SÂLİH, Muhammed - TDV İslâm Ansiklopedisi

SÂLİH, Muhammed

محمّد صالح
Müellif: ZAUR ŞÜKÜROV
SÂLİH, Muhammed
Müellif: ZAUR ŞÜKÜROV
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2009
Erişim Tarihi: 17.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/salih-muhammed
ZAUR ŞÜKÜROV, "SÂLİH, Muhammed", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/salih-muhammed (17.11.2024).
Kopyalama metni

Hârizm’de dünyaya geldi. Árminius Vámbéry 1451-1455 yılları arasında doğmuş olabileceğini söyler. Adı Muhammed, Sâlih ise lakabı ve şiirlerinde kullandığı mahlasıdır. Timur ve torunlarının hizmetinde bulunan, özellikle Hârizm’in kültür ve siyaset hayatında etkili olmuş, şair ve edip emîrlerin yetiştiği seçkin bir aileye mensuptur. Timurlu Hükümdarı Ebû Said Mirza Han döneminde Hârizm valisi olan babası Nûr Said Beg aynı zamanda büyük bir şairdi (Ali Şîr Nevâî, s. 77).

İlk eğitimini çocukluk yıllarını geçirdiği Hârizm’de alan Muhammed Sâlih daha sonra Herat’a giderek Molla Abdurrahman-ı Câmî’nin öğrencisi oldu. Bu arada Ali Şîr Nevâî gibi birçok ilim ve edebiyat adamının sohbetine katıldı. Huysuzluğu ve geçimsizliğiyle tanınan babasının 1469’da öldürülmesi üzerine zor durumda kaldı; ilk gençlik günleri Horasan ve Semerkant’ta perişanlık içinde geçti. Bu dönemde çektiği sıkıntıları bazı gazellerinde dile getirdiği gibi Şeybânînâme adlı eserinde de anlatmaktadır. Kendini geliştirdikten sonra Timurlu şehzadelerin sarayında kaldı; ardından Hüseyin Baykara’nın sarayındaki şairler arasında yer aldı. Ancak 1499’da Timurlular’a gücenerek saraydan ayrıldı ve onların en tehlikeli rakibi olan Özbek Hükümdarı Şeybânî Han’ın (Şibânî Han) hizmetine girdi. Muhammed Sâlih’in kendisine bağlanmasına çok sevinen ve bunu bir tuyuğunda dile getiren Şeybânî Han (Şiban Han Dîvânı, s. 307) ona “emîrü’l-ulemâ” ve “melikü’ş-şuarâ” unvanlarını verdi. Şeybânî Han’ın en yakın adamları arasında yer alarak onunla beraber seferlere katılıp askerî ve idarî tecrübelerini arttırdı. 905 (1500) yılında yeni fethedilen Buhara’nın valiliğine tayin edildi. Dört yıl sonra hükümdardan izin isteyip Buhara’da annesinin köyüne yerleştiyse de 1505’te Çârcûy, 1508’de Nesâ valiliğine getirildi. Şeybânî Han’ın Merv’de Safevî Hükümdarı Şah İsmâil’e yenilerek öldürülmesi üzerine (916/1510) Buhara’ya dönüp kendini eser yazmaya verdi ve hayatının sonuna kadar burada kaldı. Sâlih’in ölüm tarihi hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak Merv savaşında (1510) Şeybânî Han’ın yardımına koştuğu yolundaki bilgi onun bu tarihte hayatta olduğunu göstermektedir.

Abdurrahman-ı Câmî gibi Nakşibendî bir şairin öğrencisi olması ve Bâbür’ün 901 (1495-96) yılı olaylarını anlatırken onu Hâce Yahyâ’nın (Hâce Ubeydullah Ahrâr’ın küçük oğlu) hizmetinde gördüğünü yazması (Vekāyi‘, I, 39) Sâlih’in Nakşibendî tarikatına mensup olabileceğini ve mezarının Buhara’da Bahâeddin Nakşibend Türbesi’nin hazîresinde bulunabileceğini düşündürmektedir.

Şöhreti genç yaşlarından itibaren yayılan Muhammed Sâlih hakkında bilgi veren Ali Şîr Nevâî onun şahsiyetini ve şairliğini överek babasının aksine kendisinin mülâyim bir genç olduğunu, çok ince ve nefis bir şiir yeteneğine sahip bulunduğunu söyler ve Farsça şiirlerinden bir beyti örnek verir (Teẕkire-i Mecâlisü’n-nefâʾis, s. 110, 174-175). Bâbür de hâtıratında şiirlerini değerlendirirken latif gazeller ve Türkçe şiirler yazdığını söylemekte, ancak Şeybânînâme’sinin yavan bir eser olduğunu ve onu okuyanın yazarının şairliğine inanmayacağını ifade etmektedir (Vekāyi‘, I, 39; II, 198-199). Bâbür’ün eser hakkındaki değerlendirmesi genellikle doğru ise de okuyucunun müellifinin şairliğine inanmayacağı yönündeki ifadesi biraz abartılıdır. Bunda Bâbür ile Şeybânî Han arasındaki düşmanlığın ve Muhammed Sâlih’in eserinde onu ağır biçimde eleştirip zalim diye nitelemesinin etkisi olabilir. Bâbür, Sâlih’in ikisi Farsça, biri Türkçe üç beytini kaydetmiştir (a.g.e., I, 79; II, 199, 286). Muhammed Sâlih’in halen mevcut Türkçe şiirleri dışında günümüze ulaşabilen diğer şiirleri daha çok beyit çerçevesinde ve Farsça olanlardır. Bunların başından geçen hadiselerle bağlantısı yanında tasavvufî bir renk taşıdığı da görülür. Bu tür şiirlerinden ve Şeybânînâme’deki bazı ifadelerinden hareketle tasavvufa yabancı kalmadığı söylenebilir. Muhammed Sâlih’in hat sanatında başarı gösterdiği Nevâî’nin onun bu yönünü övmesinden anlaşılmaktadır (Teẕkire-i Mecâlisü’n-nefâʾis, s. 175). Onun tarih düşürmede de yetenekli olduğu kabul edilmektedir.

Janos Eckmann’ın klasik şairler, M. Fuad Köprülü’nün klasik şiiri devam ettiren şairler arasında saydığı Muhammed Sâlih şair olarak önemli bir varlık gösterememiş, asıl şöhretini Şeybânî Han için yazdığı Şeybânînâme (Şibânînâme) adlı manzum tarihiyle sağlamıştır. Dönemin önemli kaynaklarından olan eser yetmiş altı bölüm halinde düzenlenmiş olup 4500 beyitte Şeybânî Han’ın 905-911 (1499-1506) yılları arasındaki hayatını ve savaşlarını anlatmaktadır. Bu mesnevinin nisbeten kuru ve tarafgir bir ifadeyle kaleme alınması güvenilirliğini azalttığı gibi edebî değerini de düşürmektedir. Bununla birlikte Türkçe’nin kaba ve yetersiz kabul edilerek eserlerini bu dille yazanların hor görüldüğü bir devirde Muhammed Sâlih’in Şeybânî Han’ın hoşuna gitmek amacıyla da olsa Türkçe eser yazması onun bir dil şuuruna sahip bulunduğunu göstermektedir. Halk ağzından, Özbek-Kıpçak lehçesinden ve Altın Orda dilinden bazı unsurların yer aldığı Şeybânînâme sade bir anlatıma sahiptir ve bu özellikleriyle Çağatay Türkçesi için zengin bir malzeme oluşturmaktadır. Kitabın XVI. yüzyıldan sonra gerçekleştirilen edebî dilin sadeleştirilmesine önderlik ettiği ve daha sonraki eserlere bu bakımdan örnek olduğu söylenebilir. Şeybânînâme, Şeybânî Han’ın faaliyetlerine ışık tutması ve devriyle ilgili verdiği geniş bilgiler bakımından tarihî belge niteliğindedir. Muhammed Sâlih eserinde sadece Şeybânî Han’ın savaşlarını anlatmakla kalmamış, şahit olduğu tarihî olayları, dönemin sosyokültürel yapısını, siyasî ve askerî kültürünü, ordu düzenini, hükümdarlarını, devlet teşkilâtı ve yönetimiyle halkın çektiği sıkıntıları tasvir etmiştir. Eserin tevhid içerikli girişinin ardından münâcât ve na‘t, Şeybânî Han’ın maddî ve mânevî özelliklerine dair övgüler, daha sonra da sebeb-i te’lîf bölümleri gelmektedir. Kitapta bir hâtimenin olmaması ve eserin tamamlandığı tarihin belirtilmemesi onun tamamlanamadığı izlenimini vermektedir. Şeybânînâme’nin 916 (1510) yılında istinsah edilmiş, bilinen tek nüshası Viyana’da Millî Kütüphane’dedir (Flügel, II, 323-324). Zeki Velidi Togan, kitabın bu nüshasından bazı farklılıklar gösteren diğer bir yazmasının Fahri Bilge’nin özel kütüphanesinde bulunduğunu söylerse de (, II/1 [1956-57], s. 75, 86) bu zatın ölümünden sonra kitapları satıldığından nüshanın bugün nerede olduğu bilinmemektedir. H. F. Hofman da biri XVIII. yüzyılda istinsah edilmiş iki Leningrad (Sankt Petersburg) nüshasından bahsetmekte, fakat verdiği bilginin kesin olmadığını da söylemektedir (Turkish Literature, I/5, s. 296, 299). İlk defa Árminius Vámbéry tarafından yayımlanan eserin (Şeybânînâme: Die Scheïbaniade. Ein özbegisches Heldengedicht in 76 Gesängen von Prinz Mohammed Salih aus Charezm, Almanca tercümesiyle birlikte, Wien 1885) bugüne kadar pek çok neşri gerçekleştirilmiş, tıpkıbasımı yayımlanmış ve hakkında çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Eser üzerinde Sevgi Yılmaz ile Ayşegül Erantepli Canku İstanbul Üniversitesi’nde (1988) ve Turgut Yeniay ile Işık Emel Yengin Marmara Üniversitesi’nde (2000) yüksek lisans tezleri yaparak tenkitli metnini hazırlamışlardır.

Muhammed Sâlih’in XV-XVI. yüzyıl Orta Asya halklarının tarihiyle ilgili Türkçe kaynaklardan müellifi bilinmeyen Tevârîh-i Güzîde Nusretnâme adlı eserin yazarı ve yine müellifi bilinmeyen mensur bir Şeybânînâme’nin bu eserin özeti olduğu ileri sürülmekteyse de bu pek mümkün görünmemektedir (Karasoy – Toker, s. 101, 170-171). Aynı şekilde onun Mecnûn u Leylâ ve Nâz ü Niyâz adlı iki eserinden, Farsça bir münşeâtından ve bir divanından bahsedilmektedir, ancak bunların da ona aidiyeti kanıtlanamamıştır (Hofman, I/5, s. 296-299).


BİBLİYOGRAFYA

Muhammed Sâlih, Şeybânînâme (nşr. Nasrullo Davron), Taşkent 1961, neşredenin girişi, s. 3-15; a.e. (nşr. Ergaşali Şodiev), Taşkent 1989, neşredenin girişi, s. 5-10.

Ali Şîr Nevâî, Teẕkire-i Mecâlisü’n-nefâʾis (trc. Muhammed Fahrî-yi Herâtî – Hakîm Şah el-Kazvînî, nşr. Ali Asgar Hikmet), Tahran 1323 hş., s. 52, 110, 225, 283; a.e. (nşr. Suyima Ganiyeva), Taşkent 1961, s. 77, 174-175.

, I, 39, 79, 80; II, 198, 199, 286.

Şiban Han Dîvânı (haz. Yakup Karasoy), Ankara 1998, s. 25-27, 307.

, II, 323-324.

, s. 274, 277, 280.

Zeki Velidi Togan, “Horezm’liler ve Medeniyetleri”, Horezmce Tercümeli Muqaddimat al-adab (nşr. Zeki Velidi Togan), İstanbul 1951, s. 35, 36, 37, 41.

a.mlf., Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970, s. 82, 366.

a.mlf., “Büyük Türk Hükümdarı Şahruh”, , III/3-4 (1949), s. 522, 523.

a.mlf., “Türkiye Kütüphanelerindeki Bazı Yazmalar”, , II/1 (1956-57), s. 75, 86.

a.mlf., “Hârizm”, , V/1, s. 250, 251, 253.

Úzbek Adabiëti (nşr. Rahmat Majidiy – Porso Şamsiev), Taşkent 1959, s. 99-137.

H. F. Hofman, Turkish Literature, Utrecht 1969, I/5, s. 294-301.

N. M. Mallaev, Úzbek Adabiëti Tarihi, Taşkent 1976, I, 609-633.

Á. Vámbéry, History of Bokhara, Nendeln 1979, s. 238.

Abdülkadir İnan, “Çağatay Edebiyatı”, , s. 495, 496, 497.

a.mlf., “Ebülgazi Bahadır Han ve Türkçesi”, (1957), s. 36, 37, 38.

Kemal Eraslan, “XVI. Yüzyıl Çağatay Edebiyatı”, Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1986, IV, 343, 352-354.

a.mlf., “Çağatay Şiiri”, , Türk şiiri özel sayısı II: Divan şiiri, sy. 415-417 (1986), s. 693-697.

J. Eckmann, Çağatayca El Kitabı (trc. Günay Karaağaç), İstanbul 1988, müellifin girişi, s. IX, XIV.

, s. 170-171.

a.mlf., “Çagatay Edebiyatı”, , III, 312-313.

W. Barthold, Uluğ Beg ve Zamanı (trc. İsmail Aka), Ankara 1990, tür.yer.

Abdurauf Fıtrat, Tanlangan Asarlar (nşr. Hamidulla Boltaboev), Taşkent 2000, II, 37, 56, 72-82.

Tahir Kahhar, “Muhammed Salih”, Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi: Özbek Edebiyatı II, Ankara 2000, XV, 54-58.

Yakup Karasoy – Mustafa Toker, Türklerde Şecere Geleneği ve Anonim Şibanînâme, Konya 2005, s. 28-29, 56, 101, 170-171.

A. K. Borovkov, “Özbek Yazı Dilinin Kurucusu Ali Şir Nevaî” (trc. Rasime Uygun), (1954), s. 84, 94-95.

Abdülhamîd Mevlevî, “Mescid-i Şâh yâ Makbere-i Emîr Gıyâseddîn Melikşâh”, Hüner u Merdüm, sy. 74-75, Tahran 1347 hş., s. 75-92.

“Muhammad Solih”, Özbek Sovet Ensiklopediyası, Taşkent 1976, VII, 479.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 36. cildinde, 34-35 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER