https://islamansiklopedisi.org.tr/mukataa
Sözlükte “kesmek” mânasındaki Arapça kat‘ kökünden türeyen mukātaa “kesişmek” demektir. “Belirli bir miktar üzerinde karşılıklı anlaşma” olarak tanımlanabilecek bir genel anlamı vardır. Zamana ve sektörlere göre değişen çeşitli kullanım türleri bu lugat mânasından kaynaklanır. Tarihi Abbâsîler’e kadar gitmekle birlikte Selçuklular’ın son zamanlarında ve özellikle İlhanlılar döneminde yaygınlaşmış görünen şekliyle mukātaa “vergilerin belirli bir meblağ karşılığında iltizama verilmesi” anlamında kullanılmıştır. Osmanlılar da başlangıçta daha ziyade bu anlamda “mukātaaya vermek”, “mukātaaya almak/tutmak” veya sadece “mukātaa” tabirleriyle devlete ait bir kısım vergilerin iltizama verilmesini kastetmişlerdir. Bu dönemde mukātaa kavramı aynı zamanda “sözleşmede kararlaştırılmış olan meblağ” mânasını da içeriyordu. Mukātaa, “devlete ait bir kısım vergi ve resimlerin belirli bir meblağ karşılığında iltizama verilmesi” mânasından zamanla “iltizamın konusu olan vergi birimi” anlamına doğru kaymıştır. Osmanlı malî metinlerine göre XV. yüzyılın ortalarından başlayarak yüzyılın sonlarında tamamlanmış görünen bu değişme ile mukātaa kelimesi, XIX. yüzyılın ortalarına kadar geçerli kalan esas terim olarak “hazineye ait bir kısım vergilerden oluşturulmuş birer malî birim” muhtevasını kazanmıştır.
Mukātaa kelimesi başlangıçtan beri, mülkiyeti devlete veya vakıflara ait araziden ve arsalardan ifraz edilerek özel şahıslara veya kurumlara kiralanan parçalar için yapılan kira sözleşmesini ve ödenen kirayı ifade etmek üzere “mukātaa-i zemîn” veya “mukātaalı” gibi tabirlerde de kullanılmıştır. Mukātaa ayrıca “vergi mükellefinden üretimin hacmine göre alınması gereken öşür, haraç vb. vergilerin sabit bir meblağ olarak belirlenmiş olması” anlamına da geliyordu. Bu anlamda maktû‘ kelimesi de kullanılırdı. Bu anlama gelmek üzere Rumeli’de kesim (Barkan, Kanunlar, s. 314), Güneydoğu’da ve Suriye bölgesinde dimos (a.g.e., I, 215, 220) kelimelerine de rastlanır. Maktû kelimesi isim olarak maktûa şeklinde mukātaa gibi vergi birimini ifade ederdi. Ancak bu iki terim arasında üslûp kaygısını aşan bir anlam farkı pek görülmez. Herhangi bir vergi birimi için “mukātaa-ı âşâr/tahmîs/gümrük” gibi ifadeler kullanılabildiği gibi “maktûa-ı âşâr/tahmîs/gümrük” ifadeleri de kullanılır. Aralarındaki farkın üslûp sınırlarını aşmadığını gösteren kayıtlara da rastlanmaktadır. İstanbul’da kahve değirmeni mukātaasıyla ilgili 1099 (1688) tarihli bir kayıtta “mukātaa-ı maktûa-ı tahmîs-i kahve ...” (BA, KK, nr. 5035, s. 31) ibaresine karşılık Siroz’daki tütün dönüm resmine dair 1199 (1785) yılına ait bir belgede “maktûa-i iltizâm-ı mukātaa-i resm-i dönüm-i duhân-ı kazâ-i Siroz ...” (BA, KK, nr. 5203, s. 43) ifadeleri de görülür. Osmanlı maliye uzmanlarının zihninde bu iki terimin muhtevaları arasında hiçbir farkın bulunmadığı yazdıkları malî metinlerde bunların birbirinin yerine kullanılmasından da anlaşılmaktadır. Bununla birlikte malî birim olarak daha çok mukātaa terimi tercih edilmiştir.
Bu birimlerin özünde iltizam mefhumu kâğıdın filigranı gibi hep içkin (mündemiç) kalmıştır. Dolayısıyla mûtat olarak iltizamla toplanmayan avârız ve nüzül vergileriyle cizyenin büyük bölümü mukātaa kategorisine genellikle girmez. Esas itibariyle müslüman olan ve olmayan Romanlar’a (Kıptîler) ait cizyeler de dahil olmak üzere ekonominin bütün sektörlerindeki üretim ve mübadeleden alınmakta olan her türlü vergi ve resimleri ihtiva eden geniş bir yelpaze içindeki çok çeşitli gelir unsurları mukātaa birimlerini meydana getirirdi.
Bu değişik vergi ve resimlerden oluşturulan mukātaalar büyük bir çeşitlilik gösterirdi. Hazineye sağladığı yıllık gelir bakımından birkaç yüz akçeden 10-20 milyon akçeye kadar değişen büyüklükte mukātaalar olduğu gibi bir köy veya mezraa sınırları içinde kalan mukātaalar yanında bir kaza veya sancağı kapsayan, hatta birçok eyaleti içine alanları da vardı. Malî kapasiteleriyle mekân sınırları bakımından gözlemlenen bu çeşitliliği belirli bir yapısal tipolojiye sığdıracak mantığı keşfetmek oldukça zordur. Bununla beraber empirik bir gözlem olarak mukātaaların büyük bir bölümü için geçerli görünen şu tesbiti yapmak mümkündür: Mukātaaların içerdiği vergi unsurlarının çeşitliliğiyle kapsadığı mekânın genişliği arasında genellikle ters orantı bulunur, yani mukātaanın içerdiği vergi ve resimlerin çeşidi arttıkça kapsadığı mekânın sınırı daralmakta, buna karşılık tek bir vergi unsuru içeren mukātaanın mekân sınırı o ölçüde genişlemektedir. Matematik bir dille ifade edilirse mukātaalar, genellikle içerdikleri vergi unsurunun sayısı ile kapladıkları mekânın genişliğini gösteren iki eksen arasında hiperbole benzer bir eğrinin üzerinde yer alma eğilimindedir.
Meselâ hazine gelirlerinin % 1’i kadarını sağlayan tütün gümrüğü mukātaası tek unsurlu bir birim olarak imparatorluğun tamamını kapsamak üzere sadece on kadar mukātaa halinde örgütlenmişti. Kahve tüketiminden alınan resmin bütçe gelirlerine katkısı % 1’e yakın büyüklükteki mukātaası da tek unsurlu bir birimdi ve imparatorluk ölçeğinde biri İstanbul’da, diğeri Suriye’de merkezlenmiş iki mukātaadan ibaretti. Pamuk ve ipliğinin ihracatından alınan mîrî resme ait mukātaa da tek unsurlu idi ve İstanbul hariç olmak üzere bütün imparatorluğu kapsayan tek mukātaa halinde örgütlenmişti. Aynı şekilde ipekten alınan mîzan (tartı) resmi mukātaası ipek ve ipekli üretim ve tüketiminin başlıca merkezleri olan İstanbul, Bursa, İzmir, Edirne ve Selânik’i içine alan tek unsurlu bir büyük mukātaa idi. Buna karşılık Konya ve Kıbrıs’ta ayrı birer mukātaa olarak örgütlenmiş bulunan mîzan resmi mukātaaları ise daha sınırlı bölgelere indirgenmiş birimler olduğu için bac, damga, mumhâne, boyahâne gibi başka vergi unsurlarının eklenmesinden oluşan birer demet halinde zenginleştirilmiş bulunuyordu.
Sayısı binleri aşan mukātaaları bu şekilde gruplandırmak ancak bir bölümü için geçerlidir. Başka bölümü de hiperbolden çok çan eğrisine benzer bir yapı özelliği gösterir. Burada mukātaanın mekân boyutu ile içerdiği vergi unsurunun sayısı arasındaki ilişki şöyledir: Bir uçta köy ve mezra gibi çok dar alanda olanlar, diğer uçta bir veya birkaç eyaleti kapsayacak genişlikte olanlar az unsurlu, aralarda yer alan nahiye ve kaza gibi orta boy mekânlardakiler ise çok unsurlu birimlerden oluşma eğilimindeydiler.
Kısacası bütün mukātaaları kapsayacak tek bir modelden bahsetmek mümkün değildir. Mukātaaların böyle değişik tipolojik yapılar içinde bulunmasını belirli bir motif veya sebebe bağlamanın imkânı olmadığı muhakkaktır. Bununla beraber etki dereceleri farklı birkaç sebepten bahsetmek mümkündür. Her şeyden önce mukātaaların hazine nazarında birer malî hesap birimi olarak gelirleri bakımından istikrar ve az çok önceden görülebilirlik özelliği taşıması önemliydi. Mukātaanın kapladığı alanın genişliği veya içerdiği vergi unsurlarının sayısı arttıkça sağladığı gelirin yıllık istikrarı da artardı. Zira bir alanda veya unsurda meydana gelen bir değişmenin diğerlerindeki değişmeme veya aksi yönde bir değişme ile dengelenmesi ihtimali söz konusu idi. Mukātaa gelirlerinde istikrar hazine bakımından yalnız harcamaları güvenle yapma imkânı vermekle kalmaz, aynı zamanda önceden görme şansını arttırarak risk ihtimalini düşüreceği için mültezimlerin daha az kârla, yani daha yüksek bir bedelle mukātaaları kabul etmelerini sağlardı.
Mukātaaların oluşturulmasında dikkat edilen önemli bir nokta da vergilendirme masraflarının fazla olmaması idi. Brüt gelirinin genel olarak % 5-20’si arasında değişen bir masraf oranı normal sayılırdı. Mukātaanın iltizam veya emanetle idare edilmesi arasında bu bakımdan bir fark bulunmazdı. Zira vergilendirme masraflarının fazla olması, meselâ % 30-50 gibi yüksek oranlara varması, Osmanlı maliye otoritelerince halkın gereksiz ve aşırı bir vergi yükü altına sokulması diye düşünüldüğü için ya vergi ortadan kaldırılır yahut vergilendirme maliyetini düşürecek şekilde başka vergi unsurları ile birleştirilerek bir demet haline getirilirdi. Bu sayede sınırlı bir bölge içinde çok sayıda vergilendirme görevlilerinin toplanması da önlenmiş olurdu. Mekân sınırları daraldıkça mukātaayı oluşturan vergi unsurlarının arttırılmasının önemli bir sebebi bu idi. O kadar ki normal olarak mukātaa kategorisine girmeyen avârız ve cizyenin de bu saikle mukātaalara bağlandığı bazı nâdir örnekler de mevcuttur.
Devletin iktisadî hayatla alâkası sadece vergi haklarından ibaret değildi. Mîrî toprak rejimiyle bağlantılı, fakat onunla sınırlı sayılamayacak iktisadî alâka ve faaliyetleri de mevcuttu. Üretim faktörleri olan toprak, emek ve sermaye üzerinde kurmaya çalıştığı kontrol çerçevesinde devlet madencilik, ziraat, esnaflık ve ticaret alanlarında birçok kuruluş ve faaliyetin de doğrudan sahibiydi. Madencilikte özellikle altın ve gümüş madenlerinin hemen tamamı ile bakır ve kurşun madenlerinin en büyük bölümü, şap madenleriyle tuzlaların tamamı, ziraatta pirinç ekimine gerekli alt yapı tesisleri devlete ait olduğu gibi esnaf imalâtının az çok önemli fizikî sermaye gerektiren kumaş apre tesisleri (mengene), boya ve basma atölyeleri, mum imalâthaneleri, kahve değirmenleri vb. alanlarda pek çok kuruluşun da başlıca sahibi devletti. Bütün bu kuruluşların hemen tamamı birer mukātaa olarak örgütlenmiş bulunuyordu.
Geniş imparatorluğun büyük çeşitlilik içindeki bu mukātaaları kısmen bulundukları bölgelere, kısmen de muhtevalarına göre oldukça karmaşık görünen gruplandırmalarla İstanbul’da defterdarlığa bağlı olarak XVI. yüzyılın ortalarından XVII. yüzyılın başlarına kadar esas profilleriyle teşekkül etmiş bulunan, en büyüğü ve önemlisi Başmuhasebe olmak üzere başlıca Maden, Başmukātaa, Haslar, Haremeyn Muhasebesi, Haremeyn Mukātaası, Bursa, İstanbul, Kefe, Avlonya ve Eğriboz adıyla bilinen gelir bürolarında kayıt, kontrol ve takip ediliyordu. Merkezdeki bu bürolarda kayıtlı mukātaaların birim sayısı XVII. yüzyılın sonlarında 400-500 kadardı (Tabakoğlu, s. 87-107). Ancak bu sayının bir bölümü tek bir mukātaayı değil bir grup mukātaayı temsil eden birimlerden oluşuyordu. Büyük çoğunluğu Başmuhasebe Bürosu’nda kayıtlı bulunan Tokat, Diyarbekir, Mardin, Halep, Kıbrıs, Üsküp, Kefe gibi daha çok uzak bölgelerde yer alan grup halindeki mukātaaların yönetimi voyvodalık, muhassıllık veya nezaret şeklinde örgütlenmiş olarak birer birim gibi muamele görürdü. Her birimde yer alan mukātaaların sayısı meselâ Tokat voyvodalığında 1070’te (1660) yirmi dörde, Halep muhassıllığında 1102’de (1690) otuz bire ulaşıyordu. Zamanla hem merkezde kayıtlı birim sayısı hem grup halindeki birimlerde yer alan mukātaa sayısı büyük ölçüde artma eğiliminde olmuştur.
Osmanlı bütçeleri başlıca üç ana kategoriden oluşuyordu: Emlâk ve araziye tasarruf eden müslüman ve gayri müslim reâyânın ödediği avârız ve nüzül vergileri, gayri müslim sağlıklı ve çalışan erkeklerden alınan cizye ve mukātaalar. Timar sistemi içinde yer alan dirlikler bütçe rakamlarına girmediği gibi mukātaa sektörünün de dışında kalırdı. Fakat muhteva itibariyle potansiyel olarak bu üç kategoriden sadece mukātaaya dönüşebilecek türde vergi ve resimlerden oluştuğu için zamanla timar sistemi daraldıkça bu dirlikler de mukātaa sektörünün büyümesini sağlayan önemli bir faktör oldu. Bütçe gelirlerinin XVI. yüzyılda yarıdan biraz fazlasını temin eden mukātaaların oranı XVII. yüzyılda muhtemelen bu faktörün etkisiyle yavaş yavaş artarak % 66’ya kadar yükseldi (Çakır, s. 207-208). Ancak XVII. yüzyılın sonlarındaki savaş döneminde bütçenin diğer kategorilerinde, özellikle 1102’deki (1690) reformdan sonra cizye gelirlerinde büyük bir artış olunca mukātaaların oranı bir miktar azalarak 1104’te (1692-93) % 47’ye kadar geriledi. Bu orana tekabül eden gelirin yıllık hacmi 4,2 milyon kuruş kadardı. Mukātaa sektörü daha sonraki yıllarda hızla büyümeye devam ederek 1175’te (1761-62) % 60’a yakın bir artışla 6,7 milyon kuruşa ulaştı. Fakat bütçedeki oranı daha da düşük olarak % 46 civarında kaldı. Bununla birlikte mukātaa sektöründeki fiilî büyüme bu hacim ve oran rakamlarının gösterdiğinden aslında çok daha büyük oldu. Ancak bunu XVII. yüzyılın sonlarından itibaren bütçe rakamlarında bulmanın imkânı yoktur. Zira bu dönemde mukātaa sektörüne dayanarak başlatılmış olan bir nevi iç borçlanma uygulamasındaki kurumsal düzenleme, mukātaa sektöründen borca karşılık yapılan ödemeleri bütçe kayıtlarının dışında bırakmaktaydı. Bu iç borçlanma, mukātaa iltizam rejimini köklü şekilde değiştirmiş olan mâlikâne sistemiyle gerçekleşmiştir (bk. MÂLİKÂNE). 1106’da (1695) uygulamaya konulan bu yeni sistemde “hazineye verdiği kredi” anlamındaki muaccelesinin karşılığında mukātaayı ölünceye kadar elinde bulunduracak olan mâlikânecinin kazanmakta olduğu faiz geliri bütçe kayıtlarında yer almazdı. Mâlikâne olarak verilen mukātaalardan hazineye ödenmekte olan ve mal adı verilen yıllık vergiler de sistemin mantığı gereği dondurulmuş olduğu için mukātaa sektörü mâlikâneye dönüştükçe bütçeye yansıyan yönüyle tam bir durgunluk perdesi altına girmiş oluyordu. Mâlikâne sistemi hızla genişleyerek XVIII. yüzyılın ortalarından sonra mukātaa sektörünün hemen hemen tamamını kapsar hale geldikçe bu durgunluk perdesi de aynı ölçüde genişlemiştir. Her türlü artışı gizleyici bu perdeye rağmen mukātaa sektöründe 1104 (1692-93) ile 1175 (1762) arasında % 60’a yakın bir büyümenin gerçekleşebilmesi, kolayca tahmin edilebileceği gibi yeni mukātaaların sektöre girmesinden kaynaklanmıştır. Bu husus defterdarlık bürolarında kayıtlı mukātaaların sayısındaki değişmede açıkça görülmektedir. Gerçekten bu bürolarda kayıtlı mukātaaların 1102’de (1690) 440 kadar olan sayısı 1161’de (1748) % 126’dan fazla artarak 997’ye yükselmiştir (Tabakoğlu, s. 84-107). Ayrıca grup halindeki birimlerin bünyesinde yer alan mukātaaların sayısında da artış olmuştur. Merkezde tek mukātaa olarak kayıtlı bulunan meselâ Tokat voyvodalığında 1070’te (1660) yirmi dört olan mukātaa sayısı (BA, MAD, nr. 2519, s. 75) 1169’da (1756) yetmiş sekize ulaşmış (BA, MAD, nr. 10198, s. 230-259), benzer şekilde Halep muhassıllığına bağlı mukātaaların 1084’te (1673) yirmi üç olan sayısı 1692’de otuz bire (BA, TD, nr. 834, s. 2-3, 6-7), 1117’de de (1705) seksen bire yükselmiştir (BA, MAD, nr. 10150, s. 91-93).
Mukātaa sektörünün genişlemesini sağlayan başlıca faktörler şöylece özetlenebilir: Her şeyden önce timar sistemindeki daralma hızlanmış ve buradaki birçok dirlik padişah haslarına katılarak mukātaa haline getirilmiştir. İkinci olarak ekonomide kaydedilen gelişmeler, bilhassa ticaret ve mübadeledeki artışlar sonucu ortaya çıkan yeni bazı iş alanlarıyla birlikte, eskiden beri mevcut olduğu halde vergi dışı kalmış bulunan bir kısım alanların da vergilendirilmesini sağlamak üzere birçok yeni mukātaa meydana getirilmiştir. Ayrıca devletin özellikle XVIII. yüzyılın başlarından itibaren genişlettiği iktisadî faaliyet ve yatırımları da yeni mukātaaların oluşmasına katkıda bulunmuştur. Nihayet özel mülkiyet alanında kalan birçok tesisi de (tahmîshâne, mumhâne, enfiye ve kumaş imalâthaneleri vb.) Osmanlı maliyesi XVIII. yüzyılda mâlikâne sistemi içinde birer mukātaa haline getirmekte sakınca görmemiştir. Bu da Osmanlı vergilendirme sisteminin, hazineye ödenecek vergiyi her türlü iktisadî faaliyetin âdeta meşruiyet temeli ve referans çerçevesi sayma eğiliminin bir ifadesi olarak mukātaa sektörünü genişleten faktörler arasında kaydedilmelidir.
Bu yeni mukātaaların hemen hepsi mâlikâne olarak verildiği için kayıtları yapılırken bağlanmış olan yıllık vergi miktarları da bir daha değişmemek üzere dondurulmuş bulunuyordu. Mukātaaların gelirlerinde zamanla meydana gelen artışlar hazineye yatırdıkları muaccelelerin faizi olarak doğrudan mâlikânecilere intikal ettiği ve dolayısıyla bütçe rakamlarında hiçbir şekilde yer almadığı için mukātaa sektörü, XVIII. yüzyılın ilk yarısında sayıca % 126 oranında genişlediği halde bütçede yer alan hacmindeki artış % 60’tan ibaret kalmış ve bütçe içindeki oranı da gerilemeye devam etmiştir. Buna karşılık mukātaa sektöründeki bu gelir fazlalarını faiz olarak kazanabilmek için mâlikânecilerin hazineye yatırmış oldukları muaccelelerden oluşan kredi stoku hızla büyümüştür. 1115’te (1703) 1 milyon kuruş olan stok 1768’de 10 milyon kuruşa yaklaşmıştır (Genç, s. 139). Karşılığında mâlikânecilere ödenmekte olan faiz miktarını tam olarak hesaplamak çok zor olmakla birlikte bu stokun % 30’u ile 40’ı arasında tahmin edilebilir ki bu da 3-4 milyon kuruş demektir. Bu tarihlerde meselâ 1175 (1761-62) bütçesindeki mukātaalara ait 6,7 milyon kuruşluk gelirle karşılaştırılırsa yaklaşık yarısı kadar bir meblağın da mâlikânecilere faiz olarak intikal ettiği tahmin edilebilir. Bu da mukātaa sektöründe oluşan gelirlerin potansiyel toplamının 1/3’ü kadarının mâlikânecilere gittiği anlamına gelir.
Osmanlı maliye otoriteleri, mâlikâne sistemindeki borçlanmanın çok yüksek faiz ödemeleriyle gerçekleştiğini gördükleri için mukātaa sektörünü bu iç borç yükünden kurtarmak üzere bir dizi tedbiri uygulamaya koydular. Bu tedbirlerin ilki, 1173’e (1760) doğru gelirleri hızla artan bir kısım mukātaaların mâlikânelikten çıkarılarak devlet adına Darphâne’nin idaresine verilmesidir. Bu da mâlikânecilerin kazanmakta olduğu faizlerin bir bölümünü hazineye intikal ettirmeye imkân verdi. Ancak Osmanlı-Rus savaşı (1768-1774) sonunda tekrar büyük çapta borçlanma ihtiyacı doğunca mâlikâneyi yeniden genişletmek yerine yeni bir borçlanma metodu olarak esham sistemini denediler. Daha düşük faizle borçlanmaya imkân veren bu yeni sistemde de borcun temeli mukātaalardı. Fakat mâlikâneden farklı olarak burada mukātaaların yönetimi devletin elinde kalıyor ve borcu veren esham sahibine belirli sabit bir faiz ödeniyordu. Ödenen faizler mâlikânedekinden hem daha düşüktü hem de hangi borç için ne kadar faiz ödeneceği baştan belirleniyordu; yani maliye esham sistemiyle daha şeffaf bir borçlanma ortamı sağlamış oluyordu (bk. ESHAM). Bu tarihten itibaren mâlikâne sektörü yavaş yavaş daraltılırken borçlanma ihtiyacı da bu yeni sistem içinde karşılanıyordu. Her iki borçlanma sistemi de pahalı yöntemlerdi. Giderek artan faiz ödemelerinden kurtulmak için Osmanlı maliyesinin başvurduğu ikinci önemli tedbir, 2 Mart 1793’te uygulamaya konan Nizâm-ı Cedîd’i finanse etmeye yönelik Îrâd-ı Cedîd Hazinesi’nin oluşturulmasıdır. Bu yeni hazine, mukātaa sektörünü iç borcun ağır faiz yükünden tamamıyla kurtarmak üzere her iki borçlanma sistemlerinin önce genişlemesini durduracak, sonra da yavaş yavaş daralmasını sağlayacaktı. Amaç mukātaa gelirleri üzerindeki devlet kontrolünü arttırmaktı. Ancak gelirlerin tamamı hazineye aktarılsa bile giderlere yetmeyeceği için iç borçlanmaya son vermenin mümkün olmadığı kısa zamanda anlaşılınca mâlikâneden ziyade esham sistemi tercih edildi. Zira bu sistemde mukātaa yönetimi maliyenin kontrolünde kalıyor ve faiz haddi de piyasanın imkân verdiği ölçüde mâlikânedekinden daha düşük tutulabiliyordu. Îrâd-ı Cedîd Hazinesi ayaklanma ile 1807’de ortadan kaldırılınca aynı fonksiyonu görmek üzere önce Darphâne, 1827’den sonra da yeni kurulan Mukātaat Hazinesi devreye sokuldu. Bu yeni kuruluşun hedefi de mâlikâne sahiplerine ödenmekte olan faizi azaltarak mukātaa sektörü üzerindeki devlet kontrolünü arttırmaktı.
Bütün bu tedbir ve denemelerin ana hedefi, devletle mukātaa sektörü arasında herhangi bir zümrenin uzun vadeli haklarla yerleşerek yüksek paylar almasını önlemek üzere mukātaa sektöründeki vergi potansiyelini mümkün olduğunca maliyenin kontrolü altına almaktı. Bu amaca ulaşmak üzere Tanzimat’ın başında mâlikâneyle beraber iltizamın da tamamıyla kaldırılmasına karar verildi. Mâlikâne sona erdirildi; ancak iltizamın kaldırılarak yerine modern ve rasyonel bir emanet rejiminin kurulması imparatorluğun sonuna kadar tamamlanamadı. Tanzimat’la birlikte vergi telakkisinde meydana gelen değişmelerin sonucu olarak mukātaa kavramı işlevini yavaş yavaş kaybetti. İltizama verme anlamında “maktûan ihale” tabiri yaygın biçimde kullanıldı. Fakat iltizama verilen vergi birimi anlamında mukātaa kavramı, 1860’lardan itibaren giderek seyrekleşen bir kullanımla metinlerden ve zihinlerden giderek silindi. Yalnız vakıflarda ve mîrî arazi hukukunda “mukātaa-i zemîn” ve “mukātaalı” tabirleri içinde imparatorluğun sonuna kadar devam etti (ayrıca bk. HARAÇ; HAVÂLE; HİKR; İLTİZAM).
BİBLİYOGRAFYA
BA, KK, nr. 5035, s. 31; nr. 5203, s. 43.
BA, MAD, nr. 2519, s. 75; nr. 10150, s. 91-93; nr. 10198, s. 230-259.
BA, TD, nr. 834, s. 2-3, 6-7.
Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1987, s. XXXIV-XXXV, 5, 33, 38.
Ḳānūnnāme-i Sulṭānī ber Mūceb-i ʿÖrf-i ʿOsmānī (nşr. Robert Anhegger – Halil İnalcık), Ankara 1956, s. 24-26, 47, 53, 60, 74, 80.
Süleyman Sûdî, Defter-i Muktesid, İstanbul 1307, II, 57, 100.
Kavânîn ve Nizâmât ve Mukarrerât-ı Mâliyye Mecmuası, İstanbul 1328, s. 167, 201-202.
Barkan, Kanunlar, s. 215, 220, 314.
a.mlf., “Timar”, İA, XII/1, s. 286-333.
F. Løkkegaard, Islamic Taxation in the Classic Period, Copenhagen 1950, s. 102-115.
Bilmen, Kamus, IV, 166, 180, 271.
Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 87-160.
Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Mâliyesi, İstanbul 1985, s. 84-107.
Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1988, s. 392.
A. K. S. Lambton, Continuity and Change in Medieval Persia, London 1988, s. 191, 204.
Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, s. 35.
a.mlf., “İktâ”, İA, V/2, s. 949-959.
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarih I: 1300-1600 (trc. Halil Berktay), İstanbul 2000, s. 150.
Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, İstanbul 2002, tür.yer.
Baki Çakır, Osmanlı Mukataa Sistemi (XVI-XVIII. Yüzyıl), İstanbul 2003.
Mustafa Demirci, İslamın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi, İstanbul 2003, s. 242, 262.
Halil Sahillioğlu, “Bir Mültezim Zimem Defterine Göre XV. Yüzyıl Sonunda Osmanlı Darphane Mukataaları”, İFM, XXIII/1-2 (1963), s. 145-218.
Abdul Azīz al-Dūrī, “The Origins of Iqṭaʿ in Islam”, al-Abhath, XXII/1-2, Beirut 1969, s. 3-22.
D. S. Goffman, “The Maktū‘ System and the Jewish Community of the 16th Century Safed”, Osm.Ar., sy. 3 (1982), s. 81-90.
Cl. Cahen, “Ikṭāʿ”, EI2 (Fr.), III, 1115-1118.
C. E. Bosworth, “Muḳāṭaʿa”, a.e., VII, 508.
H. Gerber, “Muḳāṭaʿa”, a.e., VII, 508.