https://islamansiklopedisi.org.tr/arifi-fethullah-celebi
Asıl adı Fethullah olup şiirlerinde Ârif ve Ârifî mahlasını kullanmıştır. Çağdaş kaynaklarda babası Derviş Mehmed Çelebi Acem, annesi ise Arap olarak gösterilir. Ancak “Acem’den geldim”, “Arap’tan geldim” ifadelerinde olduğu gibi buradaki Acem ve Arap kelimeleri kavim olarak değil birer ülke anlamında kullanılmıştır. Ayrıca, Arapça konuşulduğu için Mısır da Arabistan’a dahil edilmiş olmalıdır. Kendisini Oğuz Ata’nın soyundan getirecek kadar Türklüğünü göstermeye çalışan şeyh İbrâhim Gülşenî’nin kızı olan annesinin de Arap olması mümkün değildir. Kaynaklarda “Elkas Mirza’nın nişancısı olmuştur” (Âlî, vr. 403a) veya “oldu” (Âşık Çelebi, vr. 165a) ifadelerine bakılarak Ârifî’nin Elkas Mirza ile birlikte İstanbul’a geldiği ileri sürülürse de bu da doğru değildir. Zira onun, Elkas Mirza’nın geldiği 1547 tarihinden önce İstanbul’da bulunduğunu gösteren kayıtlar vardır. Nitekim Muhyî-yi Gülşenî (Menâkıb, s. 413) 1546 yılında, davetli bulunduğu, sonradan vezir de olan kapı ağası Haydar Ağa’nın evinde Ârif Çelebi’yi gördüğünü kaydetmektedir. Aynı şekilde 24 Şâban 952 (31 Ekim 1545) tarihli bir arşiv vesikasında da (BA, MAD, nr. 1788) kendilerine para ödenenler arasında Ârifî’nin adı geçmektedir. Babasının da yine devlet hizmetinde çalışan bir kişi olduğu, elçi olarak Elkas Mirza’ya gönderilmiş olmasından anlaşılmaktadır (Ârifî Fethullah Çelebi, vr. 504a). Babası Derviş Mehmed Çelebi’nin İbrâhim Gülşenî’nin kızı ile Tebriz veya Mısır’da evlendiğine dair kesin bir kayıt bulunmamakla birlikte, baba ve oğulun Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden hemen sonra İstanbul’a gelmedikleri söylenebilir. Çünkü Muhyî-yi Gülşenî (Menâkıb, s. 345-348), I. Selim’in arkasından Mısır’dan İstanbul’a gönderilenler arasında Ârifî Çelebi’nin bulunduğuna dair bir açıklamada bulunmaz. İstanbul’a gönderilmemeleri konusunda şefaatte bulunması için İbrâhim Gülşenî’ye başvuranlardan söz edilirken de Ârifî Çelebi’nin adı geçmez. Bütün bunlardan, Ârifî Çelebi’nin babası ile birlikte sonradan İstanbul’a geldiği, yazdığı kasideler sayesinde Kanûnî Sultan Süleyman’la tanışma fırsatı bulduğu ve onun tarafından Osmanlı hânedanı hakkında şehnâme yazmakla görevlendirildikten başka, bir süre de İstanbul’a gelen Elkas Mirza’nın nişancılığına tayin edildiği anlaşılmaktadır.
25 akçe ile şehnâme yazma görevine başlayan Ârifî Çelebi’nin günlüğü, eserinin 20 veya 30.000 beyti tamamlanınca 70 akçeye çıkarıldı ve yazılanları resimlendirmek için de evinde bir minyatür atölyesi (nakkaşhâne) kuruldu; burada çalışmak üzere nakkaşlar tayin edildi.
Ârifî Çelebi, şimdilik, Osmanlılar hakkında tam bir Farsça şehnâme yazan şair olarak gözükmektedir. Daha önce Fâtih Sultan Mehmed tarafından bu işi yapmakla görevlendirilen Şehdî, ömrü vefa etmediği için Farsça şehnâmesinden ancak 4000 beyitlik bir bölümü tamamlayabilmişti.
Ârifî’nin, beş cilt olarak planlanan ve hepsi de son derecede güzel minyatürlerle süslenen Şehnâme-i Âl-i ʿOs̱mân’ının I. cildi peygamberlere, II. cildi İslâmiyet’in doğuşuna, III. cildi eski Türk devletleri ve Selçuklular’a, IV. cildi Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna, V. cildi ise Kanûnî döneminin bir kısmına (1520-1555) ayrılmıştır. Bunlardan günümüze I ve V. ciltlerin tamamı, diğerlerinden sadece son bölümü eksik IV. ile II. ciltten birkaç minyatür gelebilmiş, III. cilt ise bütünüyle kaybolmuştur. 60.000 beyit tuttuğundan söz edilen Şehnâme’nin en büyük bölümünü (yaklaşık 36.000 beyit) “Süleymânnâme” adını taşıyan V. cilt oluşturmaktadır. On beşer satırlık dört sütun halinde güzel bir nesta‘likle yazılmış ve altmış dokuz minyatürle süslenmiş olan bu eser Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Hazine, nr. 1517).
Bölüm bölüm yazarak hükümdara gönderdiğinde bol ihsana da kavuşan Ârifî, başta, sonradan halefi olacak Eflâtûn-i Şirvânî olmak üzere Nakkaşbaşı Şahkulu tarafından kıskanıldı ve hükümdara kötü bir şair olarak tanıtılmaya çalışıldı ise de bir sonuç elde edilemedi. Çünkü Âşık Çelebi’nin de dediği gibi, bu 60.000 beytin 10.000 hatta 20.000 beyti kötü de olsa geri kalan 50.000 veya 40.000 beyit Ârifî’nin iyi bir sanatkâr olduğunu göstermeye kâfidir. Ârifî’nin, şehnâmesini yazarken özellikle Arapça kelimeler kullanmamaya dikkat ettiği de görülmektedir. Nitekim Âşık Çelebi’ye okuduğu 2000 beyitlik bir kısımda sadece birkaç Arapça kelimenin bulunması da bunu göstermektedir.
Ârifî’nin Şehnâme-i Âl-i ʿOs̱mân dışında, aynı vezin ve dilde yazılmış, biri 20 Şâban 966’da (28 Mayıs 1559) II. Selim ile kardeşi Bayezid arasındaki savaştan, diğeri vezir Sokullu Mehmed ve Ahmed paşaların 1543’te Peç, 1551’de Lipva, 1552’de Tımışvar ve Eğri kalelerinin fetih ve kuşatmalarından bahseden iki eseri daha vardır. Bunlardan ilki Veḳāyiʿ-i Sulṭân Bâyezîd maʿa Selîm Ḫân adını taşıdığı halde ikincisinin adı (Fütûḥât-ı Cemîle), bundan bahseden müellifler tarafından cümle içinde (vr. 1a) geçen “fütûhât-ı cemîle” terkibinden alınmıştır. Bu ikinci eserde Ârifî’nin adı herhangi bir şekilde geçmemektedir. Ancak kitabın konusunun “Süleymânnâme”nin ilgili bölümü ile benzerliği ve bunun da “Süleymânnâme”yi süsleyen Ebû Türâb el-Hasan el-Hüseynî tarafından resimlenmiş olması, Fütûḥât-ı Cemîle’nin de Ârifî’ye ait olduğu hususunda herhangi bir şüpheye yer bırakmamaktadır. Veḳāyiʿ-i Sulṭân Bâyezîd maʿa Selîm Ḫân’ın bir nüshası Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde (Muzaffer Ozak koleksiyonu, nr. 84), bir diğeri Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndedir (Revan Köşkü, nr. 1540), Fütûḥât-ı Cemîle’nin şimdilik bilinen tek nüshası ise aynı kütüphanede bulunmaktadır (Hazine, nr. 1592).
Ârifî’nin destanî nitelikteki bu eserleri dışında, daha çok edebiyatla ilgili, Âşık Çelebi’ye göre Hâkānî’ye, Âlî’ye göre ise İmam Râzî’nin bir kasidesine nazîresi; insanın organları ile ilgili Ṣanemü’l-ḫayâl, atın organları ile ilgili Feresü’l-ḫayâl adlarında iki manzumesi ve muamma sanatına dair Risâle fi’l-muʿammâ adlı bir eseri daha vardır. Ancak hepsinin de Farsça olması muhtemel olan bu eserlerin hiçbiri günümüze kadar ulaşmamıştır. Farsça kadar Türkçe ile de kolay şiir yazan Ârifî’nin, Kanûnî dönemi kumandanlarından Hadım Süleyman Paşa’nın Hint Seferi’ni anlatan 2000 beyitlik bir eser daha kaleme aldığı rivayet edilmekteyse de bu eser günümüze kadar gelmemiştir.
Muhtemelen II. Selim’den babası Kanûnî’den gördüğü ilgiyi görmeyen Ârifî’nin 966’da (1558-59) sıla için Mısır’a gittiği ve üç yıl sonra orada öldüğü anlaşılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Ârifî Fethullah Çelebi, Şehnâme-i Âl-i ʿOs̱mân, TSMK, Hazine, nr. 1517, vr. 504a.
BA, MAD, nr. 1788.
Âlî, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5959, vr. 403a.
Muhyî-yi Gülşenî, Menâkıb, s. 345-348, 413.
Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 165a-166b.
Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, İÜ Ktp., TY, nr. 2604, vr. 84a-85b.
Kınalızâde, Tezkire, II, 596-598.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1026.
Karslızâde Cemâleddin Mehmed, Osmanlı Târih ve Müverrihleri: Âyîne-i Zurefâ, İstanbul 1314, s. 40.
Sicill-i Osmânî, IV, 8.
Osmanlı Müellifleri, III, 116-117.
Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 815.
Levend, Gazavatnâmeler, s. 31-32.
a.mlf., Türk Edebiyatı Tarihi, s. 112.
Karatay, Farsça Yazmalar, s. 60-61, 62.
Babinger (Üçok), s. 97-98.
Esin Atıl, Süleymannâme (The Illustrated History of Süleyman the Magnificent), Washington 1986, s. 47, 55 vd.
Cornell H. Fleischer, Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire. The Historian Mustafa Âli (1541-1600), Princeton 1986, s. 30, not 46.
Necib Âsım, “Osmanlı Tarihnüvisleri ve Müverrihleri”, TOEM, II/7 (1327), s. 428-429.
Hanna Sohrweide, “Dichter und Gelehrte aus dem Osten im osmanischen Reich (1453-1600)”, Isl., XLVI (1970), s. 269.