Ha Horn ile iyi ilişkiler içerisindeydi. Çin’in T’ang hânedanının (618-906) ilk dönemlerine ait kaynaklar da Araplar’ın Tibetliler’le iyi ilişkiler kurduğunu doğrulamaktadır. Ancak 785’te Orta Asya’da Araplar’la Tibetliler arasında sınır çatışmaları meydana geldi (, II, 397-398). 805 yılı civarında Semerkant Emîri Râfi‘ b. Leys, Halife Hârûnürreşîd’e karşı ayaklandığında topladığı ordunun içinde Tibetli askerler de bulunuyordu (a.g.e., II, 420, 435, 436). Ya‘kūbî’ye göre Halife Me’mûn zamanındaki (813-833) Tibet kralı İslâm’ı kabul etti ve bunu kanıtlamak için sarayındaki altından yapılmış Buda heykelini halifeye gönderdi; halife de onun müslüman olduğunu halka göstermek amacıyla heykeli sergiledi. 372’de (982-83) yazılan Ḥudûdü’l-ʿâlem’den başşehir Lhasa’da bir mescidin bulunduğu öğrenilmektedir. Müslümanların kökenlerine dair elde kesin bilgiler bulunmamakla birlikte dışarıdan gelenlerin çoğunun XII. yüzyılda Keşmir ve Ladakh’dan gelen tüccarlar olduğu sanılmaktadır. İslâm tebliğlerinin, gerçekleşen evliliklerin ve sosyal etkileşimlerin müslüman nüfusun başşehir Lhasa civarında artmasında rol oynadığı anlaşılmaktadır (Arnold, s. 296). Sosyal etkileşimler arasında Tibet’in klasik müzik türlerinden “nangma”nın bölgeye müslümanlar tarafından getirildiğine inanılmaktadır.

Yuan hânedanının çöküşü sırasında başlayan iç savaştan galip çıkan Koshot Moğolları ülkeyi beşinci dalai-lamanın (1617-1682) yönetimine bıraktılar. Kendilerine hoşgörüyle yaklaşan ve yapmak istedikleri bir mescidin arsasını veren beşinci dalai-lama döneminde müslümanlar büyük bir rahatlığa kavuştular, sayıları da hızla arttı. Topluluk genişledikçe çocukların din eğitimi için medreseler açıldı. Eğitim dili olarak Urduca’yı kullanan müslümanların o dönemde Lhasa ve Shigatse’de iki medresesi bulunuyordu. Tibetli müslümanlar beşinci dalai-lamanın dönemini izleyen asırlarda da herhangi bir sıkıntı yaşamadılar. Fakat komünist Çin işgaliyle birlikte durum değişti ve pek çok müslüman ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Hindistan’a geçmeyi başaranlar önce Kalimpong, Darjeeling ve Gangtok gibi sınır şehirlerine yerleşip sonradan aşamalı biçimde atalarının geldiği Keşmir’e taşındılar.

Bu dönemde dışarıdaki müslümanlar teşkilâtlanarak bir araya gelmeye başladılar. Dalai-lama onlarla ilişkilerini sürdürdü ve 1975’te Srinagar’ı ziyaret ettiğinde bir mülteci yardımlaşma örgütü kurmalarına destek verdi. Bu örgüt, mülteci müslümanların ekonomik ve sosyal bakımdan gelişmesi için projeler yapmaya başladı. Bu arada geri dönmek isteyenlerin yeniden Tibet’e yerleşmesi için 1985 yılında tamamlanan 144 ev ve bir caminin yapımı gerçekleştirildi. Tibet’te kalan müslümanların sayısı kesin olmamakla birlikte 1990’larda 3000, dışarıdakilerin sayısı 2000 civarında idi. Çoğu Sünnî olan müslümanlar Hanefî mezhebine mensuptur. Halen Tibet’te dördü Lhasa’da olmak üzere (diğerlerinden biri Tsetany, ikisi Shigatse kentindedir) toplam yedi cami bulunmaktadır. Müslümanların Budistler’in kutsal aylarında uygulanan et yasağından muaf tutulması ayrıcalığı devam etmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 397-398, 420, 435, 436.

a.mlf., (Âyetî), s. 4, 7, 64, 77, 145-147.

İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, Tahran 1991, s. 17.

, s. 24-25, 34-35, 92-94.

, II,10-12.

Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Âs̱ârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 79-80.

W. D. Shakabpa, Tibet: A Political History, New Haven 1967.

Ali Tanoğlu, Beşerî Coğrafya: Nüfus ve Yerleşme, İstanbul 1969, s. 123.

R. A. Stein, Tibetan Civilization, Stanford 1972.

H. Hoffmann, Tibet: A Handbook, Bloomington 1975.

T. W. Arnold, The Preaching of Islam, Lahore 1979, s. 296.

G. Tucci, The Religion of Tibet, London 1980.

K. Lin, A Study on Khri Srong Ide Btsan, Taipei 1989.

Abdul Waid Radhu, Islam in Tibet: [and] Tibetan Caravans, Louisville 1997.

A. H. Francke, “Islam Among the Tibetans”, , XIX (1929), s. 134-140.

D. M. Dunlop, “Arab Relations with Tibet in the 8th and 9th Centuries A.D.”, , V/1-4 (1973), s. 301-318.

Christopher I. Beckwith, “Tibet and the Early Medieval Florissance in Eurasia”, , XXI/2 (1977), s. 89-104.

Triloki N. Sharma, “The Predicament of Lhasa Muslims in Tibet”, , X/1 (1989), s. 21-27.

Christopher Beckwith, “The Location and Population of Tibet According to Early Islamic Sources”, , XLIII (1989), s. 163-170.

Th. Zarcone, “Sufism from Central Asia Among the Tibetan in 16-17th Centuries”, The Tibet Journal, XX/3, Dharamsala 1995, s. 96-114.

W. Barthold, “Tibet”, , XII/1, s. 252-255.

a.mlf. – [C. E. Bosworth], “Tubbat”, , X, 576-578.

M. Gaborieu, “Tubbat”, a.e., X, 578-580.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 123-125 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER