https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-revaha
Hazrec kabilesinin Benî Hâris kolundan Revâha b. Sa‘lebe’nin oğludur. Muhadramûn şairlerinden olup sanatını yalnız Hz. Peygamber’i ve İslâm dinini savunmak, müşrikleri hicvetmek yolunda kullanmıştır. Resûlullah’ın onun için söylediği bilinen, “Şiirleri müşrikler üzerinde oklardan daha etkilidir” cümlesi şairlik kudreti, “Şüphe yok ki kardeşiniz bâtıl ve boş söz söylemez” cümlesi ise kişiliği hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır. Şuarâ sûresinin, “Şairlere sapıklar uyar; onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?” meâlindeki 224-226. âyetleri inince, “Allah benim de şair olduğumu biliyor, demek ki ben de onlardanım” diyerek teessürünü belirtmiş; bunun üzerine, “Ancak iman edip iyi işler yapanlar müstesna...” şeklinde başlayan 227. âyet nâzil olmuştur (bk. eṭ-Ṭabaḳāt, III, 528). Abdullah b. Revâha’nın şairliğinin yanı sıra çok etkileyici bir hitabet gücüne sahip olduğu da bilinmektedir. Mûte seferine çıkan 3000 kişilik İslâm kuvveti henüz yolda iken, yakın bir yerde büyük bir Bizans ordusunun bulunduğu haberi alınmış ve geri çekilip takviye isteme fikri benimsenmişken Abdullah b. Revâha’nın, “şehidlik mertebesine erişmek için yola çıktıkları ve savaşma güçlerini de sayılarıyla silâhlarından değil, Allah tarafından kendilerine lutfedilen İslâm dininden aldıkları” yolunda söylediği etkili sözler üzerine bundan vazgeçilerek savaşmaya karar verilmiştir.
Abdullah b. Revâha okuma yazma bilmesi, hassas bir şair, hatip ve aynı zamanda mâhir bir muharip olması, yüksek cesaret ve şecaate, ayrıca ileri derecede zühd ve takvâya sahip bulunması gibi hasletlerinden dolayı Hz. Peygamber’in özel teveccüh ve itimadını kazanarak ashâb-ı kirâm arasında temayüz etmiş ve önemli görevler yüklenmiştir. İkinci Akabe Biatı’nda Medineli müslümanlar tarafından on iki nakibin biri olarak seçilip Hz. Peygamber’in idarî yardımcılığı sayılabilecek böyle şerefli bir göreve lâyık görülmesi, onun Câhiliye dönemindeki itibarının İslâm’dan sonra da artarak devam ettiğini göstermektedir. Hz. Peygamber de onu, nakibliğinin yanı sıra ayrıca özel kâtipleri arasına almak suretiyle ikinci defa şereflendirmiştir. Abdullah b. Revâha Bedir, Uhud, Hendek, Hayber savaşları ile Hudeybiye ve Umretü’l-kazâ seferlerine katılmış ve Umretü’l-kazâ’da umre süresince Hz. Peygamber’in devesinin yularını tutmuştur. Hadis de rivayet etmiş olan Abdullah b. Revâha’nın yüklendiği önemli görevler arasında, Bedir zaferinin müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine’ye koşarak götürmesi ve İkinci Bedir seferi (Bedrü’l-mev‘id) sırasında Medine’de Hz. Peygamber’in vekili olarak kalması da bulunmaktadır. Abdullah b. Revâha’yı Hayber seferinden önce Hz. Peygamber’in dört kişilik seriyyenin kumandanı olarak Hayber’e göndermesi ve “Hayber’i gözetle, halkın arasına karış, ne konuştuklarını ve ne yapmak istediklerini öğren” emrini vermesi (bk. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, II, 92; Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 566), onun İbrânîce bildiği ihtimalini akla getirmektedir. Çünkü o devirde Medine ve civarında yerleşmiş bulunan yahudilerin Mûsevî Arap olmayıp ırken İbrânî oldukları ve kendi dillerini konuştukları bilinmektedir. Ayrıca onun bu görevden döndükten sonra, otuz kişilik bir heyetin başkanı olarak Hayber’e elçi gönderilmesi ve fetihten sonra da Hayber mahsulünün ortakçı yahudiler ile bölüşülmesinde yetkili kılınması, bu olaylardan daha önce ise Hendek Savaşı sırasında Benî Kurayza kabilesine gönderilen dört kişilik elçi heyetinde yer almış olması da bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.
Hicretin sekizinci yılında (629) Mûte seferine çıkan ordunun başına, Hz. Peygamber tarafından, kumandan vekilinin de ölmesi üzerine komutayı ele almak üzere üçüncü kumandan adayı olarak tayin edilen Abdullah b. Revâha, Zeyd b. Hârise’nin ve onun arkasından Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in şehid düşmeleri üzerine sancağı almış ve o da şehid olmuştur.
Bazı seferlerde Abdullah b. Revâha’nın ahfadının çok saygı gören bir topluluk olarak asırlarca Endülüs’te yaşadığı ileri sürülmekte ise de (bk. İA, V/1, s. 416; EI2 [İng.], IV, 1187) mevcut kaynaklar, onun Ebû Muhammed, Ebû Revâha ve Ebû Amr künyelerini taşımış olmasına rağmen, şehid düştüğü zaman arkasında çocuk bırakmadığını kaydetmektedir (bk. İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, III, 526). Bu durumda “ahfad” tâbiri ile bizzat kendi torunlarının değil, akrabasının kastedildiğine hükmetmek gerekmektedir ki kız kardeşinin çocukları olan bu akraba arasında, ünlü şairler ve büyük dedeleri Revâha b. Sa‘lebe’nin adını taşıyan, künyesi Ebû Revâha olan kişiler de bulunmaktadır. Endülüs’te Benî Abdüsselâm adıyla tanınan bu topluluğun, Abdullah b. Revâha’nın sahâbîlerden Beşîr b. Sa‘d ile evli olan kız kardeşi Amre bint Revâha’nın oğlu Nu‘mân b. Beşîr’in Emevîler’e cephe alması üzerine Halife Mervân’ın emriyle öldürülmesinden sonra Endülüs’e kaçan bazı çocuklarından geldiği anlaşılmaktadır (bk. İbn Hazm, Cemhere, s. 363-365).
Kaynaklarda Abdullah b. Revâha’nın bir divanından bahsedilmemektedir. Az sayıdaki şiirleri, elliye yakın beyti İbn Hişâm’ın es-Sîre’sinde olmak üzere, çeşitli siyer, tarih, megāzî ve tabakat kitaplarında dağınık vaziyette bulunmaktadır. Velîd Kassâb, çeşitli kaynaklardan toplandığı 217 beyit tutarındaki en kısası bin, en uzunu 26 beyit ihtiva eden 37 parça şiirini Dîvânü ʿAbdillâh b. Revâḥa ve dirâse fî sîretihî ve şiʿrih adıyla yayımlamıştır (Riyad 1402). Bu şiirlerden altı tanesi Câhiliye dönemine ait olup düşman kabile Evs’e mensup şairlerden Kays b. Hatîm’in Hazrec’e yönelik taşlamalarına verdiği karşılıklardan ibarettir. İslâmî devirdeki şiirleri ise, Kureyş müşriklerinin İslâm dini ve Hz. Peygamber aleyhindeki şiirleri ile sözlü saldırılarına cevap teşkil eden irticâlen söylenmiş recezler şeklindedir. Bu recezler, edebî sanatlara ve fazla duyulmamış kelimelere yer vermeden sade bir dille söylenmiş olup halk tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek niteliktedir. Abdullah b. Revâha şiirlerinde Kureyş müşriklerini, devrinin diğer İslâm şairleri Kâ‘b b. Mâlik ve Hassân b. Sâbit gibi kabilevî ve şahsî kusurlarından dolayı değil, imansızlıkları ve ısrarlı küfürlerinden dolayı yermiştir.
Hz. Peygamber’in Ahzâb (Hendek) Gazvesi sırasında hendeğin topraklarını taşıyanlara yardım ederken, toza bulanmış vaziyette ashapla birlikte Abdullah b. Revâha’nın şu şiirini söylediği rivayet edilmektedir:
“Vallahi, Allah bize hidayet etmemiş olsaydı hidayete eremezdik
Ne zekât verir ne namaz kılardık
Kâfirler bize saldırdılar
Onlar fitne çıkarmak istediklerinde biz bundan çekindik
Bizden yardım istendiğinde geldik
Yardım isterken de bize güvenin
Yâ Resûlellah, sana canımız fedâ olsun, kusurlarımızı bağışla
Yâ Rabbi, düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı yerinde tut
Ve üzerimize sabru sebat ihsan et
Biz senin fazlu kereminden müstağni değiliz.”
(Velîd Kassâb, Dîvânü ʿAbdillâh b. Revâḥa ve dirâse fî sîretihî ve şiʿrih, s. 139-140).
BİBLİYOGRAFYA
Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 566.
İbn Hişâm, es-Sîre², IV, 15-21, ayrıca bk. İndeks.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, II, 92; III, 526-530, 612-613.
Cumahî, Fuḥûlü’ş-şuʿarâʾ, I, 223-226.
Buhârî, “Teheccüd”, 21.
Nesâî, “Menâsikü’l-ḥac”, 121.
Âmidî, el-Müʾtelif, s. 126-127.
Ebû Nuaym, Ḥilye, I, 118-121.
İbn Hazm, Cemhere (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1982, s. 363-365.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), III, 234-238.
a.mlf., el-Kâmil, II, 234-237, ayrıca bk. İndeks.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, I, 230-240.
İbn Hacer, el-İṣâbe (Bicâvî), IV, 82-86.
Abdülkādir el-Bağdâdî, Ḫizânetü’l-edeb, II, 303-305.
F. Wüstenfeld, Genealogische Tabellen der Arabischen Stämme und Familien, Göttingen 1852, s. 22.
Ziriklî, el-Aʿlâm, IV, 217.
Sezgin, GAS, II, 292-293.
Ömer Ferruh, Târîḫu’l-edeb, I, 263.
Velîd Kassâb, Dîvânü ʿAbdillâh b. Revâḥa ve dirâse fî sîretihî ve şiʿrih, Riyad 1402/1982.
Muhammed b. Sa‘d eş-Şuvay‘ır, ʿAbdullāh b. Revâḥa ḥayâtühû ve dirâse fî şiʿrih, Riyad 1406/1986.
F. Krenkow, “Hazrec”, İA, V/1, s. 415-416.
A. Schaade, “Abdullah”, İA, I, 39-40.
a.mlf., “ʿAbd Allāh b. Rawāḥa”, EI2 (İng.), I, 50-51.
W. Montgomery Watt, “al-K̲h̲azrad̲j̲”, EI2 (İng.), IV, 1187.