https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-sazan-en-nisaburi
II. (VIII.) yüzyılın son çeyreğinde doğduğu tahmin edilmektedir. Arap asıllı bir aileden olup Nîşâburludur. 193 (809) yılından sonra babasıyla birlikte gittiği Bağdat’ta tahsiline başladı. İlk olarak İsmâil b. Abbâd’dan Kur’an dersleri aldı, ayrıca Muhammed b. Ebû Umeyr’den bazı eserler okudu. Ardından Kûfe’ye geçti; Hasan b. Ali b. Faddâl, Hasan b. Mahbûb, Safvân b. Yahyâ, Nasr b. Müzâhim’in öğrencisi oldu. Birkaç yıl sonra Vâsıt’a geçti. Hocaları arasında Muhammed b. Cumhur ve Hammâd b. Îsâ gibi muhaddislerin ismi geçtiği dikkate alınırsa Basra’ya da gittiği söylenebilir. İbn Şâzân’ın on iki imamdan Ali er-Rızâ, Muhammed el-Cevâd ve Ali el-Hâdî’ye talebelik yaptığı ve kendilerinden rivayette bulunduğu nakledilir, ancak bu bilgileri ihtiyatla karşılayan yazarlar da vardır. İbn Şâzân tahsilini tamamladıktan sonra Nîşâbur’a döndü ve ilmî faaliyetlerini yürütmek üzere burada ikamet etti. Abdullah b. Tâhir zamanında Şiî olması sebebiyle Nîşâbur’dan sürgün edildiyse de ardından tekrar memleketine geldi. Beyhak’ta bulunduğu sırada yörenin Hâricîler’i tarafından öldürülmek istendi ve onlardan kaçmaya çalışırken 259’da (873) hastalandı, ertesi yıl vefat edip Nîşâbur’da defnedildi. Kaynaklarda İbn Şâzân künyesiyle zikredilen Ebü’l-Hasan Muhammed b. Ahmed b. Ali el-Kummî, Ebü’l-Fazl Ali b. Hasan b. Ahmed ve Fazl b. Şâzân er-Râzî gibi Şiî âlimleri bazı müelliflerce İbn Şâzân en-Nîsâbûrî ile karıştırılmıştır (İbnü’n-Nedîm, s. 287; Aʿyânü’ş-Şîʿa, II, 266).
Hadis, tefsir ve fıkha dair eserler de yazmakla birlikte İbn Şâzân’ın ilmî şahsiyetinde ağır basan taraf onun bir Şiî kelâmcısı olmasıdır. Her ne kadar Eş‘arî ve Şehristânî, İbn Şâzân’ın hadis nakleden Şiî bir müellif olduğunu belirtirlerse de (Maḳālât, s. 63; el-Milel, I, 190) Şiî müellifler kelâmcı yönünü öne çıkarırlar. Ehl-i sünnet, Havâric, Kerrâmiyye, Mu‘tezile, Gāliyye ve Mürcie gibi mezheplerle Hıristiyanlık, Seneviyye gibi İslâm dışı gruplara karşı reddiyeler yazan İbn Şâzân’ın bazı itikadî görüşleri şöyledir: Müslümanlar biri Ehl-i sünnet, diğeri Şîa olmak üzere başlıca iki mezhebe ayrılır. Farklı gruplardan oluşan Ehl-i sünnet kendi içinde birbirini eleştirmekle birlikte rivayet ettikleri hadisleri kabul eder ve birlikte namaz kılarlar. Buna karşılık Şîiler’in şahitliğini ve naklettikleri hadisleri reddedip arkalarında namaz kılmazlar. Ehl-i sünnet’e göre Allah, son peygamberi vasıtasıyla insanlara dinî ve dünyevî konularda muhtaç oldukları bütün hükümleri bildirmemiş, Hz. Peygamber de bunları bilememiş veya bildiği halde açıklamamıştır. Ashap ve tâbiînin kendi re’ylerine dayanarak ortaya koydukları hükümler de sünnettir, bu anlayışa muhalefet eden herkes bid‘atçı ve sapık kabul edilir. Ehl-i hadîsin ilâhî sıfatlara dair naklettikleri rivayetler bütünüyle Allah’a ve resulüne yapılmış iftiralardan ibarettir (el-Îżâḥ, s. 3-4, 30). Ehl-i sünnet’in re’ye başvurmak gerektiğine dair ileri sürdüğü rivayetler de asılsızdır. Nitekim Kur’an’ın, ilâhî hükümleri bir tarafa bırakıp insanların arzularına tâbi olmayı yasaklaması (el-Mâide 5/49) bunu teyit edici mahiyettedir. Akla başvurmayı câiz görmek vahye olan ihtiyacı ortadan kaldırır ve aklî istidlâl yapan kimseleri peygamberden üstün hale getirir (a.g.e., s. 110-111). Ayrıca re’y ve akıl insanların ihtilâfa düşmesine yol açar; halbuki Kur’ân-ı Kerîm, fikir ayrılığına düşenlerin ilâhî rahmetten mahrum kalacaklarını haber vermektedir (Hûd 11/118). Resûl-i Ekrem’in ihtilâfı teşvik ettiğini ileri sürmek ona ve getirdiği dine yapılabilecek en büyük kötülüktür, zira ihtilâf insanları savaşa ve mahvolmaya götürür (a.g.e., s. 124-125). Ehl-i sünnet’in müslümanların çoğunluğunu oluşturması onların hak yolda bulunduğuna delil teşkil etmez, çünkü kâfirler de yeryüzünde en büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Ehl-i sünnet bir taraftan zina eden, adam öldüren ve büyük günah işleyen, dolayısıyla Allah’a ve resulüne isyan eden kimsenin tekfir edilemeyeceğini iddia etmiş, diğer taraftan halifeye baş kaldıranın kâfir olacağına hükmederek açık bir çelişkiye düşmüştür. Bu ise mülhidlerin İslâm’a yönelttiklerinden daha kötü eleştirilerin yapılmasını mümkün kılan bir husustur (a.g.e., s. 190). Ehl-i sünnet’in hilâfete ilişkin iddiaları da Hz. Peygamber’in bu konuda hiçbir tâlimat vermediği, dolayısıyla Kur’an’da yer alan ilâhî buyruğa muhalif davrandığı anlamı taşır. Kur’an’da, ölüm vakti geldiği zaman geride bırakacakları hayır konusunda vasiyette bulunmanın Allah’tan sakınanlara emredildiği beyan edilmiştir (el-Bakara 2/180). Buna göre Allah’tan en çok sakınan biri olarak Resûl-i Ekrem’in İslâm için hayırların en büyüğü olan hilâfet gibi önemli bir konuda herhangi bir vasiyette bulunmadığını ileri sürmek onu ilâhî buyruğa uymamakla itham etmektir (a.g.e., s. 200). Kur’an’ın toplanması, hilâfet, rec‘at, cuma namazı, avlanma, Hz. Peygamber’in hanımları, hadlerin tatbiki, mirasın taksimi, günahların affı, peygamberlerin ismeti, müt‘a nikâhı, talâk gibi konularda Ehl-i sünnet’in çelişkili görüşler benimsediğini gösteren ve kendilerince muteber sayılıp nakledilen rivayetler mevcuttur.
Allah, maddî cisimler gibi olmamakla birlikte zihnin dışında mevcut bulunan bir varlık anlamında cisimdir. O zâtıyla arştadır, fakat yaratıklara benzemez. İlâhî sıfatlar te’vil yöntemiyle bilinemez, bu konudaki nasların aynen benimsenmesi gerekir. Kelime-i şehâdet getirdikten sonra kişinin Allah’tan gelen bütün vahiyleri ikrar edip ilâhî hücceti tasdik etmesi gerekir. İmam nasla belirlenir. Bu konudaki naslar, ilk imamın Hz. Ali olduğunu ve onun soyundan gelen on bir kişi ile devam edeceğini gösterir. İmamların kesintisiz bir şekilde ilâhî bilgilere mazhar olmaları söz konusu değildir. Esasen dinî hususlarda insanların muhtaç oldukları bilgiler Kur’an’da ve Sünnet’te mevcuttur. Bununla birlikte imamlar da ilâhî ilham alarak bilgilerini Hz. Peygamber’in kaynağına dayandırırlar.
Nasçı bir yöntem benimsediği anlaşılan (bk. AHBÂRİYYE) İbn Şâzân’ın Ehl-i sünnet’e yönelttiği eleştirilerde bu muhafazakâr tutumunun büyük etkisi vardır. Ayrıca onun mezhep taassubuna kapılarak objektif davranmadığı da dikkat çekmektedir. Devlet başkanlığı gibi sosyolojik değişimlere ve müslüman toplumların tercihlerine bağlı bir hususun belli bir ailenin on iki ferdine tahsis edilip sınırlandırılması, İslâm’ın evrenselliğiyle bağdaşmadığı gibi on dört asırlık İslâm tarihinin gerçeklerine de uymamaktadır. Aynı zamanda İmâmiyye’nin fakihleri arasında zikredilen İbn Şâzân fıkıhta da nasçı bir yöntem benimsemiştir. İmâmiyye kaynaklarınca nakledilen bazı hadislerin isnad zincirinde yer alan İbn Şâzân imamlardan nakillerde bulunmuş, Hişâm b. Hakem ve Yûnus b. Abdurrahman gibi nakilci âlimlerin halefi kabul edilmiştir.
Eserleri. İbn Şâzân’ın bazı müelliflerce 180 civarında olduğu belirtilen eserlerinin belli başlıları şunlardır:
1. el-Îżâḥ. Başta imâmet olmak üzere Ehl-i sünnet’in çeşitli itikadî ve fıkhî görüşlerinin eleştirildiği eserde Mu‘tezile, Cebriyye, Mürcie gibi mezheplerin görüşleri de tenkide tâbi tutulmuştur. Eser, Seyyid Celâleddin el-Hüseynî el-Urmevî tarafından zengin dipnotlar ilâvesiyle yayımlanmıştır (Tahran 1395).
2. İs̱bâtü’r-recʿa. Eserin bir kısmını Muḫtaṣaru İs̱bâti’r-recʿa adıyla Seyyid Bâsim el-Mûsevî neşretmiştir (Türâs̱ünâ, sy. 2/15 [Kum 1409], s. 201-222).
İbn Şâzân’ın kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: er-Red ʿalâ ehli’t-taʿṭîl, er-Red ʿale’l-ġulât, er-Red ʿalâ Muḥammed b. Kerrâm, er-Red ʿale’l-Mürciʾe, er-Red ʿale’l-Bâṭıniyye ve’l-Ḳarâmiṭa, er-Red ʿale’l-Eṣam, er-Red ʿale’s̱-s̱eneviyye, er-Red ʿale’l-müs̱ellis̱e, er-Red ʿale’l-Mennâniyye, el-Ġaybe, Erbaʿu mesâʾil fi’l-imâme, el-İstiṭâʿa, el-Aʿrâż ve’l-cevâhir, Kitâbü’l-Îmân, Kitâbü’t-Tevḥîd, Maʿrifetü’l-hüdâ ve’ḍ-ḍalâl, el-Vaʿd ve’l-vaʿîd, Mesâʾilü ḥudûs̱i’l-ʿâlem, el-İmâme, Kitâbü’l-ʿİlel, el-Ferâʾiżü’l-kebîr, el-Ferâʾiżü’l-evsaṭ, el-Ferâʾiżü’ṣ-ṣaġīr, Kitâbü’l-Mütʿateyn, el-Mesḥ ʿale’l-ḫuffeyn, es-Sünen, eṭ-Ṭalaḳ, Tefsîrü’l-Fażl b. Şâẕân, Kitâbü’l-Ḳırâʾât (bu son eserin Fazl b. Şâzân er-Râzî’ye ait olabileceği de belirtilmiştir).
BİBLİYOGRAFYA
İbn Şâzân en-Nîsâbûrî, el-Îżâḥ (nşr. Seyyid Celâleddin el-Hüseynî el-Urmevî), Tahran 1395, s. 3-4, 30, 110-111, 124-125, 190, 200.
Eş‘arî, Maḳālât (Ritter), s. 63.
İbn Bâbeveyh, Kitâbü’l-Ḫiṣâl, Kum 1403, s. 58.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 287.
Ahmed b. Ali en-Necâşî, er-Ricâl, Bombay 1317, s. 216.
Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-Fihrist, Kum 1381/1961, s. 420.
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 190.
Brockelmann, GAL Suppl., III, 1201.
Abbas el-Kummî, Sefînetü’l-biḥâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-Murtazâ), II, 368.
Hasan es-Sadr, Teʾsîsü’ş-Şîʿa, Tahran, ts. (Şeriketü’n-neşr ve’t-tıbâati’l-Irâkıyye), s. 377.
Aʿyânü’ş-Şîʿa, II, 266.
Âgā Büzürg-i Tahrânî, eẕ-Ẕerîʿa ilâ teṣânîfi’ş-Şîʿa, Beyrut 1403/1983, II, 332, 490.
Kays Âl-i Kays, el-Îrâniyyûn, III, 31-43.
Abdullah Ni‘me, Felâsifetü’ş-Şîʿa ḥayâtühüm ve ârâʾühüm, Beyrut 1987, s. 358-363.
Ahmed Pâketçî, “İbn Şâẕân”, DMBİ, IV, 50-52.