SEYDİ ALİ REİS - TDV İslâm Ansiklopedisi

SEYDİ ALİ REİS

Müellif:
SEYDİ ALİ REİS
Müellif: MAHMUT AK
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2009
Erişim Tarihi: 25.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/seydi-ali-reis
MAHMUT AK, "SEYDİ ALİ REİS", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/seydi-ali-reis (25.04.2024).
Kopyalama metni

Denizci bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Galata’da doğdu. Ailesinin aslen Sinoplu olduğu şeklindeki bilgiler kesin değildir. Adı bilinmeyen dedesinin Fâtih Sultan Mehmed döneminde Tersane’de kethüdâlık yaptığı, babası Hüseyin’in de aynı mesleğe girdiği belirtilir. Galata’da doğup büyüdüğü için Galatalı lakabıyla anılır. Şiirlerinde “Kâtibî” mahlasını kullanmıştır. Ayrıca Kâtib-i Rûmî adıyla da bilinir. Seydi Ali Reis kendi ifadesine göre erken yaşlarda denizcilikle tanıştı ve Tersane hizmetine girdi. Bilinen ilk görevi azebler kâtipliğidir, şiirdeki Kâtibî mahlası da bu görevinden kaynaklanmıştır. Zamanla Tersane kethüdâlığına yükseldi. Genç yaşta Kanûnî Sultan Süleyman’ın Rodos Seferi’ne katıldı (928/1522). Barbaros Hayreddin Paşa’nın maiyetinde çalışırken Akdeniz’in her tarafını iyice öğrendi. Preveze Deniz Muharebesi’nde sağ kolda görev yaptı. Sinan Paşa’nın kaptan-ı deryâlığı sırasında onunla Trablusgarp seferine çıktı (958/1551).

Pîrî Reis’in Basra körfezinde bırakmak zorunda kaldığı Hint donanmasını Süveyş’e getirmekle görevlendirildiği sırada 30 akçe ulûfeyle sipahi oğlanları zümresinden olduğu, denizcilikteki mahareti sebebiyle Mısır kaptanlığına getirildiği anlaşılmaktadır (Orhonlu, I [1970], s. 55). 25 Zilhicce 960 (2 Aralık 1553) tarihli bu tayin kaydına göre ulûfesi 80 akçeye yükselen Seydi Ali Reis önce Kanûnî’nin Nahcıvan seferi hazırlıkları çerçevesinde Halep’e gitti. Ardından 1 Muharrem 961’de (7 Aralık 1553) Basra’ya gitmek üzere Halep’ten ayrıldı. Birecik, Urfa (Ruhâ), Nizip, Musul yolu ile Bağdat’a, oradan nehir yoluyla Basra’ya ulaştı (29 Safer 961 / 3 Şubat 1554). Ertesi gün beylerbeyi Mustafa Paşa’dan on beş gemiden ibaret olan donanmayı teslim aldı. Yola çıkacak hale getirmek üzere hemen tamir faaliyetlerine başladıysa da deniz mevsimi olmadığı için beş ay Basra’da beklemek zorunda kaldı. Bu süre içerisinde Mustafa Paşa’nın Huveyze muhasarasını beş kadırga ile denizden destekledi, ancak harekâtta başarı kazanılamadı (Mir’âtü’l-memâlik, s. 17).

Şerif adlı kılavuzun keşif raporunda körfezde dört parçadan başka Portekiz gemisi olmadığı öğrenilince Seydi Ali Reis Süveyş’e gitmek üzere Basra’dan hareket etti (1 Şâban 961 / 2 Temmuz 1554). Şerif’in rehberliğinde donanma sırasıyla Katîf, Bahreyn adaları, Eski Hürmüz (Kays) adası ve Keşim adasına uğrayarak Hürmüz Boğazı’nı geçti. Uman sahillerindeki Hurfakan civarına gelindiğinde (10 Ağustos 1554) kuşluk vakti ansızın Hindistan genel valisi Alfonso de Noronha’nın oğlu Fernando kumandasındaki yirmi beş parçalık bir Portekiz donanmasıyla karşılaşıldı (a.g.e., s. 19). Çeyrek asırdır Hint Okyanusu’nda rekabet halinde olan iki imparatorluk donanması arasında gerçekleşen bu ilk ciddi çarpışma Portekizliler’in çekilmesiyle neticelendi ve ilk safhanın galibi Seydi Ali Reis oldu (Özbaran, , sy. 31 [1978], s. 127). Bir an önce yol alabilmek için Portekiz gemilerini takip etmeyen Seydi Ali Reis, Maskat Kalesi ile Kalhat civarına geldi (25 Ağustos). Ancak burada seher vakti Fernando kumandasındaki otuz dört gemiden oluşan Portekiz filosu ile tekrar karşılaştı. Seydi Ali Reis, iyi düşünülmüş bir taktikle tamamı kalyonlardan meydana gelen Portekiz filosunun rüzgârdan yararlanıp manevra yapmasını önlemek için kendi kuvvetlerini denize dik inen kayalarla Portekiz gemileri arasına dizdi. Birbirine rampa eden iki filo arasındaki savaş sonucu her iki taraftan da altışar gemi tahrip oldu. Esen şiddetli rüzgâr sebebiyle sahilden ayrılmak zorunda kalan Seydi Ali Reis, geri dönerek Kirman sahillerindeki Caş, Benderişehbâr ve Gevâdir Limanı’na geldi. Buranın hâkimi Melik Celâleddin’in büyük yardımlarını ve kendi şahsında Osmanlı padişahına karşı olan sonsuz hürmetini gördü. Gemilerini tamir ettirip Melik’ten aldığı bir kılavuzla tekrar Yemen istikametinde yola çıktı. Uman kıyılarındaki Re’sülhad’den sonra Güney Arabistan sahillerindeki Zufâr ve onu takiben Şihr Limanı’na gelmişken gün batısından başlayan mevsimlik fil tûfanı fırtınasının içine düştü. Rüzgâr sebebiyle on günlük bir mücadeleden sonra aksi istikametteki Gucerât’a bağlı Çeked sahiline gelindi (Mir’âtü’l-memâlik, s. 24). Sumnat’a, oradan Diû Kalesi civarına ulaşıldı. Portekizliler’in en önemli deniz üslerinden olan bu kalenin önlerinden tedbirli davranmak için yelken açmadan geçildi. Yeni bir fırtınanın çıkmasıyla büyük güçlükler içerisinde Gucerât Sultanlığı sahillerine ulaşılarak Demen Kalesi önünde demir atıldı. Ancak bu uzun ve meşakkatli yolculuk sırasında hayli hırpalanmış olan donanmanın üç gemisi daha karaya vurdu (a.g.e., s. 25). Seydi Ali Reis ve mürettebatı Demen’de iyi karşılandı. Fakat kendilerini bir Portekiz donanmasının takip ettiği haberi alınınca mürettebatın bir kısmının hizmetine girdiği şehrin hâkimi Melik Esed’e batan gemilerin top ve teçhizatı da emanet edildi. Kalan altı gemiyle daha emniyetli olduğu bildirilen Sûret Limanı’na gidildi (1 Zilkade 961 / 28 Eylül 1554). Seydi Ali Reis, Sûret’e geldiğinde karışıklık içinde olan Gucerât’ta Sultan Ahmed kendisinden 200 kadar tüfekçi istedi. Bu arada yedi kalyon, seksen grabdan oluşan bir Portekiz donanması Seydi Ali Reis’i takip ederek Sûret Limanı açıklarına gelmişti (a.g.e., s. 29). Seydi Ali Reis denizcileriyle kıyıda sipere girip iki ay kadar bunlarla mücadele etti.

Osmanlı gemileri teknik yetersizlikler sebebiyle artık tamir edilemez hale geldiği, ayrıca mürettebatın büyük kısmı Gucerât Sultanlığı hizmetine girdiği için deniz yoluyla Mısır’a gitmenin imkânsızlığı ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Seydi Ali Reis, gemileri satıldıktan sonra tutarları İstanbul’a gönderilmek üzere Sûret Valisi Hüdâvend Han’a (Receb Selmânî) teslim ederek yanındaki elli kadar sadık adamı ile 1 Muharrem 962’de (26 Kasım 1554) Ahmedâbâd’a yöneldi. Buraya vardığında Sultan Ahmed kendisine Bruc vilâyeti idaresini teklif etti. Bunu kabul etmeyen Seydi Ali Reis, karayoluyla İstanbul’a ulaşmak üzere bir buçuk ay kadar kaldığı Ahmedâbâd’dan ayrıldı (Safer 962 / Ocak 1555). Radanpûr yoluyla geldiği Sind’de buranın hükümdarı Hüseyin Şah Argun’a, Îsâ Tarhan’a karşı yaptığı mücadelede yardım etmek zorunda kaldı. Ardından Sultanpûr, Mültan ve Lahor’a gitti. Ancak son şehrin hâkimi Mirza Şah yol vermeyince Bâbürlü Hükümdarı Hümâyun Şah’tan izin almak üzere Dehli’ye (Delhi) geçti (Ekim 1555). Hizmetine girme teklifini kabul etmediği Hümâyun Şah’ın ölümü üzerine (15 Rebîülevvel 963 / 28 Ocak 1556) yerine geçen oğlu Celâleddin Ekber Şah’tan Lahor’a gitmek için izin aldı. Bundan sonra Kâbil, Semerkant, Buhara ve Hârizm’e ulaştı (8 Ağustos 1556). Deştikıpçak yolundan vazgeçerek güney yoluyla Horasan’dan Meşhed’e geldiğinde Safevîler’in mücadele halinde olduğu Barak Han’a yardım için gönderildiğinden şüphelenilerek tevkif edildi. Bir müddet sonra serbest bırakılıp Şah I. Tahmasb’a gönderildi. Nihayet Bağdat’a gitmek üzere Kazvin’den ayrıldı (5 Rebîülâhir 964 / 5 Şubat 1557). Seydi Ali Reis, böylece Basra’dan çıkışından üç yıl yedi ay sonra tekrar Osmanlı topraklarına dönmüş oldu. Görevinin ayrıntıları ve Hint donanmasının âkıbeti hakkında bir an önce Kanûnî Sultan Süleyman’a bilgi vermek için Bağdat’tan ayrıldı (Mart 1557) ve iki ay sonra İstanbul’a ulaştı; oradan padişahın bulunduğu Edirne’ye gitti. Dolaştığı yerlerde görüştüğü hükümdarlardan getirdiği on sekiz nâmeyi takdim etti ve başından geçenleri anlattı. Padişah ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın iltifat ve ihsanlarına kavuştu. Nitekim 80 akçe ulûfe ile müteferrika yapıldığı gibi Çatalca’da Kanûnî tarafından Diyarbekir timar defterdarlığına getirildi (10 Şâban 964 / 8 Haziran 1557). Hindistan’da iken öldüğü haberleri geldiğinden Mısır kaptanlığı Kurdoğlu’na verilmişti.

14 Rebîülâhir 967’de (13 Ocak 1560) Diyarbekir timar defterdarlığından azledilen Seydi Ali Reis hemen ardından 150 akçe ulûfe ile Galata’da hassa gemi reisliklerinden birine tayin edildi (23 Rebîülâhir 967 / 22 Ocak 1560). Bir ara ikinci defa Hint kaptanlığına getirildiyse de (19 Receb 967 / 15 Nisan 1560) bu görev beş gün sonra Sefer Reis’e verildi. Seydi Ali Reis bundan sonra vefatına kadar (2 Cemâziyelevvel 970 / 28 Aralık 1562) emekli olarak yaşadı ve günlerini eser telifiyle geçirdi. Seydi Ali Reis’in Hüseyin ve Mehmed adlı iki oğlunun bulunduğu, bunlardan Hüseyin’in 19 Haziran 1560’ta 16 akçe ulûfe ile silâhdar zümresine katıldığı bilinmektedir. Seydi Ali Reis donanmayı Basra’dan çıkarma görevinde başarısızlığa uğramış olmakla birlikte yaşadığı büyük olaylar ve uzun yolculuğu dolayısıyla Osmanlı divanında başarısız değil talihsiz olarak görülmüştür. Onun macerası, “Başına Seydi Ali halleri geldi” şeklinde deyimleşmiş ve benzer olaylar için kullanılmıştır. Kendisi bazı Osmanlı tarihçilerince tenkit edilmiş, özellikle Âlî Mustafa Efendi, çektiği sıkıntılar sebebiyle gördüğü iltifatı hak etmiş olmakla birlikte dikkatli davransa donanmayı geri getirebileceğini, böylece bunca masrafın boşa gitmemiş olacağını, ayrıca dönüş sırasında bazan derviş kılığına, bazan da fakir hüviyetine bürünerek devletin şerefine halel getirdiğini belirtmiştir.

Âlim ve şair bir kişi olarak Galata’daki konağının ilim ve şiir erbabının buluşma yeri olduğu belirtilmiş (Kınalızâde, II, 807), evindeki sohbetleri buranın müdavimi olan şair Yetîm bütün açıklığıyla tasvir etmiştir (Tietze, s. 505). Seydi Ali Reis’in sanat erbabını himayesine en güzel misal kefil olarak donanmaya yerleştirdiği, daha sonra Barbaros Hayreddin Paşa’nın bir câriye ve 5000 akçe ihsanıyla gazavâtını nazma geçirmesi görevini temin ettiği şair Yetîm’dir (a.g.e., s. 506-507, 518). Seydi Ali Reis ilim ve sanatla da meşgul olmuş, şiir yazmış, astronomi ve coğrafya alanında çeşitli eserler kaleme almıştır.

Eserleri. 1. Hulâsatü’l-hey’e. Ali Kuşçu’nun er-Risâletü’l-fetḥiyye’sinin tercümesine dayanan bu eseri kendisinden astronomi ve matematik dersleri aldığı Hamdullah b. Şeyh Cemâleddin Efendi’nin tavsiyesiyle yazmıştır. Hocasının bu konulardaki Arapça ve Farsça eserlerin yanında Türkçe bir kitabın da yazılması gerektiğini söylemesi ve Ali Kuşçu’nun Fâtih Sultan Mehmed’e sunduğu er-Risâletü’l-fetḥiyye’yi (1473) tavsiye etmesi üzerine Seydi Ali Reis, Kadızâde-i Rûmî’nin eserinden sonra Osmanlı medreselerinde en çok okutulan bu önemli eserin tercümesine başlamıştır. Ancak yapılan çalışma doğrudan doğruya bir tercüme olmayıp başta Kadızâde’nin Şerḥu’l-Mülaḫḫaṣ fi’l-heyʾe’si ve Kutbüddîn-i Şîrâzî’nin Nihâyetü’l-idrâk’i olmak üzere çeşitli kitaplardan ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman’a sunulan eserin (955/1548) mevcut yirmi yedi nüshasından en eskisi 957’de (1550) Galata’da istinsah edilmiştir (İzgi, I, 394).

2. Mir’ât-ı Kâinât. Ne zaman yazıldığı kaydedilmeyen eser, müellifin Delhi’de bulunduğu sırada “usturlap hesâbından husûf ve küsûf ulûmunu” hiç değilse bir yıl içinde elde edilebilecek kadarını öğrenmeyi arzu eden Hümâyun Şah’ın ısrarlı isteği üzerine kaleme alınmıştır. Beş makale ve 120 bab halinde Türkçe olarak yazılan eser (, II, 1649) önsözüne göre usturlabın yapımı ve nasıl kullanılacağı, güneşin irtifaı ve yıldızların uzaklığı, kıblenin ve öğle vaktinin belirlenmesi, rubu‘ tahtasının yapılması ve kullanılması, daire çemberlerinin sinüs, kiriş ve tanjantlarının bulunması ve karşı tarafına geçilemeyen bir nehrin genişliğini ölçme usulleri gibi konuları ihtiva etmektedir. Bilinen yirmi iki nüshasından en eskisi 981’de (1573) İbnülemin Ahmed b. Yahyâ tarafından istinsah edilmiştir (İzgi, I, 450).

3. Kitâbü’l-Muhît fî ilmi’l-eflâk ve’l-ebhur. Kaptan ve gemicilerin kılavuz almadan Hint denizlerinde seyrüsefer etmelerine imkân vermek üzere hazırlanan bu eser Gucerât’ın merkezi Ahmedâbâd’da Muharrem 962’de (Aralık 1554) yazılmıştır (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1643, vr. 136a). On bab ve elli fasıldan meydana gelen esere “ilm-i deryânun cemî‘ umûr-ı garîbesin ihâta kıldığı” için el-Muhît adı verilmiştir. İçinde yön bulma, gök dairelerinin, yıldızların aralıklarının ölçülmesi ve yıldızların irtifaının hesabı (I. bab); zaman hesabı, takvim, güneş ve ay yılları (II. bab); pusula taksimatı (III. bab); Hindistan’ın rüzgâr altı ve rüzgâr üstü kıyıları, Hint denizindeki adalar, takım adalar ve Yeni Dünya’ya dair bilgiler (IV. bab); denizcilikte önemli bazı yıldızların doğma ve batma zamanları ve adları (V. bab); Hint Okyanusu’ndaki meşhur limanlarla adaların kutup yıldızına göre irtifaı (VI. bab); astronomiye ait çeşitli bilgiler ve bazı limanlar arasındaki uzaklıklar (VII. bab); muson gibi mevsim rüzgârları ve bunların çeşitli takvimlere göre başlangıç tarihleri (VIII. bab); ulaşım yolları (IX. bab) ve nihayet yazarın tûfan olarak adlandırdığı büyük fırtınalar ve bunlar çıktığında alınacak tedbirler (X. bab) yer almaktadır. İlmî ve faydalı bir rehber olan bu önemli eserde yazarın Basra’da geçirdiği beş ay ve Basra körfeziyle Uman denizinde dolaştığı üç ay zarfında başta bazı gemicilerle, faydalanılan kılavuzlardan aldığı değerli bilgiler yanında kendi gözlemlerine yer verilmiştir. Ayrıca İbn Mâcid ve Süleyman b. Ahmed el-Mehrî gibi daha önceki yazarların eserleri de yoğun şekilde kullanılmıştır. Yeni Dünya’nın keşfine ayrılan IV. bölümde Kristof Kolomb’un keşiflerinden sonra Portekizli seyyahların Kanarya adalarının batısındaki keşifleri ve “karanlık diyarı” denilen Magellan Boğazı’ndan geçişleri işlenmektedir. Bu yeni bilgileri, Magellan Boğazı’ndan geçip dünyayı dolaştıktan sonra Kanûnî Sultan Süleyman zamanında devlet hizmetine giren Portekizli bir gemici ile buralarda ticaret yapan bir Fransız gemisinin tayfalarından almıştır (Adıvar, s. 88). Kâtib Çelebi Cihannümâ’da Cava, Sumatra, Seylan ve bu civardaki adalarla ilgili bahisleri olduğu gibi el-Muhît’ten nakletmiştir. Eserin, VII ve X. bablarının da yer aldığı deniz astronomisi ve fizikî coğrafyaya dair kısımları J. von Hammer İngilizce’ye (1834-1838), topografik coğrafya ile ilgili olan IV-VII. babları Luigi Bonelli İtalyanca’ya (1894), IV-VI. babları, Seydi Ali Reis’in tarifleri istikametinde hazırladığı otuz harita ile birlikte M. Bittner Almanca’ya (1897) tercüme etmiştir (a.g.e., s. 86-87).

4. Mir’âtü’l-memâlik. Hindistan dönüşünde Bağdat’ta arkadaşlarının ısrarı üzerine başladığı ve Rebîülevvel 964’te (Ocak 1557) İstanbul’da tamamladığı bu eserinde Seydi Ali Reis, Hint kaptanlığına tayininden itibaren edebî ve yarı hikâye tarzında başından geçenleri anlatmıştır. Eserde yazarın uğradığı memleketler, tanıştığı hükümdarlar, gördüğü olaylar, ziyaret ettiği türbeler bir seyahatnâme vasfı taşıyacak üslûpla ele alınmıştır. Kitapta kendi şiirleri yanında başka şairlerin, özellikle Yetîm’in deniz seferlerine dair beyitleri de yer almıştır (Tietze, s. 505). Mir’âtü’l-memâlik, Necip Âsım’ın (Yazıksız) takdimiyle basılmıştır (İstanbul 1313). Mehmet Kiremit, Mir’âtü’l-memâlik’in tenkitli neşriyle metnini inceleyen bir doktora çalışması yapmış (Ankara 1990), bu eser daha sonra neşredilmiştir (Mir’âtü’l-Memâlik: İnceleme-Metin-İndeks, Ankara 1999). Ayrıca sadeleştirilmiş yayınları da vardır (Hindeli’nden İstanbul’a [haz. Hayrullah Örs – Mustafa Nihat Özön], Ankara 1943; Ülkelerin Aynası [haz. Suat Batur], İstanbul 1999). Eseri ayrıca H. Friedrich Diez Almanca’ya (1815), M. Morris kısmen Fransızca’ya (1826), Arminius Vámbéry İngilizce’ye (1899) ve Ş. Zumnunab Rusça’ya (1963) çevirmiştir (, X, 531).

5. Risâle-i Zâtü’l-Kürsî. Seydi Ali Reis’in ilm-i nücûma dair aletlerle ilgili risâlesidir. Bu risâleyi kaleme alış sebeplerini sıralarken ilm-i nücûmla ilgili aletler hakkında yazılan Arapça, Farsça ve Türkçe risâlelere her zaman ihtiyaç olduğu halde bunların birçok şehirde bulunmadığını, mevcut eserlerin ise Arapça ve Farsça olduğu için herkes tarafından istifade edilemediğini belirtir. Bu sebeple konuyla ilgili eserleri inceleyip seçmeler yaparak Türkçe özet halinde faydalı bir risâle meydana getirdiğini yazar (İzgi, I, 344).

Seydi Ali Reis’in muhtelif şiirler kaleme aldığı bilinmektedir. Latîfî, bazı şiirlerinden örnekler verirken onun asrının önde gelen ilim erbabından olduğunu, denizcilikteki bilgisinin hayranlık uyandırdığını yazar (Tezkiretü’ş-şu‘arâ, s. 452-453). Kâtib Çelebi’ye göre divanı bulunan Kâtibî (, I, 807; krş. Orhonlu, I [1970], s. 54) büyük bir denizci olmasına rağmen Mir’âtü’l-memâlik’te ve bazı tezkirelerde (Kınalızâde, II, 809) görülen şiirlerinde deniz temalarına fazla yer vermemiştir (Tietze, s. 504-506, 519). Hindistan’da bulunurken Çağatay Türkçesi’ni de öğrenen Seydi Ali Reis’in bu dilde yazdığı şiirleri Hümâyun Şah çok beğenmiş, kendisini Ali Şîr Nevâî ile mukayese ederek “Mîr Ali Şîr-i Sânî” unvanını vermiştir (, X, 531). Kaynaklarda bahsedilen mürettep divanı ele geçmemiştir. Ancak çeşitli mecmualardaki şiirleri Ali Nihad Tarlan tarafından derlenmiş (bk. bibl.). Mir’âtü’l-memâlik’te yer alan Çağatay Türkçesi’yle yazılmış gazeller ise Kemal Eraslan tarafından neşredilmiş (“Seydi Ali Reis’in Çağatayca Gazelleri”, [İstanbul 1968], s. 41-54), Osman F. Sertkaya da Eraslan neşrinde yer almayan bazı şiirleri bir makale halinde yayımlamıştır (bk. bibl.). Kâtib Çelebi (, II, 1649) ve Bursalı Mehmed Tâhir (, III, 271), Mir’âtü’l-kâinât fî ilmi’l-amel bi’l-âlâti’l-felekiyye adıyla hangisi olduğunu tasrih etmeden Seydi Ali Reis’in oğlunun bir eser yazdığını belirtmektedir. Kâtib Çelebi bunun Türkçe ve altı makale halinde muhtasar bir risâle, Mehmed Tâhir ise el-Muhît’in genişletilmiş bir zeyli olduğunu ileri sürmüştür.


BİBLİYOGRAFYA

Seydi Ali Reis, Mir’âtü’l-memâlik: İnceleme-Metin-İndeks (haz. Mehmet Kiremit), Ankara 1999, tür.yer.

Latîfî, Tezkiretü’ş-şu‘arâ ve tabsıratü’n-nuzamâ (haz. Rıdvan Canım), Ankara 2000, s. 452-453.

, II, 806-809.

, I, 367-384.

, I, 807; II, 1649.

, II, 498-499.

, III, 270-272.

İ. Hakkı Akyol, “Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya ve Jeoloji”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 516.

, II, 398-400, 606.

Ali Nihat Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI ve XVII. Asır Divan Şiiri, İstanbul 1948, III, 83-86.

A. Tietze, “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili. Nigârî, Kâtibî, Yetîm”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 504-507, 518-519.

Cevdet Türkay, Osmanlı Türklerinde Coğrafya, İstanbul 1959, s. 20-23.

, I, 446.

, II, 214, 289.

N. Ahmet Asrar, Kanunî Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı Devletinin Dinî Siyaseti ve İslâm Âlemi, İstanbul 1972, s. 326-335.

Abdülhak Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (haz. Aykut Kazancıgil – Sevim Tekeli), İstanbul 1982, s. 85-89.

Kemal Özdemir, Osmanlı Deniz Haritaları. Ali Macar Reis Atlası, İstanbul 1992, s. 86-87.

Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, I, 344, 388, 394, 449-450; II, 256-257.

Salih Özbaran, Yemen’den Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, İstanbul 2004, s. 161, 268-272.

a.mlf., “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, , sy. 31 (1977), s. 65-146.

Mahmut Ak, Osmanlı’nın Gezginleri, İstanbul 2006, s. 55-67.

a.mlf., “Seydî Ali Reis”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, İstanbul 1999, II, 525-527.

Fr. Taeschner, “Osmanlılarda Coğrafya” (trc. Hamid Sadi), , II (1928), s. 281-282.

a.mlf., “D̲j̲ug̲h̲rāfiyā”, , II, 602-603.

M. C. Şahabettin Tekindağ, “Seydi Ali Reis Hakkında Düşünceler”, Tarihten Sesler, sy. 13-14, İstanbul 1944, s. 21-24.

Cengiz Orhonlu, “Seydî Ali Reis”, , I (1970), s. 39-56.

Osman F. Sertkaya, “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri, Kâtibi (Seydi Ali Reis)’nin Şiirleri”, , XXII (1977), s. 69-189.

Şerafettin Turan, “Seydî Ali Reis”, , X, 528-531.

Fikret Sarıcaoğlu, “Harita”, , XVI, 211.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 21-24 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER