https://islamansiklopedisi.org.tr/kaparo
Arapça’daki karşılığının arabûn, urbûn, urbân, urubûn, rabûn şeklinde çeşitli telaffuzları varsa da ilk iki okuyuş daha yaygındır. Aslı muhtemelen Ugaritçe “teminat” anlamındaki arbn olan kelimenin Fenikece’si arab, Akkadca’sı urubânu, İbrânîce’si arbon, eski Ârâmîce’si arabâdır. Latince’ye arra, arrha, arrabo ve arrhabo, Grekçe’ye arrabon, arrabonos ve arabon olarak intikal etmiştir. Kelimenin İtalyanca’sı caparra olup Türkçe’ye kaparo şeklinde geçmiştir. Arapça’daki müskân da aynı anlamda kullanılır.
Arabûn sözlükte “ön ödeme, pey akçesi, bağlanma parası” gibi anlamlara gelir. Klasik İslâm hukuk terminolojisinde satım veya icâre akdinde müşterinin, sözleşmeyi tamamlaması halinde toplam fiyattan düşülmesi, feshetmesi durumunda ise akidden dönmenin karşılığında yaptırım özelliğini de taşıyan bir hibe olarak mal sahibinde kalması şartıyla yaptığı ön ödemeye denir. Bu şartla yapılan satışa Arapça’da “bey‘u’l-urbûn” veya “el-bey‘ bi’l-urbûn” adı verilir. Borçlar hukuku konusu olan kaparo akde tarafların ittifakıyla katılan fer‘î bir edimdir. Türk Borçlar Kanunu’na göre (md. 156) ön ödemeye, akdin in‘ikadının hâricî bir delili olmak ve bunun ispatını kolaylaştırmak için yapılmışsa “pey akçesi”, akidden cayma hakkını elde etmek amacıyla yapılmışsa “pişmanlık akçesi” adı verilir.
Kur’an’da genelde ticaretin ve hukukî işlemlerin, özelde ise alım satımın esasına ilişkin bazı açıklamalar bulunsa da kaparolu satış konusuna temas edilmez. Hadis mecmualarında hem cevazı (İbn Ebû Şeybe, V, 7) hem de câiz olmadığı (el-Muvaṭṭaʾ, “Büyûʿ”, 1; Müsned, II, 183; İbn Mâce, “Ticârât”, 22; Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 67) yönünde rivayetler yer aldığından bu satım türünün sünnetteki hükmü de açık değildir. Konunun ilk dönemlerden itibaren fakihler arasında tartışılması, akdin feshedilmesi halinde yapılan ödemenin alıcıya iade edilmeyip satıcıda kalmasına İslâm hukukunun genel ilkeleri içinde tatminkâr bir cevabın bulunamayışıdır. İslâm hukukunda isimsiz akid anlayışının hâkim olması, mümkün olduğu sürece tarafların rızâsının korunması ve akdî şartlara uyulması ilkeleri kaparolu satışa onay vermeyi gerekli kılsa da ribâ ve garar yasağı, emeğe ve riske dayalı kazancın korunup sebepsiz iktisabın önlenmeye çalışılması karşı görüşü desteklemektedir. Bunun için kaparolu satış günümüzde de İslâm hukukunun canlı bir tartışma konusu olma hüviyetini korumuştur.
İki tarafa borç yükleyen akidlerin (muâvazât) her birinin kaparo şartıyla yapılması mümkündür. Ancak klasik fıkıh literatüründe bey‘ akdi borçlar hukukunun model akdi olarak işlendiğinden kaparo konusu da bu bölümün fâsid veya bâtıl satım akidleri veya akidle ilgili şartlar konusu içinde ele alınmış ve burada geliştirilen yaklaşımın diğer akid türlerine de teşmil edilmesi istenmiştir. Bu konuda Hanefîler’den ziyade diğer üç mezhebin literatüründe ayrıntılı bilgilere rastlanır.
Müşterinin akidden cayması halinde kaparonun kendisine iade edilmesi şartıyla akidleşmesinin cevazında ihtilâf yoktur. Ancak bu şartla yapılan sözleşmenin sıhhati için muhayyerlik süresinin belirlenmesi gerekli görülür. Alıcının akidden cayması durumunda verdiği kaparonun yanması, yani satıcının mülkiyetine geçmesi şartıyla akidleşmesi ise, sahâbe döneminden itibaren fakihlerin çoğunluğu tarafından câiz görülmemiştir. Abdullah b. Abbas, Hasan b. Ali, Leys b. Sa‘d, Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Zeydiyye mezhepleri, Hanbelîler’den Ebü’l-Hattâb bu görüşü paylaşmaktadır. Bu tür bir işlemi Hanefîler fâsid, diğerleri bâtıl sayar.
Kaparolu satışı câiz görmeyenler bu görüşlerini kıyasa aykırılık, iki fâsid şart (rücû muhayyerliği ve hibe), akdin bâtıl olmasını gerektiren riskli belirsizlik (garar), satıcı açısından insanların mallarını bâtıl yolla yeme (el-Bakara 2/188; en-Nisâ 4/29), haksız iktisap, karşılıksız menfaat, belirsiz muhayyerlik gibi sakatlıkların bulunmasıyla açıklarlar. Şevkânî’ye göre hadisler çelişince yerleşik usul kaidesi gereği yasağı bildiren ibâha bildirene tercih edilir (Neylü’l-evṭâr, V, 173). Bu gruba göre kaparonun malın satışını geciktirip bekletmenin karşılığı sayılması sahih değildir. Dolayısıyla böyle bir akid tamamlanmadığı takdirde kaparo müşteriye iade edilmelidir. Alıcı akdi tamamlamayı seçse bile fakihlerin çoğuna göre baştan bâtıl olduğu için hüküm değişmez, akid feshedilir. Alıcının elinde iken zayi olan malın da kabzedildiği günkü kıymeti üzerinden tazmin edilmesi gerekir.
Şâfiî mezhebine göre kaparonun satıcıya bırakılması şartı önceden konuşulmasına rağmen akidleşme esnasında zikredilmezse satış işlemi geçerlidir. Hanefîler’in şartla ilgili görüşlerinden, müşterinin cayması halinde kaparonun satıcıya bırakılmasının faize benzeyen ve satıcı için karşılıksız menfaat içeren şartlardan olduğu sonucuna ulaşılabilir. Ancak başlangıçta Şâfiîler gibi düşünerek yeni bir akid görünümünde olan veya tek taraflı menfaat sağlayan şartları akdin muktezâsına aykırı kabul eden Hanefîler’in tarihî seyir içerisinde bu görüşlerini yumuşattıkları ve sonuçta naslara muhalif olmamak kaydıyla örf ve teamülde mevcut şartlarla yapılan satım akidlerini istihsanen câiz saydıkları da bilinmektedir (meselâ bk. Mecelle, md. 188).
Kaparolu akdi Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Eslem, Nâfi‘ b. Abdülhâris, Mücâhid, Hasan-ı Basrî gibi sahâbe ve tâbiîn âlimleriyle genelde Hanbelîler câiz saymıştır. Ahmed b. Hanbel’e göre Nâfi‘ b. Abdülhâris, Safvân’ın evini hapishane olarak kullanılmak üzere Halife Ömer adına kaparolu satın almıştır. Akid tamamlanınca da ödemeyi fiyata mahsup etmesi işlemin cevazı yönünde bir sahâbe uygulaması sayılır. Hatta Hanbelîler bu hususta sahâbenin sükûtî icmâının oluştuğunu ileri sürerler. Ancak çoğunluk bu hadisede akidden cayılmadığı için halifenin kaparoyu satıcıya terkedip etmeyeceğinin belli olmadığı, bu sebeple olayın kaparo lehinde bir delil sayılmayacağı görüşündedir.
Kaparoyu câiz görenlerin hareket noktası yasaklayan hadislerin senedinin zayıf olduğu ve onlardan böyle bir yasağın çıkmadığı, kaparo şartının sebepsiz zenginleşme değil beklemenin karşılığı ya da akidden caymayı önleyici yaptırım niteliği taşıdığı, akidlerde mubahlığın asıl olup imkân ölçüsünde şartlara riayetin gerektiği gibi hususlardır. İbn Sîrîn, bir kimsenin kira bağlantısı yaptığı nakliyeciye, “Bineğini hazırla, seninle şu tarihte yola çıkmazsam 100 dirhem vereceğim” demesi durumunda ikrah altında olmaksızın kendisi aleyhine koştuğu bu şarta uyması gerektiği kanaatindedir (Buhârî, “Şürûṭ”, 18). Ayrıca Saîd b. Müseyyeb ve İbn Sîrîn, müşterinin satın aldığı malı daha sonra satıcıyla anlaşarak ilâve bir ödemeyle birlikte geri vermesinde sakınca görmezler. Alışverişin peşin yapılması durumunda yukarıdaki bu işlemin cevazında görüş birliği vardır. Ahmed b. Hanbel’e göre kaparolu satış bu muamelelere kıyasla sahihtir. Mâlik, nakitle nakdin takası gibi olup faize yol açabilecek bazı vadeli satış türlerinde buna cevaz vermez (el-Muvaṭṭaʾ, “Büyûʿ”, 1).
Çağdaş İslâm hukukçularının genel eğilimi de Hanbelî mezhebinin görüşü doğrultusundadır. Meselâ İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin (Mecmau’l-fıkhi’l-İslâmî) 1994 yılında Bruney’de yaptığı sekizinci dönem toplantısında konu etraflıca ele alınmış, sunulan tebliğler ve yapılan müzakereler sonunda, kaparolu satışın satım ve icâre gibi akidlerde câri olmakla birlikte bedellerden birinin veya ikisinin birden peşin tesliminin gerektiği selem, ribevî malların değişimi ve sarf gibi işlemlerin tabiatı gereği bundan müstesna olduğuna işaret edilip kaparolu satışın muhayyerlik süresinin sınırlandırılması kaydıyla ilke olarak câiz olduğu, akid yapılırsa kaparonun bedele mahsup edileceği, müşteri akidden caydığında ise satıcının hakkı olacağı yönünde bir karar benimsenmiştir (Mecelletü Mecmaʿi’l-fıḳhi’l-İslâmî, VIII/1 [1415/1994], s. 793). Bu yaklaşıma göre muhayyerlik hakkı karşılığında pişmanlık akçesi yatırma şartı haramı helâl, helâli haram kılıcı olmayıp, “Müminler şartlarına bağlıdır” (Buhârî, “İcâre”, 14; Ebû Dâvûd, “Aḳżıye”, 12) hadisiyle konan umumi ilkenin kapsamına girer. Kaparolu sözleşme de akidlerde mubahlığın ve şartlara riayetin asıl olduğunu bildiren âyetlerin (el-Bakara 2/275; el-Mâide 5/1) umumi hükmüne tâbidir. Bu nasları tahsis ettiği ileri sürülen hadisler çelişkili ve zayıf olmaları bakımından tahsis edici ve yasaklayıcı özellik taşımazlar. Kaparoyu fahiş garar içeren bir şart veya soyut beklemenin karşılığı olarak görmek de doğru değildir. Üstelik satışta vade farkının cevazı, beklemenin karşılığında ek bedel almanın mutlak haram olmadığını gösterir. Müşterinin cayma ihtimalinin doğurduğu garar başka meşrû muhayyerlik türlerinde de mevcut olup karşılıklı rızâya dayalı, önemsiz ve zararsızdır. Ayrıca satıcı bağlantı yaparken ve bu ihtimali hesaba katarken müşteri de iki tercih karşısındadır: Akdi tamamlayıp kaparoyu fiyata mahsup ettirmek veya onu kaybetmeyi çıkarına daha uygun görerek akidden caymak. Aslında muhayyerlik müddetinin sınırlı tutulması garar sorununu çözecektir.
Şüphesiz günümüz İslâm ülkelerinde bu eğilimin hâkim olmasında ve bu yönde kanunlaştırılmaya gidilmesinde toplumsal ihtiyaç ve teamülün zorlamasının, kaparolu satışın mal ve döviz fiyatlarında âni ve önemli değişmelere açık ekonomilerde akidden vazgeçilmesinin satıcıya vereceği zararı azaltıcı veya telâfi edici bir rol üstlenmesinin, böylece ticarî hayata belli bir güven ortamı oluşturmasının da payı vardır. Klasik doktrindeki çoğunluğun görüşüne bağlı kalan ve bunun için de kaparolu satışı câiz görmeyen Sudan gibi ülkelerde ise satıcının akidden vazgeçilmesinden doğan zararını tazmin edilmesini öngören düzenlemelere gidilmiştir.
Kaparolu satışın cevazı yönündeki anlayışın devamı olarak günümüzde kaparolu akidleşmenin klasik tabiriyle icâre akdi çerçevesine giren kira ve hizmet sektöründe de geçerli olacağı görüşü benimsenmiş, meselâ ecîr-i hâs ile (işçi) muhayyerlik süresi sınırlı bir iş akdi bağlantısı yapılması ve akdin tamamlanması durumunda kaparonun ücrete mahsup edilmesi, aksi takdirde ecîr-i hâssa bırakılması câiz görülmüştür. Çağdaş İslâm hukukçularının genel eğilimi kaparolu satışın hisse senetleri ticaretinde veya alıcı ile aracı finans kurumu arasında karşılıklı taahhüdün bulunması şartıyla murâbaha akidlerinde de câiz olduğu yönündedir. Murâbahada sadece aracı kurumun taahhüdü varsa kaparo şartı yalnız onun için câiz olur. Murâbahada taahhüdü câiz görmeyenler kaparoya da cevaz vermezken bağlayıcı olmayan vaadleşmeye cevaz verenlere göre kaparo, mal aracının mülkiyetine geçtikten sonra yani sözleşme safhasında câizdir.
BİBLİYOGRAFYA
v. Soden, AHW, III, 1436.
W. Gesenius, A Hebrew and English Lexicon of the Old Testament (trc. E. Robinson, ed. Fr. Brown v.dğr.), Oxford, ts. (Clarendon Press), s. 786.
L. Costaz, Dictionnaire syriaque-français, Beyrouth, ts. (Imprimerie Catholique), s. 263.
el-Muvaṭṭaʾ, “Büyûʿ”, 1.
Müsned, II, 183.
Buhârî, “Şürûṭ”, 18, “İcâre”, 14.
İbn Mâce, “Ticârât”, 22.
Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 67, “Aḳżıye”, 12.
İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, V, 7.
Bâcî, el-Münteḳā, Kahire 1332, IV, 157-158.
Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, el-Muʿarreb (nşr. Ahmed M. Şâkir), Tahran 1966, s. 232-233.
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 141-142.
Mutarrizî, el-Muġrib fî tertîbi’l-muʿrib (nşr. Mahmûd Fâhûrî – Abdülhamîd Muhtâr), Halep 1399/1979, II, 50-51.
İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), IV, 256-257.
Kurtubî, el-Câmiʿ, V, 150.
Nevevî, el-Mecmûʿ, IX, 334-335.
İbnü’l-Murtazâ, el-Baḥrü’z-zeḫḫâr, San‘a 1409/1988, III, 295.
Ali b. Süleyman el-Merdâvî, el-İnṣâf fî maʿrifeti’r-râciḥ mine’l-ḫilâf (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1406/1986, IV, 357-358.
Buhûtî, Keşşâfü’l-ḳınâʿ (M. Emîn ed-Dannâvî), Beyrut 1417/1997, III, 195.
Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, Şerḥu Muḫtaṣarı Ḫalîl, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), V, 78.
M. Emîn el-Muhibbî, Ḳaṣdü’s-sebîl fîmâ fi’l-luġati’l-ʿArabiyye mine’d-daḫîl (nşr. Osman Mahmûd es-Sînî), Riyad 1415/1994, II, 287-288.
Derdîr, eş-Şerḥu’l-kebîr (Desûkī, Ḥâşiye ʿale’ş-Şerḥi’l-kebîr içinde), [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikr), III, 63.
Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, V, 173.
Mecelle, md.188.
Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Fıḳhü’l-İslâmî fî s̱evbihi’l-cedîd, Dımaşk 1967-68, I, 495-496.
Abdürrezzâk Ahmed es-Senhûrî, Meṣâdirü’l-ḥaḳ fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, Beyrut, ts. (el-Mecmau’l-ilmiyyü’l-Arabiyyü’l-İslâmî), II, 92-102.
Sıddîk M. Emîn ed-Darîr, “Beyʿu’l-ʿarabûn”, Mecelletü Mecmaʿi’l-fıḳhi’l-İslâmî, VIII/1, Cidde 1415/1994, s. 645-669.
Abdullah b. Süleyman b. Menî‘, “Ḥükmü’l-ʿarabûn fî ʿuḳūdi’l-beyʿ ve’l-icâre”, a.e., VIII/1 (1994), s. 671-688.
Vehbe Mustafa ez-Zühaylî, “Beyʿu’l-ʿarabûn”, a.e., VIII/1 (1994), s. 689-706.
Refîk Yûnus el-Mısrî, “Beyʿu’l-ʿarabûn”, a.e., VIII/1 (1994), s. 707-743.
“el-Ḳarâr”, a.e., VIII/1 (1994), s. 793.
“Beyʿu’l-ʿarabûn”, Mv.F, IX, 93-95.