https://islamansiklopedisi.org.tr/er-risale--safii
İmam Şâfiî’ye fıkıh tarihinde müstesna bir konum kazandıran özelliklerden biri kendi adıyla anılan mezhebin kurucusu olması ise diğeri de fıkıh usulü hakkında günümüze ulaşmış ilk eserin sahibi olmasıdır. Bu eserin zamanımıza kadar gelen versiyonu “cedîd” diye anılan nihaî şekli olup Şâfiî’nin ilmî olgunluğunun zirvesine eriştiği Mısır döneminde (814-820) kaleme alınmıştır. er-Risâle’nin “kadim” versiyonunun Mekke’de yazıldığına dair kayıtlar bulunmakla birlikte Bağdat’ta yazıldığı yönündeki bilgi daha doğru olmalıdır.
Bazı kaynaklarda er-Risâle’nin (ilk versiyonu) Abdurrahman b. Mehdî’nin (ö. 198/813-14) isteği üzerine kaleme alındığı ve mektup olarak gönderilmesinden dolayı “risâle” diye adlandırıldığı belirtilir (er-Risâle’nin eski ve yeni şeklinin kaleme alınış tarihleri hakkında bir değerlendirme için bk. Aybakan, s. 125-128). Böyle bir vesileyle yazılmış olsa bile er-Risâle’den önce fıkıh ilminin esasları üzerine yapılmış soyut ve teorik bir çalışmanın günümüze ulaşmadığı dikkate alındığında İmam Şâfiî’nin ilk fıkıh usulü eserinin sahibi olduğunu kabul etmek gerekir. Şâfiî’den önce fıkıh usulüne dair eserler kaleme alındığı yönündeki bilgi ve anekdotların ise mezhebî polemiklerden kaynaklandığı ve ihtiyatla karşılanması gerektiği anlaşılmaktadır. Şâfiî’nin bu konuda öncü konumunda bulunması da şöyle açıklanabilir: Şâfiî’den önce genel olarak fıkıh ilmi ve özellikle fürû-i fıkıh alanında oldukça büyük bir mesafe alınmış, iki farklı anlayışın temsilcileri Ebû Hanîfe (ö. 150/767) ve Mâlik b. Enes’in (ö. 179/795) fıkıh doktrinleri belirgin hale gelmişti. Böyle bir zaman diliminde yaşayan müellif bir yandan da farklı İslâm şehirlerinde ortaya konulan fıkıh birikimini yakından tanıma ve fıkhî hükümlerin ortaya çıkış süreci üzerine soyut ve kuramsal düşünce üretme fırsatını yakalamış bulunuyordu. Nitekim yakından incelendiğinde Şâfiî’nin bu eserde, İslâm toplumunun mevcut dinî-hukukî pratikleri ve âlimlerin bunlar hakkında ortaya koyduğu bilgi ve değerlendirmelerle ilgili geriye dönük bir çalışma yaptığı, bunların arka planında yer alan soyut ilkeleri bulmaya ve bulgularını belirli bir tutarlılık çerçevesine yerleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Şâfiî’nin er-Risâle’yi en azından fürû-i fıkıh çerçevesindeki görüşlerini içeren eserler telif ettikten sonra kaleme almış olması da bu gözlemi desteklemektedir (Şâfiî’nin er-Risâle’de önceki eserlerine atıflar yaptığı hakkında bk. er-Risâle, nşr. Ahmed Muhammed Şâkir, neşredenin girişi, s. 12).
Şarkiyatçılar, fıkıh usulü eserlerinin günümüze ulaşan ilk örneklerinin er-Risâle’nin yazılmasından yaklaşık bir buçuk asır sonrasına ait olması karşısında bu kitabın geçmişte örneği görülmeyen kuramsal bakış açısına sahip bir çalışma olmasının nasıl izah edilebileceği sorusu üzerinde geniş biçimde durmuşlardır. Bazıları eserin muhtevasına dönük bir metin analizi yöntemi kullanarak özde Şâfiî’nin bazı düşüncelerini ihtiva etse de onun bütünüyle Şâfiî’nin kaleminden çıkmadığını, bazı eklemeler ihtiva ettiğini ve ancak 270 (883) (Melchert, s. 96) veya 300 (912) yılı (Calder, Studies, s. 242) dolaylarında nihaî şeklini aldığını iddia etmektedir. Bir başka yazar er-Risâle’nin sonraki fıkıh usulü eserlerinden farklı nitelikte bir kitap olduğu ve fıkıh usulü ilminin gelişiminde er-Risâle’nin sanıldığının aksine sınırlı bir etkisinin bulunduğu kanaatindedir. Buna göre er-Risâle’nin yaklaşık bir asrı aşkın bir süre hemen hiç bilinmemesi ve bu eser üzerine yapılan çalışmaların IV. (X.) yüzyıldan sonra ortaya çıkması fıkıh usulü ilminin er-Risâle’den bağımsız biçimde oluşup bir edebî tür olarak tescil edildiğini, dolayısıyla er-Risâle’nin bu süreçte “keşfedildiği”ni göstermektedir (Hallaq, XXV [1993], s. 595). Eserin bütünüyle Şâfiî’ye aidiyetine ilişkin zayıf şüphe bir yana er-Risâle ile sonraki fıkıh usulü eserleri arasındaki nitelik farkından hareketle onun fıkıh usulü ilmi tarihinde işgal ettiği yer hakkındaki iddia -henüz tam olarak temellendirilemediğinden- tartışmaya açıktır. Şüphesiz er-Risâle, sonraki fıkıh usulü eserleri gibi soyut düşünmenin olgun ve ideal bir örneğini sunmamaktadır; Hanefî âlimi Cessâs’ın Şâfiî’nin kavramları kullanışını eleştirmesi (meselâ bk. el-Fuṣûl fi’l-uṣûl, II, 1-19) ve Fahreddin er-Râzî’nin er-Risâle’yi bir anlamda savunma ihtiyacı hissetmesi de (Menâḳıbü’l-İmâm eş-Şâfiʿî, s. 157) eserin bu yönünün mezhebî polemiklere sebep olduğunu göstermektedir. Ancak bu özellik er-Risâle’nin İslâm ilimleri alanında soyut düşünmeye ilk adım olmasından kaynaklanmakta ve sonraki eserler arada geçen bir buçuk asır boyunca er-Risâle’de ele alınan fikirlerin olgunlaştırılması yönünde faaliyetlerin devam ettiğinin işaretlerini taşımaktadır. Bu konuda Hanefîler’den Îsâ b. Ebân’ın çalışmaları önemli bir örnek teşkil etmektedir (Bedir, IX/3 [2002], s. 285-311). Mâlikîler arasında doğrudan er-Risâle’yi hedeflememiş olsa bile usul alanındaki görüşleri dahil olmak üzere Şâfiî’ye karşı bir reddiye literatürü oluştuğu bilinmektedir (Jackson, XI/2 [2000], s. 122). Ayrıca er-Risâle ile müteakip usul eserleri arasındaki zaman farkını açıklamaya çalışan bir başka yazar bu dönemde yazıldığı halde günümüze ulaşmamış, fakat kaynaklarda atıf yapılan III. (IX.) yüzyıl usul eserlerinin de bulunduğuna dikkat çekmektedir (Stewart, s. 30-37). Öte yandan er-Risâle’nin Şâfiî’yi izleyen bir asır boyunca İslâm dünyasında çok fazla bilinmemesi ve Ebü’l-Abbas İbn Süreyc’in (ö. 306/918) ve er-Risâle’yi şerheden Sayrafî ve Kaffâl eş-Şâşî gibi öğrencilerinin çabalarıyla IV. (X.) yüzyılın ilk yarısında yoğun bir ilgiye mazhar olmasının sebebi fıkıh çalışmaları içinde fıkıh usulünün bir edebî tür ve ilim dalı olarak ancak bu dönemde ayrışmasıdır. Geçen bir asır boyunca fıkıh usulünün cüzi meseleleri yazılı çalışmalara konu edilmiş olsa da usulün müstakil bir disiplin halinde tasavvur edilip bu konuda organik bütünlüğe sahip eser yazma yönelişinin IV. (X.) yüzyılın başından itibaren ortaya çıktığı görülmektedir. Hatta bu türe ait standart konuların Cessâs’ın eserinin yazıldığı sıralarda (IV./X. yüzyılın ikinci yarısı) olgunlaşmaya başladığı ve bundan önce yazılan eserlerin günümüze ulaşmamasında sonraki eserlerin olgunluğuna sahip olmamasının etkili olduğu bile söylenebilir. er-Risâle’nin ilk usul eseri sayılmasına yöneltilen bir eleştiri de onun sonraki fıkıh usulü eserlerinde genel kabul gören kitap, sünnet, icmâ, kıyas tarzındaki deliller hiyerarşisini açık bir şekilde içermemesidir. Esasen kitap telif etmenin henüz bir geleneğe kavuşmadığı bir dönemde yazılan bu eserin sonraki şekliyle dört şer‘î delil formülünü sistematik ve belirgin biçimde ihtiva etmemesi sahasında ilk eser olmasının tabii bir sonucu sayılmalıdır; bununla birlikte er-Risâle’de edille-i şer‘iyye sıralaması hususunda temel yaklaşımın bundan farklı olmadığı görülmektedir (aş.bk.). Sonuç olarak er-Risâle’nin klasik fıkıh usulünün teşekkülüne birebir etkisinden söz edilemese de bu konuda yukarıda değinilen iddialar, bu eserdeki soyut düşünme biçiminin klasik fıkıh usulü düşünme biçiminden tamamen farklı olduğu sonucunu çıkarmaya yeterli olmadığı gibi er-Risâle sonrasındaki gelişmeler onunla fıkıh usulü ilmi arasında güçlü bir bağın bulunduğunu kabul etmeyi gerektirmektedir.
Konu diziminde bazı tekrar ve düzensizlikler bulunsa da er-Risâle’nin belirli bir düzenleyici fikre sahip olduğu görülür. Şâfiî, önce fıkıh usulü için kuramsal bir çerçeve olarak tasavvur ettiği beyân kavramı üzerinde durur ve beyânı hükümlerin açıklanış keyfiyetine göre tasnife tâbi tutar (bk. BEYÂN). Şâfiî burada dört delilden üçünü açıkça zikretmiş, kaynak olduğunu kabul hususunda tereddüt etmemekle birlikte türlerine göre farklı değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğü için icmâı daha sonra geniş biçimde ayrıca incelemiştir. Beyân bahsinden sonra yer yer fürû-i fıkıh örneklerinin de geniş biçimde işlendiği eserde ele alınan başlıca konular şunlardır: Kitap ve Sünnet’teki âm ve has ifadeler, bunlar arasındaki ilişki; sünnetin hüküm kaynağı oluşu; nesih; hadis rivayeti, haber-i vâhid; bilginin çeşitleri ve değeri; icmâ; kıyas; ictihad; istihsan; ilim ehli arasındaki görüş ayrılıkları; sahâbe kavilleri. er-Risâle’nin toplam hacminin yaklaşık üçte ikisi sünnetin, özellikle âhâd yolla nakledilen sünnetin dinî bilgi kaynağı olarak meşruiyeti ve Kur’an karşısındaki konumuna ayrılmıştır. Şâfiî’nin sünnetin hüküm kaynağı oluşu hakkında oldukça geniş izahlar yapma ihtiyacı duyması, özellikle II. (VIII.) yüzyılda âhâd yolla nakledilen sünnetin bir delil olarak meşruiyetini sorgulayanların bulunmasına bağlanabilir.
er-Risâle klasik Sünnî fıkıh usulü teorisi yanında sahih hadisin tanımlanması, hadislerin hangi ilmî ölçüler içinde hüccet değerine sahip olacağı gibi hadis usulünün önemli ve ince meseleleri hakkındaki tesbit ve değerlendirmeleriyle klasik hadis usulü ilmi üzerinde de oldukça büyük bir etkiye sahip olmuştur (er-Risâle, nşr. Ahmed Muhammed Şâkir, neşredenin girişi, s. 13). Hatta er-Risâle’yi daha sonra aklî ve naklî şeklinde tasnif edilen İslâmî ilimlerden naklî olanların üzerine oturduğu ilkeleri ve felsefeyi ortaya koyan ilk bilimsel çaba olarak değerlendirmek mümkündür.
Kaynaklarda er-Risâle üzerine Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah es-Sayrafî, Ebü’l-Velîd el-Ümevî, Muhammed b. Ali el-Kaffâl eş-Şâşî, Ebû Bekir el-Cevzakī, Rüknülislâm el-Cüveynî gibi âlimler tarafından şerhler ve IV. (X.) yüzyılda Ebû Sehl İsmâil b. Ali en-Nevbahtî ile Ubeydullah b. Tâlib el-Kâtib tarafından reddiyeler yazıldığı belirtilirse de bunların günümüze ulaştığı bilinmemektedir. er-Risâle’nin tesbit edilebilen on yazması içinde en eskisi, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de bulunan (Usûlü’l-fıkh, nr. 41) ve III. (IX.) yahut IV. (X.) yüzyıla ait olduğu sanılan Rebî‘ nüshasıdır. Eserin tahkikli neşrini yapan Ahmed Muhammed Şâkir bunun Şâfiî’nin öğrencisi Rebî‘ b. Süleyman el-Murâdî (ö. 270/884) tarafından bizzat istinsah edilen nüsha olduğu kanaatindedir. Eserin 1312 (1894) yılından itibaren yapılan çeşitli neşirleri arasında en çok kullanılanı ve en güvenilir olanı, araştırmacılar için yararlı notlarla zenginleştirilmiş bulunan Ahmed Muhammed Şâkir neşridir (Kahire 1938, 1940). Eserin birçok dile çevirisi yapılmıştır (er-Risâle: İslâm Hukukunun Kaynakları, trc. Abdülkadir Şener – İbrahim Çalışkan, Ankara 1996; Islamic Jurisprudence: Shāfi‘ī’s Risāla, trc. Majid Khadduri, Baltimore 1961; kısmî Fransızca trc. Ph. Rancillac, MIDEO, XI [1972], s. 127-326). Risâle üzerine Batı’da yapılan ilk ciddi çalışma, L. I. Graf tarafından Al-Shāfiʿī’s Verhandeling over de “Wortelen” van den Fikh adıyla Hollandaca hazırlanan doktora tezidir (Amsterdam 1934).
BİBLİYOGRAFYA
Şâfiî, er-Risâle (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir), Kahire 1359/1940.
a.mlf., Islamic Jurisprudence: Shāfi‘ī’s Risāla (trc. Majid Khadduri), Baltimore 1961, tercüme edenin girişi, s. 3-54.
İbn Ebû Hâtim, Edebü’ş-Şâfiʿî ve menâḳıbüh (nşr. Abdülganî Abdülhâliḳ), Halep 1372/1953, s. 61-62.
Cessâs, el-Fuṣûl fi’l-uṣûl (nşr. Uceyl Câsim en-Neşemî), Küveyt 1414/1994, II, 1-19.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (nşr. Yûsuf Ali Tavîl), Beyrut 2002, s. 309, 358.
İbn Abdülber en-Nemerî, el-İntiḳāʾ (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1417/1997, s. 123.
Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Menâḳıbü’ş-Şâfiʿî (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1390-91/1970-71, I, 65, 230-236, 266, 414, 422; II, 36, 244, 245.
Şîrâzî, Ṭabaḳātü’l-fuḳahâʾ, s. 102, 104, 112.
Fahreddin er-Râzî, Menâḳıbü’l-İmâm eş-Şâfiʿî (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Kahire 1406/1986, s. 157.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XV, 328.
Sübkî, Ṭabaḳāt (Tanâhî), III, 186, 200; V, 75.
Bedreddin ez-Zerkeşî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ (nşr. Abdülkādir Abdullah el-Ânî), Küveyt 1413/1992, I, 7, 10-11.
İbn Hacer el-Askalânî, Fî Menâḳıbi’l-İmâm eş-Şâfiʿî: Tevâli’t-teʾsîs li-meʿâlî Muḥammed b. İdrîs (nşr. Ebü’l-Fidâ Abdullah el-Kādî), Beyrut 1406/1986, s. 154.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 873.
Brockelmann, GAL, I, 190; Suppl., I, 304.
J. Schacht, Origins of Muhammadan Jurisprudence, Oxford 1953, s. 6-20, ayrıca bk. tür.yer.
Sezgin, GAS, I, 488.
N. Calder, Studies in Early Muslim Jurisprudence, Oxford 1993, s. 242.
a.mlf., “Ikhtilâf and Ijmâ‘ in Shâfi‘î’s Risâla”, St.I, LVIII (1983), s. 55-81.
D. J. Stewart, Islamic Legal Orthodoxy: Twelver Shiite Responses to the Sunni Legal System, Salt Lake City 1998, s. 30-37.
Joseph E. Lowry, The Legal-Theoretical Content of the Risāla of Muḥammad b. Idrīs al-Shāfiʿī (doktora tezi, 1999), University of Pennsylvania.
a.mlf., “Does Shāfiʿī have a Theory of ‘Four Sources’ of Law”, Studies in Islamic Legal Theory (ed. B. G. Weiss), Leiden 2002, s. 23-50.
C. Melchert, “Qur’anic Abrogation Accross the Ninth Century: Shafi‘i, Abu ‘Ubayd, Muhasibi, Ibn Qutaybah”, a.e., s. 75-99.
“Alta Discussion”, a.e., s. 389-396.
D. R. Vishanoff, Early Islamic Hermeneutics: Language, Speech and Meaning in the Preclassical Legal Theory (doktora tezi, 2004), Emory University, s. 17-48, 136-149.
Bilal Aybakan, İmam Şâfiî ve Fıkıh Düşüncesinin Mezhepleşmesi, İstanbul 2007, s. 125-132.
Wael B. Hallaq, “Was al-Shafiʿi the Master Architect of Islamic Jurisprudence?”, IJMES, XXV/4 (1993), s. 587-605.
M. Hayri Kırbaşoğlu, “İmam Şafii’nin ‘Risale’sinin Hadis İlmindeki Etkileri”, İslâmî Araştırmalar, X/1-3, Ankara 1997, s. 87-99.
S. A. Jackson, “Setting the Record Straight: Ibn al-Labbad’s Refutation of al-Shafi‘i”, Journal of Islamic Studies, XI/2, Oxford 2000, s. 121-146.
M. Bedir, “An Early Response to al-Shafi‘i ‘Isa b. Aban on Prophetic Report (Khabar)”, Islamic Law and Society, IX/3, Leiden 2002, s. 285-311.
E. Chamount, “al-S̲h̲āfiʿī”, EI2 (İng.), IX, 182-183.