https://islamansiklopedisi.org.tr/curcan
Hazar denizinin güneydoğu köşesinden itibaren Mâzenderan bölgesinin doğu kesimini teşkil eden Cürcân (Gr. Hyrcania), Ortaçağ İslâm coğrafyacıları tarafından bazan Taberistan, bazan da Horasan sınırları içinde gösterilmiştir. Aslı Farsça Gürgân olan ismin, Gürgân şehrini kurduğu söylenen efsanevî İran kahramanı Mîlâd oğlu Gürgîn’den geldiği rivayet edilir. XV. yüzyıldan itibaren metruk bir harabeye dönen şehrin adı, Şah Rızâ Pehlevî (1926-1941) tarafından bölgenin diğer önemli tarihî merkezi olan ve halen yaşayan Esterâbâd’a verilmiştir (bk. ESTERÂBÂD). Hazar denizi de ikinci adını (Bahr-i Cürcân) bu isimden alır.
Çok eski bir geçmişe sahip olduğu bilinen Cürcân’ın Sâsânîler’in tarihinde önemli bir yeri vardır. Bölgede Kisrâ I. Enûşirvân zamanında yapılan Şehristân-ı Yezdicerd ve Şehr-i Pîrûz kaleleriyle kuzey sınırı boyunca uzanan surlar, Dihistan’daki göçebe kabilelerin ülkeyi istilâ etmelerine engel olmuştur. İslâm coğrafyacılarına göre Ortaçağ’da Cürcân şehri aynı adı taşıyan nehirle ikiye ayrılmıştı ve nehrin doğu yakası Cürcân (veya Şehristân), batısı ise muhtemelen oraya iskân edilmiş olan bir Arap kabilesinin adına izâfeten Bekrâbâd diye anılıyordu. İbn Havkal’a (ö. 367/977) göre Cürcân aynı adı taşıyan eyaletin dört şehrinden biriydi.
Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilen İslâm fetihleri sırasında Cürcân’da “Merzübân” unvanlı bir mahallî hükümdar bulunmakla beraber asıl iktidar Türk başbuğu Ruzbân Sûl’ün (رزبان صول) elindeydi. Hz. Ömer’in kumandanlarından Süveyd b. Mukarrin Bistâm’da ordugâh kurarak Sûl’e teslim olması için mektup gönderdi. Neticede savaş olmadan halkın cizye ödemesi şartıyla bir anlaşma yapıldı (22/642-43). Daha sonraki yıllarda anlaşma hükümlerine riayet edilmeyince Hz. Osman zamanında Saîd b. Âs tarafından düzenlenen sefer sonunda Cürcân hâkimi yıllık 200.000 dirhem haraç ödemeye mahkûm edildi (30/650-51). Bununla beraber Cürcân’da gerçek anlamda İslâm hâkimiyeti ancak Emevî Halifesi Süleyman b. Abdülmelik zamanında kurulabildi. Horasan Valisi Yezîd b. Mühelleb 98’de (716-17) Suriye ve Iraklı askerlerden oluşan büyük bir ordu ile Cürcân üzerine yürüdü. Şehrin hâkimi Fîrûz, Yezîd’i karşılayarak onu Dihistan’da hüküm süren Türk başbuğu Sûl’ün üzerine yürümeye teşvik etti. Yezîd de Dihistan’a hareket edip şehri ele geçirdikten sonra Cürcân’da çıkan isyanı bastırmak üzere geri döndü; Cürcân hâkiminin kapandığı kaleyi ele geçirdi ve halkı şiddetle cezalandırdı. Ardından şehri yeniden inşa ettirdi ve mescidler yaptırdı. Bu tarihten sonra Cürcân aynı adı taşıyan eyaletin merkezi oldu.
Halife Hârûnürreşîd ile Me’mûn’un çeşitli vesilelerle uğradıkları Cürcân, Abbâsîler devrinde daha çok mahallî hânedanların idaresinde kaldı. III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda şehir her çeşit ürünün elde edildiği bereketli topraklarla ve kuzeyden gelen ticaret kervanlarının uğrak yeri olmakla meşhur ve mâmur bir belde idi. Ancak iç karışıklıklar ve emîrler arasındaki mücadeleler şehrin refah seviyesini düşürmeye başladı. Ali evlâdının bu dönemde Taberistan’da başlattığı propagandalar başarılı olmuş ve Zeydîler’in hâkimiyeti Cürcân’a kadar yayılmıştı. Muhammed b. Ca‘fer es-Sâdık’ın Cürcân’da bulunan mezarı (Kûr-ı Surh) Şiîler için kutsal bir ziyaretgâh olmuştu. Bölgede hüküm süren karışıklıklar, Merdâvîc b. Ziyâr’ın merkezi Cürcân olan Ziyârîler hânedanını kurmasıyla sona erdi (928). Daha sonra Sâmânîler’in kontrolüne geçen Cürcân 932’de tekrar Ziyârîler tarafından zaptedildi. Ertesi yıl Sâmânîler’le bir anlaşma yapan Merdâvîc b. Ziyâr Cürcân’ı onlara bıraktı. Merdâvîc’in öldürülmesi üzerine Sâmânî Hükümdarı Nasr b. Ahmed şehri o devrin ünlü kumandanlarından Mâkân b. Kâkî’ye verdi (935). Merdâvîc’e halef olan kardeşi Veşmgîr Sâmânîler’i bölgeden uzaklaştırarak şehri tekrar ele geçirdi. Ancak Büveyhî saldırılarına karşı Sâmânîler’in desteğini sağlamak için onlara bağlılık arzetti ve Cürcân’ı Mâkân’a bıraktı. 328’de (939-40) Sâmânî kumandanlarından Ebû Ali b. Muhtâc Mâkân’ı buradan uzaklaştırdı. 946’da Büveyhîler’den Rüknüddevle Cürcân’a hâkim oldu. Daha sonra Gazneliler’in kontrolüne giren şehir, Ziyârîler yıllık haracı düzenli olarak ödemedikleri için 1035’te Gazneli Sultan Mesud tarafından işgal edildi. Gazneli kuvvetleri çekilince Ziyârîler Cürcân’a yeniden hâkim oldular ve onlara haraç ödemeye devam ettiler. 1041’de Selçuklu Sultanı I. Tuğrul Bey tarafından zaptedilen Cürcân XII. yüzyılda Sencer tarafından imar edildi. Şehir Selçuklular zamanında Ziyârîler ve Bâvendîler gibi onlara tâbi çeşitli mahallî hânedanların idaresinde kaldı.
VII. (XIII.) yüzyıl müelliflerinden Yâkūt el-Hamevî Cürcân’ı zengin, bol ürün alınan ve ipekçiliğiyle meşhur bir şehir olarak tanıtır. 1267’de Moğol istilâsına uğrayan ve harabeye dönen Cürcân’da binlerce insan öldürüldü. Hamdullah Müstevfî şehrin XIV. yüzyılda harabe halinde olduğunu ve burada çok az sayıda insanın yaşadığını söyler. 1393’te Cürcân’a gelen Timur, Cürcân nehri kıyısında kendisi için bir saray yaptırarak şehri yeniden inşa ettirmiş, fakat Cürcân eski ihtişamına bir daha kavuşamamıştır. Kâtib Çelebi ise Cürcân’ın Moğol istilâsından sonra mutaassıp Şiîler’le meskûn olduğunu söyler. Bugün birkaç harabe ve Melik Kābûs b. Veşmgîr’in mezarının bulunduğu Kümbed-i Kābûs dışında Cürcân’dan hiçbir eser kalmamış, ancak son zamanlarda şehirde yapılan kazı çalışmaları eski döneme ait bazı yapıları gün ışığına çıkarmıştır.
Cürcân’ın İslâm ilim ve kültür tarihinde seçkin bir yeri vardır. Çok sayıda muhaddis, fakih, edip ve şairin yetiştiği şehrin tarihi hakkında yazılan eserlerden bilhassa Sehmî’nin (ö. 427/1035-36) Târîḫu Cürcân’ı meşhurdur. Cürcânlı meşhur âlim ve şairler arasında muhaddis Ebû Nuaym Abdülmelik el-Cürcânî (ö. 323/935), Kādî Ebü’l-Hasan Ali b. Abdülazîz el-Cürcânî (ö. 393/1002-1003), İsmâil b. Hasan el-Cürcânî (ö. 531/1137), meşhur âlim Seyyid Şerîf el-Cürcânî (ö. 816/1413), şair Fasîh-i Cürcânî (IV./X. yüzyıl), Vîs ü Râmîn adlı mesnevinin yazarı şair Fahreddin Es‘ad el-Cürcânî (V./XI. yüzyıl) sayılabilir. Ayrıca Bîrûnî de el-Âs̱ârü’l-bâḳıye adlı meşhur eserini 390’da (1000) Cürcân’da tamamlamış ve Ziyârî Emîri Kābûs b. Veşmgîr’e ithaf etmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 482-489.
Ya‘kūbî, Kitâbü’l-Büldân (Âyetî), s. 53.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), IV, 152-153.
Sehmî, Târîḫu Cürcân (nşr. Muhammed Abdülmuîd Han), Beyrut 1407/1987, s. 11, 44, 54, 56, 57.
Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), I, 28, 103, 144.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, II, 119-122.
Ahbârü’d-devleti’s-Selcûkıyye (Lugal), s. 12, 40, 94, 104.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 25, 110-111; V, 29-36; VIII, 475-478; IX, 138-141.
Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), s. 6, 106-107, 161, 236-237.
Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Âs̱ârü’l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 348-351.
Müstevfî, Nüzhetü’l-ḳulûb (Strange), s. 159.
Zahîrüddîn-i Mar‘aşî, Târîḫ-i Ṭaberistân, Tahran 1361, s. 82-88.
Himyerî, er-Ravżü’l-miʿṭâr, s. 160-162.
Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 339-340.
M. Takī Han Hakîm, Genc-i Dâniş (nşr. M. Ali Savtî – Cemşîd-i Keyânfer), Tahran 1366 hş., s. 347.
Kāmûsü’l-a‘lâm, III, 111-112.
Browne, LHP, I, 16, 35, 367, 458, 470; II, 97, 107, 112-113, 169, 172, 227, 274, 281, 294; III, 190, 355, 390.
el-Ḳāmûsü’l-İslâmî, I, 590-591.
G. le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, London 1966, s. 376-378.
CHIr., IV, 120, 140, 156, 193, 198, 202, 206, 210, 212-216, 221, 391, 394.
C. E. Bosworth, The Medieval History of Iran, Afghanistan and Central Asia, London 1977, II, 26-33.
a.mlf., “The Political and Dynastic History of the Iranian World (A.D. 1000-1217)”, a.e., V, 25, 26, 29, 95, 137, 144, 152, 178, 180, 196, ayrıca bk. İndeks.
Barthold, Türkistan, s. 235, 272, 281, 357, 451, 473, 553, 559.
a.mlf., İslâm Medeniyeti, I, 52, 54, 56, 160.
Günay Tümer, Bîrûnî’ye Göre Dinler ve İslâm Dîni, Ankara 1986, s. 68.
Mohammad Yousef Kiani, “Urbanization and Urban planing in Iran during Islamic Period an introduction to the city of Jurjan”, The Proceedings of the International Conference on Urbanism in Islam, II, Tokyo 1989, s. 75-92.
Hakkı Dursun Yıldız, “Yezîd b. Mühelleb”, İA, XIII, 413-415.
Erdoğan Merçil, “Ziyârîler”, a.e., XIII, 622-624.
R. Hartmann – J. A. Boyle, “Gurgān”, EI2 (İng.), II, 1141.
Dihhudâ, Luġatnâme, X, 310.