ALÎM - TDV İslâm Ansiklopedisi

ALÎM

العليم
Müellif: MUSTAFA ÖZTÜRK
ALÎM
Müellif: MUSTAFA ÖZTÜRK
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1989
Erişim Tarihi: 11.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/alim--esma-i-husna
MUSTAFA ÖZTÜRK, "ALÎM", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/alim--esma-i-husna (11.12.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte alîm, “bir şeyi gerçek mahiyetiyle bilmek, hakikatini idrak etmek” mânasındaki ilm kökünden türemiş mübalağalı bir sıfattır. İlim Allah’ın zâtına nisbet edildiğinde, “Allah’ın gerek duyular âlemine gerek duyu ötesine ait bütün nesneleri ve olayları bilmesi” diye tanımlanabilir. Allah’ın “alîm” ismi ise “zaman ve mekân sınırı olmaksızın küçük büyük, gizli açık, canlı cansız her şeyi en mükemmel şekilde bilen” mânasına gelir (Gazzâlî, s. 92). Birçok âyetin sonundaki “Allah her şeyi bilendir” (meselâ bk. el-Bakara 2/231; en-Nisâ 4/176; el-Mâide 5/97; el-En‘âm 6/101) ifadeleri de bu mânayı pekiştirir. Ebû Abdullah el-Halîmî’nin “yaratılmış varlıkların duyu ve akıl yoluyla kavradıkları ve kavrayamadıkları şeyleri akıl ve duyudan bağımsız şekilde müdrik olan” (el-Minhâc, I, 199) diye açıkladığı “alîm” ismi Kur’ân-ı Kerîm’de semî‘, hakîm, azîz, habîr, kadîr, halîm, şâkir ve fettâh gibi isimlerle birlikte kullanılmış ve bu isimler arasında “işitilmeye konu olan her şeyi işiten” mânasındaki “semî‘” ile “bütün sözleri ve fiilleri adalet ve ilme uygun olan” mânasındaki “hakîm” isimleriyle birlikte kullanımı ön plana çıkmıştır. Alîm bazı âyetlerde “azîz” ve “habîr” isimleriyle birlikte doğrudan Allah’ın ismi olarak da yer almıştır (el-En‘âm 6/96; Yâsîn 36/38; ez-Zuhruf 43/9; et-Tahrîm 66/3). Yanında başka bir isim olmaksızın tek başına kullanıldığında ise “Allah müttakileri bilendir” (Âl-i İmrân 3/115), “Allah yüreklerdeki sırları bilendir” (Âl-i İmrân 3/119, 154) meâlindeki âyetlerde olduğu gibi bir nevi fiil fonksiyonu icra ederek mef‘ul de almıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de “alîm” ( العَلِيمُ ) isminin yanı sıra “âlim” ( العَالِمُ ), “allâm” ( العَلَّامُ ) gibi lafızlar da Allah’ın her şeyi en yetkin şekilde bildiğini belirtir. Bazı müfessirler “alîm” isminin “âlim” mânasında olduğunu kaydederken (Taberî, I, 466) diğer birçok müfessir ve kelâmcı “alîm” ile “âlim” arasında fark bulunduğunu belirtmişlerdir. Buna göre “alîm” ismi “âlim”den daha mübalağalı ve vurgulu (tekitli) bir anlam içerir. Kur’an’da “ta‘lîm” kökünden türemiş fiiller de (el-Bakara 2/31-32) Allah’a izâfe edilir. Ancak Fahreddin er-Râzî “muallim” isminin Allah hakkında kullanılamayacağı hususunda ittifak edildiğini belirtir (Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 238). Alîm bazı âyetlerde (el-A‘râf 7/109, 112; Yûsuf 12/55) insanların vasfı olarak da anılmış; fakat “allâm” sadece Allah hakkında kullanılmıştır. Öte yandan “âlim” ismi Kur’an’da “gayb” (el-Haşr 59/22), “allâm” da “guyûb” kelimesiyle (el-Mâide 5/109; et-Tevbe 9/78) “âlimü’l-gayb” ve “allâmü’l-guyûb” şeklinde tamlama içinde yer almış, Allah’ın müstakil isimleri olarak kullanılmamıştır. Bu yüzden, “yâ âlim”, “yâ allâm” tarzındaki yalın hitapların Allah’a yöneltilmesi uygun görülmemiş, ayrıca “allâme” kelimesinin Kur’an’da ve hadislerde ilâhî bir isim/sıfat olarak vârit olmamasından dolayı Allah hakkında kullanılmayacağı ifade edilmiştir (a.g.e., s. 240).

Kur’ân-ı Kerîm’de “a‘lem” ( أَعْلَمُ ) kelimesi de Allah hakkında kullanılmıştır. Üstünlük ismi (ism-i tafdîl) kalıbındaki bu kelime “en iyi bilen” mânasında olmakla birlikte Allah’ın ilim yönünden başka bir varlıkla mukayese edildiğini göstermez. Çünkü Arapça’da ism-i tafdîl her zaman karşılaştırma belirtmez ve “a‘lem” lafzı Allah’ın her yönüyle yegâne âlim olduğunu, ilminde noksanlık bulunmadığını ifade eder.

Alîm ismi meşhur esmâ-i hüsnâ hadisinde de Allah’ın isimleri arasında sayılmış (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10), ayrıca âlim ismi bu hadisin İbn Mâce rivayetinde esmâ-i hüsnâ arasında zikredilmiştir (“Duʿâʾ”, 10). Bunun yanında âlim ismi “âlimü’l-gayb ve’ş-şehâde” tamlaması şeklinde özellikle dua mahiyetindeki hadislerde yer almıştır. Hz. Peygamber, sabah ve akşam vakitlerinde okuması için kendisine bir dua öğretmesini isteyen Hz. Ebû Bekir’e öğrettiği duada bu ifadeye yer verdiği gibi (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 100-101; Dârimî, “İstiʾẕân”, 54), kendisi de geceleyin namaz kılmak için kalktığında yaptığı duada bunu zikretmiştir (Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 26; İbn Mâce, “İḳāme”, 180). Nitekim bazı hadislerde de ilâhî ilmin hem duyu hem duyular ötesi âlemi kapsadığı belirtilmiş ve mugayyebâtın sadece O’nun tarafından bilindiği ifade edilmiştir (Buhârî, “İstisḳāʾ”, 29; Müslim, “Îmân”, 5).

Esmâ-i hüsnâ konusunda eser yazan âlimler alîm isminin mutlak bir bilgiyi ifade ettiğinde görüş birliğine varmış, bu mutlaklığın boyutunun anlaşılabilmesi için Allah’ın bilgisiyle insanın bilgisini mukayese ederek Allah’ın alîm isminin hangi hususları ifade ettiğini vurgulamaya çalışmışlardır. İlâhî ilmin yaratılmış varlıklara ait ilimden birçok açıdan farklı olduğunu belirten Fahreddin er-Râzî bu hususları şöyle sıralar: 1. Allah, kulların aksine bütün mâlûmatı tek ilimle bilir. 2. Allah’ın ilmi mâlûmatın değişmesine göre değişmez. 3. Allah’ın ilmi duyu ve düşünce yoluyla elde edilmiş değildir. 4. Allah’ın ilminin dâimî olması zorunlu, kaybolması ise imkânsızdır. 5. Allah’ın ilminde bir bilginin diğerini geri planda bırakması ya da ortadan kaldırması gibi bir durum söz konusu olmaz. 6. Allah’ın ilmi sonsuz ve sınırsızdır (Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 241). Esmâ-i hüsnâ hakkındaki yorumlarına tasavvufî bir bakış açısı da ekleyen Gazzâlî ise alîm ismini açıklarken, bildiği şeyler ne kadar çok olursa olsun nihayetinde insanın bilgisinin kalpte bulunduğunu dolayısıyla sonsuz bilgiyi kuşatamayacağını, insanın bilgisi ne kadar açık ve belirgin olursa olsun mâlûmatı ancak göründüğü şekliyle içerebileceğini ve eşyanın arkasındaki hakikate nüfuz edemeyeceğini söyleyerek Allah’ın bilgisinin eşyanın bütün boyutlarını kuşattığını vurgular. Ayrıca insanın bilgisi eşyaya bağlı olarak şekillenirken Allah’ın bilgisinin eşyaya bağlı olarak oluşmadığını, aksine eşyanın Allah’ın bilgisine tâbi olduğunu belirtir (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 92-93). Bu açıdan alîm ismi Allah’ın, insanın bilgisine ârız olabilen her türlü eksiklikten uzak bir şekilde bildiğini ifade eden ve böylelikle de Allah ile insan arasında mutlak ayırım ortaya koyan bir nitelik taşır. Bu sebeple Ebû Abdullah el-Halîmî ve Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī gibi esmâ-i hüsnâ müellifleri yaptıkları tasniflerde alîm ismine Allah ile yaratılmış varlıklar arasında benzerliği (teşbih) nefyeden isimler arasında yer vermişlerdir (el-Minhâc, I, 199; el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, I, 80-81).

Allah’ın mutlak ve sınırsız bilgisini ifade eden alîm ismi, aynı zamanda tek gerçek ilim sahibi varlığın Allah olduğunu, dolayısıyla insanın bilgisinin kaynağının da O olduğunu gösterir. Nitekim İslâm inancına göre bilginin kaynağı Allah olup bütün bilgi temelde O’ndan gelmektedir. Allah peygamberlere kitap ve hikmeti indirmiş, onlara bilmediklerini öğretmiş, peygamberler de Allah’tan aldıkları bu bilgileri insanlara öğretmişlerdir (el-Bakara 2/151; en-Nisâ 4/113; el-Alak 96/5). İnsana verilen akıl ve duyular da insanoğlunu bu nihaî kaynaktan akan bilgiye ulaştıran vasıtalardır (en-Nahl 16/78). Bu bakımdan insanın bilgisi bir anlamda alîm isminin bir tecellisi olmaktadır.

İfade ettiği anlam itibariyle Allah’ın zâtını niteleyen bir isim/sıfat olan alîm, Allah’ın bilgisini çeşitli açılardan ifade eden habîr, hasîb, şehîd, vâsi‘, latîf, muhsî, muhît gibi isimlerle anlam yakınlığı taşımaktadır. Ancak alîm bütün bu isimlerin ifade ettiği anlamları içerdiğinden hepsini kuşatan bir nitelik taşır. Ayrıca özellikle Ehl-i sünnet âlimleri Allah’ın mutlak bilgisini ifade etmesi bakımından alîm isminin Allah’ın zâtında bulunan ilim sıfatına râci olduğunu, dolayısıyla ezelî bir ilim sıfatının mevcudiyetini gerektirdiğini söylemişlerdir (ayrıca bk. İLİM).


BİBLİYOGRAFYA

, “ʿilm” md.

, “ʿalîm”, “ʿâlim” md.leri.

, “ʿalm” md.

Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Kahire 1422/2001, I, 466.

Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiḳāḳu esmâʾillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1986/1406, s. 50-60.

Hattâbî, Şeʾnü’d-duʿâʾ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk-Beyrut 1412/1992, s. 57.

Ebû Hilâl el-Askerî, el-Furûḳu’l-luġaviyye (nşr. M. İbrâhim Selîm), Kahire, ts. (Dârü’l-ilm ve’s-sekāfe), s. 88.

Bâkıllânî, el-İnṣâf (nşr. M. Zâhid Kevserî), Kahire 1421/2000, s. 144.

Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuʿabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 199.

Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 142b-150a.

Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1417, I, 80-81.

Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 43-44.

, s. 92-93.

Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 237-241.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1989 yılında İstanbul’da basılan 2. cildinde, 460-461 numaralı sayfalarda yer almıştır. Maddenin MUSTAFA ÖZTÜRK tarafından kaleme alınan yeni dijital versiyonu 08.01.2024 tarihinde yayımlanmıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER