https://islamansiklopedisi.org.tr/salih--peygamber
Kur’ân-ı Kerîm’de Semûd kabilesine peygamber olarak gönderildiği bildirilen Hz. Sâlih’in (el-A‘râf 7/73; en-Neml 27/45), kavminin en itibarlı ailesine mensup olduğu rivayet edilir. Şeceresi İslâm kaynaklarında Nûh oğlu Sâm oğlu İrem oğlu Âmir (Âbir) oğlu Semûd oğlu Hâzir oğlu Ubeyd oğlu Mâşih (Mâsih) oğlu Esif (Âsif) oğlu Ubeyd oğlu Sâlih şeklinde Hz. Nûh’a bağlanır. Sâlih peygamber kendi milleti arasında güvenilir, hastaları ziyaret eden, zayıfları ve yoksulları gözeten, hayır işleriyle uğraşan bir kişi olarak tanınır; ayrıca “geleceğe dair kendisinden ümit beklenen bir kimse” olarak tanımlanır (Hûd 11/62).
Semûd kabilesinin kökenine ilişkin çeşitli görüşler vardır. Bazı şarkiyatçılar Semûd’un bir yahudi kabilesi olduğunu ileri sürmüştür (Abdülvehhâb en-Neccâr, s. 79). İslâm kaynaklarında Semûd, Hz. İsmâil’den önceki döneme ait olup Arabü’l-Âribe (halis Arap) diye isimlendirilen, soyu kesilmiş eski Arap kabilelerinden biri olarak yer alır. Âd kavmiyle aynı soydan olan kabile mensupları Sâm’ın oğlu İrem’de birleşirler ve Âd kavminin bakiyesi olduklarından ikinci Âd (Âd-ı uhrâ) olarak da bilinirler. Suriye ile Hicaz arasındaki Hicr’de yaşadıkları için (el-A‘râf 7/73-79) Kur’an’da “ashâbü’l-Hicr” diye de anılırlar (el-Hicr 15/80). Hicr, Arap yarımadasının kuzeybatısında Medine-Tebük yolu üzerinde Teymâ’nın yaklaşık 110 km. güneybatısında, içinden Hicaz demiryolunun geçtiği sarp kayalıklarla çevrili vadinin ve bu vadideki şehrin adıdır. Bugünkü Alâ adlı yerleşim biriminin 15 km. kuzeyine düşmektedir. Sâlih peygamberle ilgisi dolayısıyla buraya Medâinüsâlih de denilmiştir. Bu şehirden günümüze kadar gelen kalıntılar ve dağlarda yontulmuş evler buranın eskiden bir uygarlık merkezi olduğunu gösterir. Semûd kavmi Vâdilkurâ’da kayaları oyarak evler (el-Fecr 89/9), düz arazide saraylar yapmıştır. Onların zamanında Vâdilkurâ çevresi bir medeniyet merkezi, dağlar içinde oydukları meskenler ince birer sanat eseriydi (Yâkūt, II, 220-221; Tecrid Tercemesi, IX, 134-139; ayrıca bk. SEMÛD).
Âd kavminden sonra gelişip güçlenen Semûd kavmi başlangıçta tevhid inancına sahipti; Allah’ın birliğine, peygambere ve âhiret gününe inanıyordu. Ancak zamanla Âd kavmi gibi putlara tapmaya ve peygamberleri yalanlamaya başladı (eş-Şuarâ 26/141). Bunun üzerine Allah tevhid inancını öğretmesi için aralarından Sâlih’i peygamber olarak görevlendirdi. Hz. Sâlih kavmine kendilerine gönderilmiş güvenilir bir peygamber olduğunu, Allah’a kulluk etmeleri gerektiğini, O’ndan başka bir ilâhın bulunmadığını, Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını ve kendisine itaat etmelerini, buna karşılık kendilerinden herhangi bir ücret talep etmediğini söyledi (eş-Şuarâ 26/142-145). Ayrıca kavmine Allah’ın verdiği nimetleri hatırlatarak bu nimetlere şükredip Allah’a karşı gelmekten sakınmaları, O’nun emir ve yasaklarına uymaları, haddi aşıp yeryüzünde fesat çıkaranların peşinden gitmemeleri gerektiğine ve bu nimetlerle birlikte dünyanın ebedî olmadığına dikkat çekti (el-A‘râf 7/74; eş-Şuarâ 26/146-149).
Önceki peygamberlerde görüldüğü gibi kavminden küçük bir topluluk Sâlih peygambere iman ederken başta ileri gelenler olmak üzere çoğunluk onun peygamberliğini inkâr etti. Bunlar Sâlih’i büyülenmiş ve uğursuz olmakla, ayrıca şımarıklık ve yalancılıkla suçladılar (en-Neml 27/47; el-Kamer 54/23-25). Sâlih peygamberin tebliğinde ısrar etmesi üzerine ondan peygamberliğini doğrulayıcı bir mûcize getirmesini istediler ve ancak o zaman iman edeceklerini söylediler. Sâlih de onlara apaçık bir mûcize olarak dişi bir deveyi getirdi. Bu devenin mûcize olma yönü İslâm kaynaklarında sert bir kayadan canlı bir hayvan olarak çıkarılması, bütün kavmin tükettiği miktarda su içmesi ve içtiği su kadar süt vermesi şeklinde açıklanmıştır (M. Ali Sâbûnî, s. 306). Sâlih peygamber kavminden bir günü deveye, bir günü kendilerine tahsis etmek üzere su içme konusunda belli bir sıraya uymalarını istedi (eş-Şuarâ 26/155-156). Ayrıca kendilerine gönderilen bu deveye zarar vermemeleri, aksi takdirde ilâhî azabın üzerlerine ineceği hususunda onları uyardı (el-A‘râf 7/73; Hûd 11/64). Fakat devenin varlığından rahatsızlık duyan bir grup inkârcı deveyi öldürme planları yapmaya başladı. Kur’an’da bozguncu diye nitelendirilen ve dokuz kişiden oluştuğu belirtilen (en-Neml 27/48) bu grup içinden rivayete göre Kudâr b. Sâlif adlı bir kişi deveyi yakalayıp ayaklarını kesti, diğerleri de kılıçlarıyla onu parçaladılar. Ardından kendilerini korkuttuğu azabı getirmesi için Sâlih peygambere meydan okudular (el-A‘râf 7/77). Sâlih peygamberin onlara üç günün sonunda istedikleri azabın geleceğini bildirmesi üzerine (Hûd 11/65) kendisini ve ailesini öldürmek istediler (en-Neml 27/49). Fakat Allah, dördüncü günün sabahında korkunç bir gürültü ve yıldırımların ardından gelen, şiddetli bir sarsıntı ile onları helâk etti (el-A‘râf 7/78; Fussılet 41/17; el-Kamer 54/31). Helâkin ertelenmesiyle ilgili üç günlük süre içinde birinci gün inkârcıların yüzlerinin sarardığı, ikinci gün kızardığı, üçüncü gün karardığı ve bu şekilde içeriden bir bozulmanın ortaya çıktığı, üç gün tamamlandığında âsi kavmin tamamen yok olduğu belirtilmiştir (İbnü’l-Arabî, s. 125). Bir rivayete göre Sâlih peygamberle birlikte ona tâbi olan 120 kişi helâkten kurtulurken geri kalan 5000 kişi helâk olmuştur (M. Ali Sâbûnî, s. 310). Bunun üzerine Sâlih’in kendisine inanan toplulukla birlikte Mekke’ye göç ettiği nakledilir. Bir diğer rivayete göre ise Hz. Sâlih vefat edinceye kadar Filistin’de Remle yakınlarında yaşamıştır.
Resûl-i Ekrem, Tebük Gazvesi sırasında askerleriyle birlikte Semûd kalıntılarının bulunduğu Hicr’e gelmiş, askerler Semûd halkının içtiği kuyulardan su içmiş, hamur yoğurup ekmek yapmış ve yemek hazırlamıştır. Fakat Resûlullah yemeği dökmelerini ve ekmekleri develere yedirmelerini emretmiştir. Daha sonra onları konakladıkları yerden kaldırarak Sâlih’in devesinin su içtiği kuyunun başına götürmüş, bu davranışının sebebini açıklarken de, “Onların yaşadığı felâketin sizin başınıza gelmesinden korktum” demiştir (Müsned, II, 117). Başka bir rivayette Resûl-i Ekrem’in, Hicr’de bulunduğu bir sırada Hicr halkının başına gelenlerden duyduğu üzüntüyü dile getiren ve yanındakileri bu olaydan ibret almaya teşvik eden sözler söylediği belirtilmektedir (Müsned, II, 58, 72; Buhârî, “Meġāzî”, 80; Müslim, “Zühd”, 38).
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, II, 58, 72, 117.
Ezrakī, Aḫbâru Mekke (Melhas), I, 68, 72, 73, 84.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Kahire, ts. (el-Matbaatü’l-behiyye el-Mısriyye), XIV, 161-167; XVIII, 16-22; XIX, 205; XXIII, 96-99; XXIV, 158-160, 201-203; XXIX, 52-56; XXXI, 196-197.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, II, 220-221.
İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-hikem (trc. ve şerh Ekrem Demirli), İstanbul 2006, s. 125.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XIII, 73-85.
Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), II, 227-230, 450-451, 557; III, 366-368.
Tecrid Tercemesi, IX, 134-139; XI, 218-219.
Elmalılı, Hak Dini, IV, 2796; V, 3071-3072.
Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, VIII, 501-508; XII, 120-126.
Mustafa Murâd ed-Debbâğ, el-Ḳabâʾilü’l-ʿArabiyye ve selâʾilühâ fî bilâdinâ Filisṭîn, Beyrut 1986, s. 20-24.
Abdülvehhâb en-Neccâr, Ḳaṣaṣü’l-enbiyâʾ, Kahire, ts. (Mektebetü dâri’t-türâs), s. 79.
M. Ali Sâbûnî, Peygamberlik ve Peygamberler (trc. Suat Cebeci – Bilal Delice), İstanbul, ts. (Kültür Basın Yayın Birliği), s. 302-310.
Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, İstanbul, ts. (Kur’ân Araştırmaları Müessesesi), XVIII, 330-348.
İsmail L. Çakan – N. Mehmed Solmaz, Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, İstanbul 2006, s. 67-75.
Hayreddin Karaman v.dğr., Kur’an Yolu: Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2006, II, 548-550; III, 182-183, 363-365; IV, 165-166, 196-197.
Fr. Buhl, “Sâlih”, İA, X, 127.
A. Rippin, “Ṣāliḥ”, EI2 (İng.), VIII, 984.
Ömer Faruk Harman, “Hicr”, DİA, XVII, 454-455.
P. R. John, “Ṣāliḥ (Prophet)”, Encyclopaedia of the Holy Qurʾān (ed. N. Kr. Singh – A. R. Agwan), Delhi 2000, IV, 1317-1319.