https://islamansiklopedisi.org.tr/gureba-bolukleri
Gurebâ kelimesi sözlükte “yabancı, kimsesiz, evinden uzakta bulunan kimse” mânasına gelen garîbin çoğuludur. “Altı bölük” de denilen kapıkulu süvarilerinin en alt iki sınıfını oluşturduklarından bunlara “aşağı bölükler” adı da verilir. Sefere giderken padişahın sağında ve solunda yer almalarına göre “sağ garibler” (gurebâ-yi yemîn) ve “sol garibler” (gurebâ-yi yesâr) olarak iki sınıfa ayrılırlardı. Altı bölüğün orta bölüklerini oluşturan sağ ve sol ulûfecilerle birlikte gurebâ bölüklerine “dört bölük” veya “bölükât-ı erbaa” denirdi.
Eski kaynaklarda “garib yiğitler” veya “garib oğlanlar” şeklinde zikredilen (Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, s. 42, 115) gurebâ bölükleri mensuplarına bu adın verilmesinin sebebi, bunların asıl vatanlarından uzakta bulunmalarıyla ilgili olmalıdır. Nitekim daha kuruluş döneminde Arap, Acem gibi çeşitli milletlerden ve Anadolu beyliklerinden, kâfirlere karşı gazâ için Osmanlı Beyliği’nin sancağı altında toplananların var olduğu bilinmektedir. Ancak dâimî süvari birliği olarak gurebâ bölükleri XV. yüzyılın ilk yarısında teşkil edilmiştir. Gurebâ bölüklerinin neferleri, esasını devşirmelerin oluşturduğu Edirne, Galata ve İbrâhim Paşa saraylarının çıkmalarından sağlanırdı; fakat savaşta yararlık gösterenlerle daha sonra altı bölük halkının “veledeş” denilen oğulları da (BA, MD, nr. 2, s. 201) gurebâ bölüklerine alınmıştır. 1475 yılı civarında mevcutları 1000 kişi kadarken XVI. yüzyılda bu sayı 2000’e ulaşmıştır. XVII. yüzyıl başlarında ise sağ gariblerin mevcudu 928, sol gariblerin mevcudu 975 kişi olup toplam yevmiyeleri 12.387 akçeydi (Ayn Ali, s. 91). Bu yüzyılın ortalarında yapılan düzenlemelerle sayıları azaltılmıştır. Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi’nde sağ gariblerin mevcudu 410, sol gariblerin mevcudu 312, yevmiyeleri toplam 9553 akçe ve senelik dört kıst mevâcibleri de 33 yük 81.760 akçe olarak gösterilmiştir (s. 37).
Gurebâ bölüklerinin teşkilâtı öteki kapıkulu süvari bölüklerinin teşkilâtı gibiydi. Her bölük bir ağanın kumandası altında olup bölük kumandanlarının altında kethüdâ, kâtip, halife, çavuş veya başçavuş gibi daha küçük rütbeli zâbitler vardı. Bunların yevmiyeleri 20-30 akçe arasında değişirdi. Başçavuş bölüğün asayişinden sorumluydu. Garib yiğitlerin maaşlarını diğer süvari bölüklerinde olduğu gibi bir memur alır, daha sonra vezîriâzamın huzurunda dağıtırdı. Neferlerin maaşı 9’ar akçeden başlar, kıdem ve ehliyete göre artardı.
XVI. yüzyılda sol garibler ağası çaşnigîrlerden tayin edilmiştir (BA, MD, nr. 2, s. 128; Selânikî, I, 103, 212). Sol garibler ağası genellikle sağ garibler ağalığına, bu da sol ulûfeciler ağalığına terfi ederdi. Ancak istisnaî olarak bunların silâhdar ağası, sancak beyi (a.g.e., II, 463), hatta beylerbeyi (a.g.e., I, 273) tayin edildiği de olmuştur. XVI. yüzyıl sonlarında cebecibaşı gurebâ-yi yesâr ağalığına, bazan gurebâ-yi yesâr ağası cebecibaşılığa, gurebâ-yi yemîn ağası çavuşbaşılığa, bazan da çavuşbaşı gurebâ-yi yemîn ağalığına getirilirken kapıcıbaşı gurebâ-yi yemîn ağalığına tayin edilmiştir (a.g.e., I, 227, 273; II, 455). Fâtih Sultan Mehmed ve Kanûnî Sultan Süleyman zamanında her bir ağa 80’er akçe ulûfe alırken XVI. yüzyıl sonlarında bu ücret 100 akçeye yükselmiştir. Sancağa çıkan bölük ağalarına, yıllık geliri 160-170.000 akçe arasında değişen dirlik verilirdi.
Her iki gurebâ bölüğü kendi içinde 100’er küçük bölüğe ayrılmış ve her bölük bir bölükbaşının emrine verilmişti. Garib yiğitlerin İstanbul’da kışlaları yoktu. Evli olanlar evlerinde kalır, bekârlar da hanlarda ve özellikle Kurşunlu Han’da barınırdı (D’Ohsson, VII, 368). Atlarının beslenme ihtiyacı yüzünden garib yiğitlerin çoğu İstanbul, Edirne, Bursa, Kütahya ve Konya civarında ikamet ederdi. Bunların başında “kethüdâ yeri” denilen zâbitler bulunurdu. Garib yiğitlerin yevmiyeleri zaman içinde değişmiştir. Her terfide bu ulûfe 3-4 akçe artardı. Garib yiğitlerin silâhları ok, mızrak, kılıç, kalkan, kama, pala ve baltadan ibaretti. Bazılarında tüfek de bulunuyordu; fakat ateşli silâhlar pek yaygın değildi. Her iki bölüğün ayrı bayrak ve tuğu vardı. Sağ gariblerin bayrağı sarı-beyaz, sol gariblerinki ise yeşil-beyazdı. Bundan dolayı gurebâ bölüklerine “alaca bayrak” da denirdi.
Öteki kapıkulu süvari birlikleri gibi gurebâ bölükleri de sefer esnasında padişah çadırını ve ağırlıkları korur, ayrıca odun nakli hizmetinde bulunurlardı. Savaş sırasındaki en önemli görevleri ise padişah otağı ile sancak-ı şerifi muhafaza etmekti. Gurebâ-yi yemîn sağ, gurebâ-yi yesâr sol alem dibinde dururdu (Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi, s. 50). Ayrıca haberleşme hizmetinde kullanılırlar, bazan bu hizmet sonunda mükâfat olarak selâtin tevliyetlerinin ve mîrî mukātaalarının idaresine veya cizye cibâyetine memur edilirlerdi. Bu istisnaî uygulama zamanla kural haline gelmiş, iltizamcılıktan zengin olan garibler ortaya çıkmıştır. XVI. yüzyılın ortalarından itibaren padişahların sefere çıkma işini terketmelerinden sonra garib yiğitler serdâr-ı ekremin emri altında sefere çıkmaya başlamışlardır. Garib yiğitlerden terfi edenler ulûfeci bölüklerine kaydedilirdi.
Devşirme sisteminin önemini kaybetmeye başlamasıyla birlikte bu bölüklerin düzenleri de bozuldu. XVII. yüzyılda yeniçeriler gibi bunlar da bir kısım ayaklanmalara karıştılar. II. Osman’ın ölümüyle sonuçlanan 1622 ayaklanmasına gurebâ bölükleri de katılmıştı. IV. Murad ve IV. Mehmed dönemlerinde ıslah edilmeleri için tedbir alınmış, Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı sırasında sağ gariblerin sayısı 410’a, sol gariblerin sayısı 312’ye indirilmiştir. 1711 yılına ait bir listede 180 sağ garib, 162 sol garibin bulunduğu görülmektedir. XIX. yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına kadar varlığını sürdüren gurebâ bölükleri sancak-ı şerif koruyuculuğu görevlerini daima muhafaza etmişlerdir. 1826 Eylülünde Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından birkaç ay sonra öteki kapıkulu süvarileriyle birlikte gurebâ bölükleri de lağvedilmiştir. Ulûfeleri kesildiğinden mağdur olmamaları için bunlara gümrükten emekli maaşı bağlanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
BA, MD, nr. 2, s. 128, 201; nr. 5, s. 474; nr. 44, s. 28.
Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1954, s. 42, 115.
Âşıkpaşazâde, Târih, s. 185.
İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osmân, VII, 133, 134, 381, 400, 401, 442.
Selânikî, Târih (İpşirli), I, 51, 103, 208, 212, 227, 262, 273, 280; II, 438, 455, 463.
Ayn Ali, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 91.
Koçi Bey, Risâle (Aksüt), s. 41, 71, 91.
Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1994, s. 37, 50.
D’Ohsson, Tableau général, VII, 365 vd.
Esad Efendi, Teşrîfât-ı Kadîme, İstanbul 1287, s. 31, 131.
a.mlf., Üss-i Zafer, İstanbul 1293, s. 237.
Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, II, 137, 138, 152-154, 172-177, 210-216.
A. Howe Lybyer, Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi (trc. Seçkin Cılızoğlu), İstanbul 1987, s. 97-98.
Pakalın, I, 680-682.
Halil İnalcık, “G̲h̲urabāʾ”, EI2 (Fr.), II, 1123-1124.