https://islamansiklopedisi.org.tr/muhammed-b-sebib
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Dedesine veya babasına nisbetle İbn Şebîb diye tanınır. İbnü’l-Murtazâ, onun Nazzâm’ın öğrencilerinden olduğunu ve Mu‘tezile’nin yedinci tabakasında yer aldığını belirtir. Abdülkāhir el-Bağdâdî’nin kaydettiği Basrî nisbesinden Basralı olduğu anlaşılmaktadır. Mu‘tezile ekolüne bağlı olarak yetişmesine rağmen ircâ konusunda mezhebine muhalefet ettiğinden Mu‘tezile âlimlerince eleştirilmiş ve Mürcie’nin Mu‘tezile’ye temayül gösteren bir grubu içinde bulunduğu ileri sürülmüştür. Çeşitli öğrenciler yetiştirmiştir. Eserleri zamanımıza ulaşmadığından görüşleri hakkında daha çok Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevḥîd’inde, kısmen mezhepler ve makālâta dair kitaplarda bilgi bulunmaktadır. Bu bilgileri şöylece özetlemek mümkündür:
Kâinat ve onu oluşturan cisimler hâdistir. Çünkü cisimler ya hareket veya sükûn halinde bulunur. Bunların ikisi de sonradan meydana gelen şeylerdir. Biri ötekinden önce vuku bulduğuna göre cisim her ikisine de ayrı ayrı mekân teşkil eder. Şu halde sükûn ile hareketin birinde mutlaka bir sonradan meydana geliş vardır ve bu husus duyularla sabittir. İbn Şebîb, hareketin cisim olduğu yolundaki iddiayı reddederek şöyle bir istidlâlde bulunur: Birinci mekânda başka bir tanesinin bulunması söz konusu olmadan bir cisim bulunsun. Diğer bir cismin aynı mekâna gelmesi halinde ilk cisme ikinci bir mekâna intikal etmesi için yeni bir hareket gerekir. Buna göre hareket cisimden başka bir şey olur. İkinci hareketin aynı mekâna gelmesi söz konusu edilirse hareketler cisim olarak düşünüldüğünden nihayetsiz şekilde cisimlerin tedâhülü gerekir. Eğer bu mümkünse dünyanın bir yumurtaya sığması da mümkün olur (Mâtürîdî, s. 211-212).
Cisimdeki sükûn halinin cisimden başka bir mâna olduğuna da şöyle bir delil getirir: “O falan evdedir.” Eğer ortada evden ve cisimden başka sükûn diye bir şey olmasaydı söz konusu evden başka hiçbir şeyin bulunmaması gerekirdi. Ayrıca ev mevcut olduğu halde orada bulunmakla nitelendirilmemiş de olabilir. İbn Şebîb’e göre hareket ve sükûn ezelî olamaz. Çünkü her bir sükûn için kıdem halinin teşekkülü ancak alternatifi olan hareketin mevcudiyetiyle mümkündür. Halbuki bu alternatif hareketin mevcudiyeti de aynı şarta bağlıdır. Bu durumda hem sükûn hem hareketin var olması imkânsız hale gelir (a.g.e., s. 213-214). İbn Şebîb’in arazlar hakkında ileri sürdüğü görüşler birçok Mu‘tezile âliminin benimsediği bekā olmadan ibkānın gerçekleşebileceği tarzındaki tezi geçersiz kılar. “Cismin yok olması onda fenâ arazının yaratılmasıyla gerçekleşir” demek suretiyle İbn Şebîb, Ebû Ali el-Cübbâî ve oğlu Ebû Hâşim’den ayrılır.
İbn Şebîb, maddenin aslını teşkil eden heyûlâ ile kuvvet hakkında Aristo’nun görüşlerini, ayrıca hıristiyanlara ait inançları nakledip eleştirmiş, Mâtürîdî de ondan yararlanıp Aristo’nun tabiat felsefesine ilişkin görüşlerini reddetmiştir. Onun heyûlâ ile ilgili olarak Aristo’ya yönelttiği tenkitler şöyledir: Heyûlâ arazların türemesinden önce, söz gelimi, uzun olmadığı gibi arazlar da uzun değildir. Bu durumda arazların oluşmasıyla heyûlâ da araz da nasıl uzun olabilmiştir? Şayet böyle bir şey mümkünse alternatiflerden soyutlanmış olanla olmayanı eşit tutmak mümkün olur ve böylece kendi başına bir soyutlanma (hulüv) meydana gelir (a.g.e., s. 228-229).
Tabiatçıların yanı sıra müneccimlerle de bazı tartışmalar yapan İbn Şebîb şöyle der: Yaratıcıya ait fiillerin kusursuz ve düzenli biçimde gerçekleşmesinin sebebi O’nun sahip olduğu ilim ve kudrettir. Eğer bu sıfatları olmasaydı sözü edilen hususlar gerçekleşmezdi. Zira daha önce yürürlüğe konulan bir düzen sayesinde tabiat âhengini almış ve ilâhî fiiller gerçekleşmiştir. Yıldızların durumu da buna benzer. Tabiatın yönetimi müneccimlerin söylediği gibi yıldızların tesirine bağlı ise bu da yıldızların ilim ve kudret sahibi bir varlık tarafından bu konumda düzenlenmesiyle olur. Bu düzenleme doğrudan doğruya yıldızlara ait olsaydı sürekli seyir ve hareket halinde olmak suretiyle kendilerini yorup sıkıntıya sokmaya ihtiyaç kalmazdı. Zira duyular âlemindeki canlıların durumu bu şekildedir (a.g.e., s. 222-223).
İbn Şebîb kâinatın ezelî olduğunu iddia eden dehriyyeyi de eleştirmiş ve âlemin yaratılmışlığını kanıtlamaya çalışmıştır. Âlemin yaratılmış olduğunu gösteren delillerden biri nesnelerin ağırlık-hafiflik, sıcaklık-soğukluk, sertlik-yumuşaklık gibi özelliklere sahip bulunmasıdır. Bir şeyin sonsuza kadar bir önceki şey sayesinde vücut bulmasının imkânsızlığı açıktır. Ona göre zıt olan şeylerin tabii özelliklerinden biri de birbirine uyum sağlamamalarıdır, bunun da sonu birbirinden uzaklaşmaktır. Bu, zıt nesnelere ait tabiatlarının gereğidir. Onların bu yapısal konumlarından ayrılması mümkün ise soğuk olan cismin sıcak, sıcak olanın da soğuk olması mümkün olur. Bu imkân dahilinde ise yapısal özellikleri olan bekā durumundan çıkıp fâni olmaları da mümkün olur. Bu imkânsız olduğuna göre zıtları bir araya getiren yüce bir yaratıcı bulunmalıdır (a.g.e., s. 214).
Kaynaklarda İbn Şebîb’e nisbet edilen diğer bazı görüşler de şöyledir: Allah’ın zulmetme gücü bulunmakla birlikte bu eksiklik ifade ettiğinden yaratıklarına zulmetmez. İman Allah’ın varlığına ve birliğine, peygamberlerine ve ümmetin dinin temeli olarak kabul ettiği beş esasa inanıp hepsini ikrar etmekten ibarettir. Mümin âciz olduğunu bilerek ilâhî buyruklara teslim olmalıdır. Aksi bir davranış şeytan örneğinde olduğu gibi imanı ortadan kaldırır. Bununla birlikte sırf büyük günah işlemek kişiyi imandan çıkarmaz, sadece fâsık olmasına sebep olur (Şehristânî, I, 59). Büyük günah işleyen kişi tövbe etmeden ölse bile bağışlanması mümkündür. Allah böylelerini bağışlayınca O’nun küçük günah işleyenleri de bağışlaması gerekir. Bunun gibi Allah’ın aynı iyi amele aynı mükâfatı vermesi icap eder. Allah’ın günahkâr kimseleri cehennemde ebedî olarak cezalandırabileceği gibi affetmesi de mümkündür. Kâfir olanları ise ebediyen cehennemde cezalandıracaktır. Kur’an’ın bazı âyetleri (muhkemât) açık anlamlıdır. Geçmiş peygamberlerle kavimlerine ilişkin âyetler böyledir. Bunların dışında kalan âyetler (müteşâbihat) ancak uzun tefekkür ve araştırmalardan sonra anlaşılabilir (Tritton, s. 128).
Kaynaklarda ve özellikle Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevḥîd’inde yer alan sınırlı bilgilerden anlaşıldığına göre İbn Şebîb, kendi çağında İslâm’a muhalif olan çeşitli dinî ve felsefî görüşleri eleştirmiş, iman, ma‘dûm ve Allah’ın fiilleri gibi konularda Mu‘tezile’den farklı görüşlere sahip bulunmuş, Sûfestâiyye ve Dehriyye gibi çevrelerden İslâm’a yapılan itirazlara cevap vermeye çalışmış erken devir kelâm âlimlerinden biridir. Mâtürîdî ondan nakiller yaparken Kâ‘bî kadar kendisini eleştirmemiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Hayyât, el-İntiṣâr, s. 93, 138-139.
Eş‘arî, Maḳālât (Ritter), s. 134, 136, 137-138, 143, 146-147, 149, 201, 354, 359, 367, 373.
Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd (nşr. Bekir Topaloğlu – Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 149-151, 153-156, 190-198, 210, 211-214, 222-223, 228-229.
Ebü’l-Kāsım el-Belhî [Kâ‘bî], el-Maḳālât: Ẕikrü’l-Muʿtezile (nşr. Fuâd Seyyid, Fażlü’l-iʿtizâl ve Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile içinde), Tunus 1393/1974, s. 74.
Kādî Abdülcebbâr, Fażlü’l-iʿtizâl ve Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile (nşr. Fuâd Seyyid), Tunus 1393/1974, s. 279.
a.mlf., el-Muġnî, XVII, 35, 54, 55.
Bağdâdî, el-Farḳ (Kevserî), s. 20, 69, 122, 124, 125.
a.mlf., Uṣûlü’d-dîn, Beyrut 1401/1981, s. 87, 231, 242.
İbn Hazm, el-Faṣl (Umeyre), III, 34, 223; IV, 80.
Nesefî, Tebṣıratü’l-edille (Salamé), I, 547; II, 553.
Şehristânî, el-Milel (Vekîl), I, 59, 139, 142, 145.
İbn Teymiyye, Mecmûʿu fetâvâ, VII, 546-547.
İbnü’l-Murtazâ, Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile, s. 71.
a.mlf., el-Münye ve’l-emel (nşr. T. W. Arnold), Haydarâbâd 1316, s. 40.
A. S. Tritton, İslâm Kelâmı (trc. Mehmet Dağ), Ankara 1983, s. 127-128.
Saîd Murâd, Medresetü’l-Baṣra el-İʿtizâliyye, Kahire 1992, s. 219.
J. M. Pessagno, “The Reconstruction of the Thought of Muḥammad Ibn Shabīb”, JAOS, CIV/3 (1984), s. 445-453.