https://islamansiklopedisi.org.tr/bes-sehir
1941 yılı sonuna doğru Ülkü mecmuasında makale ve şiirler yayımlamaya başlayan Ahmed Hamdi Tanpınar’ın o yıl “Bursa’da Zaman ve Hulya Saatleri” adlı uzun yazısı çıkar. Bu yazı, şairin aynı yılın başlarında “Bursa’da Hulya Saatleri” (Tasvîr-i Efkâr, nr. 4645, 8 Mart 1941) adıyla çıkan, daha sonra geliştirilerek “Bursa’da Zaman” olarak şöhret kazanan şiiriyle tema ve doku bakımından bir iç içe oluş karakteri gösterir. Deneme tarzının bir örneği olan bu yazı Beş Şehir adlı kitabın da ilk nüvesini teşkil edecektir. Bu yazıyı birer ikişer yıl aralıklarla (1942-1945) “Ankara”, “Erzurum” ve “İstanbul” yazıları takip eder. Tanpınar bunlara “Konya”yı da ilâve edip kitabını bütünleştirerek ilk baskısını gerçekleştirir (1946). Gördüğü ilgi üzerine 1960’ta yapılan ikinci basımda metinleri yeniden gözden geçirir ve ilâveler yapar. Bu basımın önsözünde, “hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyak”ın yazıların iki temel motifini teşkil ettiğini söyler. Gerçekten de kitaptaki beş şehrin hikâyesi veya tasviri, tanıtılması için söylenebilecek ortak özellik, eskinin büyük değerleriyle geleceğe uzanan Türk şehirlerinin tarihî ve kültürel maceralarını ve ümitlerini aksettirmesidir. Böylece Ankara’da Roma İmparatorluğu’ndan Selçuklu ve Osmanlı’ya, Erzurum’da yakın devir tarihinden günümüze, Konya’da Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Bursa’da Osmanlı’dan aktüel tarihe, nihayet İstanbul’da Bizans’tan Osmanlı’ya, sürekliliğini kaybetmeyen ve kopmayan bir süreç içinde devamlı ve zihnî bir gidiş geliş bütün bu medeniyetlerin, sanat eserlerinin, hayat tarzlarının, kültürlerinin, insanlarının mukayeseleri imkânını verir.
Millet ve tarih hakkındaki fikirlerinde Yahya Kemal’in kendisi üzerinde büyük tesiri olduğunu sık sık hatırlatmış olan Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” ile “Bir Gün İcadiye’de” dışındaki şiirlerinde bu tesiri görmek ve tesbit etmek kolay değildir. Buna karşılık roman ve hikâyelerinde olduğu gibi hemen bütün nesir yazılarında ve özellikle de Beş Şehir’de Yahya Kemal’den gelen tarih zevki ve kültürü açıkça görülür. Nitekim Beş Şehir’i ona ithaf etmek istediğini, fakat kitabın her iki basımı sırasında da uzakta bulunduğu için bu arzusunu yerine getirememiş olduğunu “Antalyalı Genç Kıza Mektup”unda esefle kaydeder (Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, s. 174-179).
Kitap, yayımlandığı tarihten günümüze okuyucu kitlesi kadar tenkitçilerin de ilgisini çekmiş, şehir monografisi yahut deneme alanında olsun sık sık benzerlerinden farklılığına işaret edilmiştir. Beş Şehir’in en önemli özelliği, yazıların objektif birer şehir monografisi olmaktan ibaret kalmamasıdır. Bunlarda, tarih bilgisinden ziyade tarih kültürü, sanat tarihi tasvirlerinden çok sanatkâr sezgisi, bir sosyal yapının incelenmesi yerine de insanî değerlerin ön planda tutulduğu görülür. Diğer bir özelliği ise kitâbî bilgiye değil yazarının müşahedelerine dayanmasıdır. Hayatının büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirmiş olan Tanpınar, kitabında anlattığı şehirlerin her birinde en az iki yıl veya daha fazla bir süre kalmış, oranın tarihi, mimarisi, günlük yaşayışı, insanları ile bir âlim gibi değil fakat bir dost gibi âdeta haşir neşir olmuştur. Bunun bir istisnası olan Bursa’ya da kısa yahut uzun sürelerle birkaç defa gitmiş olduğunu bizzat kendisi söyler. Böylece şehirlerin anlatıldığı sayfalar arasında Tanpınar’ın hâtıraları ve müşahedeleri de yer alır. Bununla beraber esere seyahat notları veya hâtıralar dizisi demek de mümkün değildir. Yazarın profesyonelce olmayan mimari, mûsiki, hat ve nakış zevki yazıların estetik temelini oluşturur. Her şehirde oranın yetiştirdiği veya orada yaşamış olan siyasîlerin, idarecilerin, sanatkârların yanında yazarın bizzat tanıdığı esnaftan, zanaat erbabından otantik küçük şahsiyetler, onların faziletleri, acıları, sevinçleri, göz yaşları ve küçük ihtirasları yazıların zengin malzemesini oluşturur. Bütün bunlar, kaybolan değerler için duyulan ince bir hüznün yanında Tanpınar’ın üslûbuna mahsus gizli bir ironiyle anlatılmıştır.
Şehirleri medeniyetlerin aynası olarak telakki eden Tanpınar, bu beş Türk şehrini üzerlerinden geçmiş ve sanatına, yaşama şekillerine, insanlarına sinmiş medeniyetleriyle dile getirmiştir. Bu şehirlerin çoğunu ilk defa ya işgaller sırasında veya Millî Mücadele sonrası gören yazar, buraların “taş ü toprak arasında” yeniden yapılaşmasının hayallerini kurar. Erzurum’da olduğu gibi kendi kendisine sürekli olarak, “İstinat noktasını bulmadıktan sonra kuvvet hatta manivelâ neye yarar?” diye sorar durur. Şehirlerin ruhlarını anlatırken biraz da bu “istinat noktaları”nı arar. Böylece her şehrin tarihî ve gerçek hayatları bilinen şahsiyetlerinin yanı sıra yarı evliya, din adamı, âlim, devlet adamı gibi isimleri etrafında birer efsane teşekkül etmiş insanları, yeni nesillerin ileriye yapacakları hamlelerde istinat noktası olur. Ankara’da Ahî Şerafeddin, Hacı Bayrâm-ı Velî, Horasanlı Baba İlyas, Akşemseddin, Şeyh Zeynüddin el-Hâfî gibi evliyanın adı geçerken Erzurum’da daha yakın yılların din adamlarını sayar: Solakzâdeler, Abdülkadir Hoca, Müftîzâde Edib Hoca, Hâfız Hamid Efendi, Ebülhindili Hamdi Bey, Gözübüyükzâde. Konya’da Alâeddin Keykubad gibi çok yücelttiği bir hükümdarın isminin yanına Şeyh Şehâbeddin es-Sühreverdî gibi âlim bir şahsiyeti, Mevlânâ’yı ve Şems’i ilâve eder. Osmanlı’ya yaklaştıkça bu istinat noktaları çoğalır. Bursa’da efsanevî kahraman Konuralp’la başlar, onu Geyikli Baba, Üftâde, Makkad Dede gibi evliya takip eder. Süleyman (Çelebi) Dede, Emîr Sultan, Şeyh Edebâli ve İsmâil Hakkı Bursevî büyük din adamları olarak yerlerini alırlar. Şehirlerin gözle görülmeyen, fakat varlıkları her yerde hissedilen bütün bu insanlarının “devletin iç nizamını yaptıkları” sık sık vurgulanır. Beş Şehir’in en zengin bölümü, şüphesiz bütün kitabın yarısına yakın hacimdeki İstanbul’a ait olanıdır. Burada Tanpınar’ın belli bir noktada kesifleştiğini söylemek zordur. İstanbul’un sularından başlayarak kültürüne giren her unsur yazarın zengin hâtıralarıyla beslenerek anlatılır. Kıyafetler, kullanılan küçük eşya, çarşılar, mûsiki, mimari, cami ve tekkeler, ezan ve Kur’an sesleri, sokak satıcıları, insanların birbirine bağlılığı gibi büyük terkibi yapan parçalar tasvir edilir. Tanpınar’ın bütün Osmanlı Devleti’nin de sembol şehri olarak gördüğü İstanbul için asıl söylemek istediği de bu terkiptir. “Küçük büyük, mânalı mânasız, eski yeni, yerli yabancı, güzel çirkin bir yığın unsurun kaynaşmasından” doğan bu terkip arkasında iki mühim mihverin olduğunu belirtir: Müslümanlık ve imparatorluk müessesesi.
Bütün bunları aynı zamanda yenileşmeye doğru atılacak adımların, yapılacak hamlelerin istinat noktaları olarak göstermek isteyen Tanpınar, çok defa bu maksadı unutarak eskinin müdafaasını ön plana çıkarmıştır. Bütün bahislerde ortak olan, yazarın yenileşmeyi tebcil eden bütün gayretine rağmen Osmanlı medeniyet ve kültürünün, bunları doğuran büyük değerlerin yavaş yavaş kaybolmasından gelen bir iç sızısının, bitip tükenmeyen bir nostaljinin varlığıdır. Halk ve divan şiirinden mısralarla şarkı güfteleri de bu duyguları zenginleştirir.
Bütün bu hususiyetleri dikkate alınarak Beş Şehir’in, şiir üslûbu ağır basan, deneme-monografi karışımı bir tür olarak kabul edilmesi daha yerinde olur. Kitap Tanpınar’ın eserleri arasında değişik seviyede okuyucu grupları tarafından sevilmiş, aranmış, bu sebeple birçok defa basılmıştır (son bs. Millî Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul 1989).
BİBLİYOGRAFYA
Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, İstanbul 1963, s. 174-179.
a.mlf., “Ahmet Hamdi Tanpınar”, Edebiyatımızın İçinden, İstanbul 1978, s. 137-138.
Mehmed Çavuşoğlu, “Beş Şehir’i Okurken”, Dîvanlar Arasında, Ankara 1981, s. 124-129.
Orhan Okay, “Ölümünün Yirmibeşinci Yılında Ahmed Hamdi Tanpınar”, Sanat ve Edebiyat Yazıları, İstanbul 1990, s. 214-218.
Halide Edib Adıvar, “Beş Şehir”, Akşam, nr. 10.111, 12 Aralık İstanbul 1946.
Behçet Kemal Çağlar, “Beş Şehir”, Vatan, 14 Mart İstanbul 1961.
Tahir Alangu, “Beş Şehir”, a.e., 4 Nisan İstanbul 1961.
Ahmet Caferoğlu, “Filolog Gözüyle Tanpınar’ın Beş Şehir’indeki Kelime Üslûbu”, TDED, sy. 12 (1963), s. 87-96.
TDEA, I, 407-408.