https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-usfur-el-bahrani
1107 (1696) yılında Bahreyn’in Mâhûz köyünde doğdu. Memleketinden dolayı Bahrânî, büyük dedelerinden Usfûr’a nisbetle de İbn Usfûr diye anılır. İlk öğrenimini babası ve dedesinin yanında tamamladı. Hâricîler’in Bahreyn’i ele geçirmesi üzerine 1126’da (1714) ailesiyle birlikte Katîf’e gitti ve Hüseyin b. Muhammed Ca‘fer el-Mâhûzî’nin derslerine katıldı. İranlılar’ın Bahreyn’i geri almasının ardından memleketine döndü; burada Ahmed b. Abdullah el-Bilâdî, Abdullah b. Alevî el-Bilâdî, Muhammed Refî‘ b. Ferec ve Şeyh Abdullah b. Ali el-Bahrânî’den ders okudu. Bu arada hac görevini de yerine getiren Bahrânî hac dönüşü Katîf’te kalarak bir süre daha Mâhûzî’nin derslerine devam etti ve ilk icâzeti ondan aldı. Afganlılar’ın 1135 (1723) yılında Safevîler’in başşehri İsfahan’a girerek bu hânedana son vermesi üzerine Bahreyn’de çıkan karışıklıklar sebebiyle burayı terkedip İran’a göç etti. Kısa bir süre Kirman’da kaldıktan sonra Şîraz’a geçen Bahrânî buranın yöneticisi Muhammed Takī Han’dan özel ilgi gördü ve şehirde bulunduğu süre içerisinde öğretim ve telif çalışmalarını devam ettirdi. Şîraz’da çıkan karışıklıklar yüzünden bu defa Fesâ’ya geçti ve buranın mütevellisi Muhammed Ali Han tarafından saygıyla karşılandı. Kendisine uygulanan haraç muafiyeti dolayısıyla ders verme faaliyetinin yanı sıra ziraatla da meşgul oldu. Ancak mütevellinin ölümü üzerine hâmisiz kalan Bahrânî, Usûlîler’in evini basıp kitaplarını yağma etmeleri sebebiyle Ahbârîler’in güçlü olduğu Kazvin’e göç etmek zorunda kaldı (1164/1751). Onun buraya gelişiyle şiddetlenen Ahbârî ve Usûlî çatışması yüzünden 1166’da (1753) İran’ı terkederek Kerbelâ’ya gidip yerleşti ve ölümüne kadar geçen yaklaşık yirmi yıllık süre içinde eğitim öğretim faaliyetleri yanında Ahbârî ve Usûlîler arasındaki ihtilâfların giderilmesiyle uğraştı. Başta Ebû Ali Muhammed b. İsmâil el-Hâirî, Mirza Ebü’l-Kāsım el-Kummî, Ahmed el-Attâr el-Bağdâdî, Ahmed et-Tâlekānî en-Necefî, Şemseddin el-Mar‘aşî el-Hüseynî, Seyyid Ali el-Hâirî, Bahrülulûm-i Tabâtabâî, Muhammed Mehdî en-Nerâkī, Mirza Mehdî b. Hidâyetullah el-İsfahânî ve Mirza Yûsuf et-Tabâtabâî el-Mar‘aşî olmak üzere çok sayıda öğrenci yetiştirdi. 4 Rebîülevvel 1186 (5 Haziran 1772) tarihinde Kerbelâ’da vefat etti. Tebrîzî, 1188 (1774) veya 1189 yıllarında öldüğüne dair rivayetleri de kaydetmektedir (Reyḥânetü’l-edeb, III, 361).
İbn Usfûr el-Bahrânî, Ahbârî düşüncesinin sistemleşmesi bakımından Muhammed Emîn el-Esterâbâdî’den hemen sonra gelen önemli bir âlimdir. Esterâbâdî, ilk dönemdeki Ahbârî düşünceyi tekrar ortaya çıkarıp çok mutaassıp bir çizgi takip etmişken Bahrânî bu düşünceyi itidale kavuşturmuş ve Ahbârîliği Usûlîliğin çizgisine yaklaştırmıştır. Bundan dolayı mutedil Ahbârîler’in başı olarak kabul edilen Bahrânî, Muhammed Bâkır el-Meclisî ve Seyyid Ni‘metullah el-Cezâirî’nin orta yolu takip ettiğini ileri sürmüştür. Bahreyn, İran ve Irak’ta yapmış olduğu yolculuklarla Şiî ulemâsı arasındaki ihtilâfları en aza indirmeyi hedefleyen Bahrânî’nin, Kerbelâ’da Muhammed Bâkır el-Bihbehânî’nin faaliyetlerine izin vermek suretiyle Usûlî düşüncenin oluşmasına bir bakıma göz yumması onun bu konudaki samimiyetini göstermektedir. Bihbehânî, Bahrânî’nin arkasında namaz kılmanın ve ondan ders okumanın câiz olmadığına dair fetva verirken Bahrânî bunun aksi yönünde bir fetva vermiş, hatta bu konuda talebelerini teşvik etmiştir. Ayrıca cenaze namazını Bihbehânî’nin kıldırması yolunda vasiyette bulunarak Usûlî düşünceye ve müctehidlere karşı olan uzlaşmacı tavrını ortaya koymuştur.
Ahbârî ve Usûlîler arasındaki ihtilâfların fazla abartıldığını ifade eden, gerçekte farkın akıl delilini kullanmaktan öteye geçmediğini söyleyen Bahrânî, mutaassıp Ahbârîler’in bu iki anlayış arasındaki farklılıkları büyüterek Şiî ulemâsı arasında fitne tohumları ektiklerini belirtmekten çekinmemiştir. Bahrânî’nin her iki ekol arasında orta bir yol takip ettiğini gösteren en önemli hususlardan biri de onun ictihad ve taklid hakkında ortaya koyduğu düşünceleridir. İctihada kesinlikle karşı çıkan Ahbâriyye mensuplarından farklı olarak Bahrânî, sadece kitap ve imamların ahbârına bağlı kalmak şartıyla şer‘î hükümlerin istinbatının mümkün ve hatta gerekli olduğunu ileri sürmektedir. Bu noktada Usûlîler’den ayrılan en önemli tarafı, bu iki kaynağın dışında aklî delillerle yapılacak ictihadın bizzat imamlar tarafından menedilmiş olduğunu kaydetmesidir. Usûlîler’in delil olarak kabul ettikleri aklın zan ifade edeceği düşüncesiyle şer‘î delillerden sayılamayacağını söylemekle birlikte evhamın şâibelerinden sıyrılmış fıtrî aklın ilâhî bir hüccet olduğunu, nûrâniyetinin saflığı ve fıtratının aslı sebebiyle teklife dair bazı hususları idrak edebileceğini savunmaktadır. Ona göre fıtrî aklın ilâhî bir delil olması, idrak ettiği bazı şeylerin yanı sıra idrak edemediği şeylerde de kendi aczini ve Allah’ın yüceliğini itiraf etmesiyle ilişkilidir. Bunun yanında, helâl ve harama dair şer‘î hükümlerin tevkīfî olup yalnız şâri‘ tarafından tayin edildiğini belirterek Ahbârî çizgiyi muhafaza etmiştir.
Taklid meselesinde, on ikinci imamın gaybetinden önceki toplum yapısıyla sonrakinin bir olmadığına dikkat çeken Bahrânî, imama nisbetle bütün müminlerin mukallid olduğu şeklindeki mutaassıp Ahbârîler’in yaklaşımlarına şiddetle karşı çıkmıştır. Bunun tutarsızlığına delil olarak Ahbârîler’in kendi aralarındaki görüş farklarını örnek verip onların da bir nevi ictihadda bulunduğunu belirtmiştir. Bahrânî bu düşünceyle, mutaassıp Ahbârîler’in taklid anlayışına ve onların insanları imam-raiyye şeklinde ikili bir tasnife tâbi tutmasına karşı çıkarken mukallidin başvurduğu âlimin sadece kitap ve imamların ahbârı çerçevesinde hareket edebileceğini söylemek suretiyle de esasını aklî istinbatların oluşturduğu ictihad anlayışının ve Usûlîler’in müctehid-mukallid ayırımının tutarsızlığına işaret etmiştir.
Bahrânî’nin bu itidal çağrısına onun içinde bulunduğu siyasî, içtimaî ve coğrafî şartların büyük etkisi olmalıdır. Safevîler’den sonra ortaya çıkan siyasî durum ve İran’ın içine sürüklendiği büyük karışıklık, ona göre ulemâ arasında daha önceden devam edegelen çekişmelere son vermek için yeterli bir sebep teşkil ediyordu. Bu dönemde ulemâyı harekete geçiren gelişmelerden biri de Nâdir Şah’ın Ehl-i sünnet’le yakınlaşma çabalarıydı. Şiî ulemânın büyük çoğunluğuna göre Şiîliği beşinci fıkıh mezhebine indirgemekten başka bir şey olmayan bu durum kendi varlıkları için de büyük bir tehlike arzediyordu. Bu şartların yanı sıra Bahrânî’nin mensup olduğu ekole ilişkin kaygıları da iki düşünce sistemi arasındaki farklılıkları en aza indirmeye yönelik çabalarında etkili olmuştur.
Eserleri. 1. el-Ḥadâʾiḳu’n-nâżıra fî aḥkâmi’l-ʿitreti’ṭ-ṭâhire. Bahrânî’nin fıkhî hükümlerle ilgili bütün konuları, görüş ve delillerini ihtiva ettiğini, sahasında emsalsiz olduğunu ileri sürdüğü eser fıkıh bablarına göre telif edilmiştir. Bundan dolayı müellifi “Sâhibü’l-hadâik” diye de anılır. Bahrânî tarafından “Kitâbü’ẓ-Ẓıhâr”a kadar yazılabilen eseri yeğeni ve talebesi Hüseyin b. Muhammed el-Bahrânî ʿUyûnü’l-ḥaḳāʾiḳi’n-nâẓıra fî tetmîmi’l-Ḥadâʾiḳi’n-nâżıra adıyla dokuz bölüm ilâve ederek tamamlamıştır (Necef 1342-1354). Üzerine çeşitli hâşiyeler yazılan eser ilk taş baskısından sonra (I-VII, Tebriz 1315-1318) Muhammed Takī el-Îrevânî tarafından neşredilmiştir (I-X, Necef 1377-1381; I-XX, Kum 1363 hş.; Beyrut 1985-1987).
2. ed-Dürerü (ed-Dürretü)’n-Necefiyye fi’l-mülteḳatâti’l-Yûsufiyye. Ḥadâʾiḳu’n-nâżıra’dan sonra müellifin en önemli kitabı olup başta fıkıh olmak üzere çeşitli konuları ihtiva eder (Tahran 1307, 1314).
3. Ecvibetü’l-mesâʾili’l-Bihbehâniyye elletî seʾelehâ es-Seyyid ʿAbdullāh el-Bilâdî el-Baḥrânî (nşr. Ebû Ahmed b. Ahmed Âl-i Usfûr, Kum, ts.).
4. Enîsü’l-müsâfir ve celîsü’l-ḫavâṭır (el-Keşkûl). Müellif bu eserinde AhbârîUsûlî tartışmalarına girmeden çeşitli konuları ele alıp işlemiştir (Bombay 1291; Kum 1985).
5. Lüʾlüʾetü’l-Baḥreyn fi’l-icâze li-ḳurreteyi’l-ʿayneyn. İki kardeşinin oğulları olan talebeleri Hüseyin b. Muhammed ve Halef b. Abdülalî el-Bahrânî için yazdığı geniş bir icâzetnâme olup Bahreyn âlimlerinin yanı sıra Sadûkeyn’e (Şeyh Sadûk ve babası) kadar meşhur ulemânın hayatını da ihtiva etmektedir (Tahran 1269; Bombay, ts.; nşr. Muhammed Sâdık Bahrülulûm, Necef 1386/1966; Beyrut 1406/1986).
6. er-Risâletü’ṣ-ṣalâtiyye. Hüseyin el-Bahrânî’nin ta‘lîkātı ile neşredilmiştir (Menâme 1409/1989).
7. Mesâʾilü ʿuḳūdi’l-cevâhiri’n-nûrâniyye fî ecvibeti’l-mesâʾili’l-Baḥrâniyye. Bir önceki eserle birlikte basılmıştır.
8. en-Nefeḥâtü’l-melekûtiyye fi’r-red ʿale’ṣ-ṣûfiyye. Müellif günümüze ulaşmayan bu eserinde, kendisi gibi mutedil Ahbârîler’den kabul edilen Feyz-i Kâşânî’yi tasavvuf ehlinden sayıp onu küfre götürecek bazı görüşleri olduğunu ileri sürmüştür.
İbn Usfûr’un kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Ecvibetü’l-mesâʾili’ş-Şîrâziyye fi’d-difâʿ ʿani’ṭ-ṭarîḳati’l-Aḫbâriyye, İʿlâmü’l-ḳāṣıdîn ilâ menâhici uṣûli’d-dîn, Ḥâşiyetü’l-Vâfî li’l-Feyż, Miʿrâcü’n-nebîh fî şerḥi Men lâ yaḥḍuruhü’l-faḳīh, Taḥḳīḳu maʿne’l-îmân ve’l-İslâm, el-Erbaʿûne ḥadîs̱en fî menâḳıbı Emîri’l-müʾminîn, el-Envârü’l-ḫayriyye ve’l-aḳmârü’l-bedriyye, eş-Şihâbü’s̱-s̱âḳıb fî beyâni maʿne’n-nâṣıb ve mâ yeterettebü ʿaleyhi mine’l-meṭâlib, Mîzânü’t-tercîḥ, el-Leʾâli’z-zevâhir fî tetimmeti ʿiḳdi’l-cevâhir, Ecvibetü’l-mesâʾili’ş-şâhûriyye, Selâsilü’l-ḥadîd fî taḳyîdi İbn Ebi’l-Ḥadîd (İbn Ebü’l-Hadîd’in Şerḥu Nehci’l-belâġa’sına reddiye mahiyetindedir), Ecvibetü’l-mesâʾili’l-fıḳhiyye (eserlerinin listesi için bk. Tebrîzî, III, 360-361; Aʿyânü’ş-Şîʿa, X, 317; Hüseyin Müderrisî Tabâtabâî, s. 296-299; DMT, III, 108-109).
BİBLİYOGRAFYA
İbn Usfûr el-Bahrânî, el-Ḥadâʾiḳu’n-nâżıra (nşr. Ali el-Ahundî), Kum 1984, neşredenin girişi, I, 1-170.
Mirza Muhammed Ali Keşmîrî, Nücûmü’s-semâʾ (nşr. Şehâbeddin el-Hüseynî el-Mar‘aşî), [baskı yeri ve tarihi yok] (Mektebetü Basîretî), s. 279-283.
Hânsârî, Ravżâtü’l-cennât, VIII, 203-209.
Mirza Muhammed b. Süleyman et-Tünükâbünî, Ḳıṣaṣü’l-ʿulemâʾ, Tahran 1985, s. 271-275.
Ebû Ali Hâirî, Müntehe’l-maḳāl, Tahran 1300, s. 334-335.
Abbas el-Kummî, Fevâʾidü’r-Rażaviyye, Tahran 1327 hş., s. 713-716.
Kâmil Mustafa eş-Şeybî, Teşeyyuʿ ve Taṣavvuf (trc. Ali Rızâ Zekâvetî Karagözlü), Tahran 1374 hş., s. 372.
Tebrîzî, Reyḥânetü’l-edeb, III, 360-361.
Mirza Hüseyin b. M. Takī Nûrî et-Tabersî, Müstedrekü’l-Vesâʾil, Tahran 1382, III, 387-388.
Aʿyânü’ş-Şîʿa, X, 317-318.
Âgā Büzürg-i Tahrânî, eẕ-Ẕerîʿa ilâ teṣânîfi’ş-Şîʿa, Beyrut 1983, I, 86; VI, 289; VIII, 114, 140.
Moojan Momen, An Introduction to Shi‘i Islam: The History and Doctrines of Twelver Shi‘ism, New Haven 1985, s. 118, 127, 175, 312, 331.
Ali el-Bahrânî, Envârü’l-bedreyn fî terâcimi ʿulemâʾi’l-Ḳaṭîf ve’l-Aḥsâʾ ve’l-Baḥreyn, Kum 1986, s. 143-144, 193-203.
Hüseyin Müderrisî Tabâtabâî, Muḳaddimeʾî ber Fıḳh-i Şîʿa (trc. M. Âsaf Fikret), Meşhed 1368 hş./1990, s. 59, 296-299.
E. Kohlberg, “Aspects of Akhbārī Thought in the Seventeenth and Eighteenth Centuries”, Belief and Law in Imāmī Shī‘ism, Hampshire 1991, s. 133-160.
a.mlf., “Baḥrānī, Yūsof”, EIr., III, 529-530.
Mazlum Uyar, İmâmiyye Şî‘ası’nda Ahbârîlik (doktora tezi, 1996), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 233-245, 251-252, 265, 278, 282-283, 285-286, 289, 305-306, 314-315, 326-327.
Ali Hüseyin el-Câbirî, el-Fikrü’s-selefî ʿinde’ş-Şîʿati’l-İs̱nâʿaşeriyye, Beyrut 1977, s. 382-391.
R. Gleave, “Akhbārī Shī‘ī usul al-fiqh and the juristic Theory of Yūsuf b. Aḥmed al-Baḥrānī”, Islamic Law: Theory and Practice (ed. R. Gleave – E. Kermeli), London 1997, s. 24-48.
a.mlf., “The Ijāza From Yūsuf al-Baḥrānī (d. 1186/1772) to Sayyid Muhammed Mahdī Baḥr al-Ulūm (d. 1212/1797-1798)”, Iran: Journal of the British Institute of Persian Studies, XXXII, London 1994, s. 115-123.
John Cole, “Shi’i Clerics in Iraq and Iran, 1722-1780: The Akhbari-Usuli Conflict Reconsidered”, Ir.S, XVIII (1985), s. 14-15, 19.
Abdülhüseyin Şehîdî, “Baḥrânî Şeyḫ Yûsuf”, DMT, III, 107-109.