XVIII. Yüzyıl ve Sonrası. Karadeniz’in bütün sahilleriyle ele geçirilme zorunluluğu İstanbul’un fethinin ardından kaçınılmaz olarak gündeme gelmiş, bunda ileride büyük bir nüfus barındıracak olan başşehrin iâşesinin rahatça sağlanması yanında, bu istikametten gelebilecek tehlikelerin önlenmesiyle ilgili güvenlik konusu da önemli rol oynamıştı. XVII. yüzyıldaki Kazak saldırılarına kadar belirli bir tehdit unsuruyla karşılaşmayan Osmanlı hâkimiyeti, bu durumunu Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar korumayı başarmıştır. II. Mustafa’nın 1703’te Büyük Petro’ya yazdığı bir nâmede dile getirilen, Karadeniz’e yabancı bir kayığın dahi çıkmasına tahammül edilemeyeceğine dair ifadeleri bu denizin özel durumunu açıkça belirtmektedir (BA, Nâme Defterleri, nr. VI, s. 8-11; Tukin, s. 33).
XVIII. yüzyılın son çeyreğine kadar yabancı devlet gemilerine kapalı bir Türk gölü olarak kalan ve özel istisnalar dışında yabancı gemilerin çıkmasına izin verilmeyen Karadeniz, Küçük Kaynarca Antlaşması’nın ağır şartları neticesinde ilk defa Rusya’nın kullanımına açılmıştır. Daha önceki devirlerde çeşitli devletlere verilen ahidnâmelerde (1601 İngiltere, 1680 Hollanda, 1740 Fransa) Karadeniz’de de serbestçe ticaret yapabilmeyi öngören maddelerin varlığı söz konusu olmakla beraber bunun kullandırılmayan ve kullanılamayan bir hak olarak saklı kalmış olması dikkat çekicidir. Devletin, ticaret izni vermeyeceğini bilmesine rağmen böyle bir hakka ahidnâmelerde yer vermesi, imparatorluğun sahip olduğu bütün toprak ve denizlerine işaret edilmekte olan bu tür metinlerin tanzim tekniğiyle ilgili bir mesele olmalıdır (Beydilli, LV/214 [1991], s. 687 vd.).
Karadeniz’in yabancılara yasaklanmış kapalı deniz statüsü Karlofça ile sarsılmaya başlamış, Avusturya’nın bu denize açılmamak kaydıyla Osmanlı topraklarında ticaret yapabilme hakkı bu antlaşmayla kabul edilmiş olmakla beraber uygulamada bir gelişme olmamış, 1718 Pasarofça Antlaşması ile teyit bulan bu husus 1739 Belgrad Antlaşması ile geçerlilik kazanmıştır. Ancak Avusturya’nın Karadeniz’e çıkma ve kendi bayrağıyla ticaret yapabilmesi ancak 24 Şubat 1784 tarihinde verilen müstakil senetle mümkün olabilmiştir.
Lehistan da Karadeniz ticaretiyle ilgilenmekle beraber sürmekte olan Rus savaşı esnasında bu talebi ilk defa III. Selim’in tahta çıkışıyla gündeme gelen Osmanlı-Prusya, Osmanlı-İsveç ve Lehistan ittifakları aşamasında ortaya çıktı. Lehistan, Osmanlı Devleti ile Rusya’ya karşı girişeceği bir ittifaktan istifade ile Turla (Dinyester) nehri sahillerindeki bölgelerde yetişen hububatın bu nehir yoluyla Akkirman üzerinden Karadeniz’e çıkarılmasını, Akkirman’da bu amaçla ambarlar inşa edilip bir konsolosluk açılmasını istemekteydi (BA, HH, nr. 1478, 7360, 14453, 14978-B; BA, Cevdet-Hariciye, nr. 623). Rus cephesindeki sıkışıklıktan ötürü Lehistan’a, Ekim 1790’da Osmanlı bandırası taşımak şartıyla Karadeniz’e açılma ruhsatı verilmiş (BA, HH, nr. 14506), ancak iki devlet arasında ittifakın oluşamaması sebebiyle bu karar uygulanma imkânı bulamamıştır.
Rusya’nın 1695 ve 1696’da Aşağı Dinyeper ve Don nehri istikametindeki saldırıları Karadeniz’e açılma hedefini gütmekteydi. 1700 tarihli İstanbul Antlaşması Rusya’ya Azak denizine açılma imkânı vermiş olmakla beraber 1711 Prut barışıyla durum tekrar eski haline getirilmiştir. 1736 Belgrad Antlaşması da Rusya’nın Karadeniz’e çıkma girişimini akim bıraktı. Kalesi yıkılmak kaydıyla Azak’ı elinde tutan Rusya, bu yörenin iki devlet arasında boş ve tarafsız bir bölge durumuna sokulmasına rızâ göstermek, Azak ve Karadeniz’de savaş ve ticaret gemileri bulundurmamak, buralardaki ticareti Osmanlı gemileriyle sürdürmeyi kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı. Rusya böylece Karlofça’dan önceki bir duruma düşmekte ve Azak denizinin de bir Osmanlı iç denizi olduğunu teyit etmekteydi.
1768’de başlayan Rus savaşı, Karadeniz’e açılmayı hedefleyen ve bunda başarı kazanan bir girişim olarak Rusya için aynı zamanda bir ticaret savaşı özelliği taşımaktaydı. Rusya’nın bereketli “karatopraklar bölgesi”nde yetişen hububatın, Petersburg veya Reval limanlarına sevkedilebilmesi için 1500-2000 km. yol katedilmesi lâzım gelirken bu ürünün Karadeniz’den ihracı için yalnızca 300-600 km. kadar bir mesafenin yeteceği bu savaşın başından itibaren dile getirilmiştir (Gitermann, II, 268, 270). Savaşı sona erdiren Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rus ticaret gemilerinin Karadeniz’e ve bu denizden Akdeniz’e çıkmasına izin verilmesi zorunluluk haline geldi. Kırım’da Yenikale, Azak denizinde Kerç, Azak Kale ve limanlarını da ele geçiren Rusya, 1783’te Kırım’ın da ilhakıyla Kuzey Karadeniz sahillerine tamamen yerleşmekte ve Kabartaylar’ı da alarak hâkimiyetini Kafkas sahillerine kadar genişletmekteydi. 1792 Yaş Antlaşması ile Aksu (Buğ) ve Turla arasındaki arazi ve Özü Kale ve Limanı’nın da ele geçirilmesiyle Karadeniz sahillerindeki yerleşmeyi sürdürdü. Fetihler akabinde kurulan Kerson ve Odesa gibi liman şehirleri Karadeniz ticaretinin ihraç kapıları vazifesini görmeye başladı. Bu gelişmeler neticesinde Karadeniz’deki Osmanlı hâkimiyeti oldukça zedelendi. Başşehrin askerî yönden güvenlik sorunu, önemli ekonomik kayıplar yanında şehrin iâşesiyle ilgili sıkıntılar gündeme geldi. Rusya’nın Akdeniz’e çıkma siyaseti ise devletlerarası alanda önemli bir yer tutacak olan Boğazlar meselesini ortaya çıkardı.
Fransa’nın Mısır’a saldırmasının (1798) ardından oluşturulan İngiliz ve Rus ittifakları müttefik olarak Rus savaş gemilerinin Akdeniz’e açılmasına imkân vermiş, Mısır’ın tahliyesinde yardımcı olan İngiltere’ye ise Karadeniz ticaretine katılabilme hakkının sağlanacağı ifade edilmişti (BA, HH, nr. 15158). Paris barış görüşmelerinde Fransa’nın Karadeniz ticaretine iştirak etmesiyle ilgili ısrarlı talepleri söz konusu olmuş ve bir an önce barışın akdine taraftar olan III. Selim’in emriyle Karadeniz ticaretine ruhsat verilmesi hükme bağlanmıştır (25 Haziran 1802, BA, HH, nr. 5118-E, 5619, 5715). Aynı hakkın müttefik sıfatıyla İngiltere’ye de verilmesi kaçınılmaz olduğundan Karadeniz ticareti bu devlete de açılmıştır (BA, HH, nr. 4963). Böylece her iki devletin 1601 ve 1740 ahidnâmeleriyle saklı tutulan haklarına resmen işlerlik kazandırılmış oluyordu.
Büyük devletlerin Karadeniz ticaretine iştirakleri diğer Avrupa devletlerini de harekete geçirdi. İspanya, Sicilyateyn, Hollanda, İsveç, Prusya, Sardinya, Danimarka, hatta Osmanlı himayesindeki Dubrovnik ve Yedi Ada cumhuru kendi bayraklarıyla ticaret yapma hakkını almak için zorlu bir uğraş içine girdiler. Bunların ruhsatlı devletlerin bayraklarıyla, özellikle ticaret filosundaki yetersizliği telâfi etmek için teşvik ve kolaylıklar sağlayan Rus bandırasını mecburen tercih etmiş olarak bu ticarete katılmaları zaman içinde önlenemez bir hal aldığından bunlara birtakım yükümlülükler getirilerek kendi bayraklarıyla dolaşmalarına izin verilmesi, dolayısıyla Rus bandırasına ihtiyaç göstermelerinin önlenmesi fikri ağırlık kazanmaya başladı. Böylece 24 Aralık 1802 tarihinde İspanyol gemilerine (BA, HH, nr. 51906-B), Şubat 1803’te Sicilyateyn’e mütekabiliyet usulü çerçevesinde Karadeniz ticareti ruhsatı verildi. Aynı haklar Aralık 1802’de Hollanda’ya, 4 Ekim 1805’te İsveç’e, 15 Temmuz 1806’da Prusya’ya, 1823’te Sardinya’ya ve 1825’te Danimarka’ya da tanındı (Beydilli, LV/214 [1991], s. 704-746).
Küçük devletlere verilen bu izinler Avusturya, Rusya, İngiltere ve Fransa’ya bahşedilenler gibi ahidnâme ile “ahden” değil takrîr-i âlî ile “akden” verilmiş olduğundan 1806-1812 ve 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşları esnasında bu devletlerin Karadeniz ticaretinden istifade etmeleri yasaklanmakta veya belirli ihtiyaçların karşılanması şartıyla özel ruhsatlarla Karadeniz’e çıkmalarına müsaade edilmekteydi. Edirne Antlaşması (14 Eylül 1829) neticesinde Karadeniz’in devletlerarası ticarete kayıtsız olarak açılmasıyla bu tür kısıtlamalar tamamen ortadan kalkmıştır.
Kırım savaşına kadar devam eden bu durum, savaşı sonuçlandıran 30 Mart 1856 Paris Antlaşması ile önemli değişiklikler geçirdi. Karadeniz’in tarafsızlaştırılması, silâhlardan arındırılması ve yalnızca ticaret gemilerine açık tutulması bu antlaşmayla temin edildi. Bu durum, Rusya kadar Osmanlı Devleti’nin de egemenlik haklarını tahdit eden bir uygulama olarak 1870-1871 Fransız-Alman savaşına kadar devam etti. Fransa’nın büyük yenilgisinin ardından Rusya, Paris Antlaşması’nın Karadeniz’le ilgili hükümlerinin geçersiz olduğunu ilân etti (31 Ekim 1870) ve Londra’da toplanan konferansta 1841 Boğazlar Sözleşmesi hükümlerine dönülerek Boğazlar’ın barışta savaş gemilerine kapalılığı ilkesi kabul edildi. Karadeniz için getirilmiş olan kısıtlamalar ortadan kaldırıldı.
Rusya 1877’de yeniden savaş ilân ettiğinde Karadeniz’de kayıtsız şartsız hâkimiyet kurmak, bu denizi bir Rus iç denizi haline koymak ve nihayet İstanbul ve Boğazlar’ı ele geçirmek gibi hedefler gözetmekteydi. 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması, Rusya’nın Karadeniz cihetinden de kazançlı çıkmasıyla sonuçlandı. Kafkasya ve İran için çok önemli bir geçiş noktası olan Batum serbest bir liman olarak Rusya’ya bırakıldı. Kurulan Bulgar Prensliği’nin 1885’te Doğu Rumeli’yi ilhak etmesiyle de Osmanlı Karadeniz sahilleri Doğu Trakya ve Anadolu kıyılarıyla kısıtlı kaldı.
Siyasî bakımdan Karadeniz’in durumu I. Dünya Savaşı’na kadar değişmedi. Bu savaşa Osmanlı Devleti’nin katılmasıyla Ruslar Mart-Nisan 1916’da Rize ve Trabzon’u, daha sonra Bayburt ve Erzincan’ı işgal ettiler. Ancak Rusya’daki 1917 Ekim İhtilâli ve 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ile bu işgal sona erdiği gibi “elviye-i selâse” de (Kars, Ardahan ve Batum) geri alınmış oldu. Yine Brest-Litovsk’ta, yeni kurulmuş olan Ukrayna Devleti arasında yapılan anlaşma ile kısa zaman için de olsa Kuzey Karadeniz ve Kırım’la iyi ilişkiler sağlanmışsa da Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütarekesi’ni imzalaması üzerine (30 Ekim 1918) İstanbul ve Karadeniz’e İngiliz ve Fransız donanmalarının gelmesi ve Ukrayna’da Bolşevik hâkimiyetinin kurulması yüzünden bu ilişkiler devam etmemiştir.
İstiklâl Savaşı içinde Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki iyi ilişkiler ve bu arada Moskova’da imzalanan 16 Mart 1921 antlaşması ile Türkiye, Batum livâsına ilişkin topraklarla Batum şehri limanı üzerindeki egemenlik hakkını bazı koşullarla Gürcistan’a bırakarak Sarp köyünü iki ülke arasında sınır olarak kabul etmiştir. Bu antlaşmanın beşinci maddesiyle de Boğazlar’ın bütün ulusların ticaretine açılması ve geçiş özgürlüğünün sağlanması için iki taraf, Karadeniz ve Boğazlar’ın bağlı olacağı rejimin kesin biçimde hazırlanması işinin kıyı devletlerinin temsilcilerinden oluşmak üzere daha sonra yapılacak bir konferansa bırakılmasını uygun buldu. Ancak konferansta alınacak kararların Türkiye’nin hâkimiyetine ve İstanbul’un güvenliğine hiçbir zarar getirmemesi gerekiyordu.
Bundan sonra imzalanan özellikle Lozan Antlaşması (1923) ve daha sonra Montreux Boğazlar sözleşmesi (1936) Karadeniz’den ziyade Boğazlar’dan geçiş rejimini ilgilendirmektedir. Bu son anlaşma, Türkiye’nin güvenliğine ve onun egemenlik haklarına çok daha uygun olduğu gibi savaş gemilerinin geçişi bakımından Karadeniz’de kıyısı bulunan Sovyetler Birliği, Romanya, Bulgaristan’ın önceliğe sahip haklarıyla diğer devletlere tanınan sınırlı haklar arasında daha iyi bir denge kurmuştur.
1925 yılında Sovyetler Birliği ile imzalanan yirmi yıl süreli dostluk antlaşmasının bir ön şartı olarak Sovyet hükümeti, 1945 yazında Türkiye’den toprak ve 1946’da da Boğazlar’ın ortaklaşa savunulması istemlerinde bulununca artık uzun zaman bu konu bir kenara bırakılmış ve iki ülke arasında gergin bir dönem başlamıştır. Gerçi Sovyet hükümeti, Stalin’in ölümünden sonra, Türk hükümetine 30 Mayıs 1953’te verdiği bir nota ile Türkiye’den hiçbir toprak istemi olmadığını resmen bildirmiştir. Ancak Türkiye 1952’de NATO’ya katılmış olduğundan artık Karadeniz, Doğu Bloku ile Batı Bloku arasında ve 1989-1990 yıllarına kadar, yani Sovyet rejiminin dağılışına kadar devletlerarası ticaret ve denizcilik bakımından değilse bile siyasî bakımdan sınır teşkil etmiştir.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği. Sosyalist rejimin dağılışıyla birlikte Karadeniz etrafında şimdiye kadar teoride var olan, ancak bundan sonra gerçeğe yakın şekilde istiklâllerini kazanan birçok ülke söz sahibi olmaya başladı. Bunlar arasında Rusya’nın yanı sıra Gürcistan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan’la Türkiye yer almaktadır. Kırım ise Rusya’nın değil 1954’te Stalin’in bir “hediyesi” olarak bırakıldığı Ukrayna’nın elinde kaldı.
Yeni durum Karadeniz’e barıştan ziyade belirsizlik getirdi. Bölgesel ve tarihten gelen ihtilâflar yeniden su yüzüne çıkmaya başladı. Ukrayna ile Rusya arasında Karadeniz’deki eski Sovyet donanması sebebiyle meydana gelen ihtilâf, Moldavya ile Rusya arasındaki anlaşmazlık, Gürcistan’daki iç karışıklıklar, Abhazya ve Çeçenistan meseleleri, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Yukarı Karabağ sorunu Karadeniz’i bir barış gölü olmaktan çıkardı.
Hızlı kirlenmeyi, ulaşım sorunlarını ve bu arada bölge ülkeleri arasındaki siyasî ihtilâfları ve gelişmekte olan iktisadî ilişkileri göz önüne alan Türkiye Karadeniz’de kıyısı olan ülkeler arasında bir ekonomik iş birliği projesi oluşturdu. Serbest ticarî ilişkiler, bilgi alışverişi, bürokratik engelleri azaltma ve emniyet esasları üzerinde inşa edilen ilk proje, 19-20 Ağustos 1990 tarihinde Ankara’da ilgili ülkelerin katılımıyla tartışmaya açıldı. Daha sonra yapılan çeşitli toplantılarla proje geliştirildi ve genişletildi. 3 Ocak 1992’de Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Moldavya, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’dan oluşan dokuz ülkenin dışişleri bakanlarının katılımıyla İstanbul’da proje parafe edildi. Daha sonra Yunanistan ve Arnavutluk da bu projeye alınarak ülke sayısı on bire çıkarıldı. 25 Haziran 1992’de İstanbul’da yapılan bir zirve toplantısında ilgili devlet başkanlarınca Karadeniz Ekonomik İşbirliği Deklarasyonu imzalandı.
Bir blok oluşturma amacı gütmeyen bu deklarasyon, ekonomilerinin tamamlayıcı niteliğini ve coğrafî yakınlıklarını göz önüne alarak, uluslararası ikili ve çok yönlü anlaşmaları hesaba katarak serbest mübadele prensiplerinden hareketle iktisadî ilişkilerini geliştirmek isteyen ülkeleri bir araya getirmektedir. Bu iş birliği içinde çevre kirlenmesi ve Karadeniz’e sanayi atıklarının atılmaması konusundaki projelerle ticaret ve sanayiye yönelik projeler önemlidir. Finansman temini için bilinen uluslararası para kuruluşları yanında Karadeniz Yatırım ve Ticaret Bankası destek olmaktadır. Dâimî genel sekreterliği İstanbul’da olan birliğe bağlı veya ona paralel olarak 1.159.000 dolar sermayeli bir de Karadeniz Ticaret Anonim Şirketi kurulmuştur.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin henüz randımanlı bir şekilde çalıştığını söylemek mümkün değildir. Bu mekanizmanın sağlam bir şekilde çalışabilmesi için kıyı devletlerinin birbirine itimadı olması gerektiği gibi bölgede istikrarın devamlı olması şarttır. Yukarı Karabağ’da, Çeçenistan’da savaş hali, Rusya ile Türkiye arasında Orta Asya petrol boru hatları konusunda ihtilâf varken ve özellikle siyasî bakımdan Rusya ve diğer kıyı ülkelerinin geleceği henüz tam belirli değilken böyle bir iş birliğinin tam olarak gerçekleşmesi beklenemez. Ancak resmî kuruluşlar dışında Karadeniz’de az miktarda da olsa özel ticarî ilişkiler doğmuş yetmiş yıldır kapalı olan sınırlar açılmış, özellikle Doğu Karadeniz açık şekilde iktisadî bir canlılığa kavuşmuştur.
BİBLİYOGRAFYA BA, HH, nr. 1478, 4963, 5118-E, 5619, 5715, 7360, 14453, 14506, 14596, 14978-B, 15158, 51906-B; BA, Cevdet-Hariciye, nr. 623; BA, Nâme Defterleri, nr. VI, s. 8-11; P. H. Mischef, La Mer noire et les détroits de Constantinople, Paris 1899; Cemal Tukin, Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İstanbul 1947, tür.yer.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1-2, s. 199; V. Gitermann, Geschichte Russlands, Frankfurt 1965, II, 268, 270; A. W. Fisher, The Russian Annexion of the Crimea (1772-1783), Cambridge 1970, tür.yer.; Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara 1990, tür.yer.; Faruk Bilici, “Tentatives d’implantation française en Mer noire au XVIIIe siècle”, Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1990, s. 681-693; a.mlf., “Navigation et commerce en Mer noire pendant la guerre ottomanorusse de 1787-1792: les navires ottomans saisis par les russes”, Anatolie Moderna / Yeni Anadolu, sy. 3, Paris 1992, s. 261-277; a.mlf., “La réalisation concrete avant la lettre: la coopération en Mer noire orientale”, CEMOTI, XV (1995), s. 169-183; “La zone do coopération économique des pays rivrains de la Mer noire”, a.e., XV (1995); G. Veinstein, “Les tatares de Crimée et la seconde élection de Stanislas Leszcynski”, Cahiers du monde russe et soviétique, XI, Paris 1970, s. 24-92; Kemal Beydilli, “Karadeniz’in Kapalılığı Karşısında Avrupa Küçük Devletleri ve ‘Mirî Ticâret’ Teşebbüsü”, TTK Belleten, LV/214 (1991), s. 687-755; İdris Bostan, “Rusya’nın Karadeniz’de Ticarete Başlaması ve Osmanlı İmparatorluğu (1700-1787)”, a.e., LIX/225 (1995), s. 353-394.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 388-390 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.