https://islamansiklopedisi.org.tr/el-bakuretus-suleymaniyye
Tam adı el-Bâkûretü’s-Süleymâniyye fî keşfi esrâri’d-diyâneti’n-Nuṣayriyye olan ve yedi bölüm (fasıl) ile bir hâtime kısmından meydana gelen eserin ilk bölümüne müellif kendi hayatını ve Nusayrîliğe girişini anlatmakla başlar. Buna göre Süleyman Efendi 1834’te Antakya’da doğmuş, yedi yaşında o devirde Ezene denilen Adana’ya gitmiş, on sekiz yaşında “Meşveret Cemiyeti” denilen bir toplantıya katılarak Nusayrîliğe ilk adımını atmıştır. Kırk gün sonra düzenlenen “Melik Cemiyeti”nde bir kadeh içki içerek A. M. S. (Ali - Muhammed - Selmân) sırrını öğrenmiş, ondan bu sırrı hiç kimseye ifşa etmemesi istenmiştir. Altı ay sonra tekrar cemiyete çağrılan Süleyman Efendi’ye iki kişi kefil olmuş, kendisine “Ali b. Ebû Tâlib’in ilâh olduğu ve ancak ona ibadet edileceği” sırrı öğretilmiş ve bu sırrı ifşa ettiği takdirde öldürüleceği ihtar edilmiştir. Bu arada ibadet için bazı duaları da öğrenen müellif böylece Nusayrî olmuştur. el-Bâkûre’nin birinci bölümü, Hüseyin b. Hamdân el-Hasîbî tarafından yazılan ve Nusayrîliğin kutsal kitabı sayılan el-Mecmûʿdan kendilerinin “sûre” adını verdikleri on altı bölümün metni ve tefsiriyle sona erer. Bu kısımda Ali b. Ebû Tâlib’in ilâh olduğu ısrarla tekrarlanmaktadır.
Eserin ikinci bölümünde Nusayrîler’in bayramları hakkında bilgi verilir; ayrıca ramazan ayının 1, 17, 19, 21, 23 ve 27. gecelerinin de Nusayrîler’ce kutsal sayıldığı kaydedilir ve bayram âyinlerinin icra tarzı anlatılır.
Üçüncü bölümde Nusayrî şeyhlerinin görevleri ve bayram âyinleri tanıtılır. Buna göre Nusayrî şeyhleri yönettikleri farklı merasimlere göre imam, nakib ve necip olmak üzere üç sınıfa ayrılırlar. Sayıları çok olan âyinler içinde “tîb, bahûr, ezân, işâre” âyinleri meşhurdur. Müellif burada ayrıca Adana, Tarsus, Antakya, Dursuniye ve Harbiye yörelerinde ikamet eden Şimâlî ve Kilâzî Nusayrîleri ile bunların farklı inanç ve uygulamaları hakkında bilgiler de vermektedir.
el-Bâkûre’nin dördüncü bölümünde Nusayrîler’in yaratılış felsefesi ve “ulvî âlem”den “süflî âlem”e indiklerine dair inançları anlatılır. Buna göre Nusayrîler âlem yaratılmadan önce parlak ve nûrânî yıldızlar halinde bulunuyor, yiyip içmiyor, defi hacet etmiyor, 7077 yıl yedi saat süresince ilâhları olan Ali’yi müşahede ediyorlardı. Bundan dolayı gururlanarak kendilerinden daha üstün bir varlık bulunmadığına inanmışlar, bu gururun cezası olarak 7000 yıl Ali’yi görmelerine mâni bir hicap yaratılmış ve bu süflî âleme atılmışlardır. Bundan sonra işledikleri günahlardan şeytanlar ve iblisler, onların günahlarından da kadınlar yaratılmıştır.
Beşinci bölümde Nusayrîler’in yazdığı dinî mahiyetteki bazı şiirler açıklamalarıyla birlikte yer almaktadır.
Altıncı bölümde Nusayrîler’in bazı inançları hakkında bilgi verilmektedir. Buna göre ilim ve şeref sahibi müslümanlar öldüğünde ruhları eşek cesetlerine, hıristiyan âlim ve ruhbanlarının ruhları domuz cesetlerine, yahudi âlimlerinin ruhları da maymun cesetlerine hulûl edecektir. Ölen Nusayrîler’in ruhları ise Ali’ye ulaşacak, içlerinden kötülük yapanların ruhları da eti yenen hayvanların cesetlerine intikal edecektir. Müellife göre Ali’yi ayda ve güneşte düşünerek bunları kutsal sayma Mecûsîlik’ten kaynaklanmıştır. Yazar ayrıca Nusayrîlik’ten çıkıp başka dine geçen kimsenin annesinin o dinden olan biri ile zina ettiğine inanıldığını, takıyye uygulamasının Nusayrîler arasında çok yaygın olduğunu, birbirini tanımak için bazı işaret ve alâmetler kullandıklarını, Ali ve “Ali - Muhammed - Selmân” adına yapılan yeminin en sağlam yemin kabul edildiğini kaydeder.
Yedinci bölümde müellifin din değiştirmesi ve Nusayrîlik aleyhindeki çalışmaları hakkında bilgi verilir. Süleyman Efendi burada üç yıl kadar Nusayrîliğe bağlı kaldığını, fakat Nusayrîler’in bazı görüşlerini tenkit ederek özellikle Ali b. Ebû Tâlib’in tanrılığını kabul etmediğini, zaten kendisinin İslâm dini ve Ali hakkında doğru bilgiye sahip bulunduğunu, bununla birlikte rahatsız edecekleri endişesiyle ibadetlerine katıldığını belirtir. Eserde bildirildiğine göre, Antakya’nın Dursuniye köyünden Ali b. Şeyh Hasan adlı bir Nusayrî Ali’nin Allah, Muhammed’in isim, Selmân’ın da bâb olduğu (A. M. S.) vb. Nusayrî sırlarını kendisine açıklamış, o ise bunları reddetmiş, şeyh de bu hareketiyle dedelerinin dininden çıkmış olacağını ihtar edince durumun tehlikeye gittiğini anlayarak tartışmayı bırakmıştır. Daha sonra da mezhebin bâtıl olduğuna kanaat getirerek Nusayrîler’le ilişkisini kesmiş, bu arada herhangi bir Nusayrî komplosuna karşı tedbir almıştır.
Müellif bu bölümde, incelemek için bir Tevrat aradığını, bu maksatla Antakya’ya giderek orada Süleyman eş-Şemmâs adlı şahıstan Tevrat aldığını, bu arada İbrânîce öğrenerek Tevrat’ı aslı ile karşılaştırdığını ve aynı olduğunu görünce onu bütün ilâhî kitapların aslı kabul edip Yahudiliğe geçtiğini belirtir. Aynı bölümde anlattığına göre Süleyman Efendi Adana’ya dönünce Yahudiliği benimsediği haberi yayılır. Bir müddet sonra Nusayrîler’in kendisini rahatsız etmesi sebebiyle Beyrut’a gitmeye karar verir. Bu arada Hoca Mihâil adlı papazın ed-Delîl ilâ ṭâʿati’l-İncîl adlı eserini okuyan müellif, bu defa Hıristiyanlığın hak din olduğuna inandığını ilân eder. Hz. Îsâ’nın, “Kim insanlar karşısında bana mensup oluşundan utanırsa, ben de semalarda bulunan babamın önünde ondan utanç duyarım” şeklindeki sözüne dayanarak Nusayrîliği ifşa etmeye ve köylere Nusayrîliğin putperestlik olduğunu ifade eden mektuplar göndermeye başlar. Nusayrîler’in kendisini bu çalışmalarından vazgeçirmek için yaptıkları çeşitli teklif ve vaadleri reddeder. Nihayet Nusayrîler’in kendisini resmî makamlara suçlu diye ihbar ederek Dımaşk’a gönderilmesini sağladıklarını belirten müellif, Allah’ın lutfu ile beraat edip mücadelesine devam ettiğini anlatır.
el-Bâkûre’nin sonuç bölümünde Nusayrîliğin bâtıl olduğu, Tevrat, İncil ve Kur’an’ın onların akîde ve ibadetlerini reddettiği belirtildikten sonra Nusayrîler’in çeşitli inanç ve telakkilerinden örnekler verilerek bunlar şiddetle tenkit edilir. Ali b. Ebû Tâlib’in ilâh olduğu inancını da reddeden müellife göre Nusayrîlik’teki en kötü şey, Allah’ın Ashâb-ı Kehf’in köpeği (rakīm), Mûsâ kavminin ineği (bakara), Sâlih peygamberin devesi... şeklinde tecelli ettiği tarzındaki inançtır. Nusayrîler’in çeşitli te’villere dayanan görüşlerini de reddeden müellif, Nusayrîliğin tamamen bâtıl bir mezhep olduğunu ifade ederek kitabını bitirir.
Süleyman Efendi bu eseri neşrettikten sonra muhtemelen 1863’te Tarsus’ta öldürülmüştür.
el-Bâkûretü’s-Süleymâniyye, 119 sayfa olarak 1859’da Halep’te ve 1862’de Beyrut’ta basılmıştır. Kısmî bir İngilizce tercümesi Salisbury tarafından yapılmış ve Journal of the American Oriental Society’de (1868, s. 227-308) yayımlanmıştır. Eserin yazma bir nüshası Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de bulunmaktadır (Teymûr, Akāid, nr. 564).
BİBLİYOGRAFYA
Süleyman Efendi, el-Bâkûretü’s-Süleymâniyye, Beyrut 1863.
Îżâḥu’l-meknûn, I, 162.
Brockelmann, GAL Suppl., II, 778.
Louis Massignon, “Nusayrîler”, İA, IX, 369.