İSTİDRÂK - TDV İslâm Ansiklopedisi

İSTİDRÂK

الاستدراك
Müellif:
İSTİDRÂK
Müellif: İSMAİL DURMUŞ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2001
Erişim Tarihi: 16.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/istidrak--belagat
İSMAİL DURMUŞ, "İSTİDRÂK", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/istidrak--belagat (16.04.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte istidrâk “düzeltmek, telâfi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek” gibi anlamlara gelir. Bedî‘ ilminde önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrâk adı verilmiştir. Bu husus başka vasıta ve edatlarla ifade edilebilirse de daha çok istidrâk harfi olan ”لكنّ“ ile gerçekleştiği için tür bu şekilde adlandırılmıştır. Ancak istidrâkin edebî bir sanat olarak kabul edilebilmesi için ifadenin bir güzellik ve nükte içermesi gerekir. İbn Ebû Hacele’nin şu mısralarında yanlış anlaşılma ihtimalinin önlenmesinin ötesinde gazel, tasvir ve övgü güzelliği kendini göstermektedir:

شكوت إلى الحبيبة سوء حظّي / وما ألقاه من ألم البعاد // فقالت أنت حظّك مثل عينيّ / فقلت نعم ولكن في السّواد

(Sevgiliye, talihsizliğimden ve çektiğim ayrılık acısından şikâyet ettim. O, “Senin talihin benim gözlerime benziyor” dedi. Ben de, “Evet ama karalık bakımından” diye cevap verdim).

Züheyr b. Ebû Sülmâ’nın aşağıdaki beyti ilk mısrada sona erseydi malını içkiye sarfeden bir kimseyi tasvir ettiğinden yergi belirtebilirdi. Fakat İstidrâk bildiren ikinci mısra ile hem bu yanlış anlaşılma önlenmiş, hem de malını hayır yolunda harcayan bir kimsenin tasviriyle söz hicivden övgüye dönüşmüştür: أخو ثقة لا تهلك الخمر ماله / ولكنّه قد يهلك المال نائله (Herkesin güvencidir o, malını içki tüketemez, ama ihsanları tüketebilir).

Türü edebî bir sanat olarak ilk defa ele alan İbnü’l-Mu‘tez (ö. 296/908), istidrâke “önceki sözden dönüş yapmak” anlamında rücû adını vermiş ve onu “söz güzellikleri” (mehâsinü’l-kelâm) adını verdiği nevilerden saymıştır (el-Bedîʿ, s. 154). Ebû Hilâl el-Askerî de aynı terim ve tanıma yer vermiş, Hatîb et-Tebrîzî ise iki terimi birleştirerek türü “istidrâk ve rücû” adıyla ele almıştır.

Kudâme b. Ca‘fer, “Şiirde tenâkuz nevilerinden biri de -ardarda gelen- îcab ve selb üslûbu üzere bulunan türdür” ifadesiyle istidrâke işaret etmiştir. Ebû Tâhir el-Bağdâdî, Kudâme’den etkilenerek istidrâk ve rücû adını verdiği türü “önceden nefyedileni ispat, ispat edileni de nefyederek telâfi etmek” şeklinde tanımlamıştır. Kudâme’nin tesirinde kalan İbn Sinân el-Hafâcî türü mütenâkız olarak adlandırmıştır. İstidrâke tedârük adını verenlerin yanında onu istisna ve i‘tirâz türleriyle birleştirenler, ayrıca “te’kîdü’l-medh bimâ yüşbihü’z-zem”den sayanlar da vardır (bk. İSTİSNA).

İbn Ebü’l-İsba‘ türü, istidrâk cümlesinden evvel öndeki sözü pekiştiren bir kısım bulunan ve istidrâkten önce nefiy bulunan olmak üzere ikiye ayırmıştır. İbnü’r-Rûmî’nin şu mısraları birinci kategoriye örnektir:

وإخوان تخذتهم دروعًا / فكانوها ولكن للأعادي // وخلتهم سهامًا صائبات / فكانوها ولكن في فؤادي // وقالوا قد صفت منّا قلوب / لقد صدقوا ولكن من ودادي

(Nice dostlar ki zırh bilmiştim onları kendime, gerçekten öyleydiler ama düşmanlarım için. Onları hedef şaşmaz oklar sanmıştım, gerçekten öyleydiler ama kalbime doğrulan oklar. “Kalplerimiz arınmıştır” dediler. Gerçekten doğru söylediler ama benim sevgimden). Burada “gerçekten öyleydiler, gerçekten doğru söylediler” ifadeleri, öndeki sözü pekiştirdiği gibi istidrâk harfinden (لكنّ) sonraki kısım için de onun önemine dikkat çeken bir vurgu vazifesi görmektedir. Şu âyet de pekiştirmeli istidrâk türüne örnek gösterilmiştir: “Hatırla ki Allah uykunda sana onları az göstermişti. Eğer onları sana çok gösterseydi elbette -onlardan- çekinecek ve bu iş (savaş) hakkında tartışmaya girişecektiniz. Fakat Allah -sizi bundan- kurtardı. Şüphesiz ki O kalplerin özünü bilir” (el-Enfâl 8/43). Burada “eğer” ile başlayan cümle ilk cümlenin anlamını pekiştirmektedir.

Aşağıdaki âyette istidrâkin ikinci türüne iki örnek bulunmaktadır: “Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı” (el-Enfâl 8/17). Burada müslümanların düşmanı öldürmesinde, Hz. Peygamber’in düşmanların yüzüne çakıl taşı atıp gözlerine isabet ettirmesinde ve bunların sonunda gerçekleşen zaferde sadece insan gücü ile fizik etkiyi hesaba katan anlayışın sakatlığı ifade edilmiş, bunun ardındaki metafizik gücün ve ilâhî yardımın göz ardı edilme yanılgısını tamir etmek üzere istidrâk ifadeleri getirilmiştir.

İstidrâkte genellikle sevgi, hüzün, elem, hasret, şaşkınlık, övme, övünme, yerme gibi duygularla verilen yanlış hükümler, duygusallıktan sayılıp gerçeğin farkına varılarak bu yanlışlığın tamir edilmesi şeklinde görülür. Züheyr b. Ebû Sülmâ’nın قف بالديار التّي لم يعفها القدم ، بلى، وغيّرها الأرواح والديم (Zaman aşımının izlerini silemediği, ama rüzgâr ve yağmurların değiştirdiği şu diyarda dur) beytinde şair, sevgilisiyle yaşadığı diyarı görünce şaşkınlık içinde hasret ve hayal âlemine dalarak gönlünün arzuladığı şekilde bir beyanda bulunmakta, zaman aşımının sevgilisinin konakladığı yerleri eskitemediğini ifade etmektedir. Ancak şair, hayal âleminden kurtulup gerçeğin farkına varınca da hakikati söyleyerek hatasını tamir etmekte, sevgilisinin diyarını rüzgâr ve yağmurların harabe haline getirdiğini itiraf etmektedir.

Hassân b. Sâbit, لا أسرق الشعرآء ما نطقوا ، بل لا يوافق شعرهم شعري (Ben şairlerin sözlerini çalmam, doğrusu şiirim onların şiirlerine benzemez) mısraında, övünme duygusuyla hiçbir şairden asla serika ve intihalde bulunmadığını söyledikten sonra duygusallıktan kurtulup öncekilerden etkilenmenin her şair için kaçınılmaz olduğunu görerek istidrâk kısmı ile ilk hüküm yerine daha yumuşak bir hüküm getirmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

İbnü’l-Mu‘tez, el-Bedîʿ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Beyrut 1410/1990, s. 154-155.

Kudâme b. Ca‘fer, Naḳdü’ş-şiʿr (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 200.

Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn (nşr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, s. 443-444.

İbn Sinân el-Hafâcî, Sırrü’l-feṣâḥa, Beyrut 1402/1982, s. 240-241.

Hatîb et-Tebrîzî, el-Vâfî fi’l-ʿarûż ve’l-ḳavâfî (nşr. Ömer Yahyâ – Fahreddin Kabâve), Dımaşk 1399/1979, s. 280.

Ebû Tâhir el-Bağdâdî, Ḳānûnü’l-belâġa (nşr. Muhsin Gıyâz Uceyl), Beyrut 1409/1989, s. 111-112.

İbn Münkız, el-Bedîʿ fî naḳdi’ş-şiʿr (nşr. Ahmed Ahmed el-Bedevî – Hâmid Abdülmecîd), Kahire 1380/1960, s. 120-123.

İbn Mu‘tî, el-Bedîʿ fî ʿilmi’l-bedîʿ (nşr. Mustafa es-Sâvî el-Cüveynî), İskenderiye 1996, s. 12-14.

İbn Ebü’l-İsba‘, Bedîʿu’l-Ḳurʾân (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1392/1972, s. 117-120.

, VII, 151.

Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġıyye ve teṭavvürüh, Bağdad 1403/1983, I, 123-127.

Besyûnî Abdülfettâh Besyûnî, ʿİlmü’l-bedîʿ, Kahire 1408/1987, s. 113-115.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 23. cildinde, 329-330 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER