ŞEYHÜLHAREM - TDV İslâm Ansiklopedisi

ŞEYHÜLHAREM

شيخ الحرم
ŞEYHÜLHAREM
Müellif: MUSTAFA SABRİ KÜÇÜKAŞCI
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2010
Erişim Tarihi: 05.10.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/seyhulharem
MUSTAFA SABRİ KÜÇÜKAŞCI, "ŞEYHÜLHAREM", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/seyhulharem (05.10.2024).
Kopyalama metni

Dinî bakımdan sahip oldukları kutsallık ve saygınlık dolayısıyla “Harem” diye anılan Mekke ve Medine şehirlerindeki dinî ve kültürel hayat yine Harem olarak bilinen Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî’de şekilleniyor, burada ders veren, ilmî kudretleri ve şöhretleriyle temayüz etmiş âlimlere şeyhülharem unvanı veriliyordu. Bilhassa dinî ilimler alanında otorite sayılan ve bu unvanı alan ilk âlimlere Mescid-i Harâm’da rastlanır. Zehebî, ilmî faaliyetleriyle şöhret kazanan sahâbîlerden sonra Mescid-i Harâm’da Mücâhid b. Cebr (ö. 103/721), Atâ b. Ebû Rebâh ve Kays b. Sa‘d’ın şeyhülharem unvanı taşıdıklarını ve bu geleneğin kendi zamanında yalnız başına bu unvanı taşıyan İbn Cüreyc ile (ö. 150/767) sürdüğünü kaydeder (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VI, 332). Abbâsîler döneminden itibaren Mescid-i Harâm’daki ilmî faaliyetleri Abdülazîz b. Ebû Revvâd, Abdullah b. Yezîd el-Adevî, Abdülmecîd el-Mekkî, Hallâd b. Yahyâ, Saîd b. Mansûr, Ebû Saîd İbnü’l-A‘râbî, İbn Ebû Ömer, Ebû Ca‘fer es-Sâiğ, Meyyânişî ve İbnü’l-Husrî gibi şeyhülharem unvanı almış âlimler yönlendiriyordu. Bunlar sadece ders vermekle kalmıyor, başta hac olmak üzere Mekke’deki dinî faaliyetlerin aslına uygun biçimde yapılmasına öncülük ediyor, Mekke Haremi, Kâbe ve Mescid-i Harâm’la ilgili düzenlemeler onların onayına sunulduktan sonra yürürlüğe konuluyordu. Dört yıl boyunca Mekke’ye Abbâsî hac kafilesinin gelememesi yüzünden yenilenemeyen ve çıkan fırtınada hasar gören Kâbe’nin örtüsünü 644 (1246) yılında Yemen nâibi değiştirmek istemiş, o sırada şeyhülharem olan Afîfüddin İbn Menaa, Kâbe’ye ancak halifenin göndereceği örtünün giydirilebileceğini söyleyerek buna izin vermemiş ve bulduğu ödünç parayla eski örtüleri ıslah ederek yirmi bir gece örtüsüz kalan Kâbe’yi örtmüştür (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XIII, 183).

Mescid-i Nebevî’de ders veren âlimlerin şeyhülharem unvanı almaları Mescid-i Harâm’a göre daha geç tarihlerde gerçekleşmiştir. Bunun sebebi, Medine Haremi’ne mahsus ibadet ve kuralların bulunmamasının yanı sıra Mekke Haremi’ndeki gibi bazı fiillerin yasaklanmamış olmasıdır. Eyyûbîler döneminden itibaren Mescid-i Nebevî’de ders veren âlimlere de şeyhülharem unvanı verilmesi yaygınlaşmış, Mekke ve Medine’de kadılık görevine getirilecek kimseler bunların arasından seçilmiştir. Mekke’de şeyhülharemlik makamına yükselen Muhibbüddin et-Taberî’nin şöhretini duyan Yemen Resûlî Sultanı el-Melikü’l-Muzaffer onu Mekke kadılığına tayin etmiş ve Yemen’e davet ederek kendisinden bir süre hadis dersi almıştır. Muhammed b. Ömer el-Kurtubî ve Medine tarihine dair eserleriyle tanınan Semhûdî gibi âlimlerin yanı sıra Mekke ve Medine müftüsü olarak ün kazanan Beşîr b. Hâmid ez-Zeynebî, Medine’de şeyhülharem unvanını taşıyan âlimlerin en meşhurlarıdır.

Eyyûbîler dönemiyle birlikte şeyhülharemlik görevi önce Medine’de, ardından Mekke’de idarî bir anlam ifade etmeye başlamıştır. 557’de (1162) Nûreddin Mahmud Zengî tarafından ihdas edilen, Mescid-i Nebevî’de yapılacak hizmetler için hadım görevlendirme uygulamasını sürdüren Selâhaddîn-i Eyyûbî bunların başına şeyhülharem unvanıyla Bedreddin el-Esedî’yi getirmiş, bundan sonra şeyhülharem Eyyûbîler’in Medine’deki idarî ve siyasî otoritesini temsil eden en önemli görevli sayılmıştır (Şemseddin es-Sehâvî, I, 384). Eyyûbîler zamanındaki uygulama Memlükler devrinde sürdürülmüştür. Emirlik ve kadılıktan sonra “meşîhatü’l-harem” adı verilen kurumun başına merkezî otoritenin tayin ettiği görevli, Mescid-i Nebevî’deki hadımlar başta olmak üzere bütün görevlilerin reisi kabul ediliyordu (Kalkaşendî, XII, 254). XIV. yüzyılın başından itibaren Medine’de şeyhülharemin etkinliği giderek artmış ve Osmanlı hâkimiyetine kadar şehir tek yetkili kabul edilen şeyhülharem veya nâibleri tarafından yönetilmiştir (Ârif Abdülganî, s. 265 vd.). Eyyûbîler ve Memlükler devrinde Mekke’de görevlendirilen şeyhülharem ise (nâibülharem) sadece Mescid-i Harâm’daki en üst yetkili sayılıyor ve bunun görevlerini Mekke kadısı da yerine getirebiliyordu. Memlükler’den itibaren Kudüs’te vali veya nâiblerden başka şeyhülharem veya nâzırü’l-harem adı verilen bir görevli bulunuyordu (Ebü’l-Yümn el-Uleymî, II, 40, 269, 275).

Osmanlılar, Haremeyn’e hâkim olunca idarî yapıda herhangi bir değişiklik yapmamış, Mısır’a bağlı Cidde eyaleti ve Habeş beylerbeyiliğiyle Harem-i şerif’in işlerini üstlenen Mekke şeyhülharemliğini tesis etmiştir. Mekke’de Osmanlı otoritesi, merkezî hükümetin tayin ettiği şeyhülharemle her yıl Mısır’dan gönderilen askerî birlik tarafından, mahallî otorite ise Osmanlı sultanının muvafakatiyle göreve gelen Mekke emîrleri vasıtasıyla temsil ediliyordu. Medine’de de Osmanlı otoritesini merkezî hükümetin tayin ettiği şeyhülharemle ordu kumandanı temsil ediyor ve bazan bu iki görev tek kişinin uhdesinde bulunabiliyordu. Osmanlı padişahlarının Medine’deki temsilcisi olan şeyhülharem özellikle Mescid-i Nebevî’ye dair işlerden sorumluydu. Bunun yanında Mahmud Çelebi’nin 946’da (1539) Medine surlarını yenilemesinde görüldüğü gibi şehirle ilgili konularla da uğraşıyordu (Ârif Abdülganî, s. 328). XVIII. yüzyıla kadar Cidde sancak beyliğiyle Mekke şeyhülharemliği birlikte tevcih edilirken 1701’den itibaren müstakil olmaktan çıkarılan Habeş eyaleti Cidde sancağı ile birleştirildiğinden Habeş beylerbeyileri aynı zamanda şeyhülharemliği de yürütmeye başlamıştır. Aynı yüzyılda Cidde eyaleti valisi Habeş beylerbeyi ve Mekke şeyhülharemi unvanlarıyla anılıyor, Mekke ve Medine ile birlikte Habeş eyaletine bağlı Sevâkin ve Masavva‘ı da yönetiyordu. Sekiz yıl süren bir mücadelenin sonunda Vehhâbîler’i Hicaz’dan çıkaran Mehmed Ali Paşa’nın oğulları İbrâhim Paşa ile Tosun Paşa, vezir rütbesiyle bir süre Cidde sancağı ile beraber Habeş eyaleti valiliği ve Mekke şeyhülharemliğine tayin edilmişlerdi (, Cevdet-Dahiliye, nr. 55, 2704; nr. 61, 10782; nr. 75, 3745). Tosun Paşa ve İbrâhim Paşa Mekke yanında Medine şeyhülharemliğini de üstlenmişlerdi (Ârif Abdülganî, s. 405-407). Büyük devletlerin araya girmesiyle Mısır meselesinin halledilmesinden sonra (1840) Hicaz tekrar Bâbıâli’nin kontrolüne geçince Medine şeyhülharemi öne çıkmıştır. 1864 tarihli Vilâyet Kanunu’na göre vilâyete dönüştürülen Hicaz’da Mekke eyalet merkezi olurken sancak haline getirilen Medine eskiden olduğu gibi şeyhülharemliği de uhdesinde bulunduran bir muhafızın idaresine bırakılmıştır. 21 Muharrem 1284 (25 Mayıs 1867) tarihli hükme göre Mekke ve Medine şeyhülharemlikleri yeniden ayrılmış ve Medine şeyhülharemliğine Emin Paşa getirilmiştir (, nr. 382/93, 388/31). 1869’da yapılan yeni bir düzenlemeyle Medine’de şeyhülharemlik ve muhafızlık görevleri birbirinden ayrılmıştır. Vilâyet Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra şeyhülharem tarafından üstlenilen görevlerin bir kısmını Mekke’de kurulan belediye teşkilâtı üstlenmeye başlamış ve dinî işlerde şeyhülharemin yanında Mekke müftüsü ve geç dönemde ortaya çıkan Harem-i şerif müdürleri söz sahibi olmuştur.

Osmanlı idaresinin yerleşmesinde önemli katkıları olan şeyhülharemler kadılık seviyesine ulaşmış ulemâ arasından tayin edilirdi. Bununla birlikte özellikle Medine şeyhülharemleri saray ağalarından seçildiği gibi daha sonra bu görev askerî müşir ve feriklere de verilmiştir (, I, 76). Medine şeyhülharemi vezir rütbesindeydi. Bazı durumlarda Medine ile ilgili işlerde Mekke şeyhülharemi yetkili kılınırdı. Düzenli maaşları olan şeyhülharemler ilmî faaliyetleri yönlendirir, ihtiyaç sahiplerini tesbit eder ve bunlara tahsisat ayrılmasını teklif ederdi (, Cevdet-Maârif, nr. 71, 3508). Medine’de harem ağaları genellikle şeyhülharemliği kendi tekellerine almaya çalışmıştır. 20 Muharrem 1012 (30 Haziran 1603) tarihli bir emirde, Budin sınır boylarında sefer hazırlıkları yapan Osmanlı ordusunda ordu şeyhliğine tayin edilen Ebûbekir Efendi’ye zafer kazanıldığı takdirde şeyhülharemlik verileceği ifade edilmiştir (, Cevdet-Askerî, nr. 644, 27091). Vezirlikten azledilen Halil Hamîd Paşa’nın Mekke’ye, XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’ni uzun süre uğraştıran Buşatlı ailesinin son temsilcisi Mustafa Paşa’nın Medine’ye şeyhülharem olması örneklerinde görüldüğü gibi merkezden uzaklaştırılmak istenen kişilere de bu görev veriliyordu. Medine şeyhülharemlerinin ilk dönemlerde görev süreleriyle ilgili herhangi bir kısıtlama yoktu. Sonraki devirlerde genellikle dört yıl görev yapmışlarsa da bu süreyi doldurmadan azledilenlere de rastlanır. Şeyhülharemlerin Arapça bilmesi gerekli olduğundan bazan yapılan tayinler bu sebeple iptal ediliyordu. Ayrıca hacı kafilelerinin Medine veya Mekke’de problemlerle karşılaşmaları yüzünden merkeze yapılan şikâyetler dolayısıyla azledilenler olmuştur. Şeyhülharem unvanının tevcihi Osmanlılar’dan sonra da sürmüştür. Günümüzde Mescid-i Harâm’da ve Mescid-i Nebevî’de görev yapan başimamların unvanları arasında şeyhülharem de yer almaktadır.


BİBLİYOGRAFYA

, VI, 325, 332; VII, 184, 187; IX, 343; X, 164, 586; XII, 96; XIII, 161; XXII, 163.

Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüssâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, XI, 240; XIII, 183; XIV, 51.

, XI, 122; XII, 254-256.

, II, 218; V, 74, 486.

Şemseddin es-Sehâvî, et-Tuḥfetü’l-laṭîfe fî târîḫi’l-Medîneti’ş-şerîfe, Medine 1979, I, 372-373, 384; III, 231, 234-235, 616, 648.

Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâ bi-aḫbâri dâri’l-Muṣṭafâ (nşr. Kāsım es-Sâmerrâî), Beyrut 1422/2001, II, 393; III, 41-42, 123.

Ebü’l-Yümn el-Uleymî, el-Ünsü’l-celîl bi-târîḫi’l-Ḳuds ve’l-Ḫalîl, Amman 1973, II, 40, 196, 204, 269, 275, 297, 334.

, I, 74-82; II, 63-65.

Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti: Habeş Eyaleti, İstanbul 1974, s. 96, 132-133.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1984, s. 41-42, 48, 131.

Ârif Abdülganî, Târîḫu ümerâʾi’l-Medîneti’l-münevvere, Dımaşk 1996, s. 249-252, 265-269, 328, 405-407, 409-416.

Mustafa Sabri Küçükaşcı, Abbasiler’den Osmanlılar’a Mekke-Medine Tarihi, İstanbul 2007, s. 107, 112, 162, 203, 247.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 90-91 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER