https://islamansiklopedisi.org.tr/musabaka
Sözlükte “öne geçmek, rakiplerini geride bırakmak” anlamındaki sebk kökünden türeyen müsâbaka, sibâk ve istibâk kelimeleri fıkıhta dar anlamıyla at yarışını, geniş anlamıyla birden fazla kişi ya da takım arasında ödüllü veya ödülsüz olarak düzenlenen her türlü yarışmayı belirtmek için kullanılır. Klasik literatürde özel yarış türlerini ifade eden başka terimler de vardır. Meselâ remy/rimâye ok atmayı ve ok atma yarışını, bazan da her türlü atıcılık ve atış yarışlarını ifade eder. Münâdale/nidâl de ok atmayı ve atış yarışlarını anlatan bir kavramdır. Rihân/mürâhene/muhâtara kavramları ise dar anlamda at yarışlarını, özellikle de ödüllü at yarışlarını ifade eder; ancak ödül konularak düzenlenen her türlü yarışmayı ve bu nitelikteki yarışların sonucu üzerinde bahis tutuşmayı kapsayacak şekilde kullanımlarına da rastlanır.
Kur’ân-ı Kerîm’de müsabaka kelimesi geçmemekle birlikte aynı kökten değişik kelimeler yer almakta, bunlardan “yarışma” mânasına gelenlerden sadece biri oyun ve eğlenme (Yûsuf 12/25), diğerleri ise hayırlı işler yapma ve ilâhî bağışa erişip cennete girebilmek için çaba harcama (el-Bakara 2/148; el-Mâide 5/48; el-Mü’minûn 23/61; el-Hadîd 57/21) bağlamında kullanılmaktadır. Öte yandan bazı âyetlerde, klasik kaynaklarda en fazla üzerinde durulan at yarışlarının temel unsuru olan atlardan ve at yetiştirmekten söz edilmektedir (el-Enfâl 8/60; Sâd 38/31-33). Hadis ve siyer kaynaklarında ise bizzat Resûlullah’ın bazı müsabakalara seyirci veya yarışmacı olarak katıldığını ve özellikle at, deve ve ok yarışlarını teşvik ettiğini, hatta kazananları ödüllendirdiğini ifade eden çok sayıda rivayet yer almaktadır (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 60; Tirmizî, “Cihâd”, 22; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 21-22, 24-25, 28; Şevkânî, VIII, 87-93, 95-98, 103-106).
Başta at ve deve yarışlarıyla ok atma yarışı olmak üzere eşek, katır, fil, güvercin, inek, horoz gibi hayvan yarışları; sırık, mızrak, kargı, sapan ve mancınıkla atış yarışları; koşu, güreş, bilek güreşi, yüzme, dalgıçlık, ağırlık kaldırma, tekne yarışı gibi müsabakaları dinî hükümler bakımından ele alan klasik literatür, kültür tarihi açısından ve özellikle bunların teknik düzeni ve terminolojisi hakkında zengin bilgiler içermektedir. Ayrıca tavla, satranç gibi bazı oyunların da müsabaka bağlamında ele alındığı görülmekte, bilhassa Hanefî eserlerinde dinî ilimler alanında bilgi yarışması yapılmasından söz edilmektedir.
Kaynaklarda genellikle müsabakanın cevazı hakkında icmâ bulunduğu (İbn Kudâme, VIII, 651), bedeni ve zihni güçlendirerek düşmana karşı hazırlıklı bulunma özellik ve amacı dikkate alınıp belli müsabakaların sünnet veya müstehap, hatta farz-ı kifâye olduğu belirtilir; naslarda olumsuz biçimde anılan veya dinin ilkeleriyle çatışan müsabakalar ise haram yahut mekruh diye nitelenir. Hz. Peygamber’in konuya ilişkin söz ve uygulamalarını içeren rivayetlerin sübût ve delâlet yönünden farklı değerlendirmelere tâbi tutulması yanında, gerek içerdiği unsurlar gerekse dış bağlantıları bakımından müsabakanın bazı şekillerinin giriftlikler taşıması da İslâm âlimlerinin bir kısım müsabakaların dinî hükmü konusunda farklı görüşler ortaya koymasında etkili olmuştur. Kaynaklarda müsabaka ile ilgili hükümler, genellikle bunların ivazlı (bedel karşılığında, ödüllü) olup olmamasına göre bir ayırım yapılarak işlenmektedir.
İvazlı olmayan müsabakalar klasik doktrindeki hâkim eğilime göre genel serbestlik kapsamında olup hakkında yasaklayıcı bir nas yoksa ve dinen sakıncalı bir unsur taşımıyorsa ilke olarak câizdir. Buna karşılık yasak olduğu bildirilen veya dinin ilkeleriyle çatışan müsabakalar, meselâ köpek, horoz ve koç dövüşü, canlı bir havyanı hedef seçerek yapılan, hayat ve vücut bütünlüğü için tehlike arzeden, hayvanlara eziyet içeren yarışlar ittifakla haram görülmüştür. Bedelsiz bile olsa satranç, tavla vb. müsabakaların haram veya mekruh olduğunu söyleyenler de bu oyunlarla ilgili yasaklayıcı rivayetleri veya bunlardaki sakıncalı unsurları dikkate almaktadır. Daha çok Hanefîler’in temsil ettiği yaklaşıma göre ise naslarda belirtilen at ve deve yarışı, ok atma, koşu müsabakaları dışında kalanlar dinen tasvip edilmeyen eğlence kapsamında değerlendirildiğinden câiz görülmemiştir; bazı kaynaklarda güreş de meşruiyeti nasla sabit müsabakalar arasında zikredilir. Kâsânî tarafından dile getirilen bu olumsuz bakışa göre bir hadiste (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 23; Nesâî, “Ḫayl”, 8) belirli oyun ve yarışların dışında kalanlar “bâtıl” olarak nitelendirildiği için bunların yasak olması asıl, câiz olması istisnadır (Bedâʾiʿu’ṣ-ṣanâʾiʿ, VI, 206). Bir kısım Hanefî eserlerinde ödülsüz yarışların tamamının mubah sayıldığı ifade edilirse de başka eserlerde bu hüküm cihada hazırlık amacıyla kayıtlanmakta ve sırf eğlence amacıyla düzenlenen müsabakaların mekruh olduğu belirtilmektedir (İbn Âbidîn, V, 258-259). Çoğunluğun anlayışına göre ise hadiste geçen “bâtıl” sözü “yasak” değil, “boş ve faydasız” anlamına gelmekte ve bu tür işler de esas itibariyle mubah çerçevesine girmektedir. Konuyu daha çok “meysir” yasağı ile ilişkilendiren Mâlikî fakihlerinin de Hanefîler’inkine benzer bir yaklaşıma sahip bulunduğu görülmektedir. Ancak onlar meysiri maddî karşılık içeren kumarla sınırlı tutmayıp iki taraf için kazanıp kaybetme riski bulunan, din ve topluma dönük bir fayda sağlamayan ve özü itibariyle ibadetleri ve aslî görevleri ihmale götüren her türlü oyun ve eğlenceyi bu kapsamda değerlendirmişlerdir (Refîk Yûnus el-Mısrî, s. 28-30, 48-49).
İvazlı müsabakanın da cevazında ilke olarak ihtilâf bulunmamakla birlikte müsabakanın tür ve şartları konusunda farklı görüşler vardır. Fakihlerin çoğunluğu, konunun değişik yasaklarla bağlantılı olduğunu göz önünde bulundurarak yasaklığı esas alma ve câiz olanları özel biçimde belirleme yöntemini benimsemiştir. Meşruiyeti hakkında hadis bulunan ödüllü at, deve ve ok yarışının cevazında ittifak vardır. Hanefîler hadislerde geçen koşu müsabakalarının da ivazlı olarak düzenlenmesini câiz görürler; bazı kaynaklarda güreşin de bu kapsamda olduğu belirtilir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 28, 47; İbn Âbidîn, V, 258-259; İbn Kayyim el-Cevziyye’nin ödüllü müsabakayı üç türle sınırlayan hadis hakkında Hanefîler’e nisbet ettiği farklı bir yorum için bk. el-Fürûsiyye, s. 49). Bunların dışındakilerde ise müsabakanın değişik yasaklarla ilişkisi gözden geçirilerek bir değerlendirme yapılmıştır. Yasaklık sonucuna varılanlarda daha çok etkili olan gerekçeler ele alınan müsabaka türünün kumar, hayvanlara eziyet veya naslardaki menfi anlamıyla oyun-eğlence kapsamında düşünülmesi yahut karşılıklı iki bedelin bir kişide toplanması, mülkiyetin devrini şansa/riske bağlama, kişinin kendisine menfaat sağlamayan bir şart gereği başkası lehine borç altına girmesi gibi özellik veya sonuçlar içermesidir. Verilen örneklerden Şâfiîler’in cevaz kapsamını daha geniş tuttukları anlaşılmaktadır (Mv.F, XXIV, 126-127). Öte yandan Kur’an ezberleme, hadis ve fıkıh gibi dinî ve ilmî konularda yapılan ödüllü yarışmaları Hanefîler câiz görürken diğer ekoller câiz görmemektedir; İbn Kayyim ise bunların öncelikle câiz sayılması gerektiği kanaatindedir (el-Fürûsiyye, s. 47).
İvazlı müsabakalarla ilgili genel tavır doğrultusunda olmak üzere bunların cevazı için klasik kaynaklarda müsabakada konacak ödülün niteliği ve ödülü koyan hakkında da sıkı şartlar öngörülmüştür. “Sebak, sübka, cu‘l, ivaz, hatar, nedeb, kara‘, veceb, rehin, kumra, câize, atâ’, nevâl” gibi terimlerle ifade edilen ödülün mütekavvim bir mal olması, cins, miktar ve niteliğinin belirlenmesi bu şartların başında gelmektedir. Buna karşılık ödülün peşin veya vadeli, ayn veya deyn olmasında sakınca görülmez. Ödülün müsabakaya katılanlar dışında üçüncü bir şahıs, özellikle devlet başkanı veya yetkili kıldığı bir kamu görevlisi tarafından konmasında sakınca görülmediği gibi fakihlerin çoğunluğunca ödülün müsabakaya katılanlardan biri tarafından konulması da câiz sayılmıştır (Mâlikî mezhebinde bunun cevazı için ileri sürülen şartın yorumu için bk. Zekeriyyâ M. Tahhân, s. 116-118). Her iki tarafça bedel konması halinde ivazlı müsabaka bir tür kumar sayıldığı için meşrû görülmemiş, ancak yarışı kazanırsa ödül alacak ve kaybederse maddî kayba uğramayacak yarışçı veya yarışçıların (muhallil, dahîl) dahil edilmesi halinde buna cevaz verilmiştir. Hz. Peygamber’in bir hadisine (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 69) dayanan bu anlayışa göre muhallilin kaybedeceği veya kazanacağı kesin olmaması, yani şeklen değil gerçek bir yarışçı olması gerekir. Buna karşılık İbn Teymiyye ve İbn Kayyim hadislerde müsaade edildiği bildirilen at, deve ve ok yarışlarıyla sınırlı gördükleri ödüllü yarışların meşruiyeti için ayrıca muhallil şartı koşulmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Onların bu yaklaşımında, muhallil kavramının bazı işlemlerdeki şeklen hukuka uygun gösterme çabalarını (hile) çağrıştırmasının da etkili olduğu anlaşılmaktadır (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 37-45, 49-52; bu görüşün eleştirisi için bk. Zekeriyyâ M. Tahhân, s. 118-132). Öte yandan fıkıh kitaplarında ödüllü müsabakada esas alınan at, deve gibi hayvan yarışları ile ok atma yarışlarının ayrıntıları üzerinde de durulmuş, hayvan müsabakalarında başlangıç ve bitiş noktalarının belirlenmesi, yarışa katılacak hayvanların belirli ve kazanıp kaybetme ihtimali açısından birbirine denk olması, üzerlerinde binicileri olduğu halde yarışılması, ok müsabakalarında atışı yapacak kişilerin, atılacak hedefin, toplam ok sayısıyla bunlardan hedefe isabet etmesi gereken sayının, okun isabet şeklinin önceden belirlenmiş olması gibi şartlar ve takım halinde yarışmalarda uyulacak kurallar geniş biçimde ele alınmıştır.
Fıkıh eserlerinde müsabakanın değişik akidlerle ve bazı tek taraflı hukukî işlemlerle mukayesesi üzerinde durulmakla birlikte hâkim kanaat bunun müstakil bir akid tipi olduğu yönündedir. Ödülün yarışçıların dışında bir kimse tarafından konması halinde ivazlı müsabakanın bir teberru muamelesi olduğu açıktır; ödülün yarışçılardan biri tarafından konması durumunda ise teberru muamelesi sayılması mümkün değildir, zira bedel ödeyen yenilmeyi ve teberruda bulunmayı değil aksini amaçlamaktadır. Müsabaka akdinin ivazsız olması halinde bunun bağlayıcı (lâzım) olmadığı hususunda ittifak vardır. İvazlı müsabakanın bağlayıcı olup olmadığına dair görüşleri ise şöylece özetlemek mümkündür: a) Hanefîler’e, Süfyân es-Sevrî, Zührî, Yahyâ b. Saîd, İbn Cerîr et-Taberî ve İbn Kayyim’e göre bağlayıcı olmayıp taraflar istedikleri anda çekilebilir; ödülün cevazı bunu almanın helâlliği anlamında olup kazanan için yargı yoluyla talep edilebilecek bir alacak meydana gelmez, yani bedel vadeden taraf bakımından ahlâkî bir borç (günümüz hukuk diliyle “eksik, tabii borç”) söz konusudur (Haskefî, V, 258). b) Mâlikîler’e göre bağlayıcı bir akiddir. c) Şâfiî mezhebinde başka görüşler de bulunmakla birlikte mutemet sayılan görüş bedel koyan taraf açısından bağlayıcı olduğu, diğer taraf açısından bağlayıcı olmadığı yönündedir. d) Hanbelîler’e göre yarış başlamadan önce taraflardan her biri, yarış başladıktan sonra ancak üstün geldiği anlaşılan taraf bunu feshedebilir. e) Ca‘ferîler’de bağlayıcı olduğu ve olmadığı yönünde iki ayrı görüş vardır. Bağlayıcı olmadığını kabul etmenin başlıca sonuçları da yarışı tamamlama zorunluluğunun bulunmaması, ivazda eksiltme ve arttırmanın mümkün olması, taraflardan birinin ölmesi halinde akdin infisah etmesi şeklinde özetlenebilir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 52-57; Zekeriyyâ M. Tahhân, s. 77-81; müsabakaların sonuçları üzerinde bahis tutuşmanın tahlili ve hükmü konusunda bk. KUMAR).
Fıkıh eserlerindeki görüşleri ve delillerini geniş biçimde ele alıp tahlil eden çağdaş araştırmalarda genellikle, günümüzde ortaya çıkan sportif, askerî, ticarî, ilmî, sanatsal, kültürel veya oyun ve eğlence amaçlı yeni müsabaka türlerinin de başta kumar ve haksız kazanç yasağı olmak üzere dine, fertlere, topluma, çevreye ve tabiata zarar verme gibi yasaklar kapsamına girmedikçe câiz sayılması, hatta ferdin ruh ve beden sağlığının gelişmesinde, hayırlı işlerin gerçekleştirilmesi veya bunlara hazırlık yapılmasında, meşrû rekabet sınırları içinde fert veya grupların üstün çaba ortaya koymaları için gerekli motivasyonun sağlanmasında olumlu katkısı görülen müsabakaların teşvik edilmesi gerektiği ifade edilir. İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin ödüllü müsabakalar konusuna ilişkin kararında (14. dönem toplantısı, 12-16 Şubat 2003, Devha-Katar) amaç, araç ve alanları meşrû olan müsabakaların bütün yarışçıların bedel ödememesi şartıyla ödüllü olarak düzenlenebileceği belirtilmiştir (Bâsim Ahmed Âmir, s. 35, 81-82; ayrıca bk. CÂİZE; CUÂLE).
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “sbḳ” md.
Müslim, “İmâre”, 167.
Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 23, 60, 69.
Tirmizî, “Cihâd”, 22.
Nesâî, “Ḫayl”, 8.
Şâfiî, el-Üm (nşr. Hassân Abdülmennân), Amman, ts. (Beytü’l-efkâri’d-devliyye), s. 818-825.
Karrâb, Feżâʾilü’r-remy fî sebîlillâhi teʿâlâ, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3520.
Mâverdî, el-Ḥâvi’l-kebîr (nşr. Ali M. Muavvaz – Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Beyrut 1414/1994, XV, 180-251.
Kâsânî, Bedâʾiʿu’ṣ-ṣanâʾiʿ, Beyrut 1406/1986, VI, 206.
İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. M. Sâlim Muhaysin – Şa‘bân M. İsmâil), Riyad, ts. (Mektebetü’r-Riyâdi’l-hadîse), VIII, 651-675.
Kurtubî, el-Câmiʿ, IX, 145-148.
Nevevî, Ravżâtü’ṭ-ṭâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz), Beyrut 1412/1992, VII, 532-563.
Şehâbeddin el-Karâfî, eẕ-Ẕaḫîre (nşr. Muhammed Bû Hubze), Beyrut 1994, III, 464-467.
İbn Cüzey, el-Ḳavânînü’l-fıḳhiyye, Beyrut 1977, s. 105.
Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ḥaḳāʾiḳ, Bulak 1315, VI, 31-32, 227-228.
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fürûsiyye (nşr. Semîr Hüseyin Halebî), Tanta 1411/1991.
Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, Naṣbü’r-râye, Beyrut 1407/1987, IV, 273-275.
Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, Beyrut 1398, III, 390-392.
İbn Nüceym, el-Baḥrü’r-râʾiḳ, Beyrut 1993, VIII, 554-555.
Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc, IV, 311-319.
Buhûtî, Keşşâfü’l-ḳınâʿ, IV, 47-61.
el-Fetâva’l-Hindiyye, Beyrut 1406/1986, V, 324.
Haskefî, ed-Dürrü’l-muḫtâr (İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr içinde), Beyrut 1407/1987, V, 257-259, 479.
Emîr es-San‘ânî, Sübülü’s-selâm, Beyrut 1389/1960, IV, 70-72.
Muhammed b. Ahmed Desûkī, Ḥâşiye ʿale’ş-Şerḥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 208-211.
Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, Kahire, ts. (Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî), VIII, 87-98, 103-106.
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr, Beyrut 1407/1987, V, 257-259, 479.
Muhammed Senûsî, er-Riḥletü’l-Ḥicâziyye (nşr. Ali eş-Şennûfî), Tunus 1396/1976, s. 162-164.
Necîb Mutîî, Tekmiletü’l-Mecmûʿ (Nevevî, el-Mecmûʿ içinde), Cidde 1980, XVI, 23-116.
Yûsuf el-Kardâvî, el-Ḥelâl ve’l-ḥarâm fi’l-İslâm, Beyrut 1405/1985, s. 264-280.
Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1405/1985, V, 786-790.
Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 92-95, 316-318, 363-366.
Refîk Yûnus el-Mısrî, el-Meysir ve’l-ḳımâr: el-Müsâbaḳāt ve’l-cevâʾiz, Dımaşk-Beyrut 1413/1993.
Nebi Bozkurt, Hadis’te Folklor Eğlence, İstanbul 1997, s. 110-116.
Nuṣûṣü’l-iḳtiṣâdi’l-İslâmî: Kitâben ve Sünneten ve fıḳhen (nşr. M. Vâizzâde el-Horasânî), Meşhed 1420, VIII, 351-421.
Zekeriyyâ M. Tahhân, el-Müsâbaḳāt ve’l-cevâʾiz ve ḥükmühâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Amman 2001.
Bâsim Ahmed Âmir, el-Cevâʾiz: Aḥkâmühe’l-fıḳhiyye ve ṣuverühe’l-muʿâṣıra, Amman 1426/2006.
“Sibâḳ”, Mv.F, XXIV, 123-133.
M. Revvâs Kal‘acî, el-Mevsûʿatü’l-fıḳhiyyetü’l-müyessere, Beyrut 2000, II, 1065-1068.