FİTEN ve MELÂHİM - TDV İslâm Ansiklopedisi

FİTEN ve MELÂHİM

الفتن و الملاحم
Müellif: İLYAS ÇELEBİ
FİTEN ve MELÂHİM
Müellif: İLYAS ÇELEBİ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1996
Erişim Tarihi: 13.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/fiten-ve-melahim
İLYAS ÇELEBİ, "FİTEN ve MELÂHİM", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/fiten-ve-melahim (13.11.2024).
Kopyalama metni

Fiten, sözlükte “değerli madenleri saf olup olmadıklarını tesbit etmek amacıyla ateşte eritmek” anlamındaki fetn (fütûn) kökünden türeyen fitne kelimesinin çoğuludur. Fitne masdar olarak “sınamak, nimet veya sıkıntı ile denemek”, isim olarak “tutkunluk, sapıklık, kargaşa” mânalarında kullanılır. Kur’an’da genellikle “insanın isyan veya sabrını ölçmeye yönelik her tür ilâhî imtihan” anlamına gelen fitne kelimesinin “günah, fısk ve fücûr, inkârcılık, savaş, yangın, zelzele, kargaşa” şeklindeki mânaları zamanla daha çok yaygınlık kazanmış; özellikle hadis literatüründe bu kelime, İslâm toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kargaşa, anarşi ve iç savaş gibi ümmet bütünlüğünü bozan her türlü yıkıcı faaliyeti ifade etmek için kullanılmıştır (bk. FİTNE). Melâhim, sözlükte “bir işi sağlam yapmak, eti kemiğinden ayırmak, birine et yedirmek” anlamındaki lahm kökünden türeyen melhame kelimesinin çoğuludur. Melhame daha çok “ağır zayiat ve bozgunla neticelenen savaş ve fitne anında çıkan büyük karışıklık; bu olayların gerçekleştiği yer” mânalarına gelmektedir (, “lḥm” md.; , “laḥm” md.; , “lḥm” md.). İbn Fâris ve İbnü’l-Esîr, melhamenin “şiddetli çatışma” şeklindeki anlamının savaşta çarpışan insanların birbirine girmesi, ölenlere ait cesetlerin savaş alanında bir et yığını oluşturması gibi hususlarla ilgili olduğunu kaydederler (, “lḥm” md.; en-Nihâye, “lḥm” md.). Macdonald ve G. van Vloten gibi müsteşrikler ise bu kelimenin İbrânîce’de “gıda, ekmek ve savaş” anlamlarına gelen lehem veya mılkhama kökleriyle ilişkili olduğunu düşünmektedirler (, VII, 659; Vloten, s. 68; krş. Y. Kucman, Ḳāmûsü ʿİbrî-ʿArabî, “ftn”, “lḥm” md.leri). Ayrıca sözlükte “karıştırma, atın koşması ve bulunduğu yeri eşeleyip karıştırması” mânasındaki Habeşçe asıllı herc kelimesinin de (, “hrc” md.; , “hrc” md.) bilhassa hadis literatüründe fiten ve melâhim mânasında, özellikle de “müslümanların birbirini öldürmesi” anlamında kullanıldığı görülmektedir (meselâ bk. İbn Mâce, “Fiten”, 10). Kıyametten önce yaşanacağı belirtilen “herc günleri” hakkında hadis kaynaklarında oldukça ayrıntılı bilgi bulunmaktadır (Buhârî, “Fiten”, 5; Müslim, “ʿİlim”, 11, “Fiten”, 18, 56, 130; Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1, 2; Tirmizî, “Fiten”, 31, 59; İbn Mâce, “Fiten”, 10, 14, 25-26, 33; , I, 439, 448; IV, 182; V, 25, 389, 445; , “Ḳurʾân”, 33). Herc kelimesi bu anlamda bazı tabakat kitaplarında da kullanılmıştır (meselâ bk. İbn Sa‘d, V, 162).

Kur’ân-ı Kerîm’de melâhim ve herc kelimeleri geçmemekte, ancak başka lafızlar kullanılarak gelecekte vuku bulacak olumlu veya olumsuz bazı hadiselere işaret eden (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/186; er-Rûm 30/2-4; el-Feth 48/16, 27), kıyamet ve âhiret ahvali gibi konularda ayrıntılı bilgi veren (meselâ bk. el-A‘râf 7/187; el-Hac 22/1-2; el-Müzzemmil 73/17) pek çok âyet bulunmaktadır.

Hadis kitaplarında müstakil bölüm başlığı olarak da kullanılan fiten ve melâhim terimleri yanında herc kelimesi de geniş ölçüde yer almaktadır. Ancak hadis literatüründe bu kelimelere, “İslâm toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan her tür sosyal kargaşa, savaş ve ölümle sonuçlanan olay, kıyametten önce zuhur etmesi beklenen alâmetler” şeklinde bir mâna yüklendiği dikkati çekmektedir. Bu kaynaklarda fiten ve melâhim kelimelerine, daha ilk dönemlerden itibaren “içtimaî ve ahlâkî çözülme” anlamı yanında “müslümanların iktidar uğruna birbirlerine karşı giriştikleri silâhlı mücadele, siyasî-içtimaî kargaşa” şeklinde bir mâna verildiğini gösteren çeşitli rivayetler bulunmaktadır (meselâ bk. Buhârî, “Fiten”, 17; Tirmizî, “Fiten”, 60). İlk dönem müelliflerinden Ya‘kūbî, Hz. Hasan’ın Muâviye ile yaptığı anlaşmanın gerekçesini “fitnenin zuhurunu önleme” şeklinde açıklarken fitne kelimesine “siyasî ve içtimaî alanda ortaya çıkması muhtemel karışıklık” anlamını vermektedir (Târîḫ, II, 215). Ancak bütün hadis imamlarının söz konusu terimlere aynı mânayı verdiği söylenemez. Nitekim Buhârî ve Tirmizî, müslümanlara zarar veren ve onları Allah’ın yardımından mahrum bırakan her tür olay ve iç kargaşadan, düşmanla yapılan silâhlı mücadeleden, ayrıca kıyamete doğru vukuu beklenen alâmetlerden söz eden bütün hadisleri eserlerinde “Kitâbü’l-Fiten” başlığı altında nakletmişlerdir. Müslim ise aynı muhtevadaki hadisler için “Kitâbü’l-Fiten ve eşrâṭi’s-sâʿa” başlığını kullanmıştır. İbn Mâce, eşrâtü’s-sâa ve melâhim terimlerini “Fiten” ana başlığının alt başlıkları olarak kaydetmiştir. es-Sünen’inde fiten ve melâhim terimlerine birbirinden farklı anlamlar veren ve bunları ayrı birer başlık halinde kullanan muhaddis ise Ebû Dâvûd es-Sicistânî’dir. Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî de bu iki terime ayrı mânalar vererek yakın gelecekte vuku bulacak olaylara fitne, uzak geleceğe ait olaylara ise melâhim adını vermiştir (et-Teẕkire, s. 523-584). İbn Teymiyye ile onu takip ettiği anlaşılan Azîmâbâdî ise fiteni müslümanlar arasında çıkan iç savaş, kargaşa ve bozgunculuk gibi hadiseler için, melâhimi de müslümanlarla gayri müslimler arasında cereyan eden savaşlar için kullanmaktadırlar (Mecmûʿu fetâvâ, XIII, 255; a.mlf., Tefsîru sûreti’l-Kevs̱er, I, 244; ʿAvnü’l-maʿbûd, XI, 407-408).

Hadis literatüründe ve çeşitli tarih kaynaklarında geniş şekilde yer alan fiten ve melâhim haberlerinin kaynağı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hadis külliyatının konuyla ilgili bölümlerinde, Hz. Peygamber’in kıyamete kadar zuhur edecek olan bütün fitneleri haber verdiği (Buhârî, “Fiten”, 25; Müslim, “Fiten”, 22-25; Tirmizî, “Fiten”, 24), fitneye karışacak 300’den fazla kişinin adını, nesebini, kabilesini bildirdiği (Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1) ve ümmetinin nerelere kadar hükümran olacağına muttali kılındığı (Müslim, “Fiten”, 19; Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1; , V, 278, 284) yolunda rivayetler yer almaktadır. Ayrıca Resûl-i Ekrem’in toplumun yaklaşan fitnelerden nasıl etkileneceğini, bu fitnelerin Medine evlerinin arasına yağmur gibi yağıp deniz dalgaları gibi yayılacağını, her tarafı gecenin karanlıkları gibi saracağını belirttiği ve her fitnenin bir öncekini aratacağını, bu yüzden hayatta olanların kabirlerdekilere gıpta edeceklerini ifade ettiği zikredilmektedir (Buhârî, “Fiten”, 4, 6, 17, 23; Müslim, “Fiten”, 1, 9-13, 26-28, 53-54; Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1, 2; Tirmizî, “Fiten”, 27, 60). Aynı eserlerde Hz. Peygamber’in, müslümanların fitne dönemlerinde sabır ve teennî ile hareket etmeleri ve imkân nisbetinde kalabalıklardan kaçınmaları gerektiği yolundaki tavsiyelerine de dikkat çekilmektedir (Ebû Dâvûd, “Fiten”, 3; İbn Mâce, “Fiten”, 3, 10, 12, 24). Ebû Abdullah el-Halîmî, Kādî İyâz ve Fahreddin er-Râzî gibi âlimlerin temsil ettiği bir görüşe göre bu haberlerin kaynağı doğrudan doğruya Resûl-i Ekrem’dir (Elmalılı, II, 1090-1091). İbn Haldûn, bu tür rivayetlerin bir kısmını Hz. Peygamber’in bildirdiği gaybî haberler olarak mütalaa etmekle beraber daha çok konunun psikolojik yönüne dikkat çeker. İnsanda mevcut olan gayba dair bilgi elde etme arzusu ile geleceği merak duygusunu fıtrî bir temayül şeklinde niteleyen İbn Haldûn, bu temayülün insanlık tarihi boyunca muhtelif şekillerde tatmin edilegeldiğini belirtir (Muḳaddime, II, 821-823).

Çeşitli kaynaklarda fiten ve melâhimle ilgili olarak yer alan rivayetlerle bazı eser adları konunun İslâm öncesine dayandığını göstermektedir. Birçok müellife göre bu haberlerin büyük bir kısmı Kâ‘b el-Ahbâr, Temîm ed-Dârî ve Vehb b. Münebbih gibi yahudi veya hıristiyan iken müslüman olan kişilere dayanmaktadır (bu rivayetler ve eser adları için bk. İbn Kuteybe, s. 362; Taberî, Târîḫ, V, 393; VI, 142; Nuaym b. Hammâd, s. 18-19; Makdisî, II, 165; Kurtubî, s. 543; Makrîzî, V, 525; , I, 13; Sezgin, VII, 43-46, 64, 212, 314-317). Günümüzde de Batılı yazarlar dikkatleri bu noktaya çekmekte, bu tür haberlerin bir kısmının çeşitli sosyal ve psikolojik faktörlerin etkisiyle ortaya çıkmış olabileceğini vurgulamaktadır (meselâ bk. , VI, 779). Fiten ve melâhimle ilgili bazı haberlerde zamanın devamlı olarak kötüye gideceği (Buhârî, “Fiten”, 5; Tirmizî, “Fiten”, 25), ortaya çıkan her yeni fitnenin bir öncekini unutturacak kadar kötü olacağı (Buhârî, “Fiten”, 6), karışıklık çıktıktan sonra bir daha sulh ve sükûnetin avdet etmeyeceği (Tirmizî, “Fiten”, 32) şeklinde karamsar tablolar çizen rivayetler yukarıdaki görüşleri belirli ölçüde doğrulamaktadır. Ayrıca ümmetin istikbali konusunda ümit kırıcı ifadeler içeren bu tür haberlerin hem sosyal vâkıalarla, hem de geleceğe dair pek çok iyimser rivayetle uyuşmadığı görülmektedir (meselâ bk. , IV, 273; Buhârî, “Fiten”, 25).

İstikbale dair haberler Şîa geleneğinde çok özel bir yere sahiptir. Her ne kadar çeşitli kaynaklarda Ehl-i beyt büyüklerine isnat edilen cefr ve melâhimle ilgili haberlerin aslı olmadığı kaydedilmekteyse de (M. Dervîş el-Hût, s. 372) geleceğe dair bilgilerin Ehl-i beyt’e vehbî olarak bağışlandığını savunan Şiîler’e göre, her imamın nezdinde hem bütün peygamberlerin hem de kendisinden önceki imamların sahip olduğu bilgiler bulunmaktadır (Ali Nemâzî, VI, 192-201). Şîa’nın cefr yanında gayb haberlerini öğrenmek üzere başvurduğu diğer bir kaynak da Hz. Fâtıma’ya ait olduğu ileri sürülen mushaftır. Şiî literatüründe, bu mushafın içinde kıyamete kadar yönetimde bulunacak bütün idarecilerin adlarının ve meydana gelecek olayların kayıtlı olduğu iddia edilmektedir.

İslâm âleminde genel kabul gören kanaate göre ilk fitne Hz. Osman’ın şehâdetiyle başlamış, bunu Cemel Vak‘ası, Sıffîn Savaşı, Hâricî ayaklanmaları, Harre olayı, Haccâc b. Yûsuf’un Mekke’yi muhasarası ve Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesi gibi olaylar takip etmiştir (Taberî, Târîḫ, V, 48, 72, 482-495; VI, 174; , VII, 253, 285-290).

Hadis kitaplarında, fitnelerin her birine doğrudan veya dolaylı olarak işaret ettiği öne sürülen bazı rivayetler bulunmaktadır. Meselâ Hz. Ömer’in ölümüyle fitne kapısının açılacağını (Buhârî, “Menâḳıb”, 25) ve Hz. Osman’a, kendisine giydirilecek olan hilâfet gömleğini zalimlerin keyfi için çıkarmaması gerektiği yolunda Resûl-i Ekrem’in tavsiyeleri bulunduğunu (Tirmizî, “Menâḳıb”, 18) belirten rivayetlerin Osman dönemindeki fitnelere işaret ettiği kabul edilir. Hav’eb köpeklerinin Hz. Âişe’ye havlayacağını (, VI, 52, 97) ve Hz. Peygamber’in Zübeyr b. Avvâm’a, “Eğer Ali ile savaşırsan ona zulmetmiş olursun” dediğini bildiren rivayetlerin (Süyûtî, II, 233) Cemel Vak‘ası’na; yine Resûl-i Ekrem’in Ammâr’a, “Seni âsi bir topluluk öldürecek” (Müslim, “Fiten”, 72-73) şeklinde hitap ettiğini bildiren rivayetle, “Davaları bir olan iki büyük topluluk savaşmadıkça kıyamet kopmaz” (Müslim, “Fiten”, 17) şeklindeki beyanının Sıffîn Savaşı’na işaret ettiği şeklinde görüşler vardır. Bunlardan başka, fiten hadisleri çerçevesine giren rivayetlerde Hz. Peygamber’in Haricî isyanlarını, Kerbelâ olayını vb. hususları haber verdiği ileri sürülür (meselâ bk. Buhârî, “Menâḳıb”, 25; Müslim, “Zekât”, 158-160; , III, 265, 342; IV, 294; örnek olarak zikredilen bu rivayetlerle ilgili tenkit ve değerlendirmeler için bk. İbn Teymiyye, Minhâcü’s-sünne, VI, 259; , IV, 200; Ali el-Kārî, el-Maṣnûʿ, s. 211-212).

Çeşitli kaynaklarda yer alan fiten ve melâhime dair haberleri gayb ile ilgili rivayetler arasında değerlendirmek gerekir. Ayrıca bu rivayetlerin, özellikle Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra ortaya çıkan iktidar mücadeleleri sırasında farklı tavırlar sergileyen gruplar tarafından güçlü bir savunma aracı olarak kullanıldığı, olaylara kendi tercihleri doğrultusunda yön vermek isteyen zümrelerin, kendilerince benimsenen tavrın Hz. Peygamber tarafından da onaylanan bir yöntem olduğunu belirtmek amacıyla bu tür rivayetlere başvurdukları gerçeği de gözden uzak tutulmamalıdır.

Fiten ve melâhim haberlerinin bir kısmının kıyamete yakın vuku bulacağı bildirilen hususlarla ilgili olduğu bilinmektedir. Kıyamet alâmetleri (eşrât-ı sâat) olarak anılan bu olaylar henüz gerçekleşmediğinden bunlara dair haberlerin metin yönünden değil isnad açısından ele alınması gerekmektedir. Bu arada uzak geleceğe ait haberlerin büyük bir kısmının, ilk fitne döneminde meydana gelen olayların müminler üzerinde uyandırdığı ümitsizlik duygularını yansıttığı da görülmektedir. Bu tür rivayetlerde kötülüklerin toplumda giderek yaygınlaşması hususu kaderin bir sonucu olarak gösterilmekte, müslümanlar için çok karamsar bir istikbal öngörülmektedir. Halbuki bu anlayış, İslâm’ın geleceğin parlak olacağını haber veren nasları ile çeliştiği gibi tarihî realiteye de uymamaktadır (Çelebi, s. 149-152).

Hz. Peygamber’in gelecekte vuku bulacak bütün fitne ve şerleri teker teker haber verdiği, dünyanın onun önüne konulup ileride gerçekleşecek her türlü olayın kendisine gösterildiği şeklindeki rivayetler hem Kur’an ve Sünnet’in ruhuna hem de vâkıaya ters düşmektedir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de gaybı bilmenin, zaman ve mekân kaydı olmaksızın küçük büyük, gizli âşikâr her şeye, her hadiseye vâkıf bulunan Allah’a mahsus olduğu, göklerin ve yerin gaybının yalnızca O’nun tarafından bilindiği, gayb anahtarlarının O’nun nezdinde bulunduğu bildirilmektedir (el-En‘âm 6/59; Yûnus 10/20; Hûd 11/123; en-Nahl 16/77; en-Neml 27/65; ayrıca bk. GAYB). Bunun yanında yine Kur’an’da Allah’ın, resullerinden dilediğine gaybdan haber vereceği hususu da yer almaktadır (Âl-i İmrân 3/179; el-Cin 72/26-27). Buna göre peygamberlerden bazıları zaman zaman vahye dayalı gaybî haberler almışsa da bunun, bütün hayat safhalarını içine alacak şekilde genelleştirilemeyecek özel ve istisnaî bir durum olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Gayb konusunda Kur’an’da hâkim olan genel ilke göz önüne alındığı takdirde her türlü gaybî bilginin mutlak mânada Allah’a mahsus olduğu ortaya çıkar. Peygamberler ve melekler de dahil olmak üzere hiçbir mahlûkun kendi imkânlarıyla gaybdan haber vermesi mümkün değildir (bk. Hûd 11/31; Lokmân 31/34; el-Ahkāf 46/9). Siyer ve hadis kitaplarında yer alan bazı bilgiler içinde Hz. Peygamber’in gayba vâkıf olmadığını gösteren örnekler bulmak mümkündür. Meselâ Hz. Âişe, “Peygamber’in gelecekte olacak şeyleri bildiğini iddia eden kimse Allah’a iftira etmiş olur” (Müslim, “Îmân”, 287; Tirmizî, “Tefsîr”, 7) demekte, mahşerde ümmetinin affedilmesini isteyen Resûl-i Ekrem’e, “Sen onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun” denileceği haber verilmekte (Buhârî, “Fiten”, 1), ashaptan Osman b. Maz‘ûn’a, “Allah’ın sana ikramda bulunacağına şehâdet ederim” diyen Ümmü’l-Alâ’ya Hz. Peygamber’in, “Ben Allah’ın elçisi olduğum halde ne muamele göreceğimi bilmiyorum” dediği (Buhârî, “Cenâʾiz”, 3) bildirilmektedir.

Buhârî şârihlerinden Şemseddin el-Kirmânî Hz. Peygamber’in gayba dair haberlerini icmâlî ve tafsîlî olmak üzere ikiye ayırmakta, bunlardan tafsîlî olanların ancak vahiyle bilinebileceğini kaydetmektedir (Şerḥu’l-Buḫârî, VII, 55). Gayba ilişkin icmâlî haber tabiriyle Resûl-i Ekrem’in gelecek hakkında söylediği, genel hüküm bildiren sözleri kastedilmektedir. “Fitnelerin yaklaştığı, bunların toplumda deniz dalgaları gibi halka halka yayılacağı, bu tür sosyal huzursuzlukların bir defa zuhur ettikten sonra bir daha durmayacağı” gibi ifadeler bu kabildendir. Onun bu sözlerini, şahsî fetânet ve basîreti dolayısıyla müstakbel tehlikelere karşı ümmete yönelik nebevî uyarılar olarak kabul etmek gerekir. Nitekim sahâbîler, fitne olaylarının zuhurundan hemen sonra Hz. Peygamber’in bu konulardaki sözlerini daha iyi kavrayabildiklerini söylemişlerdir (, XIII, 473-475). Son devir âlimlerinden M. Reşîd Rızâ da meleklerin varlığı, cennet, cehennem ve kıyamet gibi konularda verilen gaybî haberlerin vahye dayanan açık bilgiler, bunun dışındaki haberlerin ise naslardan istinbat edilmiş şahsî değerlendirmeler olduğu kanaatindedir (Tefsîrü’l-Menâr, IX, 504-505).

Fiten ve melâhime dair bütün haberlerin icmâlî nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu haberlerin arasında belli kişi ve olaylarla ilgili tafsîlî bilgi verenler de bulunmaktadır. Bunlar öncelikle isnad sıhhati ve vahiy ürünü olup olmama açılarından ele alınıp incelenmeli, ardından da Kur’an, mütevâtir sünnet ve tarihî olaylara uyup uymadıkları kontrol edilmelidir (, Mukaddime, I, 98-99). Kısaca ifade etmek gerekirse, Hz. Peygamber’e nisbet edilerek onun kendisinden sonra meydana gelecek bazı hadiseler hakkında tafsîlî bilgiler verdiğini bildiren bütün rivayetler ihtiyatla karşılanmalıdır. Nitekim ashabın bu tür olayların vukuundan önce herhangi bir tedbire başvurmaması da onların bu hadiseler hakkında bir ön bilgiye sahip bulunmadıklarını göstermektedir. Nuaym b. Hammâd’ın konuyla ilgili olarak kaydettiği bazı rivayetlerden ashabın bu tür konuları kendi aralarında dahi konuşmadıkları anlaşılmaktadır (Kitâbü’l-Fiten, s. 19).

Literatür. Dinî literatürde oldukça geniş bir yer işgal eden fiten ve melâhim haberleri bazı eserlerin ana bölüm veya alt başlıklarını teşkil ederken konuyu müstakil olarak inceleyen eserler de kaleme alınmıştır. Bu arada gaybı keşfetme vasıtası olarak ilm-i nücûmdan faydalanılabileceğini ileri sürenler cefr ile ilm-i nücûmu birleştirerek melâhim türünden bazı eserler yazmışlardır. Bundan dolayı genellikle hadis külliyatı içinde mütalaa edilen, bazan da tarihe dair eserlerde ele alınan özel anlamdaki fiten ve melâhim literatürü yanında, gelecekteki bir kısım hadisenin vukuuna ilişkin ön bilgiler vermek amacıyla ve daha çok ilm-i nücûm usullerinden, sayı ve harfler arasındaki münasebetlerden (vefk) hareket edilerek yazılmış “melhame” (melâhim) başlıklı eserler de mevcuttur. Nitekim Câhiz, ahkâm-ı nücûma dayalı olarak kaleme alınan ve yılın gelecek meteorolojik olayları hakkında tahminler ihtiva eden Hint kaynaklı eserlerin bulunduğunu belirtir (, VII, 217). Milletlerin, devletlerin veya bütün İslâm dünyasının gelecekteki siyasî ve içtimaî mukadderatını açıkça veya rumuzlar yoluyla vukuundan önce bildiren bu eserler “Kitâbü’l-Ḥids̱ân” genel başlığı altında incelenmektedir (Ya‘kūbî, II, 326; Taberî, Târîḫ, VII, 320, 422). Kitâb-ı Mukaddes’e göre Benî İsrail peygamberlerinden ve kutsal kitap yazarlarından biri olan Dânyâl’e, müstakbel dünya saltanatlarının seyri hakkında kaleme alınmış bazı risâleler nisbet edilmektedir (Kohlberg, s. 142-143). Fuat Sezgin, Dânyâl’e nisbet edilen bu risâlelerle birlikte Büyük İskender’e ait olduğu ileri sürülen Melḥametü’s-Sanʿa ʿale’l-kevâkibi’s-seyyâreti’s-sebʿa, Plotemaios’un Dânyâl’den rivayet ettiği kaydedilen Kitâbü’l-Melḥame ve Hipokrat’a ait olduğu belirtilen Melḥametü Dânyâl adlı eserleri de zikretmektedir (GAS, VII, 43-46, 64, 212, 314-317).

İslâm tarihi boyunca özellikle çeşitli hânedanların geleceği konusunda yazılmış pek çok melâhim örneği vardır. İbn Haldûn, Hârûnürreşîd ile Me’mûn’un müneccimliği görevinde bulunan Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’nin, ilm-i nücûm hesaplarına dayanarak Abbâsî hilâfetinin mukadderatı konusunda kaleme aldığı bir melhamenin Moğol istilâsı sırasında kaybolduğunu bildirir (Muḳaddime, II, 834). Bu risâlenin, İbnü’n-Nedîm tarafından Kindî’ye nisbet edilen el-İstidlâl bi’l-küsûfât ʿale’l-ḥavâdis̱ (el-Fihrist, s. 318) adlı risâle ile aynı eser olması muhtemeldir (, VII, 217). İbn Haldûn ayrıca İbn Mürâne, Hevşinî, İbn Sînâ, İbn Akb, Bâcerbekî ve Dânyâlî gibi müelliflerin adlarını zikrederek bunların lugaz ve muammâya benzer tarzda yazdıkları manzum melhamelerden de bahseder (Muḳaddime, II, 821 vd.). Bazı bio-bibliyografik eserlerde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye, Osmanlı sultanlarının hükümranlık süreleri hakkında tahminlerin yer aldığı eş-Şeceretü’n-nuʿmâniyye fi’d-devleti’l-ʿOs̱mâniyye adlı apokrif bir eser nisbet edilmektedir (Brockelmann, I, 799; , VIII, 547). Çeşitli kişiler tarafından şerhedilen bu eserin (, VII, 218), Sadreddin Konevî’ye ait el-Lemʿatü’n-nûrâniyye fî ḥalli müşkileti’n-nuʿmâniyye adlı şerhi önemlidir (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 657). Gayb konusuyla ilgili bazı risâlelerini Mefâtîḥu’l-ġayb adıyla neşreden (Kahire 1907) Mısırlı âlim Ahmed Mûsâ ez-Zerkāvî, yeryüzünde meydana gelen olayların ilm-i nücûm usullerine göre önceden nasıl bilinebileceği konusunu işlediği beşinci risâlesine “el-Melâḥim” adını vermiştir.

Hadis kitaplarında “fiten, melâhim, eşrâtü’s-sâa, imâre, megāzî, menâkıb, sıfatü’l-kıyâme” gibi başlıklar altında bu tür haberlere yer verildiği bilinmektedir. Mustafa el-Adevî, çeşitli hadis kaynaklarında yer alan bu rivayetleri eṣ-Ṣaḥîḥu’l-müsned min eḥâdîs̱i’l-fiten ve’l-melâḥim ve eşrâṭi’s-sâʿa başlığı altında bir araya getirerek neşretmiştir (Riyad 1991). Cezzâ‘ eş-Şemmerî de el-Fiten fi’l-âs̱âr ve’s-sünen adlı eserinde (Küveyt 1985) aynı konuyu işlemektedir.

Fiten ve melâhim konusu İbn İshak, Vâkıdî, İbn Sa‘d, Taberî ve İbn Kesîr gibi tarihçiler tarafından da bazı münferit olaylar veya başlıklar halinde ele alınmıştır. İslâm tarihine ve âhiret hallerine ayrılmış iki ayrı kitap şeklinde mütalaa edilebilecek olan el-Bidâye ve’n-nihâye’nin müellifi İbn Kesîr, eserinin ikinci kısmında Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde haber verilen kıyamet alâmetlerinden, kıyamet günü vuku bulacak olaylardan ve bütünüyle âhiret hayatından bahseder. Müellif bu eserinde, ele alınan bazı siyasî olayların Hz. Peygamber tarafından önceden haber verildiğini söyleyerek bu tür olayları hadislerle yorumlamaya çalışır. Muhtelif baskıları bulunan eserin ikinci kısmını oluşturan en-Nihâye, üç ayrı kişi tarafından tahkik edilerek farklı adlarla iki cilt halinde yayımlanmıştır (, VI, 132). en-Nihâye’nin Ahmed Abdüşşâfî tarafından en-Nihâye fi’l-fiten ve’l-melâḥim adıyla gerçekleştirilen yeni bir neşri yanında (Beyrut 1988) Yûsuf Ali Büdeyvî, eserin üçte birine tekabül eden fiten ve melâhim kısmını el-Fiten ve’l-melâḥim el-vâḳıʿatü fî âḫiri’z-zamân adıyla yayımlamıştır (Beyrut 1414/1993; ayrıca bk. el-FİTEN ve’l-MELÂHİM).

İslâm akaidinde iman-küfür sınırı, irade hürriyeti ve kader gibi önemli kelâm meselelerinin tartışma konusu haline getirilmesine tesir eden Cemel Vak‘ası ve Sıffîn gibi olayların ele alındığı eserler de fiten ve melâhim literatürüne dahil edilmektedir. Kurtubî, kabir ve âhiret hayatı hakkında kaleme aldığı Teẕkiretü’l-Ḳurṭubî’sinde fiten ve melâhim konusuna oldukça geniş yer vermiştir (s. 523-712). Muhammed b. Abdülvehhâb el-Müʾellefât’ının bir cildini “Eḥâdîs̱ fi’l-fiten ve’l-ḥavâdis̱” başlığı ile bu konuya ayırmıştır (nşr. Muhammed Muhriz v.dğr., Riyad, ts.). Muhammed Bâkır el-Meclisî’nin Şiî-İmâmî rivayetlerin tamamını içine alacak şekilde hazırladığı Biḥârü’l-envâr’ın XXVIII. cildi (Kitâbü’l-Fiten ve’l-miḥan) aynı muhtevayı işlemektedir (Beyrut 1403/1983, 110 cilt halinde).

Fiten ve melâhim konusunda müstakil olarak kaleme alınan eserlere gelince bunlar arasında, Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilen ve Melḥame adını taşıyan eser (British Museum, Or., nr. 5907); Ebû Ma‘şer el-Belhî’nin Kitâbü’l-Melâḥim’i (Şîraz Kitâbhâne-i Millî-i Fars, nr. 248/3); Hubeyş et-Tiflisî’nin Farsça Uṣûlü’l-melâḥim’i (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2706); Nuaym b. Hammâd’ın el-Fiten ve’l-melâḥim (nşr. Süheyl Zekkâr, Dımaşk 1991; Beyrut 1414/1993); İbn Tâvûs’un el-Melâḥim ve’l-fiten fî ẓuhûri’l-ġāʾibi’l-muntaẓar (Necef 1365, 1368, 1382/1963; Beyrut 1398, 1408/1988; eser et-Teşrîf bi’l-minen ve’t-taʿrîf bi’l-fiten şeklinde de anılmaktadır; bk. Kohlberg, s. 60-61); Ebû Ubeyde Mâhir b. Sâlih Âl-i Mübârek’in er-Risâle fi’l-fiten ve’l-melâḥim ve eşrâṭi’s-sâʿa (Beyrut 1972); Hasan el-Mustafavî’nin el-Ḥaḳāʾiḳ fî târîḫi’l-İslâm ve’l-fiten ve’l-aḥdâs̱ (Kum 1410); Ahmed İzzeddin el-Beyânûnî’nin el-Fiten (Beyrut 1392/1972; 1406/1986) ve Hişâm Cuayt’ın el-Fitne (Beyrut 1993) adlı eserleri sayılabilir. Âgā Büzürg-i Tahrânî, Şiî literatüründe önemli bir yer tutan fiten ve melâhimle ilgili eserlerin geniş bir listesini vermektedir (eẕ-Ẕerîʿa, XVI, 112-114; XXII, 187-190).

Fiten ve melâhimle ilgili olarak sadece adları bilinen bazı eserler de vardır. İbnü’n-Nedîm’in kaydettiği Abdân el-İsmâilî, Ebü’n-Nadr Muhammed b. Mes‘ûd el-İyâşî ve İsmâil b. Mihrân’a ait Kitâbü’l-Melâḥim’lerle (el-Fihrist, s. 240, 245, 279), Ebû İshak İsmâil b. Îsâ el-Attâr ve Osman b. Ebû Şeybe adlı müelliflere nisbet edilen Kitâbü’l-Fiten’ler (a.g.e., s. 122, 285); Bağdatlı İsmâil Paşa’nın Ebû Abdullah Ca‘fer b. Muhammed el-Kûfî’ye nisbet ettiği Kitâbü’l-Fiten ve’l-melâḥim (, II, 317), ayrıca Devrakī, Ali b. Hasan b. Faddâl, Muhammed b. Hasan es-Saffâr el-Kummî ve Ebü’l-Hasan Berzec el-Kûfî adlı müelliflere nisbet ettiği Kitâbü’l-Melâḥim’ler de (a.g.e., II, 336) bu gruba girer. İmâmiyye Şîası’nın ünlü bilgini İbn Şâzân en-Nîsâbûrî’ye Kitâbü’l-Melâḥim adlı bir eser nisbet edilmektedir (Kays Âl-i Kays, III, 41; ayrıca bk. , II, 336). Müsteşrik Kohlberg, Ebü’l-Hüseyin İbnü’l-Münâdî’nin bir Kitâbü’l-Melâḥim’i bulunduğunu belirtir (A Medieval Muslim Scholar at Work, s. 245-246). Pek çok kaynakta, Endülüslü kıraat âlimi Ebû Amr ed-Dânî’nin Kitâbü’l-Fiten ve’l-melâḥim (el-Fiten ve mâ verede fîhâ veya es-Sünenü’l-vâride fi’l-fiten) adıyla bir eseri yazdığı kaydedilmektedir (, II, 1445; Dânî, nâşirin mukaddimesi, s. Ḥ; , II, 776). Nuaym b. Hammâd’ın günümüze ulaşan Kitâbü’l-Fiten ve’l-melâḥim adlı kitabını, el-Melâḥim ve’l-fiten fî ẓuhûri’l-ġāʾibi’l-muntaẓar adlı eserinde tanıtarak özetleyen İbn Tâvûs, aynı eserde Ebû Yahyâ Zekeriyyâ b. Yahyâ en-Nîsâbûrî ve Ebû Sâlih es-Süleylî (es-Selîlî [?]) b. Ahmed adlı müelliflere ait Kitâbü’l-Fiten’lerin de tanıtımını yapmıştır (s. 93-139, 141-165; ayrıca bk. Kohlberg, s. 169). Batı kaynaklarında Ebü’l-Alâ el-Hemedânî’nin Kitâbü’l-Fiten adlı bir eser kaleme aldığı kaydedilmektedir (Kohlberg, s. 168).


BİBLİYOGRAFYA

, “ftn” md.

, “ftn”, “lḥm”, “hrc” md.leri.

, “ftn” md.

, “ftn”, “lḥm” md.leri.

, “ftn”, “lḥm” md.leri.

, II, 1156.

, “ftn”, “lḥm”, “hrc” md.leri.

, “lḥm” md.

a.mlf., , III, 503-511.

, “ftn”, “lḥm”, “hrc” md.leri.

, “lḥm” md.

, “ftn” md.

, “fiten” md.

Y. Kucman, Ḳāmûsü ʿİbrî-ʿArabî, “ftn”, “lḥm” md.leri.

, “Ḳurʾân”, 33.

, I, 439, 448; III, 265, 342; IV, 182, 273, 294; V, 25, 278, 284, 389, 445; VI, 52, 97.

Buhârî, “Fiten”, 1, 4, 5, 6, 17, 23, 25, “Menâḳıb”, 25, “Cenâʾiz”, 3.

Müslim, “ʿİlim”, 11, “Fiten”, 1, 9-13, 17-19, 22-25, 26-28, 53-54, 56, 72-73, 130, “Zekât”, 158-160, “Îmân”, 287.

İbn Mâce, “Fiten”, 3, 10, 12, 14, 24, 25-26, 33.

Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1, 2, 3.

Tirmizî, “Fiten”, 24, 25, 27, 31, 32, 59, 60, “Menâḳıb”, 18, “Tefsîr”, 7.

Ebû Hanîfe, el-Fıḳhü’l-ebsaṭ (nşr. M. Zâhid Kevserî, trc. Mustafa Öz, İmâm-ı Azam’ın Beş Eseri içinde), İstanbul 1981, s. 44.

, s. 122, 240, 245, 279, 285, 318.

, V, 162.

Câhiz, el-ʿOs̱mâniyye (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1374/1955.

, II, 215, 326.

, s. 362.

, I, 461-462; VI, 218; XIII, 473-475; XVI, 162, 196-197, 200, 235.

a.mlf., (Ebü’l-Fazl), IV, 148; V, 48, 72, 384, 393, 482-495; VI, 142, 174, 581; VII, 320, 422; X, 28.

Nuaym b. Hammâd, Kitâbü’l-Fiten ve’l-melâḥim (nşr. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1993, s. 18-19.

, s. 451-452.

, II, 133, 165.

, III, 78-81.

Dânî, et-Teysîr (nşr. O. Pretzl), İstanbul 1930, nâşirin mukaddimesi, s. Ḥ.

, III, 366.

, II, 437.

, I, 152.

Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, et-Teẕkire fî aḥvâli’l-mevtâ ve umûri’l- âḫire, [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikr), s. 523-712.

Kazvînî, Müfîdü’l-ʿulûm, Beyrut 1985, s. 452.

İbn Teymiyye, Tefsîru sûreti’l-Kevs̱er (Mecmûʿatü’r-resâʾili’l-münîriyye içinde), Riyad, ts., I, 244.

a.mlf., , IV, 77, 79; XIII, 255.

a.mlf., el-İstiḳāme, [baskı yeri ve tarihi yok], II, 290-291.

a.mlf., Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1986, VI, 259.

, IV, 200; X, 600, 609.

a.mlf., (Altıkulaç), II, 776.

, I, 72.

a.mlf., , VI, 191; VII, 253, 285-290.

, II, 821 vd.

, XXVII, 4-5.

a.mlf., Lisânü’l-Mîzân, Beyrut 1971, I, 13.

a.mlf., , X, 462.

, Mukaddime, I, 98-99.

Makrîzî, el-Muḳaffa’l-kebîr (nşr. Muhammed el-Ya‘lâvî), Beyrut 1411/1991, V, 525, 543.

Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, XIV, 113.

Ferrâ el-Begavî, Meṣâbîḥu’s-sünne (nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşlî v.dğr.), Beyrut 1407/1987, III, 465.

Süyûtî, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ, Kahire 1967, II, 233, 239.

, I, 79.

Kirmânî, Şerḥu’l-Buḫârî, Beyrut 1981, VII, 55.

, II, 1445.

Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, Ḥüccetullāhi’l-bâliġa, Kahire, ts., II, 877.

Sıddîk Hasan Han, Ebcedü’l-ʿulûm, Beyrut 1978, II, 518-519.

Ali el-Kārî, el-Maṣnûʿ fî maʿrifeti’l-ḥadîs̱i’l-mevżuʿ, Riyad 1984, s. 211-212, 221.

a.mlf., el-Esrârü’l-merfûʿa fi’l-aḫbâri’l-mevżûʿa, Beyrut 1971, s. 399.

, II, 317, 336.

, XI, 407-408.

İbn Tâvûs, el-Melâḥim ve’l-fiten fî ẓuhûri’l-ġāʾibi’l-muntaẓar, Beyrut 1408/1988.

, IX, 504-507.

Muhammed b. Abdülvehhâb, el-Müʾellefât, Riyad 1398.

İsmail Hakkı İzmirli, Siyer-i Celîle-i Nebeviyye, İstanbul 1332, s. 138-154.

, II, 1090-1091.

Ömer Rıza Doğrul, Sadr-ı İslâm, İstanbul 1928, VIII, 35-46; IX, 55-56.

, I, 799.

R. Dozy, Supplément aux dictionnaires arabes, Beyrouth 1968, II, 530.

, VII, 43-46, 64, 212, 314-317.

J. Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, Oxford 1975, s. 36-37.

M. Bâkır el-Meclisî, Biḥârü’l-envâr, Beyrut 1983, XXVIII, 37.

M. Derviş el-Hût, Esne’l-meṭâlib fî eḥâdîs̱i muḫtelifi’l-merâtib, Beyrut 1983, s. 372.

Âgā Büzürg-i Tahrânî, eẕ-Ẕerîʿa ilâ teṣânîfi’ş-Şîʿa, Beyrut 1983, XVI, 112-114; XXII, 187-190.

E. Sivan, Radical Islam: Medieval Theology and Modern Politics, London 1985, s. 90.

, III, 41.

G. van Vloten, Emevi Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şîâ ve Mesîh Akîdeleri Üzerine Araştırmalar (trc. Mehmed Said Hatiboğlu), Ankara 1986, s. 65-70.

Ahmed İzzeddin el-Beyânûnî, el-Fiten, Beyrut 1986, s. 7.

Nâsırüddin el-Elbânî, Żaʿîfü Süneni İbn Mâce, Beyrut 1988, s. 318-336.

Mâhir b. Sâlih, er-Risâle fi’l-fiten ve’l-melâḥim ve eşrâṭi’s-sâʿa, [baskı yeri yok] 1989.

Hasan el-Mustafavî, el-Ḥaḳāʾiḳ fî târîḫi’l-İslâm ve’l-fiten ve’l-aḥdâs̱, Kum 1410.

Ali Nemâzî, Müstedrekü Sefîneti’l-biḥâr, Tahran 1404, VI, 192-201.

İlyas Çelebi, İslâm İnancında Gayp Problemi (doktora tezi, 1991), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İSAM Ktp., nr. 11.538, tür.yer.

E. Kohlberg, A Medieval Muslim Scholar at Work, Leiden 1992, s. 60-61, 142-152, 168, 169, 245-246.

Hişâm Cuayt, el-Fitne, Beyrut 1993.

Abdulkader Tayob, “An Analytical Survey of al-Ṭabarī’s Exegesis of the Cultural Symbolic Construct of Fitna”, Approaches to the Qur’ān (ed. G. R. Hawting – A. Shareef), London 1993, s. 158.

Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetü’l-kübrâ, Kahire, ts.

G. H. A. Juynboll, “The Date of the Great Fitna”, Arabica, XX/2, Leiden 1973, s. 142-159.

D. B. Macdonald, “Melâhim”, , VII, 659-661.

a.mlf., “Kıyâmet”, a.e., VI, 779.

Ahmed Ateş, “Muhyi-d-Din Arabî”, a.e., VIII, 547.

Abdülkerim Özaydın, “el-Bidâye ve’n-nihâye”, , VI, 132.

Metin Yurdagür, “Cefr”, a.e., VII, 217-218.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1996 yılında İstanbul’da basılan 13. cildinde, 149-153 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER