HALEF el-AHMER - TDV İslâm Ansiklopedisi

HALEF el-AHMER

خلف الأحمر
Müellif:
HALEF el-AHMER
Müellif: İSMAİL DURMUŞ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1997
Erişim Tarihi: 20.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/halef-el-ahmer
İSMAİL DURMUŞ, "HALEF el-AHMER", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/halef-el-ahmer (20.04.2024).
Kopyalama metni

115 (733) yılından önce Basra’da doğdu. Fars asıllı olan ebeveyni Ferganalı (veya Horasanlı, bk. İbnü’n-Nedîm, s. 227) olup Kuteybe b. Müslim tarafından esir alınarak Irak’a getirilmiş ve zamanın Basra valisi Bilâl b. Ebû Bürde el-Eş‘arî’ye hediye edilmiştir (Safedî, XIII, 353). Halef’i ve ebeveynini âzat eden vali hocası Hammâd er-Râviye gibi onu da himaye etmiş, yetişmesinde maddî ve mânevî yardımlarını esirgememiştir. Bazı kaynaklarda (İbn Kuteybe, s. 496; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, s. 46; Ebû Bekir ez-Zübeydî, s. 161) valinin babası ve Kûfe Kadısı Ebû Bürde’nin, bazılarında (İbnü’n-Nedîm, s. 226) Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin ya da Benî Ümeyye’nin âzatlı köleleri oldukları kaydediliyorsa da tarihî bakımdan adı geçen valinin âzatlı köleleri olmaları daha doğru görünmektedir. Halef’in Eş‘arî nisbesi de buradan gelir. Mutlak olarak Ahmer denildiğinde umumiyetle Halef kastedilirse de bazı kaynaklarda, Ali b. Hamza el-Kisâî’nin öğrencilerinden Ali b. Hasan el-Ahmer’den (el-Ahmer el-Kûfî) ayırt edilmesi için Halef’e el-Ahmer el-Basrî de denmiştir. Arap dilcileri içinde Ahmer lakabıyla en çok bu iki âlim meşhur olmakla birlikte dilci Ebû Amr eş-Şeybânî ile tarihçi, ahbâr ve ensâb âlimi Ebân b. Osman el-Lü’lüî de aynı lakapla anılır. Yine Arap dil âlimleri arasında Halef adını taşıyan ondan fazla kişi bulunuyorsa da en tanınmışı Halef el-Ahmer’dir.

Çocukluk ve gençlik yılları kölelik şartları içinde geçmesine rağmen Basra’nın ilim ve kültür muhiti içinde yaşaması, ayrıca şehrin en meşhur ailelerinden Eş‘arîler’in âzatlısı olarak onların himayesi altında bulunması Halef’e çağının en büyük âlimlerinden öğrenim görme imkânı sağladı. Yirmi yıl boyunca derslerine devam ettiği Yûnus b. Habîb’den nahiv, lugat ve şiir, Îsâ b. Ömer es-Sekafî ile Hammâd b. Seleme’den nahiv, Ebû Amr b. Alâ’dan nahiv ve garîb lugatlar, Ahfeş el-Ekber ile Ebû Zeyd el-Ensârî’den lugat ve nâdir kelimeleri öğrendi. Şiir sanatı ve eleştirisiyle eski şiirin ezberlenip rivayet edilmesi konularında en büyük üstadı Hammâd er-Râviye’dir. Hammâd ile Halef, muayyen bir şaire ya da kabileye mahsus şiirleri ezberleyip aktaran sıradan râvilerin üstünde, geçmiş bütün şiirler hakkında otorite kabul edilen büyük râvilerin (râviye) en ünlüleridir. Ayrıca Yûnus b. Habîb, Îsâ b. Ömer, Hammâd b. Seleme ve Ahfeş el-Ekber’den birlikte okudukları için Sîbeveyhi ile ders arkadaşıdırlar.

Asmaî, Halef’in en seçkin öğrencisi olup eski şiirin rivayeti, eleştirisi, hatalarının tashihi konularındaki geniş bilgisini hocası Halef’e borçludur. Ma‘mer b. Müsennâ’nın da belirttiği gibi Halef sadece Asmaî’nin değil bütün Basra âlimlerinin şiirde üstadıdır (, I, 31; Yâkūt, IV, 67). Diğer öğrencileri arasında İbn Sellâm el-Cumahî, Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ, Ahfeş el-Evsat, Ebû Hâtim es-Sicistânî gibi dil âlimlerinin yanı sıra hocasının ölümünden sonra kendisine birçok mersiye yazan ünlü şair Ebû Nüvâs da bulunmaktadır. Ayrıca Halef’in rivayetlerine büyük güven duyan Ebû Zeyd el-Ensârî onun hem hocası hem de öğrencisi olmuştur.

Bazı kaynaklarda (, IV, 919) Halef’in filolojiyle ilgilenmediği ve dil meselelerini zekâsıyla çözdüğü yolundaki tesbitin aksine son araştırmalar onun ilk büyük nahiv âlimlerinden biri olduğunu ispat etmiştir. Nitekim bu sahada ilk büyük eser Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ı olduğu gibi ilk muhtasar da Halef’e nisbet edilen Muḳaddime fi’n-naḥv’dir. Ayrıca diğer hocaları bir yana sadece Yûnus b. Habîb’den yirmi yıl nahiv okuyan Halef’in (İbn Hallikân, VII, 245), Ebû Amr b. Alâ tarafından bir atasözündeki i‘râb meselesinin halli için seçkin öğrencilerinden Yahyâ el-Yezîdî ile birlikte görevlendirildiği bilinmektedir (Ebû Ali el-Kālî, III, 39).

Halef’in eski şiir hakkındaki çok geniş bilgisi ve bu şiirin rivayeti hususundaki şöhreti onun nahiv alanındaki üstünlüğünü gölgede bırakmıştır. Halef, hocası Hammâd er-Râviye’nin herkesten esirgemesine rağmen kendisine duyduğu sevgi dolayısıyla yalnız ona açtığı eski şiire dair ilim hazinesinden güçlü hâfızası ve keskin zekâsı sayesinde çok faydalanmış, bu alanda hocasını da aşarak zamanın en büyük şiir eleştirmeni ve otoritesi olmuştur. Eski şiirin türlerini, üslûp ve muhtevasını bilme, sanat değeri taşıyanla taşımayanı ayırt etme, bir şiirin hangi şaire ait olduğunu belirleme, pek az kullanılan kelimelere vâkıf olma, tashîf ve tahrifleri birbirinden ayırma gibi hususlarda Câhiliye devrindeki Nâbiga ez-Zübyânî gibi zamanında en büyük hakem ve otorite kabul edilmiştir. Öyle ki şiir konusunda âlimler ona danışmadan hüküm vermez, sadece onun nezaretinde ve hakemliğinde şiirden söz edebilirlerdi (Halef el-Ahmer, Muḳaddime fi’n-naḥv, nâşirin mukaddimesi, s. 19). Halef, hocası Hammâd er-Râviye’nin vefatından sonra şiirde Kûfeliler’e de hocalık etmiş, ayrıca onun Kûfe’de yaptığını Basra’da gerçekleştirerek burada ilk defa şiir semâını başlatmak suretiyle başta Asmaî olmak üzere Basra âlimlerinin şiirde üstadı olmuştur. Nitekim Halef ile Asmaî’den hangisinin daha üstün olduğu İbn Düreyd’e sorulduğunda, “Derya nerede, damla nerede” diye cevap vermiştir (Ebû Bekir ez-Zübeydî, s. 163). Bizzat Asmaî, Halef’ten sonra şiirin tadının kalmadığını söylemiş, kendisinin de bir üstat olduğunu söyleyenlere, “Ben şiirin sadece hâşiyelerini bilirim; halbuki Halef şiirin her şeyinde mükemmel bilgi sahibiydi” demiştir (a.g.e., s. 164). Bedevî şiirleri ve özellikle onların nesîbleri (gazelleri) konusunda büyük bir birikime sahip olan Halef’e gelinceye kadar Abbas b. Ahnef’in nesîblerinden büyük zevk alan gençlik Halef sayesinde bedevî nesîblerini tanımış ve Abbas’ın nesîblerine ilgi duymamaya başlamıştır (, IV, 23). Bu husus, zamanın gençliğinin edebî zevkinin gelişip olgunlaşmasında Halef’in büyük rol oynadığını göstermektedir.

Halef rivayetlerinde güvenilir bir râvi idi. Öğrencisi İbn Sellâm’ın, “Halef bize bir haber verdiğinde yahut bir şiir naklettiğinde onun aslını araştırma gereğini duymazdık” demesi (Cumahî, s. 9); kıraat, şiir ve nâdir kelimeler konusunda otorite olan hocası Ebû Amr’ın, Halef’in kendisine olan üstünlüğünü itiraf etmesi onun sika olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak aynı zamanda usta bir şair olan ve özellikle Câhiliye tarzında şiir söylemede başarısı kabul edilen Halef’in, başta Şenferâ’nın Lâmiyyetü’l-ʿArab’ı olmak üzere Ebû Düâd el-İyâdî, Teebbeta Şerran, İmruülkays ve Nâbiga ez-Zübyânî’nin bazı şiirlerini, ayrıca Abdülkays kabilesi şairlerinin ve diğer bazı şairlerin şiirlerini farkedilemeyecek derecede uydurduğu, bunları Kûfeliler’e ve Basralılar’a okuduğu, onların da bu şiirleri divanlarına kaydettiği, hatta üstadı Hammâd er-Râviye’ye bile başka şairler adına uydurduklarını verip ondan sahih (gerçek şairine ait) şiirler aldığı, bu sebeple de hocasını ahmak olarak nitelendirdiği yolunda rivayetler vardır (İbnü’l-Mu‘tez, s. 147; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, s. 47; Kemâleddin el-Enbârî, s. 53; Yâkūt, IV, 68; İbnü’l-Kıftî, I, 348; Safedî, XIII, 354-355). Yine bu rivayetlere göre Halef, hayatının sonlarına doğru yaptıklarına pişman olup uydurduğu rivayetleri halka açıklamasına rağmen onun bu itirafı kabul görmemiş, eski Halef ve rivayetleri daha güvenilir sayılmıştır. Ancak Halef’in şiirleri bozarak insanları kandırmak için böyle bir yol tutmuş olması uzak bir ihtimaldir. Çünkü Asmaî, Ebû Amr ve İbn Sellâm gibi şiir otoriteleri onun rivayetlerinin güvenilirliği hususunda teminat vermişlerdir. Eski şiir mirasına son derece bağlı olan Halef’in şiirdeki gücünü ispat etmek ve yüksek edebî zevke ulaşmak amacıyla bazı manzumelere nazîreler yazıp onları taklit etmiş olması daha mâkul görünmektedir. Bu uydurma isnadı, her ikisi de İran asıllı olan Kûfeli Hammâd er-Râviye ile öğrencisi Basralı Halef’te yoğunlaşmıştır. Öteden beri bu hadiseyi, Basra-Kûfe dil mektepleri arasında devam eden birbirini yalancılık, uydurmacılık vb. şeylerle suçlama gayreti, râviler arasındaki daha fazla şiir bilme ve rivayet etme rekabeti, Arap ırkçılığına karşı Arap asıllı olmayan, özellikle İran kökenli müslümanlar içinde bir tepki olarak doğan ve Araplar’la bilhassa edebî sahada kıyasıya rekabete giren Şuûbiyye hareketi gibi sebeplere dayandıranlar olmuştur (Mustafa Sâdık er-Râfiî, I, 363-369; el-Lâmiyyetân, nâşirin mukaddimesi, s. ze-kef; Abdülhalîm Hifnî, eş-Şenfera’ṣ-Ṣuʿlûk, s. 78-103). Ma‘mer b. Müsennâ, Asmaî, Ebû Hâtim, Câhiz, İbn Kuteybe, İbn Düreyd ve Ebû Ali el-Kālî gibi eski İslâm âlimlerinin bazı münferit manzumelere dair özellikle Hammâd er-Râviye ile öğrencisi Halef hakkında ileri sürdükleri uydurmacılık iddiası, XIX. yüzyılın yarısından itibaren başta Th. Nöldeke ve F. Krenkow olmak üzere W. Ahlwardt, Margoliouth, W. Muir, R. Basset gibi şarkiyatçılar tarafından tekrar gündeme getirilmiş ve bunu bütün Câhiliye şiirine teşmil edenler bile olmuştur. Buna karşılık C. Brockelmann, C. J. Lyall, C. A. Nallino, J. Jakub başta olmak üzere bazı müsteşrikler bu uydurmacılık iddiasını kabul etmemişlerdir. Diğer taraftan Fi’l-Edebi’l-Câhilî ve Fi’ş-şiʿri’l-Câhilî gibi eserlerinde ve çeşitli makalelerinde Tâhâ Hüseyin ile Şuʿarâʾü’ṣ-Ṣaʿâlîk sahibi Yûsuf Halîf şarkiyatçıların bu konudaki görüşlerine katılmışlardır. Mustafa Sâdık er-Râfiî ile Şevkī Dayf da bu uydurma şiirlerin varlığını kabul edenlerdendir.

Ebû Ubeyde’den nakledilen, Halef’in, “Hammâd’a uydurduğum şiirleri verir, ondan sahih şiir alırdım; o da bunu kabul ederdi; onda büyük bir ahmaklık görürdüm” dediğine dair rivayetin tutarsız olduğu açıktır. Bu rivayet, Basralı Ebû Ubeyde’nin Kûfeli Hammâd aleyhine gösterdiği bir mektep taassubundan kaynaklanmış olmalıdır. Zira Hammâd gibi şiir konusunda çağın otoritesi olan bir kimsenin gerçekle uydurma şiiri ayırt edemeyecek kadar saf olması düşünülemez.

İbnü’l-Mu‘tezz’in Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ adlı eserinde yer alan (s. 147), bütün telkinlere rağmen Halef’in “lâ ilâhe illallah” diyemeden ruhunu teslim ettiği yolundaki rivayete karşılık birçok kaynak onun hayatının son günlerini tövbe ve istiğfar, ibadet ve Kur’an kıraatiyle geçirdiğini kaydeder.

Genellikle kabul edildiğine göre Halef 180 (796) yılına doğru vefat etti. Abdülbâkī b. Abdülmecîd el-Yemânî’nin (İşâretü’t-taʿyîn, s. 113) ve ondan naklen Fîrûzâbâdî’nin (el-Bulġa, s. 98) kaydettiği 200 (816) yılından az sonra öldüğü yolundaki rivayet ise zayıf görülmüştür. Halef’in hayatında ve ölümünden sonra kendisi için birçok mersiye yazmış olan Ebû Nüvâs bu şiirlerinde onun engin ilmini, hâfıza ve zekâ gücünü, tashîf ve tahrife karşı titizliğini, mânalara nüfuz kudretini dile getirmiştir.

Eserleri. 1. Muḳaddime fi’n-naḥv. Arap nahvinin temel konularını âyet ve şiirlerden örnekler vererek özlü ve sade bir anlatımla özetleyen bir eserdir. Nihad M. Çetin, tertip şekli ve önsözünden hareketle kitabın Halef’e nisbetinin şüpheyle karşılanması gerektiğini ileri sürmektedir (Eski Arap Şiiri, s. 29; , III [1959], s. 165 vd.). Buna karşılık eserde kullanılan dilin Halîl b. Ahmed, Sîbeveyhi ve Halef zamanındaki dil, nahiv terimleriyle nahiv meselelerinin çoğunun da Basra okuluna göre olması gibi delillere dayanan çağdaş Arap filologları Muhammed el-Fahhâm, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Muhammed Ali en-Neccâr ve Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd kitabın Halef’e ait olabileceğini söylemişlerdir (Muḳaddime fi’n-naḥv, nâşirin mukaddimesi, s. 5-6). Ayrıca eserde birçok meseleye Ebû Ali el-Kālî’nin el-Emâlî’sinde, Ebü’t-Tayyib el-Lugavî’nin Merâtibü’n-naḥviyyîn’inde, İmam Mâlik’in Elfiyye’sinin başında olduğu gibi, “Kāle Halef el-Ahmer” ifadesiyle başlanması (s. 33, 62, 77, 95, 97), besmelenin ardından Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ındaki “Allāhü latîfün bi-ibâdihî” ifadesini andıran bir duanın (rabbi yessir ve ein bi-lutfike) bulunması, şâhid olarak gösterilen âyetlerden önce Sîbeveyhi’nin “Kavlühû azze ve celle” ifadesine benzer şekilde “Kāle’llāhu azze ve celle” ibaresinin yer alması da eserin Halef’e ait olduğu görüşünü güçlendirmektedir. İzzeddin et-Tenûhî, Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı (Şehid Ali Paşa, nr. 2358) yegâne nüshasına dayanarak kitabı neşretmiştir (Dımaşk 1381/1961).

2. Dîvân. Ebû Nüvâs’ın bizzat Halef’ten dinleyip rivayet ettiği bir divandan söz edilmektedir (İbnü’n-Nedîm, s. 227; Yâkūt, IV, 68; Süyûtî, I, 554). İbnü’n-Nedîm onun şiirlerinin elli varak tutarında olduğunu kaydeder (Fihrist, s. 710). Başta Câhiz’in Kitâbü’l-Ḥayevân’ı ile el-Beyân ve’t-tebyîn’i olmak üzere İbn Kuteybe’nin eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, İbnü’l-Mu‘tezz’in Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ adlı eserlerinde, Ebû Ali el-Kālî’nin el-Emâlî’sinde ve Yâkūt’un Muʿcemü’l-üdebâʾsında Halef’e ait kasideler ve bazı şiir parçaları bulunmaktadır. Bunların çoğunu Yahyâ b. Mübârek el-Yezîdî, Ebû Ubeyde (Ma‘mer b. Müsennâ) ve Muhammed b. Ubeydullah el-Utbî gibi zamanın ileri gelen âlimlerine yazılmış yergiler, bir kısmını da pastoral nitelikte şiirler oluşturmaktadır. Halef el-Ahmer’in çeşitli kaynaklarda bulunan şiirleri W. Ahlwardt tarafından derlenerek Eşʿâru Ḫalef el-Aḥmer adıyla yayımlanmıştır (Greifswald 1895).

3. Kitâbü Cibâli (Ḥayyât/Cennât/Ḫayâl)’l-ʿArab ve mâ ḳīle fîhâ mine’ş-şiʿr (İbnü’n-Nedîm, s. 227; İbnü’l-Kıftî, I, 350; Yâkūt, IV, 68; Safedî, XIII, 355).

4. Kitâbü Meʿâni’l-Ḳurʾân (İbnü’n-Nedîm, s. 227). R. Blachère’in Halef’e nisbet ettiği Kur’an tefsiri (Histoire de la littérature arabe, I, 105) bu eser olmalıdır.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 9, 31.

Halef el-Ahmer, Muḳaddime fi’n-naḥv (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1381/1961, nâşirin mukaddimesi, s. 5-6, 19, 27.

Cumahî, Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ, Beyrut, ts. (Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye), s. 3-4, 9, 17-19, 27, 31, 61, 67, 102.

Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, Kahire 1368/1949, III, 110, 111-112, 113; IV, 23-24, 25, 53, 97.

a.mlf., , I, 182; II, 318; III, 52, 463, 492-493; IV, 181, 279-280, 285-286; V, 150, 228, 284-285; VI, 409, 469.

, s. 496-497.

İbnü’l-Mu‘tez, Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Kahire 1981, s. 146-148.

Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Merâtibü’n-naḥviyyîn (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1375/1955, s. 1, 33, 46-47, 62, 67, 72, 77, 84, 95, 97, 100.

Ebû Ali el-Kālî, el-Emâlî, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 156-157, 171, 172, 277; II, 284, 296; III, 39, 77.

Ebû Saîd es-Sîrâfî, Aḫbârü’n-naḥviyyîne’l-Baṣriyyîn (nşr. M. İbrâhim el-Bennâ), Kahire 1405/1985, s. 67, 69.

Ebû Bekir ez-Zübeydî, Ṭabaḳātü’n-naḥviyyîn ve’l-luġaviyyîn (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1984, s. 43, 44, 161-165.

, s. 226-227, 710.

Kemâleddin el-Enbârî, Nüzhetü’l-elibbâʾ (nşr. İbrâhim es-Sâmerrâî), Zerkā/Ürdün 1405/1985, s. 53-54.

, IV, 66-72.

, I, 348-350.

, II, 100, 379; V, 238; VII, 245.

Abdülbâkī b. Abdülmecîd el-Yemânî, İşâretü’t-taʿyîn fî terâcimi’n-nüḥât ve’l-luġaviyyîn (nşr. Abdülmecîd Diyâb), Riyad 1406/1986, s. 113.

Safedî, el-Vâfî (nşr. Muhammed el-Huceyrî), Wiesbaden 1404/1984, XIII, 353-355.

Fîrûzâbâdî, el-Bulġa fî terâcimi eʾimmeti’n-naḥv ve’l-luġa (nşr. Muhammed el-Mısrî), Küveyt 1407/1987, s. 98.

, I, 554.

a.mlf., , I, 172-173, 176-177; II, 278, 357, 403.

Abdülvehhâb es-Sâbûnî, ʿUyûnü’l-müʾellefât (nşr. Mahmûd Fâhûrî), Halep 1413/1992, I, 262.

Tâhâ Hüseyin, Fi’l-edebi’l-Câhilî, Kahire 1927, s. 189-191.

, I, 32-33.

, II, 358.

, IV, 104.

, s. 286.

R. Blachère, Histoire de la littérature arabe, Paris 1966, s. 99-107, 115, 117, 123, 126, 168, 174, 178, 181, 184, 186, 285, 295.

el-Lâmiyyetân (nşr. Abdülmuîn el-Mellûhî), Dımaşk 1966, nâşirin mukaddimesi, s. ze-kef.

Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 22, 27, 29, 48-49, 56-57.

a.mlf., “Arap Dili Sarf ve Nahvine Dair Üç Eser”, , sy. 3 (1959), s. 165 vd.

Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîḫu âdâbi’l-ʿArab, Beyrut 1393/1974, I, 363-369.

Nâsırüddin el-Esed, Meṣâdirü’ş-şiʿri’l-Câhilî ve ḳīmetühâ et-târîḫiyye, Kahire 1978, s. 174, 177, 181, 242, 252, 258, 268, 331, 338, 343, 348, 359, 370, 394, 409, 427, 441-442, 449, 451, 452-458, 462.

Yûsuf Halîf, Şuʿarâʾü’ṣ-Ṣaʿâlîk, Kahire 1986, s. 338.

Abdülhalîm Hifnî, Şiʿru’ṣ-Ṣaʿâlîk, Kahire 1987, s. 155-157, 161-173.

a.mlf., eş-Şenfera’ṣ-Ṣuʿlûk: ḥayâtüh ve lâmiyyetüh, Kahire 1989, s. 77-104.

Ch. Pellat, “K̲h̲alaf b. Ḥayyān al-Aḥmar”, , IV, 919.

Hidayet Yavuz Nuhoğlu, “Ahlwardt, Wilhelm”, , II, 29.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 15. cildinde, 234-236 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER