SÜHEYLÎ, Nizâmeddin Ahmed - TDV İslâm Ansiklopedisi

SÜHEYLÎ, Nizâmeddin Ahmed

نظام الدين أحمد سهيلي
Müellif: ÖMER OKUMUŞ
SÜHEYLÎ, Nizâmeddin Ahmed
Müellif: ÖMER OKUMUŞ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2010
Erişim Tarihi: 02.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/suheyli-nizameddin-ahmed
ÖMER OKUMUŞ, "SÜHEYLÎ, Nizâmeddin Ahmed", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/suheyli-nizameddin-ahmed (02.11.2024).
Kopyalama metni

Farsça divanının baş tarafına koyduğu, kısmen kendi biyografisine de ışık tutan “Hasbihâl” adlı mesnevisinin ilk beyitlerinde Şeyh Âzerî’ye şiirlerini okuyup kendisine bir mahlas bulmasını istediği, onun da “Süheylî” mahlasını uygun gördüğünü söylerken o sırada yaşının on birden fazla olmadığını belirtir. Âzerî 866’da (1462) vefat ettiğine göre Süheylî’nin bu tarihten çok önce doğduğu anlaşılmaktadır. Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’te Süheylî’nin şiire kabiliyetinin daha küçük yaşta anlaşıldığını ve birlikte büyüdüklerini söylemesi (s. 56-57, 230) iki arkadaşın aynı tarihlerde dünyaya gelmiş olduğunu düşündürmektedir. Buna göre Süheylî Herat’ta 845 (1441) yılında veya biraz önce doğmuş olmalıdır. Ailesi hakkında kendi açıklamaları, Devletşah ve Nevâî’nin verdiği bilgiler dışında fazla bir şey bilinmemektedir. Çağdaşı olan Devletşah’a göre Çağatay ulusuna mensup asil bir aileden gelmektedir. Dedeleri Timurlu Devleti’nin kuruluşundan beri emîr olarak mevkilerini korumuş, Şâhruh devrinde (1405-1446) önemli devlet hizmetlerinde bulunmuştur (Teẕkire, s. 575). Babasına dair kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır.

Eserlerinden iyi bir tahsil gördüğü, devrinin ilimlerini bildiği anlaşılan Süheylî çok genç yaşta siyaset sahnesinde göründü, Ebû Said Mirza Han’ın saltanata gelişinde faal bir rol oynadı ve onun hizmetine girdi. Sultan Hüseyin Baykara’nın Horasan’a hâkim olduğu 873 (1469) yılında Herat’a giden Süheylî bir müddet emîr sıfatıyla Baykara’nın nedimliğini yaptı. 876’da (1472) Ali Şîr Nevâî’nin teklifiyle nişancı tayin edildi. Bu görevi yanında hükümdarın yakın dostu ve güvendiği bir şahsiyet olarak kaldı. Nevâî’nin bildirdiğine göre saltanatı müddetince Baykara’nın malî ve idarî işlerde en güvendiği müşaviri idi (Teẕkire-i Mecâlisü’n-nefâʾis, s. 56). Baykara, Süheylî ile ileri derecede bir dostluk kurdu, yazdığı şiirleri tashih etmesi için ona verdi (Dîvân, s. 383), onu “nazım ehlinden, güzel söz burcunun yıldızı” diye nitelendirip takdir etti (Risâle, s. 221). Süheylî çeşitli vesilelerle Sultan Hüseyin Baykara’yı öven şiirler kaleme aldı.

Süheylî’nin hayatının son yılları hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Onun bir beytinde yer alan, “Ey Süheylî! Artık ihtiyarladın, senin için inzivaya çekilmek daha hayırlıdır” şeklindeki ifadesinden (Dîvân, s. 352) bu dönemi dünyadan tamamen alâkasını keserek geçirdiği anlaşılmaktadır. Ardarda karşılaştığı olaylar da bunda etkili olmuş olmalıdır. Şeyhi Abdurrahman-ı Câmî’nin 898’de (1492) vefatından sonra Nevâî’nin ölümü de (906/1501) onu derinden sarstı. Yakın dostu Sultan Hüseyin Baykara’nın vefatından (911/1506), bir yıl sonra onun çocuklarından birkaçının Özbekler tarafından idam edilmesine ve ardından Herat’ın işgaline de şahit olan Süheylî’nin ölümü hakkında kaynaklarda değişik tarihler verilir. Bunlar arasında Sâm Mirza’nın zikrettiği Zilhicce 918 (Şubat 1513) (Teẕkire-i Tuḥfe-i Sâmî, s. 339) doğruya en yakın olanıdır.

Çağatay edebiyatında önemli bir yere sahip bulunan ve Nevâî’nin önderliğinde gelişen Herat edebî mektebinin önde gelen şairlerinden olan Süheylî’nin Türk edebiyat çevrelerinde gereği gibi tanınmayışı muhtemelen Türkçe divanının henüz bulunmayışından ileri gelmiştir. Süheylî, “Ey Süheylî! Eğer nazım bu ise bütün söz erbabı benim su gibi akıcı olan şiirlerimle divanlarını yıkasınlar, yok etsinler” dediği bir beytinden anlaşıldığına göre sanatına güvendiğini ve kendi şiirlerini beğendiğini meydan okurcasına ilân etmiştir. Diğer bazı beyitlerinde ise söz ikliminin sultanı olduğunu, gazel vadisinde kendisi gibi birinin mevcut bulunmadığını, şiire yeni bir üslûp getirdiğini dile getirmiştir (Dîvân, s. 63, 274, 277, 398). Büyük bir şair olduğu kadar iyi bir münekkit olan Ali Şîr Nevâî, ilk Türkçe divanının dîbâcesinde Süheylî’yi Farsça ve Türkçe şiirlerinden dolayı övmüş (Levend, I, 69), Leylâ vü Mecnûn mesnevisinin başlangıç kısmında Nizâmî ve Emîr Hüsrev-i Dihlevî’den sonra Süheylî’yi methetmiştir (a.g.e., III, 218-219). Nevâî’nin divanındaki otuz beş gazelini Süheylî’nin gazellerine nazîre olarak yazmış olması da Süheylî’nin o devirde Farsça gazel türünde üstat sayıldığını göstermektedir. Süheylî de Leylâ vü Mecnûn mesnevisinin başlangıcında söz ustaları kervanının reisi ve şahların kendisine itaat etmekle şeref kazandıkları kişi olarak Nevâî’yi övmüş (Nizâmeddin Ahmed Süheylî’nin Laylî u Mecnûn’u, s. 14-15), çeşitli vesilelerle ona karşı duyduğu saygı ve sevgiyi dile getirmiştir. Devletşah, Süheylî’nin iki dildeki şiirlerinin ince hayallerle dolu ve son derece akıcı olduğunu, bazı gazellerinin daha önceki üstat şairlerin divanlarında az görüldüğünü söylemiş (Teẕkire, s. 579), Hüseyin Vâiz-i Kâşifî Kelîle ve Dimne tercümesini Süheylî’ye ithaf etmiş, eserine onun adına izâfetle Envâr-ı Süheylî adını vermiş ve kitabının dîbâcesinde onun emrine uyarak bu eserini hazırladığını belirtmiştir (Envâr-ı Süheylî, s. 8).

Divanının incelenmesinden Süheylî’nin şiire belli bir ölçüde yenilik getirdiği anlaşılmakta, şiirlerinde kendisinden önceki şairlerin eserlerinde bulunmayan yeni mazmunlar, ince hayaller, insanların ıstırabını anlatan abartılı benzetmeler ve geniş hayal unsurları göze çarpmaktadır. Sade bir dil ve zaman zaman günlük konuşmada geçen tabirleri kullandığı şiirlerinde âhengi sağlayan unsurlara yer vermiş, seçmiş olduğu en zor kafiye ve rediflerde bile başarılı örnekler ortaya koymuştur. Şiirin bütün konularına ve nazım şekillerinin hepsine el atan Süheylî’nin en çok başarılı olduğu ve tanındığı tür gazeldir. Aruzu da başarılı bir şekilde kullanmıştır. Gazelde Hâfız-ı Şîrâzî’nin tesirinde kaldığı ve onu kendisine üstat kabul ettiği (Dîvân, s. 66, 7. beyit), mesnevi sahasında Nizâmî-i Gencevî ile Emîr Hüsrev-i Dihlevî’yi örnek aldığı anlaşılmaktadır.

Süheylî iyi bir şair olduğu gibi güçlü bir devlet adamı idi. Vefatına kadar kırk yıla yakın bir süre hizmetinde kaldığı Hüseyin Baykara zamanında devletin idarî ve malî problemlerinin hallinde önemli rol oynadığı, yerinde ve isabetli kararları ile ülkenin bayındır olduğu, halkın da huzur içinde yaşadığı Nevâî’nin ifadelerinden anlaşılmaktadır (Teẕkire-i Mecâlisü’n-nefâʾis, s. 230). Süheylî de Leylâ vü Mecnûn mesnevisinin son bölümünde yüklendiği görev sebebiyle gece gündüz istirahati kendisine haram ettiğini, şahsî arzularından sıyrıldığını, zamanın sıkıntılarından hiç boş vakit bulamadığını, bütün gücünü halkın işlerini görmeye harcayıp canını halka hizmete adadığını anlatmaktadır (Nizâmeddin Ahmed Süheylî’nin Laylî u Mecnûn’u, s. 94-95).

Nevâî ve Devletşah, Süheylî’nin güzel huylu, iyi geçimli, faziletli, dürüst, ilme ve ilim adamlarına değer veren bir insan olduğunu belirtir (Teẕkire-i Mecâlisü’n-nefâʾis, s. 56, 230; Teẕkire, s. 575). Devletşah ayrıca onun bir tarikata girdiğini haber vermekte (Teẕkire, s. 575), kendisi de bir beytinde Nakşibendiyye tarikatına bağlı olduğunu söylemektedir (Dîvân, s. 7). Bu tarikata girişinde Herat’ta Hüseyin Baykara’nın kendisi için yaptırdığı medresede ders veren Abdurrahman-ı Câmî’nin tesiri olduğu muhakkaktır. Kendisine karşı derin bir saygı beslediği Câmî’nin vefatı üzerine yazdığı bir terkibibend bu saygının şaheser bir örneğini teşkil eder (a.g.e., s. 359-362). Süheylî şiirlerinde tasavvufî unsurlara, dinî ve felsefî düşüncelere yer vermekle birlikte mutasavvıf bir şair olarak nitelendirilemez.

Eserleri. 1. Dîvân. Süheylî, muhtemelen 875 (1470) yılında düzenlediği Farsça divanının dîbâcesine koyduğu seksen altı beyitlik “Hasbihâl” adlı mesnevisinde eserini Sultan Hüseyin Baykara’nın isteği üzerine tertip ettiğini belirtir. Henüz basılmayan divan üzerine Ömer Okumuş bir doktora tezi hazırlamıştır (bk. bibl.). Bu çalışmada bir araya getirilen beyitlerin sayısı 3500 civarında olup eser 358 gazel, bir terkibibend, üç terciibend, sekiz mesnevi, yedi kıta, altmış beş rubâî, iki kaside ve on dört müfredden meydana gelmektedir.

2. Leylâ vü Mecnûn. Tek yazma nüshası Bodleian Kütüphanesi’nde (Mecmua, nr. 982, vr. 1-98) tesbit edilebilen bu mesnevi geniş bir incelemeyle birlikte Ömer Okumuş tarafından neşre hazırlanmıştır (bk. bibl.). Süheylî’nin kaynaklarda varlığı belirtilen Türkçe divanı henüz bulunamamıştır. Mevcut Türkçe şiirleri bir gazelle iki beyitten ibarettir (Devletşah, s. 575; Ali Şîr Nevâî, s. 57, 230).


BİBLİYOGRAFYA

Nizâmeddin Ahmed Süheylî, Dîvân (haz. Ömer Okumuş, doktora tezi, 1352 hş.), Dânişgâh-i Tahrân Dânişgede-i Edebiyyât.

Nizâmeddin Ahmed Süheylî’nin Laylî u Mecnûn’u: İnceleme-Metin (haz. Ömer Okumuş, doçentlik tezi, 1982), Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.

Devletşah, Teẕkire (nşr. Muhammed Abbâsî), Tahran 1337 hş., s. 575, 579.

, VII, 77, 171-173, 242-259.

Ali Şîr Nevâî, Teẕkire-i Mecâlisü’n-nefâʾis (trc. Muhammed Fahrî-yi Herâtî – Hakîm Şah el-Kazvînî, nşr. Ali Asgar Hikmet), Tahran 1323 hş., s. 56-57, 230.

Ali Şir Nevaî: Hamse (haz. Agâh Sırrı Levend), Ankara 1967, s. 218-219.

Hüseyin Vâiz-i Kâşifî, Envâr-ı Süheylî, Tahran 1343 hş., s. 8.

Hüseyin Baykara, Risâle (a.mlf., Dîvân içinde, nşr. M. Yâkub Vâhidî Cûzcânî), Kâbil 1346 hş./1968, s. 221.

Hândmîr, Ḥabîbü’s-siyer (nşr. M. Debîrsiyâkī), Tahran 1333 hş., IV, 159, 239-241.

Sâm Mirza, Teẕkire-i Tuḥfe-i Sâmî (nşr. Rükneddin Hümâyun Ferruh), Tahran 1346 hş., s. 181-182, 339.

Lutf Ali Beg, Âteşkede (nşr. Hasan Sâdât Nâsırî), Tahran 1336 hş., I, 18-19.

M. Kudretullah Gûpâmevî, Teẕkire-i Netâʾicü’l-efkâr, Bombay 1336 hş., s. 327-328.

, I, 639.

M. Ali Müderris, Reyḥânetü’l-edeb, Tebriz 1347 hş., III, 100-101.

Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevaî: Hayatı, Sanatı ve Kişiliği, Ankara 1965, s. 69, 218-219.

Hüccetî, “Süheylî-i Çağatâyî”, Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1381, III, 541-542.

Ömer Okumuş, “Nizameddin Ahmed Suheyli’nin Hayatı ve Edebi Şahsiyeti”, , sy. 60, Ankara 1988, s. 17-21.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 33-35 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER