https://islamansiklopedisi.org.tr/beyyumi
1108’de (1696) Mısır’da Beyyûm kasabasında doğdu. Hıfzını ve öğrenimini tamamladıktan sonra tasavvuf yoluna girerek Hüseyin ed-Demirtaşî el-Âdilî’den Halvetiyye, Ahmed b. Abbâd eş-Şâzelî’den Şâzeliyye, Ömer b. Abdüsselâm et-Tetâvunî’den Kādiriyye, Abdurrahman el-Halebî’den Bedeviyye, Îsâ et-Taylûnî’den Nakşibendiyye tarikatlarının icâzetini aldı. Bundan dolayı “câmiu’t-turuk” olarak tanınır. İrşada başladıktan sonra Kahire’de İmam Hüseyin Mescidi civarında (Hüseyniye) oturmayı tercih etti. Aynı semtte Zâhir Camii’nde zikir halkası teşkil ederdi. İlim ve takvâsı, kısa zamanda etrafına geniş bir mürid kitlesinin toplanmasına vesile oldu. Eşkıyalık yapan pek çok kimsenin tövbe ederek müridleri arasına katıldığı rivayet edilir. Ayrıca ilim ve devlet adamlarından onun sohbetlerine devam eden kimseler de vardı. Ezher şeyhinin kendisine Ezher’den bir kürsü vermesi nüfuzunu daha da arttırdı. Daha sonra sadrazam olan Mısır Valisi Mustafa Paşa onu sevenlerden ve sohbetine devam edenlerdendi. Ali el-Beyyûmî’nin Mustafa Paşa’ya sadrazam olacağını önceden haber verdiği rivayet edilir. Mustafa Paşa sadrazam olunca onun için bir mescid, sebil ve türbe yaptırdı. Vefat ettiğinde Beyyûmiyye Camii olarak bilinen bu camideki türbesine gömüldü. Tarikat âdâbına dair, tasavvufî ve edebî konularda sekiz risâlesi bulunan Ali el-Beyyûmî’nin Câmiʿu’l-esrâr fî ṭarîḳı’s-sâdeti’l-Beyyûmiyye adlı risâlesi basılmıştır (Kahire, ts.).
Ali el-Beyyûmî’nin Mekke’ye sık sık yaptığı seyahatlerde göçebe kabilelere verdiği vaazlar, Mısır’dan Hicaz’a kadar olan bölgede kurucusu olduğu Beyyûmiyye tarikatının yayılmasını sağladı. Bu bölgelere gönderdiği halifeleri sayesinde müridlerinin sayısı giderek arttı. Mekke ve Medine’de Bedeviyye tarikatı mensupları kısa zamanda Beyyûmiyye’ye bağlandılar. Tarikat, kurucusu ve halifeleri zamanında Arabistan, Yemen, Hadramut ve Mâverâünnehir’e yayıldı; oradan İran’a, Fırat ve İndus vadilerine, Hint denizi kıyılarına kadar ulaştı. Ancak halifelerinden şeyh Muhammed Nâfi‘in ölümünden sonra diğer halifeleri arasında meydana gelen ihtilâflar tarikatın gücünü sarstı. Hicaz Beyyûmîleri ile Mısır Beyyûmîleri birbirinden ayrılarak her biri bağımsız hareket etmeye başladı. Vehhâbî hareketinin Hicaz bölgesine hâkim oluşuna kadar Mekke ve Medine’de bulunan çok sayıdaki Beyyûmî tekkesi hacılara sağlık hizmeti veren birer ocak görünümündeydi. 1880’li yıllarda Mekke’de sekiz, Cidde’de altı, Medine ve Tâif’te de birkaç tane Beyyûmî tekkesi bulunduğu bilinmektedir. Beyyûmiyye bugün Mısır’ın en yaygın tarikatlarından biridir.
Bedeviyye ile Beyyûmiyye arasında önemli benzerlikler bulunmakla birlikte âdâb ve erkânlarında bazı farklılıklar vardır. Beyyûmiyye genellikle “esmâ-i seb‘a” zikrine önem veren bir tarikat olup cezbe, mücahede ve teslimiyet esaslarına dayanır. Bedeviyye’de tarikata intisap, şeyh ile mürid musâfaha halinde iken şeyhin müride tövbe telkiniyle gerçekleşir. Beyyûmiyye’de ise telkin sırasında şeyh ile mürid, ellerinin parmakları karşılıklı olarak birbirine iyice geçmiş bir halde bulunurlar. Bedevî zikrinde dervişler ayakta vücutlarını bele kadar büker, kollarını serbest bırakırlar; Beyyûmîler ise vücutlarını bükünce ellerini çapraz olarak göğüsleri üzerine koyar, başlarını kaldırıp doğrulurken ellerini çırparlar.
Beyyûmiyye Anadolu ve Balkanlar’da hemen hemen hiç yayılmamışsa da Bedeviyye tarikatı mensupları vasıtasıyla İstanbul’a getirilmiştir. Cemaleddin Server Revnakoğlu, Kocamustafapaşa’daki Ağaçkakan Bedevî Dergâhı ile Eyüp-İslâmbey Bedevî Tekkesi’nin Beyyûmî olduğunu belirtmektedir. “Yâ Allah hû!” diyerek ve el çırparak yapılan Beyyûmî zikri İstanbul’da Bedevî ve Rifâî dervişleri tarafından şu şekilde icra edilirdi: Ayakta başlayan ism-i celâl zikri zâkirbaşının yönetiminde bir süre devam ettikten sonra şeyh efendinin kapıda görünüp uzunca bir “hû!” demesiyle Beyyûmî zikri başlardı. Kıyam safı bozulmadan aralar açılır ve yarım halka teşkil edilirdi. Artık ism-i celâl zikri, harf-i nidâ ile birlikte “yâ Allah!” şeklinde yapılırdı. Nida harfi uzatılır ve bir müddet “yâ hû!..”, “yâ Allah, yâ dâim!” şeklinde kıyam zikrine devam edilirdi. Sesler perde perde yükselir ve alçalırdı. Hareketler hızlandığında dizler ara sıra yere vurulur, vücut, gövde ve ayaklar daima hareketli olurdu. Zâkirler öne, arkaya, sağa, sola düzenli olarak gider gelirdi. Ayaklar kıyam zikrinde olduğu gibi bir yere çakılıp kalmaz, ayak parmakları üzerinde yarım çark halinde dönüşler yapılırdı. Soldan sağa, sağdan sola düzgün, ölçülü bir şekilde tekrarlanan bu hareketlerin sonunda saflar toplanıp sıklaşırdı. Omuzlardan tutularak ağızlardan “hay” ism-i şerifi dökülür ve dizler yaylandırılır, başlar kıyam zikrinde olduğu gibi öne ve arkaya sallanır; “Allah Allah hû, rabbenâ yâ rahmân!” denilerek zikir tamamlanırdı. Beyyûmî zikri Osmanlılar’ın son devirlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Eyüp-İslâmbey Bedevî Dergâhı’nda icra edilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Cebertî, ʿAcâʾibü’l-âs̱âr, I, 379-381.
Harîrîzâde, Tibyân, I, vr. 194b-195a.
A. Le Chatelier, Les confréries musulmanes du Hedjaz, Paris 1887, s. 182-190.
Serkîs, Muʿcem, I, 622.
Hüseyin Vassâf, Sefîne, I, 226.
Cemaleddin Server Revnakoğlu, İstanbul Tekkeleri Notları, Divan Edebiyatı Müzesi, Arşiv B, Zrf. 36.
Brockelmann, GAL, II, 462; Suppl., I, 784; II, 146, 478.
Ronart, CEAC, s. 81.
el-Ḳāmûsü’l-İslâmî, I, 416.
Cl. Huart, “Beyyûmiye”, İA, II, 593.
W. A. S. Khalidi, “Bayyūmiyya”, EI2 (İng.), I, 1151-1152.