Sözlükte “öne geçmek” anlamındaki kudûm masdarının “tef‘îl” kalıbından ism-i fâili olan mukaddime kelimesinin anlamından (öne geçen) hareketle ordunun öncü birliğine “mukaddimetü’l-ceyş” adı verilmiş, buradan istiare yoluyla kitapların ve ilmî bahislerin başında yer alan önsöz, sunuş ve giriş yazılarına da mukaddime denilmiştir. Arap dilinde mukaddime terimi ilk defa “kıyas ve istidlâlde bir çıkarımın veya sonuç önermesinin kendilerine dayandığı öncül önermeler kümesinden her biri” karşılığında mantık ilminde ortaya çıkmış, daha sonra kelâm ilminde ve fıkıh usulünde kullanılmaya başlanmıştır (bk. KIYAS). Kelimenin “önsöz” veya “giriş” anlamını kazanması bu süreçten sonradır.
Klasik kaynaklarda mukaddimenin “mukaddimetü’l-kitâb” (önsöz) ve “mukaddimetü’l-ilim” (giriş) şeklinde iki kısma ayrıldığı görülmektedir. Mukaddimetü’l-kitâb mahiyetindeki girişlerde eserin adı, yazılış sebebi, konusu, amacı, önemi, başlıca bölümleri ve muhtevası tanıtılır, kime ithaf edildiği belirtilir, telifinde izlenen yöntemden ve karşılaşılan güçlüklerden söz edilir. Ziyâeddin İbnü’l-Esîr’in el-Mes̱elü’s-sâʾir’i, Safedî’nin el-Vâfî bi’l-vefeyât’ı, Zemlekânî’nin et-Tibyân fî ʿilmi’l-beyân’ında görüldüğü gibi bazı mukaddimelerde aynı konuda daha önce yazılmış eser ve kaynakların adları ile bunların eleştirileri de yer alır. Mukaddimetü’l-ilimde ise telifin ait olduğu ilim dalının tanımı, konusu, amacı, yararı gibi temel bilgiler verilir. Bu tür mukaddimeler bazan müstakil bir kitap olacak hacme ulaşabildiği gibi bazan bir kitabın ana bölümlerine (bab) ve alt başlıklarına (fasl) “mukaddimetü’l-bâb” ve “mukaddimetü’l-fasl” diye adlandırılan girişler de yazılmıştır.
Mukaddimenin yanı sıra “medhal, fâtiha(tü’l-kitâb), dîbâce, temhîd, tavtıe, hutbe, tasdîr, takdîm, takdime, sadrü’l-kitâb, risâletü’l-kitâb” gibi birçok terim kullanılmıştır. Mukaddime ve tavtıeyi Câhiz (Risâletü’l-mesâʾil, IV, 65), mukaddimetü’l-kitâbı Zemahşerî (el-Fâʾiḳ, I, 46), medhali Hamza el-İsfahânî (Sevâʾirü’l-ems̱âl, s. 46), takdimeyi Hattâbî (Ġarîbü’l-ḥadîs̱, I, 52) ilk defa terim olarak kullanmıştır. Hutbenin ise Ebû Hayyân et-Tevhîdî (el-Beṣâʾir ve’ẕ-ẕeḫâʾir, III, 76) ve Seâlibî’de (Yetîmetü’d-dehr, IV, 7) görüldüğü üzere IV. (X.) yüzyıldan itibaren yaygınlık kazandığı anlaşılmaktadır (Abbas Erhîle, s. 57-67).
“Fâtihatü’l-kitâb”ın kısaltılmış şekli olan “fâtiha” kelimesi, Kur’an’ın bir bakıma mukaddimesi mahiyetindeki Fâtiha sûresi için ilk defa Hz. Peygamber tarafından kullanılmıştır (meselâ bk. Müsned, II, 241, 428, 478; III, 2; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 23, “Ṭıb”, 19; Tirmizî, “Mevâḳīt”, 69, 116; Nesâî, “Cenâʾiz”, 22). Fâtiha sûresinin besmele ile başlaması, ardından hamd, tevhid, âhiret inancı, ibadet gibi temel dinî konuların besmele-hamd ve dua cümleleri arasına mükemmel bir uyumla yerleştirilmesi müslüman yazarlara bu konuda ilham kaynağı olmuştur. Mukaddimelerin baş tarafındaki besmele ve hamdele ifadeleri Fâtiha sûresinin, salvele, Hz. Peygamber’e salât ve selâm getirilmesini emreden âyet ve hadislerin etkisiyle şekillenmiştir. II. (VIII.) yüzyıl ile III. (IX.) yüzyılın ortalarına kadar yazılmış eserlerin çoğunda mukaddime olarak yalnız başlangıç duası olan besmele-hamdele-salvelenin bulunduğu, bazan sadece besmele ve kısa bir dua ile yetinildiği görülür.
Farsça’dan Arapça’ya geçen dîbâce küçültme ismi olarak “bir tür has ipek parçası” anlamına gelir. Yazma eserlerin genellikle tezhip ve yaldızlarla süslü ilk sayfaları için kullanılan kelime buradan hareketle “kitap mukaddimesi” anlamını kazanarak yaygınlaşmıştır. Çoğunlukla eseri tahkik eden veya yayımlayan tarafından yazılan temhîdde okuyucuyu eserde ele alınan konulara hazırlayıcı temel bilgilere yer verilir. Bu maksatla tavtıe (yürünecek yolu düzeltme) kelimesi de kullanılmıştır. Daha çok muhakkik veya nâşir tarafından kaleme alınan tasdîrde ise (sunuş) eser hakkındaki şahsî değerlendirmelerle bunun hazırlanmasında yahut yayımlanmasında yardımcı olan kişi veya kurumlara teşekkür edilir. Ayrıca her baskı için yeni bir tasdîr yazılması ve eserin bir önceki baskıdan farklarının belirtilmesi birçok eserde izlenen bir yoldur.
Mukaddime, Arap edebiyatında III. (IX.) yüzyılın ortalarına doğru Câhiz’in ve öğrencisi İbn Kuteybe’nin eserleriyle şekillenmiş, IV. (X.) yüzyılda olgunlaşarak bağımsız edebî bir tür haline gelmiştir. Mukaddime üslûbunun gelişmesinde İbnü’l-Mukaffa‘, Câhiz ve İbnü’l-Mu‘tez gibi ediplerle edebiyat ve belâgat âlimlerinin yazılı ve sözlü kompozisyonların başlangıç kısımlarının nasıl olması gerektiğine dair verdikleri teorik bilgilerin etkisi olmuştur. Geleneksel anlamıyla mukaddime “hutbetü’l-kitâb” adı verilen başlangıç kısmı ile asıl kısım ve bitiş (hâtime) olmak üzere üç bölümden meydana gelir. Hutbetü’l-kitâb besmele, Allah’a hamdüsenâ (hamdele), Hz. Peygamber ile onun soyuna ve ashabına salâtüselâm (salvele) kısmından oluşur. Hamdele veya salvele cümleleriyle ithaf ifadeleri arasına eserin konusuna ve gayesine işaret eden uygun ifadelerin yerleştirilmesi usta yazarların âdetidir (bk. BERÂAT-i İSTİHLÂL). Mukaddimenin asıl kısmına “emmâ ba‘d / ve ba‘d” şeklindeki bir ibareyle geçilir. Bu ibare çok eski zamanlardan beri konuşma, hutbe, hitabe ve mektupların hamdele ve salvele kısmından asıl konuya geçişte kullanılagelen bir klişedir. Mukaddimenin asıl kısmında yazar telif sebebini açıklar; zamanın devlet reisinin övülmesine, eserin adıyla muhtevasına ve bazan kaynaklarına ilişkin bilgilere yer verilir. Bitiş kısmında Allah’a hamdüsenâ, Peygamber’e salâtüselâmdan sonra ilâhî yardım ve başarı talebinde bulunmak âdettir. Mukaddimelerin özellikle birinci ve üçüncü bölümleri olan dua kısımlarında secili kelimeler kullanılarak sanatlı nesrin en güzel örnekleri ortaya konmuştur.
III. (IX.) yüzyıldan önce kaleme alınan bazı eserlerdeki mukaddimelerin bu eserlerin müelliflerine ait olup olmadığı hususu tartışmalıdır. Nitekim II. (VIII.) asırda yazılan İbnü’l-Mukaffa‘, Mukātil b. Süleyman, Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, Sîbeveyhi, İmam Muhammed gibi müelliflerin kitaplarında mukaddime görülmez. Ancak Kitâbü Sîbeveyhi’nin baş tarafında yer alan kelime ve çeşitleri, kelâm nevileri, müsned-müsnedün ileyh, lafız-mâna ilişkisi, lafızların zikir ve hazfi, şiir zaruretleri gibi bablar mukaddimetü’l-ilim gibi kabul edilmiş ve önemi dolayısıyla müstakil olarak şerhedilmiştir. III. (IX.) yüzyılın başlarında vefat eden İmam Şâfiî, Kutrub, Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ, Asmaî, Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm gibi müelliflerin eserleri de mukaddimesizdir. Bunların bazılarında sadece besmele ile bir iki kelimelik dua, bazılarında kısa bir hamdele-salveleye rastlanır. Aynı dönemde yaşayan İbn Sellâm el-Cumahî’nin Ṭabaḳātü fuḥûli’ş-şuʿarâʾ adlı kitabının baş tarafında şiir teorisine dair mukaddimetü’l-ilm niteliğinde uzun bir bölüm yer alır. Halef el-Ahmer’e nisbet edilen Muḳaddime fi’n-naḥv’in mukaddimesi, eserin Halef adında veya Ahmer lakabında muahhar bir yazara ait olabileceğini düşündürmektedir (DİA, XV, 236). Aynı şekilde Arap dilinin ilk sözlüğü olan ve Halîl b. Ahmed’e (ö. 175/791) izâfe edilen Kitâbü’l-ʿAyn’ın mukaddimesindeki ayrıntılı bilgiler de mukaddimenin telifinde Halîl’den sonra gelen bir heyetin rolünün bulunduğu izlenimini uyandırmaktadır.
İslâmî literatürde müstakil uzun mukaddime yazma geleneğini başlatan Cessâs Aḥkâmü’l-Ḳurʾân’ına mukaddime olarak iki eser yazdığını, birincisinin Muḳaddime fî uṣûli’t-tevḥîd, ikincisinin Tavṭıʾe fî uṣûli’l-fıḳh (Uṣûlü’l-fıḳh) adını taşıdığını söyler. Bu iki mukaddime asıl eserden daha hacimlidir. Uzun mukaddimeler arasında İbn Haldûn’un Muḳaddime’sinin özel bir yeri vardır. Müellifin, genel tarihle ilgili Kitâbü’l-ʿİber’inin birinci bölümü olarak kaleme aldığı eser Muḳaddime adıyla bağımsız bir kitap gibi kabul edilmiştir. Öte yandan İbn Kuteybe’nin Edebü’l-kâtib’inin mukaddimesi kitabın hacmine göre uzun bulunarak eleştirilmiştir. Safedî’nin, el-Vâfî’sine yazdığı tarih metodolojisine dair elli beş sayfalık mukaddime de önemi sebebiyle asıl eserden çok önce neşredilmiştir. Bunun gibi önemli görülerek yalnız mukaddimeleri şerhedilen eserler de vardır: Mübârek b. Fâhır’ın Şerḥu Ḫuṭbeti Edebi’l-kâtib (li’bn Ḳuteybe), Fîrûzâbâdî’nin Nuġbetü (Buġyetü)’r-reşşâf min ḫuṭbeti’l-Keşşâf adlı eserleri gibi. Günümüzde ilmî eserlerde eskilerin önsöz ve giriş geleneği fazla bir değişikliğe uğramadan devam etmektedir.
II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren “mukaddime” adıyla, bir ilmin ana konularını özet halinde ele alan eserlerin yazıldığı görülür. Halef el-Ahmer, Ebû Ömer el-Cermî ve İbn Fâris’in el-Muḳaddime fi’n-naḥv adlı eserleri, İbn Bâbeşâz’ın el-Muḳaddimetü’l-muḥsibe fî fenni’l-ʿArabiyye’si, İbn Âcurrûm’un el-Muḳaddimetü’l-Âcurrûmiyye’si, Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin el-Muḳaddime fi’t-taṣavvuf’u, Ahmed b. Muhammed el-Gaznevî’nin el-Muḳaddimetü’l-Ġazneviyye fi’l-fürûʿi’l-Ḥanefiyye’si, İbnü’l-Cezerî’nin el-Muḳaddimetü’l-Cezeriyye fi’t-tecvîd’i bunlar arasında zikredilebilir.
BİBLİYOGRAFYA Zemahşerî, el-Fâʾiḳ, I, 46; Tehânevî, Keşşâf, II, 1215-1218; Müsned, II, 241, 428, 478; III, 2; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 23, “Ṭıb”, 19; Tirmizî, “Mevâḳīt”, 69, 116; Nesâî, “Cenâʾiz”, 22; İbnü’l-Mukaffa‘, el-Manṭıḳ (İbn Bihrîz, Ḥudûdü’l-manṭıḳ içinde, nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1398/1978, s. 1, 9, 63-64, 101, ayrıca bk. neşredenin girişi, s. yek-heştâdûheşt; Câhiz, Risâletü’l-mesâʾil ve’l-cevâbât fi’l-maʿrife (Resâʾilü’l-Câḥiẓ içinde, nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1399/1979, IV, 65; Hamza el-İsfahânî, Sevâʾirü’l-ems̱âl ʿalâ efʿal (nşr. Fehmî Saîd), Beyrut 1409/1988, s. 46; Hattâbî, Ġarîbü’l-ḥadîs̱ (nşr. Abdülkerîm İbrâhim el-Azbâvî), Dımaşk 1402/1982, I, 52; Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Beṣâʾir ve’ẕ-ẕeḫâʾir (nşr. Vedâd el-Kādî), Beyrut 1408/1988, III, 76; Seâlibî, Yetîmetü’d-dehr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1377/1957, IV, 7; Kurtubî, el-Câmiʿ, XV, 162-164; P. Freimark, Das Vorwort als Literarische form in der Arabischen Literatur, Münster 1967, tür.yer.; a.mlf., “Muḳaddima”, EI
2 (İng.), VII, 495-496; H. Horst, “Besondere Formen der Kunstprosa”, Grundriss der Arabischen Philologie, Literaturwissenschaft (nşr. H. Gätje), Wiesbaden 1987, II, 221-237; Abbas Erhîle, Muḳaddimetü’l-kitâb fi’t-türâs̱i’l-İslâmî ve hâcisü’l-ibdâʿ, Merakeş 2003, tür.yer.; G. Schoeler, “Die Frage der Schriftlichen oder Mündlichen Überlieferung im frühen Islam”, Isl., LXII (1985), s. 201-230; İbrahim Hilmi Karslı, “Tarihsel Gelişimleri İtibariyle Tefsîr Mukaddimelerine Dair Bir İnceleme”, EAÜİFD, XX (2003), s. 225-260; M. Talbi, “Ibn
Khaldūn”, EI
2 (İng.), III, 828-831; M. Plessner, “Muḳaddam”, a.e., VII, 492; Dihhudâ, Luġatnâme, XXVI/A, s. 909-913; Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Faslü’l-hitâb”, DİA, XII, 216-217; İsmail Durmuş, “Halef el-Ahmer”, a.e., XV, 236; a.mlf., “İktidâb”, a.e., XXII, 56; A. al-Azmeh, “Muqaddima”, Encyclopedia of Arabic Literature (nşr. J. S. Meisami – P. Starkey), London 1998, II, 551-552.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul'da basılan 31. cildinde, 115-117 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.