https://islamansiklopedisi.org.tr/kasgarli-mahmud
Hayatı ve şahsiyeti hakkındaki bilgiler yakın zamanlara kadar sadece eserindeki birkaç kayıttan ibaret kalan, hal tercümesi hususunda kendisi de çok ketum davranan Kâşgarlı’nın bazı ifadelerindeki ipuçlarından hareketle ve tarihî kaynakların da yardımıyla sınırlı bir biyografisi elde edilmektedir. Ortada mevcut işe yarar kayıtlar dışında kendisine dair söylenenler ise çok defa tutarsız, birbiriyle çelişir birtakım tahminî görüş ve yorumlarla, yakın zamanlarda bunlara ilâve edilmiş ve çoğunda onu kendi çevrelerine mal etme gayreti sezilen mahallî rivayetlerden ibarettir.
Doğum tarihini tesbite yarayacak bir kayda rastlanmayan âlimin künyesi onu Kâşgarlı gösteriyorsa da esasında doğum yerinin Barsgan olduğu anlaşılmaktadır. Bu yerin emîri bulunan babasını da buralı bildiren ifadesi yanında (Dîvânü lugāti’t-Türk, vr. 313a) eserinde kendisinin Barsgan’a olan sıkı bağlılığını hissettiren birtakım başka kayıtlar da göze çarpar. Kitabının Abbâsî halifesine sunuş kısmında kendisini Türk kavminin soyca en köklü kişisi, Türk ilinin coğrafyasında geniş bir alana yayılmış Türk toplulukları arasında yıllarca dolaşıp bunların her birinin ağızlarını yakından inceleyip öğrenmiş, Türk dili üzerinde en üst seviyede bilgi sahibi olmuş bir kimse diye takdim eder. Devri için mühim bir meziyet sayıldığından mükemmel surette silâh kullanmayı da bildiğini ilâve ederek yüksek sınıftan bir kimseye yaraşır savaşçılık terbiyesini almış olduğunu belirtmek ister (a.g.e., vr. 2b). Öte yandan bir münasebet düşürerek ailesinin ülkede “emîrler” diye tanındığını söylemekte ve Sâmânoğulları hâkimiyetindeki yerlerin fâtihi sıfatıyla andığı ceddinin ismini de vermektedir (a.g.e., vr. 35a). Eserinin elde mevcut tek nüshasında okunuşu çözülemez bir şekle girdiğinden Beherkin, Bahir Tekin, Hamir Tekin gibi birtakım yakıştırmalara yol açan, kimi ifade ettiği anlaşılamayan bu ad Nasr Tigin olarak düzeltildiğinde kastedilen kimsenin Mâverâünnehir ve Buhara fâtihi Nasr İlig Han (Arslan İlig Nasr b. Ali) olduğu ortaya çıkmaktadır (Juze, II, 27 vd.; Belyaev, s. 31; krş. Compendium of the Turkic Dialects, I, 139).
Kâşgarlı Mahmud’un Karahanlı hükümdar soyundan geldiği gerçeği, ceddini Nasr Tigin yerine sülâlenin doğu kolunda aynı sıfat ve şöhrette bir başka şahsiyete bağlayan ve meseleye bu açıdan bakan farklı bir açıklamada da kendini bir kere daha gösterir. Daha ayrıntılı olan ve bunu yaşanmış bir vak‘aya bağlayan bu açıklamaya göre (Pritsak, TM, X [1953], s. 243-246) Kâşgarlı’nın ceddi, 992’de Sâmânoğulları’nın merkezi Buhara’yı fetheden Hârun Buğra Han (Ebü’l-Hasan Hârun Kılıç Buğra Han b. Süleyman) olup Kâşgarlı Mahmud’un babası Hüseyin b. Muhammed de onun üçüncü göbekten torunudur. Geriye dönüşle şecereden Hüseyin b. Muhammed’in babası, Tarâz ve İsbîcâb (İsfîcâb) hâkimi Muhammed Buğra Han b. Yûsuf ve onun da babası Hotan fâtihi ve hâkimi Yûsuf Kadır Han b. Hasan Hârun ortaya çıkmaktadır. Soy kütüğünün böylece Buhara fâtihi Hârun Buğra Han’a dayanmasının yanı sıra, İbnü’l-Esîr’in bu aileyle ilgili olarak naklettiği trajik bir vak‘a da Kâşgarlı’nın babasıyla birlikte kendisinin kimliğinin çok daha aydınlanmasını mümkün kılmaktadır. Buna göre, Kâşgarlı’nın künyesinde babası olarak görünen Hüseyin b. Muhammed ile bahis konusu vak‘a içinde yer alan Hüseyin Çağrı Tigin b. Muhammed aynı şahıstır. Kâşgarlı’nın hânedan mensubu olduğunu şeceredeki yeriyle birlikte açığa çıkarması kadar hayatının aldığı yeni istikametin anlaşılmasına yardımcı olan vak‘a şöyledir:
Karahanlı Hükümdarı Yûsuf Kadır Han’ın oğlu, Tarâz ve İsbîcâb Emîri Muhammed Buğra Han b. Yûsuf, iktidarı büyük oğlu Hüseyin Çağrı Tigin b. Yûsuf’a bırakmak arzusuyla onu veliaht ilân etmişti. Ancak Muhammed Buğra Han’ın diğer karısı ondan olma oğlu İbrâhim’in veliahtlığa geçmesi emelini beslediğinden kabullenemediği bu durumun öcünü almak için tertiplediği geniş çaplı bir suikastı sarayda devir merasimi yapıldığı sırada gerçekleştirerek ailenin birçok ferdini ortadan kaldırmış, İbrâhim’in tahta çıkmasını sağlamıştı. Kâşgarlı Mahmud bu kırımdan hayatını kurtarabilmişse de babası Hüseyin Çağrı Tigin ve büyük babası Buğra Han b. Yûsuf suikasta kurban gidenler arasındaydı. Omeljan Pritsak’ın “İbnü’l-Esîr, IX, 211” diye devamlı surette yanlış referans verdiği ve zamanını da 448-449 (1057-58) olarak gösterdiği hadisenin tarihini atıfta bulunduğu İbnü’l-Esîr gerçekte kesin bir ifade ile 439 (1047-48) olarak kaydeder (el-Kâmil, IX, 299; ayrıca bk. Müneccimbaşı, Karahanlılar [trc. Necati Lugal], s. 7).
Pritsak’ın, Kâşgarlı’nın ceddini Sâmânoğulları ülkesi fâtihi olarak Nasr Tigin yerine Hârun Buğra Han’a bağlamaktaki gerekçelerinin tenkidiyle Kâşgarlı Mahmud’un ceddini Nasr Tigin göstermesindeki tercihin burada ayrıca açıklanmasına girişilmeyecektir. Ceddi hususunda görüşler farklı olsa da onun Karahanlı ailesinin mensubu veya hânedana yakın yüksek aristokrasi ailesinden olabileceğine dair Barthold ve Zeki Velidi Togan’ın evvelce belirtmiş oldukları kanaat böylece inanılır bir neticeye ulaşmış bulunmaktadır. Eserinde bir ikisinin adını zikrettiği hanzâde ve tigin gibi kimseler Kâşgarlı Mahmud’un mensubu olduğu yüksek zümrenin tabii erkânındandır. Kendisine babası Muhammed Tonka Han’dan naklen Uygur ülkesinin geçmişine dair bir rivayeti anlatan, künyesinde Karahanlı hükümdar ailesinin unvan ve lakaplarının hissedildiği Nizâmeddin İsrâfil Togan Tigin b. Muhammed Çakır Tonka Han ile (Dîvânü lugāti’t-Türk, vr. 34b) vaktiyle beraberinde bulunduğu Emîr Komuk da (a.g.e., vr. 97a) bu çevreden birer simadır.
Bu vak‘adan sonra Kâşgarlı Mahmud’un hayatı 1072 yılına kadar yeniden bilinmezlik içine girer. Bu bilgi yokluğunun yerini güvenilir bir vesika ve delili olmaksızın ortaya atılmış tahminler, birbiriyle çelişir yorumlar alır. Bunlardan en yaygınının kaynağı olan Pritsak’a göre Kâşgarlı Mahmud ailenin uğradığı suikast felâketi üzerine vatanından kaçmak mecburiyetinde kalmış, bundan böyle devamlı bir kaçkınlık hayatı sürdürerek komşu Türk ülkelerinde on yıl kadar dolaştıktan sonra Bağdat’a gelmiş ve siyasî mülteci olarak orada kalmıştır (TM, X [1953], s. 245-246). Geniş kabul görmüş bu nazariyeye bir iki karşı çıkışa rastlanırsa da bunlar Kâşgarlı gibi “bir Türkçü Türk evlâdının vatan küskünü olamayacağı”, “böyle bir ithamın onun kişiliğine leke sürmek demek olacağı” yolunda hissî açıdan bir tepkiyi ifade eder (meselâ bk. Caferoğlu, Kâşgarlı Mahmut, s. 16-17; Ali Osman Coşkun, “Kâşgarlı Mahmud ve Mültecîlik Meselesi”, TK, XX/226 [Şubat 1982], s. 237-240). Tasavvur edilen mülteciliğin süresi için iddia sahibi bir sınır belirlemediğinden bu sıfat sonuna kadar Kâşgarlı’nın üstünde kalmış görünür. Suikastta ailenin başlıca fertlerinin ortadan kalkmasıyla zehirlenerek ölen babası Hüseyin b. Muhammed’in yerine geçen kardeşi İbrâhim b. Muhammed’in saltanatının ancak bir yıl kadar devam ettiği, ona itaate yanaşmayan Barsgan Emîri İnal Tigin’e karşı annesinin teşvikiyle açtığı savaşta yenilerek öldürüldüğü (İbnü’l-Esîr, IX, 299; Müneccimbaşı, Karahanlılar [trc. Necati Lugal], s. 7) göz önünde bulundurulursa, kendisini ülkesi dışında yaşamaya zorlayan şartlar o vakit veya daha sonra ortadan kalkmış olabileceği halde onun sonuna kadar mülteci hayatı sürdürdüğü iddiası doğru olamaz. Bununla beraber Karahanlılar ailesinde bu vak‘adan önce de sonra da iktidar mücadelesi olagelmiştir. Yaşadığı olaylar Kâşgarlı Mahmud’u siyasî hayat yerine ilim yoluna sevketmiş olmalıdır. Bu vak‘anın, öteden beri Türk topluluklarının dilini ve hayatını öğrenmeye meraklı Mahmud’u iktidar ve saltanat gibi arzulardan tamamıyla yüz çevirerek kendini ilme ve araştırmaya yöneltmiş olduğu hususu gerçeğe en yakın bir tahmin olabilir.
Daha farklı bir rivayete göre Kâşgarlı Mahmud, yaşanılan facianın ardından Pamir’in zorlu Muk Geçidi’ni aşarak ülkesi dışına çıktıktan sonra ömrünün uzun bir kısmını Orta Asya’nın çeşitli köşelerinde Türk kabile ve boyları arasında geçirmiş, oradan gittiği İran ve Irak taraflarında Arapça, Farsça ve Rumca gibi dilleri öğrenmiş, müderrislikte karar kılmıştır (Sertkaya, s. 131-132). Daha ayrıntılı başka bir rivayete göre ise 1057’de kırk dokuz yaşında Kâşgar’dan ayrılmaya mecbur olan Mahmud, oradan Batı Karahanlılar ülkesine ve Mâverâünnehir’e geçip Türk boylarının yaşadığı bölgeleri bir bir gezmek suretiyle 1057-1072 yılları arasında Dîvânü lugāti’t-Türk için malzeme topladıktan sonra 1072’de Bağdat’a gelmiş ve Kâşgar’da yazmaya başladığı eseri üzerinde bir müddet daha çalışarak burada tamamlamıştır (Sultan Mahmut Kaşgarlı, s. 11). Son iki rivayet esasını, 1972’den bu yana Kâşgarlı Mahmud literatürüne girmeye başlayan yeni araştırma ve yayınlardan alır.
1972’de, Dîvânü lugāti’t-Türk’ün telifine başlanmasının 900. yıldönümünü karşılamaya yönelik çalışmalar, 1981’de yeni Uygurca’ya tercümesine girişilmesinin uyandırdığı ilgi ve şevkle Kâşgarlı ve eseri üzerinde hız kazanan araştırmalar ve 1982-1983’te bölge ilim adamlarının Kâşgar yöre halkı ve özellikle eski nesillerden yaşlı kimseler arasında sürdürdükleri geniş çaplı anketin getirdiği yeni bilgiler literatüre çok yeni unsurlar katar. Doğum yılı, annesinin kim olduğu, nerelerde okuyup eğitim gördüğü, hocaları, üstatları, Dîvânü lugāti’t-Türk’ü tamamladıktan sonraki hayatı, ülkesine Bağdat’tan ne vakit döndüğü, kaç yıl yaşadığı, nerede ve hangi tarihte öldüğü gibi, hal tercümesinin o zamana kadar bilinmeyen noktalarına cevap vermeye yönelik bu mahallî araştırmalarla biyografisinin mevcuttan farklı bir versiyonu ortaya çıkar. Karahanlılar soyundan geldiğine, 1057-1058’de ailesinin kırıma uğradığına dair daha önce Pritsak’ın literatüre mal ettikleriyle vesika mahiyetinde mahallî yazılı kayıtların yanı sıra bölgeden derlenmiş sözlü rivayetlerin bir karması olan bu değişik çerçeve başlıca noktalarıyla Kâşgarlı’nın hal tercümesini yeni baştan şöyle kurar:
Doğum tarihini önceleri 1029-1038 yılları arasında hesaplayan tahmin (Pritsak, TM, X [1953], s. 246) bu defa yerini bunu 1008 olarak gösteren bilgiye bırakır. Doğum yerini Barsgan olarak kabul eden bilgi Kırgız çevresinden gelen rivayetle daha da kuvvet kazanırken Özerk Uygur bölgesi kaynaklı rivayet ise bunu Kâşgar’ın 45 (veya 48) km. güneybatısındaki Opal köyü diye gösterir. Rivayetlerin belirttiğine göre Kâşgarlı Mahmud’un annesi, Karahanlılar diyarının önde gelen ulemâsından Hoca Seyfeddin Büzürgvâr’ın kızı Bûbî Râbia’dır. Bu geniş kültürlü anne onun eğitimi üzerinde çok etkili olmuştur. Mektebe önce Opal’de başlayıp gençlik yıllarında Kâşgar’da yüksek sınıftan aile çocuklarının devam ettiği Medrese-i Hamîdiyye ve Medrese-i Sâciyye’de okumuştur. Kendisinden naklettiği Türkler hakkında bir hadis dolayısıyla Kâşgarlı’nın ismini andığı Şeyh İmâm ez-Zâhid Hüseyin b. Halef el-Kâşgarî (Dîvânü lugāti’t-Türk, vr. 89a) Medrese-i Sâciyye’de hocasıdır (hakkında bk. Sem‘ânî, Kitâbü’l-Ensâb [nşr. D. S. Margoliouth], Leyden-London 1912, vr. 472a; krş. Hartmann, MTM, nr. 4 [1331], s. 168-169). Medrese yıllarında zamanının klasik ilimleri yanında Arapça ve Farsça öğrenmiştir. 1057’de babası ve aile fertlerinin saraydaki suikasta kurban gitmelerinin ardından başka ülkelerde geçen uzun gezgincilik yılları sonunda geldiği Bağdat’ta eserini tamamlayarak Halife Muktedî-Biemrillâh’a sunmuştur. 1080’de kendi ülkesine dönüp Opal’de kurduğu Medrese-i Mahmûdiyye’de müderrislik yaptıktan sonra 1090 yılında doksan yedi yaşında iken burada vefat etmiştir. Başka bir rivayete göre ise eserini halifeye sunduktan birkaç yıl sonra seksen dokuz yaşında iken Kâşgar’a dönmüş, medresesinde sekiz yıl müderrislik yapmış ve doksan yedi yaşında vefat ederek medresesinin yanında yapılmış olan türbeye gömülmüştür. Rivayetler onun doksan yedi yaşında öldüğü hususunda birleştiği halde 1090’ın yanı sıra bazısı bu tarihi 1105 (Ulug E‘lim Mehmut Kaşkari ve Unun Heyatı, s. 10), bazısı da 1126 diye gösterir (Mut‘i – Osmanov, ST, nr. 4 [1987], s. 88).
Kâşgarlı Mahmud’un vaktiyle türbesinde bulunup da sonraları birçok el değiştirmiş, telif tarihi 1791 olarak gösterilen Tezkire-i Hazret-i Molla adlı bir yazmadan evvelce alınan bir nota göre de Kâşgarlı, ülkesine dönüşte sekiz yıl müderrislik yaptıktan sonra doksan yedi yaşında ve 477 (1084-85) yılında vefat etmiştir. Bu kaydın yanı sıra Opal’deki türbeye vakfedilmiş bir Mes̱nevî nüshasının sayfaları arasında yer alan, Kâşgar Şer‘iyye Mahkemesi kadısının mührüyle mühürlü 10 Receb 1252 (21 Ekim 1836) tarihli vakıf senedinden, yöre halkınca öteden beri Hazret-i Mollam Şemseddin adı altında ve bir evliya gibi tanınmakta olan zatın esasında Kâşgarlı Mahmud olduğu anlaşılmış, bir ziyaretgâh sayılan türbede yatanın da o olduğu meydana çıkmıştır. Şemseddin adının ona, babası Hüseyin b. Muhammed’in idarî makam sahibi olarak Karahanlı yönetiminde almış olduğu bir unvandan geldiği sanılmaktadır (mahallî araştırmaların getirdiği bütün bu veriler hakkında toplu bilgi için iki Uygur ilim adamının 1982 ve 1983 tarihli ilmî raporlarında yer alan araştırma neticelerini bildiren Yeni Uygurca makalelerinin Tarım, nr. 3 [Urumçi 1984], s. 13-15, 20-21] Rusça tercümesi: Mut‘i – Osmanov, bibl.; Kahar Barat, “Discovery of History: The Burial Site of Kashgarlı Mahmud”, AACAR Bulletin, II/3, Connecticut 1989, s. 19-22; aynı yazı ayrıca, Central Asia Reader: The Rediscovery of History, New York-London 1994, s. 77-81’de de yer alır).
Kâşgarlı Mahmud’un mezarının keşfi mahallî basından başlayarak haber ajansları vasıtasıyla dünyaya duyurulduğunda ilim âlemince heyecanla karşılanmış ve Türkiye basınında da gecikmeden akis bulmuştur (meselâ bk. Metin Soysal, “Çin’den Gelen Haber”, Hürriyet, 4 Nisan 1983; Kemal Bağcı, “Divanü Lügatit-Türk Çin’de İlk Kez Uygurca Yayınlandı”, Milliyet-Aktüalite, 17 Nisan 1983, s. 3; Engin Bilginer, “Yasak Kentlere Girdik”, Hürriyet, 12 Kasım 1984; Opal’in Azak köyü tepesinde olup mükemmel surette restore edilerek gösterişli bir külliye haline getirilen türbe hakkında geniş bilgi için bk. Sultan Mahmut Kaşgarlı, “Kaşgarlı Mahmud’un Mezarı”, Doğu Türkistan’ın Sesi, II/7-8 [Aralık 1985], s. 51-53; Hasan İbrahim, “Kâşgarlı Mahmud’un Mezarı ve Mimarî Yapısı”, TK, X/268 [Ağustos 1985], s. 544-547; Ulla Ehrensvärd, “A Pilgrimage to the Moseleum of Mahmud al-Kashgari”, Svenska Forskningsinstitutet i Istanbul Meddelanden, nr. 17 [1992], s. 64-72; Said Maden, Kaşgar ve Ötesi, İstanbul 1994, s. 70-76). Kâşgarlı Mahmud literatürüne bu son yılların belirtilen rivayetler yoluyla getirdiği veriler, mahallî yayın ve akademik yazılardan başlayıp bölgeyle ilgili turistik rehberlere kadar klasikleşmiş bilgiler gibi yer almaktadır (meselâ bk. Chen Dajun, Xinjiang Today, Beijing 1988, s. 75-76).
Eserinin ortaya çıkışından bu yana yapılan bunca araştırmaya ve sürdürülen o kadar çalışmaya, Dîvân’ının tetkikinde ise hayli yol alınmasına rağmen Kâşgarlı Mahmud’un sıhhatli ve güvenilir bir hal tercümesi için günümüzde söylenebilecek söz onun Barsgan’da doğduğu, 1057’de Bağdat’a gittiği ve 1077 yılında orada eserini meydana getirdiği dışında hiçbir şey bilinmediğinden (James Kelly, “Kashgari, Mahmud al-”, Encyclopedia of Asian History, New York 1988, II, 277) ibaret kalmaktadır.
Bugün Türk dünyasının Doğu Türkistan, Kırgız, Türkmen ve Kazak kollarının aralarında paylaşamadıkları, her birince kendilerine mal edilmek istenen Kâşgarlı Mahmud’un Orta Asya Türklüğü’nün hangi soyundan olduğu çok farklı görüşlerin karşılaştığı tartışmalı bir konudur. Radloff’tan bu yana Uygur Türkü sayılmışken günümüzde ona sahip çıkan Özbek, Kazak, Kırgız ve Türkmen görüşleri de ön plana geçmiştir. Onun konuştuğu ve eserine de akseden ana dilinin doğup büyüdüğü Barsgan ve Isık Göl yöresinde yerleşik Tuḫsı (Türkeş) ve Yağma Türkleri’nin Türkçe’si olduğu, soy mensubiyetinin de buraya ait bulunduğu en inandırıcı görüş durumundadır (Musabaev, XXVII/253 [1972], s. 110). Orta Asya Türklüğü’nün kesimlerinden her biri, hatta Tatarlar, eserinde kendilerinden bir taraf görüp bulduklarından Kâşgarlı Mahmud’u doğrudan doğruya kendilerine mal ederken edebiyat tarihlerinde de ona kendilerinden biri olarak yer verir (meselâ bk. Uzbek Adabiyäti Tarihi, Toşkent 1977, I, 88-92; P. Koroglı, Uzbekskaya Litaratura, Moskva 1977, s. 75-86; Patıp Osman, Borıngı Törki Hem Tatar Edebiyatının Çıganakları, Kazan 1981, s. 16-26; Turgun Almas, Kadımkı Uygur Edebiyatı, Kaşgar 1988, s. 334 vd.).
Kâşgarlı Mahmud’un hal tercümesinin çok yetersiz kalışına mukabil seçkin şahsiyet ve müstesna hüviyetini büyük eseri Dîvânü lugāti’t-Türk ile anlamak mümkün olmaktadır. Hayatına istikamet ve mâna vermiş olan, meydana getirebilmek için uğrunda, “Yıllarca birçok güçlüklere göğüs gerdim” dediği (Dîvânü lugāti’t-Türk, vr. 2b) bu büyük çalışmanın arka planındaki itici gücü, kendisini yalnız çağının değil sonraki zamanların dilci ve âlimlerinden daha farklı kılmış yüksek idealini tek başına bu eseri yansıtır. Ancak eseri konusunda da hal tercümesinde olduğu gibi bilgi boşlukları, birbiriyle bağdaşmaz görüşler, farklı kabuller bulunmaktadır. İç yapısı bir tarafa bırakılırsa nerede yazıldığı, telif zamanı, ortada mevcut birbirinden farklı tarihlerden hangisinin doğru olduğu, böyle bir eseri meydana getirmek düşüncesinin kronolojik yerinin hayatının hangi safhasına ait bulunduğu, bu gayenin gerektirdiği büyük alan ve derleme çalışmasına ne zaman giriştiği, bu yoldaki faaliyetini ne vakte kadar sürdürdüğü, kitabını önsözünde ismini andığı halifeye mi, verdiği bazı tarihler tutmadığına göre ondan sonraki halifeye mi sunduğu, acaba bunun gerçekleşmemiş bir niyet olmaktan ileri gidemediği mi, yoksa eserinin temize çekilmiş son nüsha olmak yerine müsvedde halinde mi kaldığı gibi türlü mesele ve şüphelerle karşı karşıya kalınır. Bunların içinde en önemlisi ve en başta geleni, Kâşgarlı Mahmud’da böyle bir eser yazma düşüncesinin ne zaman ve hangi muhitte doğduğu, nasıl bir tesirle onu telif etmek ihtiyacını duyduğu hususudur. Bunu yalnız sözlüğü için değil ana dili için kaleme aldığı gramer kitabı ile birlikte düşünmelidir. Onu Türk dili üzerinde çalışmaya sevkeden sebep ve ihtiyacı görebilmek şahsiyetini çok daha aydınlığa çıkaracaktır.
Anlaşıldığı üzere, geniş çaplı lugatının çalışmalarını sürdürürken önce Türk dilinin prensip ve kurallarını gösterecek müstakil bir eser ortaya koymayı uygun bulmuştur. Sözlüğünde sırası geldikçe gramerci bir zihniyetle dil bilgisi konu ve kurallarına da temas etmeyi ihmal etmeyen Kâşgarlı, sadece işaret etmekle yetinmeyip açıklanmaları hususunda bunlar için kendisine göndermeler yaptığı Kitâbü Cevâhiri’n-nahv fî lugāti’t-Türk adını taşıyan bu eserinin varlığını haber verir (a.g.e., vr. 9b). Dîvân’da ele aldığı dil kuralları üzerindeki açıklamaları, başlı başına küçük bir gramer kılavuzu teşkil edebilecek muhtevalarıyla günümüze ulaşmayan bu eser hakkında az çok bir fikir verebilecek durumdadır. Bu yolda yapılmış çeşitli çalışmalarda bunlar müteaddit defa topluca bir araya getirilmiş bulunmaktadır.
Esas eserine gelince en başta öne çıkan mesele, onun Bağdat’a gitmesi ve orada Arap kültür dünyasıyla temasa gelmesi neticesinde yazıldığı hakkındaki çok yaygın kanaat ve bunun ne derece isabetli olduğudur. İçinde hiç ismi geçmedikten başka orada yazılmış olmasını gösterebilecek ufak bir kayıt, tek bir iz bulunmadığı halde sadece önsözünde Abbâsî halifesine bir sunuşun yer almasına bakılarak onun Bağdat’ta meydana getirilmiş olduğuna hükmedilmiş, yazılış sebebi ve gayesi de sırf Araplar’a Türkçe öğretmek düşüncesine bağlanmıştır. Bu takdirde, böyle bir lüzumu Bağdat’ta hissederek bu yolda bir eser yazmaya karar verdiğinde bunun için gerekli olup toplanması uzun yıllar isteyen, Türk ilinin geniş bir coğrafyaya yayılmış boyları ve toplulukları arasında yerinde yapılma tetkik ve müşahedelere dayanan çok zengin dil ve çok yönlü kültür malzemesine ne vakit ve nasıl ulaştığı kendiliğinden gündeme gelir. Eser Bağdat’ta doğmuş bir ilhamla ve yazılışı da orada olmuş kabul edilirse bütün bu malzeme, araştırıp tesbit ettiği ağız ve şive farklarıyla ilgili yığınla teferruat, bir o kadar fonetik müşahede, yüzlerce manzum metin ve atasözleri hep zihinden kâğıda dökülmüş demektir. Böyle değil de yıllar boyunca Türk illerinde gezerken topladığı malzemeye ait not ve kayıtları beraberinde getirmiş idiyse tek başına bu dahi Türkçe’nin bir lugatını hazırlama düşünce ve kararının onda Bağdat’a gelişinden önce doğmuş bulunduğunu ortaya çıkarır. Ağızlarını, söz dağarcıklarını ve yaşayışlarını araştırdığı Türk boyları arasındaki çalışmalarla eriştiği malzemeyi Bağdat’ta elde edebilmesi hiç düşünülemeyeceği ve mümkün olamayacağı için onu bu araştırmalara, böyle büyük ve ileri çapta bir sözlük yazmaya sevkeden ilham merkezini başka bir tarafta aramak gereği kolayca belli olur.
Kâşgarlı Mahmud’un 1057’de ülkesinden ayrıldıktan sonra Bağdat’a gidinceye kadar on-on beş yıl sürdüğü hesaplanan devre içinde Türk boylarını bir bir dolaşarak gerekli malzemeyi toplamış olduğuna dair benimsenmiş görüş de bunu teyit eder. Hem böyle kabul edip öte yandan da eserini hazırlama ilhamının Bağdat’tan geldiğini ileri sürmek bünyesinde bir çelişkiyi taşır. Başı boş bir hevesle gayesiz olarak böyle bir işe kalkışılamayacağına göre şuurlu bir şekilde malzeme toplama ve hazırlık faaliyetine girişmiş olmak için önceden bu istikamette verilmiş bir karar, ortaya konulmuş bir iradenin olması lâzım gelir. Sadece bu açıdan düşünülecek olursa bu arzu ve kararın Kâşgarlı’da Bağdat’a gelmeden önce teşekkül etmiş olduğu bir kere daha ortaya çıkar. Bağdat öncesi böyle bir derleme ve ön hazırlık devresini kabul etmek, kaçınılmaz olarak bu eseri yazma irade ve arzusunun Bağdat’ta Arap kültür çevresiyle daha temasa gelmeden önce onda mevcut olduğu neticesini de beraberinde getirir. Ayrıca onun orta yaşlarda başlamak yerine eseri için malzeme derleme faaliyetine girişmesini gençlik yıllarına götüren yabana atılamayacak bir görüş de vardır (bk. Kafesoğlu, bibl.).
Eserin hazırlık ve telif kronolojisini söylenenlerden çok başka gösteren bir iddiaya göre ise Kâşgarlı Mahmud yurdunda gördüğü tahsili ilerletmek için Bağdat’a gitmiş, bir sözlük tertip etmek fikrine orada sahip olmuş, bundan sonra da Bağdat’tan ayrılarak eserin malzemesini derlemek için Türk ülkelerine seyahat etmiş ve yeterli malzemeyi topladıktan sonra onu Kâşgar’da yazıp halifeye sunmak üzere tekrar Bağdat’a dönmüştür (Juze, II, 30-31). Bu görüş bir tarafa bırakılırsa Kâşgarlı’ya eserini ilham eden merkezi Karahanlı ve Mâverâünnehir ülkelerinde aramak daha isabetli olacaktır. Orta Asya bozkırlarında, Mâverâünnehir’in türlü yerleşim bölgelerinde Türk boyları arasında yıllarca malzeme derleme peşinde koşmuş olan Kâşgarlı Mahmud’un şuurlu, planlı ve ileriye dönük hazırlık faaliyeti böyle bir eser meydana getirme mâzisinin onda gerilere, Bağdat öncesine gidebileceğini gösterdiğine göre ona bunu ilham eden asıl çevre ve şartların ne olduğu yeniden düşünülmelidir. Eser üzerinde Türkmence bakımından çalışmış olan Türkmen araştırmacısı S. Ahallı, orada adları geçen bazı coğrafî mevkilere ait yön tariflerinin Kâşgar’a göre değil Bağdat’a göre olduklarını belirtirse de bu diğer bütün yer adları için geçerli değildir.
Önsözünde belirgin şekilde görüleceği üzere Türk dilinin Arapça karşısındaki değer ve durumunu tayin etme, bir bakıma Arapça karşısında Türkçe’nin savunmasını yapma fikrini de güden eserinde, Karahanlı ve Mâverâünnehir kültür merkezlerindeki medreselerde Arapça’nın yüksek tedris dili oluşu, devrin ulemâsının eserlerini bu dille meydana getirmesi yönünden doğmuş bir tepkinin mevcudiyeti hiç hatıra gelmemiştir. Arapça’nın bu üstün durumunun Kâşgarlı’da ana dili Türkçe’nin yüceltilmesi duygularını davet etmiş olması her zaman düşünülebilecek bir ihtimaldir. Ana dilinin yüceliği, onun Arapça ile at başı yarışacak güçte olduğu inancında kendini hissettiren üstü kapalı reaksiyonun kaynağını bu kültür merkez ve muhitlerinde müşahede ettiği Arapça’nın hâkimiyetinde aramak, Kâşgarlı’yı ve Dîvânü lugāti’t-Türk’e vücut veren ilhamı belki daha iyi teşhis etmeyi sağlayacaktır. Amatörce bir merak ve basit bir pratik maksadın dar çerçevesine sığmayacak çapta olan bu eser, XI. yüzyılda İslâm dünyasının idrak etmekte olduğu bir Türk çağının getirdiği inanç ve ihtiyacın mahsulü olma hüviyetini taşır. Büyük Selçuklu çağı Türklüğünün idaresi ve önderliğinde bütün bir müslüman âlemin Türk asrını yaşamakta olduğu psikolojik hissî zemin içinde hazırlanması bir ihtiyaç haline gelmiş bir eser olarak ortaya çıkan Dîvânü lugāti’t-Türk’ün her yönden dikkat çekici ve bu büyük dilcinin düşünce sisteminin bir aynası olan önsözü, sahasında asırlarca başka hiçbir telifin yerini alamadığı bu âbidevî çalışmayı doğuran ülküyü devrinin psikolojisi içinden yansıtır.
Hz. Muhammed’in hadislerine dayanarak Türklüğü yüceltme gayreti içinde olan Kâşgarlı Mahmud, Türkler’in “nizâm-ı âlem”i sağlamaktaki tarihî misyonunu belirterek “fezâil-i Etrâk” literatürüne yeni bir boyut katarken İslâm dünyasına Türklük adına bazı mesajlarla birlikte Türk dilini öğrenme yolunda bir çağrıyı iletir. Türk dilinin dillerin en zengin ve en mazbutu bilinen Arapça ile at başı yürür bir seviye ve kabiliyette bulunduğu şeklinde o zamana kadar hiçbir dilci ve lugat müellifinin telaffuz edemediği bir davayı dile getirir.
Kâşgarlı Mahmud’u kendi çağı ve onun ötesinden bu yana günümüz için de önemli bir şahsiyet kılan en mühim taraf, kendisine kadar hiç ele alınmamış ana dilinin söz servetini ve onu yöneten kurallarını meydana çıkarıp tesbit etmek ihtiyacını çok öncelerden hissederek bu uğurda içine girdiği büyük çalışmanın yanı sıra Türkçe’nin üstünlüğüne ve İslâm âlemi için üniversalliğine inancını cesaretle ortaya koymasıdır. Önünde daha önceleri yapılmış bir deneme, hazır bir örnek olmaksızın ana dilinin geniş bir coğrafî yayılım içindeki kol ve şubelerinden derlediği ve mukayeseli bir şekilde işlediği malzemeyle yarattığı eseri, Kâşgarlı Mahmud’a Türk dilinin bilinebilen ilk sözlüğünün müellifi ve en eski Türk dili araştırmacısı pâyesini verir. Gerçekten Kâşgarlı Mahmud hazırlığı çok kuvvetli, metot sahibi, ileri bir fonetik dikkat ve hassasiyetle ağız farklarını tesbit eden, derlediği malzemeyi değerlendirmesini iyi bilen, devri için çok erken olan mukayeseli dilciliğin öncüsü olmak gibi meziyetlerle mücehhez bir dil bilginidir. Onun, “dil sahasında devri için orijinal modern bir filolog zihniyeti ile çalışan ve nisbeten yeni olan mukayeseli dil tetkiki tarihinde mühim bir yer almaya hak kazanmış olan bir Türk âlimi olduğu” ifadesi (Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig, I, Metin, İstanbul 1947, Önsöz, s. XX) bu hakikati salâhiyetle yansıtır.
Kâşgarlı Mahmud, herhangi bir lugat kitabı gibi içindeki kelimelerin sadece karşılıklarını vererek, arada bazı gramer kurallarına da işaret etmekle yetinmek suretiyle yabancıların Türk dilini öğrenmeleri yolunda pratik bir dil kitabı meydana koymak yerine her vesilede Türk kültürü, Türk etnolojisi, Türk etnografyası, Türk folkloru, Türk mitolojisi, Türk ili coğrafyası, Türk töre ve gelenekleri, Türk şiiri, atasözlerindeki Türk felsefesi ve dünya görüşü, tıbbî usullerden farmakolojiye, spordan yemek adlarına kadar Türklüğe ait günlük hayatın akla gelebilecek nesi varsa münasebet düşürerek muhatabını bilgilendirmeyi gaye edinmek suretiyle eserine bir nevi “Türkiyyât” ansiklopedisi olma hüviyet ve değerini de kazandırmıştır.
Kâşgarlı Mahmud’un en fazla üzerinde durulmuş dilci ve lugatçı yönü ile Türkologca çalışması dışında gereğince değerlendirilmemiş bir vasfı edebiyatçı hüviyeti ve şiire olan ilgisidir. Lugatına aldığı sözlerin daha iyi anlaşılabilmesi ve bunların kullanışları için, hatta hatırda kolay kalabilmelerini sağlamak maksadıyla bol bol verdiği manzum metinler onun iyi ve dikkatli bir şiir derleyicisi olduğunu da göstermektedir. Derledikleri içinde anonim halk edebiyatına ait olanlar öncelikli yer tutmakla beraber arada aruzla yazılmış şiirlerin de bulunması bunların halk edebiyatından sayılmasını mümkün kılmamaktadır. Aruzu ve onu kullanmasını bilen münevver kişilerin kaleminden çıkmış olduğunda şüphe bulunmayan bu şiirler ve hikmetli sözlerle eserine koyduğu diğer manzum parçalar, Kâşgarlı’nın edebî eserlerle temas ve ilgisi hakkında bir fikir verebilecek mahiyettedir. Bunlar arasında, Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Melikşah’ın zevcesi Karahanlılar hânedanından Celâliye Terken Hatun’la (İbnü’l-Esîr, IX, 301) ilgili bir methiye, Dîvân’daki aruzlu şiirlerin hiç değilse bir kısmının Kâşgarlı’nın kaleminden çıkmış olması ihtimalini düşündürür (bu parçanın nazım tekniği ve bazı hususiyetleri hakkında bk. Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, DİA, IX, 391-392). Üç beyti eserin ayrı ayrı yerlerinden seçilmiş bu methiye mesnevi nazım şekliyle olduğu halde klasik Şark şiirinin kaside geleneğine zihniyet ve mahiyet itibariyle çok yakınlık gösterir. Burada muhatabı olan “memdûh”undan, içinde bulunduğu sıkıntılı durum dolayısıyla kendisine yardım ve lutuf dileyen bir “mâdih-şair” ortaya çıkıyor. Terken Hatun’a verilmiş manzum bir dilekçe olan bu metin başkasına ait bulunduğu takdirde Kâşgarlı bundan haberdar olabilir, onu kolayca eline geçirebilir miydi? Bunun Dîvân’da yer alışını tesadüfle açıklamak kolay değildir. Sarayın bir köşesinde kalmış, tesadüf eseri eline geçmiş bir kâğıttan nasılsa aktarılmış bir metin olmak yerine düştüğü sıkıntı esnasında yardım ricasını ileten bu kaside havalı şiirin sahipliğine Kâşgarlı Mahmud en yakın kimse olmak durumundadır. Zamanının idarî ve siyasî hayatı üzerinde söz sahibi ve ileride bir ara kayınvâlidesi olacağı halife katında da nüfuz sahibi olan Terken Hatun’a ilticâ ile müşkülüne yardımcı olma dileğinin Kâşgarlı’ya ait bulunması en tabii ihtimaldir. Terken Hatun’un Kâşgar’dan beraberinde Bağdat’a getirdiği Türkler arasında bulunduğu tahmin edilen Kâşgarlı Mahmud’un (Köprülü, Cumhuriyet, 1 Mayıs 1933; aynı yazı, Araştırmalar, s. 41; Togan, nr. 17 [25 Eylül 1932], s. 135) belki orada yaşadığı güç bir durum dolayısıyla bu “koşuk”u ile hâmisi Terken Hatun’a sığınmış olmaktadır. O zamanın şart ve bağlantıları içinde değerlendirildiğinde Terken Hatun’un Kâşgarlı Mahmud’un hâmisi olma ihtimali kuvvet kazanır. Bu methiye Dîvân’daki örneklerden herhangi biri olmaktan öteye, Kâşgarlı’nın naklettiği aruzlu parçaların da bir kısmının onun kalemine ait olabileceğinin ip uçlarını verecek mahiyettedir. Bu parçaların, Karahanlı Türk edebiyatının Kutadgu Bilig ve Atebetü’l-hakāyık gibi eserlerindeki aruz kalıplarından çok başka oluşu, ancak daha sonraki devirlerde yerleşip benimsenmiş olanlarına nisbetle Türkçe’nin henüz alışık olmadığı kalıplarda yazılmış bulunması, Kâşgarlı’nın aruzu kendisine mahsus şekilde kullanma alışkanlığını elde etmiş olduğunun da delili sayılabilir (Dîvân’daki aruz vezinli şiirlerin topluca tetkiki için bk. I. V. Stebleva, Razvitie tyurkskih poetiçeskih form v XI veke, Moskva 1971; G. Doerfer, Formen der älteren türkischen Lyrik, Szeged 1996, s. 123, 161, 206-211, 303-304, 309-310, 316-317, 329, 341-342). Öte yandan Arap edebiyatından tercüme veya nazîre oldukları yahut hiç değilse İslâmî edebiyattan gelme bir ilham ve tesir taşıdıkları ileri sürülen bazı şiirlerin ise (Togan, nr. 17 [25 Eylül 1932], s. 136-137) bizzat Kâşgarlı Mahmud’un kaleminden çıkmış olması da ihtimallerin en kuvvetlisidir.
Uzun ömürlü olduğu anlaşılan bu çalışkan insan herhalde bilinenler dışında başka eserler de hazırlamış olacaktır. Dîvân’da kullandığı halk edebiyatı metinlerinden onun bu sahada etraflı bir derleme yaptığı belli olmaktadır. Orada yer veremediklerini, elindeki bütün diğer derlenmiş metinlerle birlikte başlı başına bir şiir mecmuası teşkil edebilecek bu örnekleri Kitâbü’l-Eġānî’yi model alan bir eserde toplamış olması da düşünülebilecek bir ihtimaldir.
Hazırlamış olabileceği başka eserleri bilinmese de Türk dilinin yazıya, bir kitaba bağlanmamış prensip ve kurallarını araştırma ve tesbit yolunda ilk hamle olan Kitâbü Cevâhiri’n-nahv fî lugāti’t-Türk’ten mahrum kalınmış olsa da Kâşgarlı Mahmud tek eseri Dîvânü lugāti’t-Türk’ü ile Batı’da yüzyıllar sonra teşekkül edecek Türkoloji’nin Orta Asya’da ilk temelini atan âlim dilci olmuştur. Türkistan’da arkası getirilmemiş bir “erken-Türkoloji” çığırının başlatıcısı olan eseri, yazılışı üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra XX. yüzyılda I. Dünya Savaşı’nın velveleli ortamında ilim âleminin huzuruna çıktığından bu yana Türkoloji tetkikleri için büyük bir gelecek vaad eden bir hazine, tüketilemez eşsiz bir kaynak olarak karşılanmıştır. Türk filolojisinin çözüme bağlanamamış meselelerinin çözülmesine kazandırdığı fevkalâde yardım başta olmak üzere Türk kültür ve medeniyet tarihinin çeşitli konularını “génétique” bir tarzda tetkikine imkânlar getiren eseri Kâşgarlı Mahmud’a Türkoloji tarihinde müstesna bir yer açmıştır. Türkoloji’de ufuk genişletici bir rol üstlenen Dîvân’ı onu günümüzde daha da artan bir değer ve itibarın sahibi kılmaktadır (bk. DÎVÂNÜ LUGĀTİ’t-TÜRK).
BİBLİYOGRAFYA
Mahmud b. el-Hüseyin Muhammed el-Kâşgarî, Dîvânü lugāti’t-Türk, Millet Ktp., Ali Emîrî, Arapça Eserler, nr. 4189 (= tıpkıbasım: Ankara 1992).
Besim Atalay, Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I-III, Ankara 1939-1941.
Maxmyt Kaşkari, Turık Sözdigi (Kazakça trc. Askar Kurmasulı Egeybay), I-III, Almatı 1977-1978.
Compendium of the Turkic Dialects: Dīwān Luġāt at-Turk (İng. trc. Robert Dankoff – James Kelly), I-III, Harvard 1982-1985.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1979, IX, 299, 301.
Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, İstanbul 1285, II, 512.
a.mlf., Karahanlılar (trc. Necati Lugal, Müneccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Efendi’nin Câmiü’d-düvel Adlı Eserinden Karahanlılar ve Anadolu Selçükleri içinde), İstanbul 1940, s. 2-16.
Martin Hartmann, “«Dīvān lugāt at-Türk»e Aid Birkaç Mulâhaza”, MTM, nr. 4 (1331), s. 167-170.
Fuad Köprülü, “Yeni Neşriyat: Dîvânü lugāti’t-Türk”, a.e., nr. 5 (1331), s. 381-383.
a.mlf., Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1926, s. 184-186.
a.mlf., “Millî Kültürümüz’ün Eski Bir Âbidesi: Divanı lûgatüttürk”, Cumhuriyet, 24 Nisan 1933 - 1 Mayıs 1933; aynı yazı: “Dîvân-ı Lûgât al-Türk”, Köprülü, Araştırmalar (1934), s. 33-44.
Bergsträsser, “Das Vorbild von Kāšgarī’s Dīvān lugāt at-Turk”, OLZ (1921), s. 154-155.
P. K. Juze, “Divan Lugat at-Turk. Thesaurus linguarum turcarum”, İzvestiya Azerbaydjanskogo Gosudarstvennogo Universiteta İmeni B. J. Lenina, Vostokovedenia, Baku 1926, I, 75-94; 1927, II, 27-35.
V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler (trc. Ragıp Hulûsi), İstanbul 1927, s. 81-89; Rusça aslı: Dvadnatçat Lekçiy po İstorii Tureçkiḫ Naradov Sredney Azii, Soçinenia, Moskva 1968, V, 83-88; (Alm. trc. Th. Menzel), Zwölf Vorlesungen über die Geschichte der Türken, Berlin 1935, s. 90-97.
a.mlf., “Musulmanskiy Mir”, (1922), Soçinenia, Moskva 1966, VI, 243.
Zeki Velidi Togan, “«Divan-ı Lugat üt-Türk»ün Telif Senesi Hakkında”, Atsız Mecmua, nr. 16, İstanbul 15 Ağustos 1932, s. 77-78.
a.mlf., “Mahmud Kâşgari’ye Ait Notlar”, a.e., nr. 17, 25 Eylül 1932, s. 133-137.
a.mlf., “Eski Türk ve Moğolların Haritaları ve Haritacılığı Meselelerine Dair Notlar”, Kopuz, nr. 5, Ağustos 1939, s. 164-168.
a.mlf., Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970, s. 107, 441 not 5.
Ahmed Caferoğlu, İlk Türk Dilcisi Kâşgarlı Mahmut, İstanbul 1938.
a.mlf., Kâşgarlı Mahmut, İstanbul 1970.
a.mlf., Türk Dili Tarihi, İstanbul 1974, II, 19-48.
Kilisli Rifat [Bilge], “Divanu lugāti’t-Türk’ün Telifi Tarihi”, TM, VI (1939), s. 358-360.
V. I. Belyaev, “Vvedenie Arabskie İstoçniki po İstorii Turkmen i Turkmenii. IX-XIII vv.”, Materiali po İstorii Turkmen i Turkmenii, Moskva-Leningrad 1939, s. 31-32.
M. Şakir Ülkütaşır, Büyük Türk Dilcisi Kâşgarlı Mahmut, İstanbul 1946, genişletilmiş 2. bs., Ankara 1972.
Omeljan Pritsak, “Mahmud Kâşgarî Kimdir?”, TM, X (1953), s. 243-246.
a.mlf., “Kara-Hanlılar”, İA (1953), VI, 251-253, 260, 264-265.
a.mlf., “Die Karachaniden”, Isl., XXX/1 (1953-54), s. 17-68.
İbrâhim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. 188.
I. Yu. Kraçkovskiy, Arabskaya Geografiçeskaya Literatura, İzbrannie Soçinenia, Moskva-Leningrad 1957, IV, 268-269 (Arapça trc. Selâhaddin Osman Hâşim), Târîḫu’l-edebi’l-coġrâfiyyi’l-ʿArabî, Moskva 1957, s. 262-263.
Louis Bazin, “Les dates de rédaction du «Divan» de Kāšġarī”, AOH, VII/2-3 (1957), s. 21-25.
Robert Devereux, “Al-Kāshgharī and Early Turkish Islam”, MW, XLIX/1-4 (1959), s. 133-138.
a.mlf., “Maḥmūd al-Kāshgharī and his Dīwān”, a.e., LII (1962), s. 82-96.
Alessio Bombaci, Storia della letteratura Turca, Milano 1962, s. 91-97 (Fr. trc. I. Mélikoff, Histoire de la littérature turque, Paris 1968, s. 68-75).
H. Hasanov, Maḫmud Kaşgariy. Heyatı ve Geografik Merosi, Toşkent 1963.
Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, İstanbul 1971, I/4, s. 250-257.
A. N. Kononov, “Maḫmud Kaşgarskiy i Ego Divanu lugat it-Türk”, ST, nr. 1 (1972), s. 3-17.
S. G. Klyaştorniy, “Epopa Mahmud Kaşkarskogo”, a.e., s. 18-23.
C. G. Musabaev, “Kâşgarlı Mahmut’un Yaşamı Üzerine Yeni Veriler”, TDl., XXVII/253 (1972), s. 110-119.
aslı: “Nekotorie Svedeniya o Jizni Maḫmuda Kaşgari”, Issledovenia po Tyurkologii, Alma-Ata 1969, s. 48-62.
“Kâşgarlı Mahmud”, TA (1974), XXI, 389-392.
G. Hazai, “Genel Leksikografya Açısından Kâşgarlı Mahmut Hakkında Düşünceler”, Bilimsel Bildiriler 1972, Ankara 1975, s. 419-424.
a.mlf., “al-Kāg̲h̲harī”, EI2 (İng.), 1979, IV, 699-701.
Hamit Z. Koşay, “Divanü Lûgati’t-Türk’teki Terimlerden Örnekler”, Bilimsel Bildiriler 1972, Ankara 1975, s. 479-496.
“Maḫmud Kaşgari”, Kazak Soviet Entsiklopediyası, Alma-Ata 1975, VII, 533.
“Maḫmud Koşgariy”, Özbek Sovet Ensiklopediyası, Taşkent 1976, VII, 91-93.
“Mahmud Kaşgari”, Kırgız Sovet Ensiklopediyası, Frunze 1979, IV, 201.
Ulug E‘lim Mehmut Kaşkari ve Unun Heyatı, Keşker 1983.
A. Bican Ercilasun, “Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânü Lugāti’t-Türk”, Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1985, I, 118-131.
İbragim Mut‘i – Mirsultan Osmanov, “O rodine, jizni i grobiçe Maḫmuda Kaşkarskogo”, ST, nr. 4 (1987), s. 79-89.
Ebulfez Âmanoğlu Kuluyef, “Maḫmud Kaşgarî”, Varlık, XV/89-2, Tehran 1993, s. 19-28.
E. Tryarski, Kultura Ludów Tureckich w -wietle przekazu Maḥmudā z Kaszgaru (XI. w.), Warszawa 1993.
Sultan Mahmut Kaşgarlı, “Büyük Türk Bilgini Kaşgarlı Mahmut’un Kişiliği ve Türk Bilinci”, Dil Dergisi, nr. 33, Ankara 1995, s. 10-15.
K. Çorotegin, Maḫmud Kaşgari (Barskani) yana Anın «Divanu Lugatit-Turk» Söz Yıgnağı (1072-1077), Bişkek 1997.
Reşat Genç, Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Ankara 1997.
Osman Fikri Sertkaya, “Son Bulunan Belgeler Işığında Kâşgarlı Mahmûd Hakkında Yeni Bilgiler”, Dîvânü lûgati’t-Türk Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara [2000], s. 130-146.