VEDÂY - TDV İslâm Ansiklopedisi

VEDÂY

وداي
Müellif:
VEDÂY
Müellif: AHMET KAVAS
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2012
Erişim Tarihi: 19.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/veday
AHMET KAVAS, "VEDÂY", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/veday (19.04.2024).
Kopyalama metni

Müslüman tarihçilerin Vedây (Veddây, Vâdây) şeklinde zikrettikleri hânedanın adı Fransızca’ya Ouaddai, İngilizce’ye Wadai şeklinde geçmiştir. Vedây’ın yerli dilde “hediye getiren kimse” anlamına geldiği, hem bölgeye hem de burada yaşayan topluluklara bu adın verildiği ileri sürülmektedir. Bugün Çad Devleti’ni teşkil eden yirmi iki idarî bölgeden biri olan Vedây’ın doğu sınırı Sudan’ın Dârfûr bölgesidir. Kuzeyden Bitine, batıdan Batha, güneyden Selâmât vilâyetleriyle çevrilidir. Vedây idarî bölgesi Abdi, Assungha ve Vârâ adlı üç şehri ve bunlara bağlı on altı idarî birimi içine alır.

Vedây’da ilk krallığı, Sudan’dan veya Tunus’tan gelen ve Tuncûr adını taşıyan Arap kabilelerinin kurduğu ileri sürülmektedir. Bu kabileler zamanla yerli Dâcû kabilesiyle karıştı. Tuncûrlar’ın XV. yüzyılın sonlarıyla XVI. yüzyılda Dârfûr ile vadinin diğer kısımlarını nüfuzları altına aldıkları söylenir. XVII. yüzyılın başlarında Doğu Sudan’dan Abdülkerîm adındaki bir İslâm âlimi ve davetçisi Tuncûrlar’ın elindeki Vedây bölgesine geldi. Abbas b. Abdülmuttalib’in soyundan olduğu söylenen Abdülkerîm “Abbâsî” nisbesiyle tanınıyordu. “Müceddidü’l-İslâm” lakabı verilen Abdülkerîm bölgede İslâm’ı yaymak için davet başlattı ve büyük başarı sağladı. Köy köy dolaşıp davetini kabul edenler için Kur’an kursları açtı. Kur’an’ı ve temel İslâmî bilgileri öğretme çalışmaları sayesinde bölgede İslâmiyet yayıldı. Abdülkerîm’in taraftarları giderek arttı ve daveti büyük güç kazandı. Bu sırada bölgedeki bazı Arap kabileleriyle yerlilerin desteğini de sağlayan Abdülkerîm 1635 yılında bölgenin yönetimini Tuncûrlar’ın elinden alarak Vedây Sultanlığı’nı kurdu (sultanlığın 1611’de kurulduğu da söylenir). Abdülkerîm el-Abbâsî, Çad’ın en doğusunda ve gölden uzak kesiminde tesis ettiği, dağlarla çevrili müstahkem bir bölgede yer alan Vârâ şehrini merkez edindi. Dârfûr Sultanlığı ile ilişkilerin bozulmaması için saltanatı süresince (1635-1655) Tuncûrlar zamanında ödenmekte olan yıllık vergiyi ödemeye devam etti.

Yerli Maba dilinde “kolak” (büyük) denen sultanlara İslâmî dönemde emîrü’l-mü’minîn, emîr veya şeyh unvanı veriliyordu. XVIII. yüzyıldan itibaren merkezî Afrika’nın en güçlü devletlerinden biri haline gelen sultanlığın başşehri kısa sürede büyüdü. Buraya özellikle günümüzde Sudan’da hüküm süren Func Sultanlığı’ndan çok sayıda fıkıh âlimi geldi. Bunlar Vârâ’da pek çok öğrenci yetiştirdiler. Öğrencilerden bazıları Func Sultanlığı’nın ilim merkezlerine giderek öğretimlerini oralarda sürdürdüler. Mali’de Tinbüktü ve Cenne, Nijerya’da Sokoto ve Kano, Nijer’de Âyir ve Agâdes gibi Çad’da da Vârâ şehri bölgenin önemli kültür merkezlerinden biri oldu. Bunun yanı sıra Vedây ülkesinin batı ve güney taraflarından gelen hacı adayları burada buluşup Mısır veya Kızıldeniz yoluyla hacca gidiyorlardı. Vârâ aynı zamanda Akdeniz sahillerinden Afrika’nın güneyine ulaşan kervanlar için önemli bir alışveriş merkezine dönüştü. Fildişi, Arap zamkı, devekuşu tüyü, deri ve özellikle köle pazarlanan Vârâ’ya dışarıdan kumaş, ateşli silâhlar, süs eşyaları ve bilhassa fıkıh ve hadis kitapları geliyordu.

Dârfûr sultanları aldıkları vergiyle yetinmeyip Vedây topraklarını ülkelerine ilhak etmek istiyordu. Ancak Vedây sultanları onların teşebbüslerini sonuçsuz bırakmayı başardı. Neticede Dârfûr ordularını yenen Sultan Ya‘kūb Arûs (1681-1707) onlara ödenen vergiyi de kesti. Vedây sultanları içinde Abdülkerîm’den sonra en etkili ismin 1805-1813 yılları arasında hüküm süren Abdülkerîm Sâbûn olduğu kabul edilir. Sâbûn, Bagirmi Sultanı Abdurrahman Gavarang’ın İslâm’a uymayan hareketlerini ileri sürerek Bagirmi’ye bir sefer düzenledi, başşehir Masinya’ya girdi ve şehri yağmalayıp halkını Vedây’a götürdü (1806). Bagirmi bundan sonra Bornu ile Vedây arasında cereyan eden mücadelelerden etkilendi. XIX. yüzyılda her iki devlet Bagirmi’nin kendilerine bağlı olduğunu iddia etti ve Bagirmi bazan Bornu, bazan da Vedây’ın hâkimiyeti altında kaldı. Abdülkerîm Sâbûn kuzey istikametinde yeni bir ticaret yolu açtırdı ve kendi adına para bastırdı. Diğer ülkelerden ateşli silâhlar temin etti; bu silâhların kullanılışını öğretecek askerleri Garp ocaklarındaki Osmanlı idaresinden getirtti. Bu uygulama zaman zaman tekrarlandı ve Müsevvidzâde Derviş Bey adlı bir Osmanlı askeri bu amaçla Vedây’a gelerek dönemin sultanı ile görüştü.

1835 yılında tahta geçen Muhammed eş-Şerîf, Vedây’ın en önemli sultanlarından kabul edilir. Bornu Sultanı May İbrâhim adına ülkeyi yöneten Şehu Ömer, devlet yönetimindeki nüfuzunu kabullenemeyen Seyfiye hânedanı taraftarlarının Vedâylılar’la iş birliği yaparak harekete geçmeleri üzerine May İbrâhim’i hapsettirdi ve Vedây ordusunun üzerine yürüdü. Onu geri püskürten Vedây ordusu Bornu’nun fiilî başşehri durumundaki Kukava’yı ele geçirip tahrip etti ve çeşitli yerleşim merkezlerini yağmaladıktan sonra Şehu Ömer’in yıllık vergi ödemeyi kabul etmesi üzerine Bornu topraklarından çıktı. Bagirmi’yi de hâkimiyetine alıp ülkesinin sınırlarını Şari nehrine kadar genişleten Muhammed eş-Şerîf 1850’de Vârâ’dan ayrıldı, 70 km. güneyinde kalan ve ticaret kervanlarının geçtiği bir arazide bulunan Ebîşe’yi (Abeşe/Abeche) başşehir edindi. Giderek güçlenen Vedây Sultanlığı Bornu ve Bagirmi’yi vergiye bağladı; XIX. yüzyılın ikinci yarısında Selâmât, Rûnga gibi mahallî emirlikleri de hâkimiyeti altına alarak büyük bir devlet haline geldi. 1835’te Trablusgarp’ın yeniden Osmanlı merkezî idaresine bağlanmasıyla Vedây Sultanlığı’nın Osmanlı Devleti ile ilişkileri gelişmişti. Vedây kralları tahta geçtiklerinde bir saygı nişanesi olarak Bagirmi Krallığı’ndan haraç şeklinde aldıkları köleleri İstanbul’a gönderiyordu. XIX. yüzyılın başlarından itibaren ülkede Kādiriyye tarikatı yayıldı. Yüzyılın ortalarında Bagirmi’ye Batı Afrika’dan gelen Ticânîler ise Vedây’da taraftar bulamadı. Fıkıh ve hadis âlimlerinin etkisi Ticânîler’e ilgiyi azaltmıştı. Buna karşılık Libya menşeli Senûsiyye hareketi 1860’lı yıllardan itibaren ülkede etkili hale geldi. Sultan Ali döneminde yayılmaya başlayan tarikat kendisi de Senûsî müridi olan Sultan Muhammed Yûsuf döneminde zirveye ulaştı ve Vedây bu tarikatın ana merkezlerinden biri oldu.

Kuruluşundan itibaren bölgede etkili bir sultanlık halinde kalan Vedây Sultanlığı sömürgecilik öncesinde Avrupalılar’ın dikkatini çekmeye başlamıştı. Func Sultanlığı’ndan gelen Arap tâcirleri buradan çok sayıda köle satın alıyordu. Akdeniz’e uzanan kuzey ticaret yolu da devreye girince bu güzergâhtan köle sevkiyatı arttı. Afrika’nın işgal yoluyla hızlı biçimde paylaşıldığı dönemde Çad gölü çevresi 4 Şubat 1894 tarihli bir antlaşmayla Fransız, İngiliz ve Almanlar arasında bölüşüldü ve Vedây Devleti’nin bulunduğu bölge Fransız nüfuz alanı içerisinde kaldı. Fort-Lamy’ye (N’Camena) yerleşen Fransızlar, çevredeki sultanlıklarla yaptıkları antlaşma ve savaşlarla kısa sürede bölgedeki yönetimlerini genişlettiler. Kendilerine karşı direnen Râbih’i (1900) ve ardından oğlu Fazlullah’ı ortadan kaldırıp Bagirmi topraklarını işgal ettiler (1901). 1901-1905 yılları arasında Bornu toprakları da işgale uğradı. Doğuya ilerlemeyi sürdüren Fransızlar 2 Haziran 1909’da Ebîşe’yi ele geçirerek Vedây Sultanlığı’na son verdiler. Borku ve diğer bazı yerleri hâkimiyetlerinde tutan Senûsîler’i buradan çıkarıp Çad’ın tamamını nüfuzları altına aldılar (1913). Başşehrini işgalden kurtaramayan Vedây’ın son sultanı, çoğu ulemâ ve fukahadan 100 kişiyle birlikte Vedây ile Kufra arasındaki bir mevkiye çekildi. Vedây el-Abbâsî hânedanını ortadan kaldıran Fransızlar ülkede İslâmî eğitime de son verdi ve işgalin beşinci yılında bir subayın ölümünü bahane ederek bölgedeki âlimlerin önemli bir kısmını idam etti. Hayatta kalabilenlerin çoğu Dârfûr’a sığındı.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Trablusgarp vilâyeti aracılığıyla Çad gölü havzasındaki müslüman devletlerle ilişki kuran Osmanlı Devleti başta Nijerya’daki Bornu olmak üzere bugünkü Nijer’de Kavâr ve Âyir, Çad’daki Vedây, Bagirmi ve Sudan’daki Dârfûr sultanlıkları ile irtibatını geliştirdi. Bilhassa 1835’te Senûsiyye hareketini barındıran Trablusgarp’ın yeniden Osmanlı merkezî idaresine bağlanmasının ardından Osmanlı-Vedây münasebetleri büyük gelişme gösterdi. Zira Senûsîler’le birlikte sömürgeci devletlerin istilâlarına karşı direneceği tahmin edilen Vedây ile ilişkiler büyük önem taşıyordu. 1898’de Senûsî şeyhinin önde gelen temsilcisi Muhammed es-Sünnî’nin buraya gönderilmesi de büyük rol oynadı. Ayrıca Trablusgarp vilâyetinin güney sınırında bulunan Fizan sancağındaki mutasarrıflığın ya Gāt kasabasına taşınması veya orada da yeni bir mutasarrıflık kurulması istendi. Kısa bir süre için bu teşebbüs gerçekleştirildi. Daha da önemlisi Vedây ile irtibatın en kolay olduğu, Senûsîler’in kontrolündeki Bingazi’den Çad gölüne giden güzergâhın geçtiği Kufra kaza haline getirilerek bir kaymakam tayin edildi. XIX. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti, Vedây’daki gelişmeleri yakından takip ediyordu. 1893’te Bingazi mutasarrıfı Ferik Hacı Reşid Paşa, Vedây Sultanı Yûsuf b. Ali’ye elçi ve çeşitli hediyeler gönderdi; Yûsuf da ona kıymetli hediyelerle karşılık verdi. Aynı şekilde tahta yeni oturan Vedây sultanlarına mektup ve hediyeler yollanıyordu. Son Vedây sultanı Muhammed Dâvûd Murra’nın, ülkesini korumak için Osmanlı Devleti’nin himayesini istemesi iki taraf arasındaki ilişkilerin ulaştığı noktayı göstermesi bakımından önemlidir. Artık Vedây, Osmanlı Devleti’nin idaresi altındaki ülkelerden biri sayılmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin bölgedeki son hamlesi, bilindiği kadarıyla 1911 yılı Temmuz ayında Fizan sancağından Yüzbaşı Rıfkı Bey kumandasındaki 150 kişilik bir müfrezeyi Çad’a göndermesi olmuştur. Kuzeydeki Tibesti dağları aşılıp Borku kazası fiilen kurulduktan sonra Vedây’a yakın bir bölge olan Ayn Kelek’te yeni bir kaza teşkili için gerekli adımlar atıldıysa da 1911 yılı Eylül ayında İtalyanlar Trablusgarp’a saldırınca Yüzbaşı Rıfkı Bey emrindeki askerlerden sadece otuz kadarını Adanalı Mehmed Ağa’ya teslim edip geri döndü. Bu birlik, bölgede 1913 yılına kadar yerlilerle beraber Fransızlar’a karşı mücadele vermiştir.

1870’lerde 2 milyon civarında tahmin edilen Vedây’ın nüfusu 1912’de 700.000’e, beş yıl sonra 300.000’e kadar düştü. Yöre halkı sömürgeciler tarafından pamuk üretimine yönlendirildi. Bu dönemde müslüman gençler genellikle sömürge okullarına alınmadı. Sadece önde gelen müslüman ailelerin çocuklarının çok azı bu okullara kabul ediliyordu. Bu arada müslümanların Kur’an eğitimi almalarına izin verildi. Arap ülkelerine gidebilenler dışında gençler özellikle cahil bırakıldı. Elli yıllık sömürgecilik döneminde nüfusun sadece % 2’si eğitim alabildi. Vedâylı gençler II. Dünya Savaşı’nda cephelere sürüldü. Fransızlar 1935’te Vedây bölgesinin idaresini Vedây-Abbâsî hânedanının liderlerine teslim ettiler. Bu uygulama bağımsızlık döneminde de devam ettirilmektedir. Bu göreve 1901 yılında ölen Sultan İbrâhim b. Ali’nin oğlu Muhammed Urâda’yı geçirdiler. Muhammed Urâda’nın 1946’da ölümünün ardından yerini Ali Süleyk aldı. Ali Süleyk, Çad’ın bağımsızlığını kazandığı 1960’ta tahtından olduysa da 1970’te yeniden tahta çıktı. 1978’de ölümü üzerine yerine oğlu İbrâhim Urâda geçti. 2004 yılında ölen İbrâhim’den sonra yerine tahta oturan Muhammed İbrâhim halen Vedây’da Abbâsî hânedanını temsil etmektedir. Böylece kuruluşundan bugüne kadar Vedây’da toplam yirmi beş hânedan mensubu tahta çıkmış bulunmaktadır.


BİBLİYOGRAFYA

, nr. 65/62.

, DH.MKT, nr. 417/7, 2279/124.

, nr. 3628/272038, 3639/272922, 3731/279780, 3888/291543.

, İrade-Hariciye, nr. 9390.

, İrade-Hususi, nr. 1317.

, nr. 325/28, 402/39.

, Y.PRK.UM, nr. 35/88.

, Y.PRK.EŞA, nr. 34/29.

J. Cabot – Ch. Bouquet, le Tchad, Paris 1973, s. 7, 32-33, 37-38.

J. Cuoq, Les musulmans en Afrique, Paris 1975, s. 275-303.

Abdurrahman Ömer el-Mâhî, Teşâd mine’l-istiʿmâr ḥatte’l-istiḳlâl (1894-1960), Kahire 1982, s. 18-21.

Issa Hassan Khayar, Tchad: Regards sur les élites ouaddaiennes, Paris 1984, tür.yer.

“Ouaddai”, Lieux et peuples d’Afrique: Mémoire d’un continent, Paris 1987, s. 184.

Mahmûd Şâkir, Teşâd, Beyrut 1408/1988, s. 40-41.

Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), Ankara 1995, s. 106-107, 128, 166-170.

J.-L. Triaud, La légende noire de la Sanûsiyya: Une confrérie musulmane saharienne sous le regard français (1840-1930), Paris 1995, I-II, tür.yer.

Y. Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu: 1800-1909, İstanbul 2004, tür.yer.

Müsevvitzâde Derviş Paşa, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihine Ait Vesikalar”, İstanbul, yeni seri, I/1012, İstanbul 1948, s. 391-419.

Ahmet Kavas, “Büyük Sahra’da Gat Kazasının Kurulması ve Osmanlı-Tevarık Münasebetleri”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 3, İstanbul 1999, s. 171-196.

a.mlf., “Osmanlı-Tîbû Münasebetleri: Büyük Sahrâ’da Reşâde (Çad) ve Kavar (Nijer) Kazalarının Kurulması”, a.e., sy. 4 (2000), s. 69-104.

J. L. Spaulding, “Wadāī”, , XI, 11-12.

H. Bell, “Wadāī”, a.e., XI, 13-14.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 594-596 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER