https://islamansiklopedisi.org.tr/melik--esma-i-husna
Sözlükte “mâlik ve sahip olmak, elinin altında bulundurup tek başına tasarruf etmek” mânasındaki mülk (melk, milk) kökünden türemiş bir sıfat olan melik “görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibi” demektir. Râgıb el-İsfahânî, melik isminde akıl sahibi canlılara emir ve yasaklarıyla hükmetme mânası bulunduğuna dikkat çeker ve “insanların meliki” (en-Nâs 114/2) denmesine karşılık “nesnelerin meliki” vb. bir ifadenin kullanılamayacağını söyler (el-Müfredât, “mlk” md.).
Mülk kavramı kırk âyette Allah’a nisbet edilmektedir. Birçok âyette de kendilerine tanrılık nisbet edilen nesnelerin zarar verme veya zarar bertaraf etme, yarar sağlama, rızıklandırma, insanlara hitap etme, hayatı veya ölümü yaratma gibi fiillere mâlik olmadıkları belirtilerek mülk kavramı dolaylı bir şekilde zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “mlk” md.). “Mâlik olma, kudret ve tasarrufu altında bulundurma” anlamındaki mülkün sadece Allah’a mahsus olduğu otuz kadar âyette tekrarlanmış, bunların yarıdan çoğu “görünür ve görünmez âlemler” mânasına yorumlanabilecek “semâvât ve arz” çerçevesinde şekillendirilmiş, dört yerde de âhiretteki mülkiyete atıfta bulunulmuştur. “Hükümranlık, kudret ve azamet” mânasına alınan ve daha çok görünmeyen âlem için kullanılan “melekût” kelimesi (Kāmus Tercümesi, “mlk” md.), Cenâb-ı Hakk’a izâfe edildiği iki âyette Allah’ın her şeyin mülkiyet ve tasarruf hakkını kendi elinde bulundurduğunu ifade eder (el-Mü’minûn 23/88; Yâsîn 36/83). Melik iki âyette “hak” (Tâhâ 20/114; el-Mü’minûn 23/116), iki âyette “kuddûs” (el-Haşr 59/23; el-Cum‘a 62/1) ismiyle birlikte zikredilmiş, Nâs sûresinde de “rab” ve “ilâh” isimleri arasında yer almıştır (114/1-3). Fâtiha sûresinin 4. âyetini teşkil eden ve mütevâtir kıraatlerde “mâlik” ve “melik” şeklinde okunan isim hakkında müfessir Taberî ikinci okuyuşu tercih ederek bunun mâlikten daha kapsamlı bir içeriğe sahip olduğunu söylemiştir. İbn Kesîr, her iki kıraati sahih diye niteledikten sonra Hz. Peygamber’le içlerinde Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın da bulunduğu bazı sahâbîlerin “mâliki yevmi’d-dîn” şeklinde okuduklarını kaydetmiş ve “melik” kıraatinin sonradan ortaya çıktığı yolundaki bir rivayeti aktarmıştır (bk. bibl.). Âhiret hayatında takvâ sahiplerinin geniş mekânlarda kurulmuş ve ırmaklarla donatılmış cennetlerde, kudretli ve yüce rablerinin huzurunda hak meclisinde bulunacaklarını ifade eden âyette geçen “melîk” de (el-Kamer 54/55) melik gibi sıfat sîgasında bir isimdir. Doksan dokuz isimli esmâ-i hüsnâ listesi içindeki mâlik Âl-i İmrân sûresinde (3/26) “mâlikü’l-mülk” terkibiyle yer almakta ve daha çok dünya hayatıyla ilgili hükümranlığın zât-ı ilâhiyyeye has olduğunu ifade etmektedir. Fâtiha sûresinde geçen “mâliki yevmi’d-dîn” terkibindeki mâlik ise ebedî hayatın hükümranlığını Allah’a izâfe etmektedir.
Melik ismi hem İbn Mâce hem de Tirmizî rivayetinde yer almakta (“Duʿâʾ”, 10; “Daʿavât”, 82), mâlik ise sadece Tirmizî’de geçmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a nisbet edilen mülk, melekût, melik, melîk ve mâlik kelimeleri çeşitli hadis rivayetlerinde de görülmektedir. Hz. Peygamber tarafından farz namazların sonunda okunması tavsiye edilen ve, “lâ ilâhe illa’llāhu vahdehû ...” diye başlayan zikir metninde “lehü’l-mülk” ifadesinin yer aldığı bilinmektedir. Bu hadis Wensinck’in el-Muʿcem’i için esas aldığı dokuz kitabın tamamında mevcuttur. Ayrıca hac ibadetinin ifası sırasında tekrarlanan, “Hamd sanadır, nimet senin, mülk senindir” meâlindeki cümleyi de içeren “lebbeyk” niyazı aynı kaynaklarca rivayet edilmiştir (Wensinck, el-Muʿcem, VI, 257). Melekût kelimesi de “sahip oluş” mânası ifade eden “zû” ve “azamet” anlamına gelen “ceberût” kelimeleriyle birlikte (zü’l-ceberût ve’l-melekût) Hz. Peygamber’in hamd, tesbih ve tekbir zikirlerinde tekrarlanmaktadır (a.g.e., VI, 269).
Melik ismi birçok hadis mecmuasında yer almaktadır. Kutsî hadis üslûbunda Allah’a izâfe edilen ve “ene’l-melik” (yegâne hâkim ve kudret sahibi benim) diye başlayan hadisi Nesâî’nin Sünen’i hariç Kütüb-i Sitte tarafından rivayet edilmiştir (a.g.e., VI, 258). Resûlullah’ın özellikle teheccüd namazında melik isminin geçtiği dua ve zikirleri okuduğu anlaşılmaktadır (a.g.e., VI, 258-259). Yine Resûlullah’ın sabah ve akşam okunmak üzere Hz. Ebû Bekir’e öğrettiği dua-zikir metninde Cenâb-ı Hak nitelendirilirken “her şeyin rabbi ve meliki” ifadesi geçmektedir (Tirmizî, “Daʿavât”, 94). Mâlik ismi de “görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibi” anlamında hadis rivayetlerinde zikredilmiştir (Müslim, “Edeb”, 20; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 180).
Esmâ-i hüsnâ müellifleriyle kelâm ve tefsir âlimleri melik ve mâlik isimlerinin mânalarını “görünen ve görünmeyen âlemlere, dünya ve âhiret hayatındaki her şeye gerçek anlamda ve hiçbir şartla mukayyet olmayarak hâkim ve kādir olup dilediği gibi tasarrufta bulunma” noktasında yoğunlaştırmışlardır. Mâtürîdî mutlak mânada mâlik kavramının sadece Allah’a nisbet edilebileceğini, insanlar için “falan şeyin mâliki” şeklinde kayıt koymanın gerektiğini kaydeder (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, vr. 75b).
Kuşeyrî, Allah’ın yegâne mâlik olduğu bilincine ulaşan kimsenin herhangi bir mahlûka boyun eğmeyeceğini söyler; çünkü O’nun kudret ve mâlikiyetinin mahiyetine vâkıf olmak kişiyi başkasına değil sadece O’na yönelip yaklaşmaya sevkeder. Gazzâlî de melikle ganî ismi arasında bağlantı kurar ve ganîyi “hiçbir şeye muhtaç olmayan”, meliki ise ayrıca “her şey kendisine muhtaç olan” diye mânalandırır (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 37, 70-71).
Melik genellikle kâinata yönelik ilâhî isimler içinde mütalaa edilir. Ancak kādir ismiyle olan bağlantısı sebebiyle fiilî sıfatları hâdis kabul edenlere göre de melik kadîm bir sıfattır. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, kelimenin “hiçbir şeye muhtaç olmama” şeklindeki mânasını tercih ederek zâtî-tenzihî bir isim olduğunu söyler (el-Emedü’l-aḳṣâ, vr. 26b). Melik ganî ve kādir isimlerinden başka kahhâr, mâlikü’l-mülk, kavî, kayyûm, muktedir, samed ve vâcid isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “mlk” md.
Lisânü’l-ʿArab, “mlk” md.
Kāmus Tercümesi, “mlk” md.
Wensinck, el-Muʿcem, VI, 257-259, 269.
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “mlk” md.
Müslim, “Edeb”, 20.
İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 180.
Tirmizî, “Daʿavât”, 82, 94.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, I, 97-100.
Zeccâc, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 30, 62.
Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 75b.
Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiḳāḳu esmâʾillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 43-46.
Hattâbî, Şeʾnü’d-duʿâʾ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 39-40, 91.
Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 176a-177a.
Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 27.
Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ (Fazluh), s. 37, 70-71, 152.
Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aḳṣâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 26b.
Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 189-193.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Beyrut 1385/1966, I, 45-46.