https://islamansiklopedisi.org.tr/hamdele
Hamdele Arapça’da menhût isim veya masdardır. Arap dilinde bazı cümlelerin ilk iki yahut daha fazla harfini almak suretiyle yeni bir kelime oluşturma kuralına göre (bk. NAHT) İslâmiyet’in yayılmasından sonra çeşitli dua ve zikir cümleleri kısaltılarak “besmele”, “salvele”, “havkale” gibi yeni kelimeler meydana getirilmiştir. Hamdele de bunlardan biri olup, “Her türlü övgü Allah’a mahsustur” anlamına gelen “el-hamdü lillâh” şeklindeki dua ve zikir cümlesinin kısaltılmasıyla oluşturulmuştur.
Elhamdülillâh sözü Kur’an’da yirmi üç yerde geçmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de her türlü övgünün Allah’a mahsus olduğu “lehü’l-hamd”, “fe lillâhi’l-hamd” tarzında da ifade edilerek rabbin hamd ile tesbih edilmesi emredilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥmd” md.). Kur’an’ın ilk sûresi olan Fâtiha, “el-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” âyetiyle başladığından Hamd sûresi diye de adlandırılır. Bu âyeti teşkil eden hamd cümlesi En‘âm (6/45), Yûnus (10/10), Sâffât (37/182), Zümer (39/75) ve Mü’min (40/65) sûrelerinde de tekrarlanmıştır. Fahreddin er-Râzî, Allah’ın bu âyetlerle insanları ruhî terbiyeye tâbi tuttuğunu ve sahip oldukları sayısız nimetleri kendilerine veren yaratıcının varlığına dikkat çekip O’na hamdetme şeklini öğrettiğini belirtir (Mefâtîḥu’l-ġayb, I, 6, 174, 180-181). Fâtiha’dan başka En‘âm, Kehf, Sebe’ ve Fâtır sûreleri de “el-hamdü lillâh” cümlesiyle başlar (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥmd” md.). Bu cümle, “Hamd Allah’a mahsustur” anlamında ihbârî bir ifade olmakla birlikte âlimler bunun, “Hamd Allah’a olsun” veya, “Allah’a hamd olsun” tarzında emir (dilek) mânası taşıdığını kabul etmişlerdir (Ebü’l-Bekā, s. 359).
Hadislerde hamdele kelimesi geçmemekle birlikte “Allah’ı defalarca övmek” anlamına gelen tahmîd kelimesine ve ayrıca Hz. Peygamber tarafından ashaba öğretilen hamdetmeye ilişkin değişik dua cümlelerine rastlanmaktadır. İlgili rivayetlerde belirtildiğine göre Resûl-i Ekrem, Allah’a hamd ile başlanmayan her işin eksik ve bereketsiz olduğunu açıklamış (İbn Mâce, “Nikâḥ”, 19; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 18), aksıran her müminin “elhamdülillâh” demesini emretmiş (Buhârî, “Edeb”, 126), hamdetmeye dair duaları okumanın günahların bağışlanmasına vesile olacağını (bk. HAMD), tahmîdin en faziletli zikirlerden biri olduğunu, bu zikirlere devam edenlerin büyük mükâfatlara erişeceklerini ve bunun sadaka yerine geçeceğini haber vermiştir (Buhârî, “Eẕân”, 155, “Îmân”, 19; Müslim, “Ṭahâret”, 1, “Müsâfirîn”, 84; Müsned, I, 180; II, 302, 515; III, 75; IV, 36, 260; V, 249, 365).
Âyet ve hadislerde hamdetmeye dair dualara verilen önemin etkisiyle müslümanlar tarafından çokça kullanılan bu zikir cümleleri muhtemelen II. (VIII.) yüzyıldan itibaren naht kuralına göre kısaltılarak hamdele diye adlandırılmıştır. Duncan Black Macdonald, hamdelenin erken devir kaynaklarında bulunmadığını ileri sürerse de (EI2 [İng.], III, 122) ilk dilcilerden Halîl b. Ahmed’in menhût kelimelerden bahsettiği bilinmektedir (Muhammed Dârî Hammâdî, XXXI/2, s. 174). Hamdele, Hz. Peygamber’in tavsiyesi gereğince müslüman hatiplerin hutbeleriyle müelliflerin kitaplarında besmeleden hemen sonra yer almış ve böylece köklü bir İslâmî gelenek teşekkül etmiştir. Hamdele ayrıca müslümanların yeme, içme, uykuya yatma, uykudan kalkma gibi günlük faaliyetlerinin başında ve sonunda zikredilen bir dua cümlesi haline gelmiştir. Müslümanların bütün resmî yazışmaları ile önemli akidlerinde de besmeleden sonra hamdele zikredilmiş, bir yazıda hamdeleye yer verilmemesi o yazının önemli olmadığının bir işareti sayılmıştır.
Hamdeleye dair müstakil eserler arasında Nûreddin el-Halebî’nin Ḫayrü’l-kelâm ʿale’l-besmele ve’l-ḥamdele (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3671), Dâvûd-i Karsî’nin Taḥrîrât ve taḳrîrât ʿale’l-besmele ve’l-ḥamdele ve’ṣ-ṣalâti ve’s-selâmi’l-lafẓiyye (Süleymaniye Ktp., Tırnovalı, nr. 1412/10, Yazma Bağışlar, nr. 769/1), Mustafa Hulûsi Güzelhisârî’nin İʿrâbü kelimeti’ş-şehâde ve’l-besmele ve’l-ḥamdele (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 3840/6) ve Muhammed el-Garavî’nin el-İsmü’l-aʿẓam evi’l-besmele ve’l-ḥamdele (Beyrut 1982) adlı kitapları zikredilebilir.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ḥmd” md.
Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 359.
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥmd” md.
Müsned, I, 180, 185; II, 82, 97, 158, 302, 483, 515; III, 35, 37, 75, 120; IV, 36, 227, 237, 260, 317, 355; V, 20, 148, 167, 249, 365; VI, 440.
Buhârî, “Edeb”, 126, “Eẕân”, 155, “el-Ḥac”, 27, “Îmân”, 19.
Müslim, “Ṭahâret”, 1, “Müsâfirîn”, 84.
İbn Mâce, “Nikâḥ”, 19.
Ebû Dâvûd, “Edeb”, 18.
Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ʿAyn (nşr. Mehdî el-Mahzûmî – İbrâhim es-Sâmerrâî), Beyrut 1408/1988, III, 188-189.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Şâkir), I, 135-137.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), I, 5, 23, 46.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, I, 6, 174, 180-181.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), VI, 215-217.
Süyûtî, el-İtḳān (Bugā), I, 170.
Zebîdî, İtḥâfü’s-sâde, [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikr), I, 53; V, 226-227.
Elmalılı, Hak Dini, I, 56-58, 60.
Muhammed Dârî Hammâdî, “en-Nehḍ fi’l-ʿArabiyye”, MMİIr., XXXI/2 (1980), s. 174.
D. B. Macdonald, “Ḥamdala”, EI2 (İng.), III, 122-123.