https://islamansiklopedisi.org.tr/husameddin-celebi
622’de (1225) Konya’da doğdu. Urmiye’den Anadolu’ya göç edip Konya’ya yerleşen bir aileye mensuptur. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Mes̱nevî’sinin I. cildinin önsözünde onun aslen Urmiyeli olduğunu ve, “Kürt olarak yattım, Arap olarak kalktım” diyen bir şeyhin soyundan geldiğini kaydeder. Bu şeyhin, Vefâiyye tarikatının kurucusu Tâcülârifîn Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî (ö. 501/1107) veya Urmiyeli Hüseyin b. Ali b. Yezdânyâr (ö. 333/944-45) olduğu öne sürülmektedir. Mes̱nevî’de ve Eflâkî’nin Menâḳıbü’l-ʿârifîn’inde Hüsâmeddin’in ancak üç nesil öncesine giden şeceresinde dedesinin adı Ahî Türk olarak kaydedilmiştir. Fakat bunun bir unvan olduğu kesindir. Hüsâmeddin Çelebi’ye Ahî Türkoğlu unvanı verilmesi babasının Konya ve yöresindeki ahîlerin şeyhi olması sebebiyledir.
Eflâkî’nin anlattığına göre Konya’daki fütüvvet ehli, henüz ergenlik çağına ulaşmadan yetim kalan Hüsâmeddin’i babasının yerine ahî şeyhliği postuna oturtmak istemişlerse de Hüsâmeddin adamlarıyla beraber Mevlânâ’nın müridi olmuştur. Eflâkî, sahip olduğu mal varlığının hepsini Mevlânâ ve müridlerine bağışlaması üzerine lalaların onu uyardığında, “Bana Allah’ın elçisine zâhiren uymak müyesser oldu. Sizi de Allah rızâsı için Mevlânâ’nın aşkı ile âzat ettim” dediğini nakleder (Menâḳıbü’l-ʿârifîn, II, 738-739). Mevlânâ’ya samimi bir sevgiyle bağlanan Hüsâmeddin ergenlik çağına ulaşınca bütün ahîler ve dostlarıyla birlikte onun hizmetine girmiş, en yakın müridi ve halifesi olmuştur. Mevlânâ’ya bağlılığından dolayı mensup olduğu Şâfiîliği terkedip Mevlânâ’nın mezhebi olan Hanefîliğe girmek istemiş, fakat Mevlânâ buna izin vermemiştir (a.g.e., II, 759).
Hüsâmeddin, Tâceddin Mu‘tezz’in aracılığı ile Ziyâeddin Vezir Tekkesi’ne şeyh tayin edildi. Onun bu tekkeye şeyh olmasına karşı çıkanlar bulunmasına rağmen Mevlânâ’nın desteğiyle bu mevkiyi elde etmişti (a.g.e., II, 754-758). Eflâkî, Hüsâmeddin’in Mevlânâ’ya gösterdiği sevgiye karşılık Mevlânâ’nın da kendisini diğer dostlarından ve akrabalarından daha üstün tuttuğunu, onun bulunmadığı bir mecliste konuşup neşelenemediğini söyler (a.g.e., II, 769-770).
Mevlânâ kendisine gelen hediyelerin hemen hepsini Hüsâmeddin’e gönderirdi. Bir defasında Emîr Tâceddin Mu‘tez önemli miktarda bir para gönderince oğlu Bahâeddin Veled, “Bizim evimizde hiçbir şey yok; nereden bir şey gelse Çelebi’ye gönderiyor” diye serzenişte bulunmuş, Mevlânâ da, “Ey Bahâeddin! Bir dilim ekmeğim bulunsa yine Çelebi’ye gönderir ve onu kimse ile mukayese etmem” demişti (a.g.e., II, 751-752). Mevlânâ’nın Hüsâmeddin Çelebi’ye gösterdiği bu saygı ve iltifatı gören kimseler Mevlânâ’yı onun müridi sanmışlardır.
Mevlânâ Mes̱nevî’sini, eserin birçok yerinde “Hak ziyâsı, Hak nuru, ruh cilâsı, dinin ve gönlün hüsâmı (kılıç), cömert Hüsâmeddin” gibi vasıflarla övdüğü Hüsâmeddin Çelebi’nin teşvikiyle yazmıştır. Hüsâmeddin, Mevlânâ’nın dost ve yakınlarının Hakîm Senâî’nin Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa’sını veya Ferîdüddin Attâr’ın Manṭıḳu’ṭ-ṭayr ve Muṣîbetnâme’sini okuduklarını görüp böyle bir eserin onun tarafından da yazılmasını gönlünden geçirdi ve bu düşüncesini Mevlânâ’ya söyledi. Mevlânâ da sarığının arasından Mes̱nevî’nin ilk on sekiz beytini ihtiva eden bir kâğıt çıkarıp ona verdi ve kâtipliğini yaparsa devamını yazdırmaya hazır olduğunu belirtti. Eserini bu olaydan sonra yazmaya başlayan Mevlânâ semâ ederken, hamamda yıkanırken, yolda giderken aşka gelip Mes̱nevî beyitlerini söylemiş, yazma işi bazan gece sabahlara kadar devam etmiştir.
Mes̱nevî’nin her cildine başlarken Hüsâmeddin Çelebi hakkında övgülü ifadeler kullanan Mevlânâ bazan eserini “Hüsâmînâme” adıyla anmıştır. Mes̱nevî’nin yazılmasına Hüsâmeddin’in sebep olduğunu belirterek (Mesnevî, IV, 1) kendisine minnet ve şükran duygularını açıklamıştır. Hüsâmeddin Çelebi’nin yazdığı Mes̱nevî nüshası günümüze ulaşmamıştır. Konya Yûsuf Ağa Kütüphanesi’ndeki bir nüshada (nr. 5547) onun yazdığı nüshadan yapılan bazı nakiller bulunmaktadır. Hüsâmeddin Çelebi Konya’da 12 Şâban 683 (24 Ekim 1284) tarihinde vefat etmiş ve Mevlânâ’nın baş ucuna defnedilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Mevlânâ, Mesnevî, I, 318, 323; IV, 1.
a.mlf., Mektûbât (nşr. Yûsuf Cemşîdî Pûr – Gulâm Hüseyn-i Emîn), Tahran 1956, s. 164-165.
Sultan Veled, İbtidânâme (nşr. Celâl-i Hümâyî), Tahran 1355 hş., s. 113-122, ayrıca bk. neşredenin önsözü, s. 61-64.
Ferîdûn-i Sipehsâlâr, Risâle-i Sipehsâlâr (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 1325 hş., s. 141-148.
Eflâkî, Menâḳıbü’l-ʿârifîn, II, 737-783; a.e.: Âriflerin Menkıbeleri, II, 125-146, ayrıca bk. çevirenin önsözü, s. 22-23.
İsmâil Rusûhî Ankaravî, Mecmûatü’l-letâif ve matmûretü’l-maârif, İstanbul 1257, I, 17-21.
Sarı Abdullah Efendi, Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî, İstanbul 1287, I, 65-67.
Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 19-28.
a.mlf., Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1952, s. 113-122.
a.mlf., Mesnevî Şerhi, İstanbul 1973, I, 21-25.
Bedîüzzaman Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin (trc. Feridun Nafiz Uzluk), İstanbul 1963, s. 138-148.
Nihad M. Çetin, “Maṯnawī’nin Konya Kütüphanelerindeki Eski Yazmaları”, ŞM, sy. 4 (1961), s. 97-118.
“Hüsameddin Çelebi”, TA, XIX, 413.
Tahsin Yazıcı, “Ḥusām al-Dīn Celebi”, EI2 (Fr.), III, 623.