https://islamansiklopedisi.org.tr/suleyman-pasa
Doğum tarihi kesin şekilde bilinmemekle birlikte herhangi bir kaynağa dayanılmaksızın genellikle 716 (1316) yılı üzerinde durulur. Mekece vakfiyesinden hareketle onun bu tarihte (1324) şahitlik edebilecek yaşta bulunması doğumunu 1310’dan daha erken bir tarihe çeker. Osmanlı tarihinde Rumeli fâtihi diye bilinmekte olup geleneğe göre Gelibolu yarımadasına çıkarak ilk fetih hareketini başlatan şehzadedir. Annesinin Nilüfer Hatun olduğu literatürde yaygın biçimde benimsenmişse de bu husus şüphelidir. Nilüfer Hatun’un Bursa’nın alınışından sonra Orhan Bey’in hanımları arasına katılmış olması daha kuvvetli bir ihtimaldir (DİA, XXXIII, 124). Annesi muhtemelen, 724 (1324) tarihli Mekece vakfiyesinde adı geçen ve Orhan Bey’in amcasının kızı olduğu anlaşılan Akbaşlu (Gündüz Bey ?) kızı Efdenze’dir (Efendi/Eftende/Efendize/Efendizâde). Nitekim Süleyman Paşa’nın kızlarından birinin de aynı adı taşımış olması bu hususta önemli bir ipucudur. Süleyman Paşa’nın adının geçtiği ilk çağdaş kaynak da yine bu vakfiyedir. Burada adı şahitler arasında Süleyman b. Orhan olarak kayıtlıdır. Paşa lakabına ise ilk Osmanlı tarihi diye kabul edilen Ahmedî’nin eserinde rastlanmış olması dikkat çekicidir. Amcası Alâeddin Paşa örneği dışında daha sonra herhangi bir hânedan mensubunun kullanmadığı, yüksek askerî idarecilere verildiği bilinen bu unvan onun kardeşleri arasında en büyük şehzade olmasıyla ilgili olabilir.
Hayatının ilk yılları hakkında çağdaş kaynaklara yansıyan hiçbir bilgi yoktur. Adı, dönemin Bizans kaynağı olan Kantakuzenos’un ve Gregoras’ın eserlerinde ilk defa 749 (1348) yılı olayları vesilesiyle geçer. Onun vefatından elli yıl sonra yazılmış olan ilk Osmanlı kaynağı Ahmedî ile 100 yıl sonra kaleme alınmış Enverî’nin verdiği bilgiler ve XV. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Âşıkpaşazâde, Neşrî, Oruç Bey, Rûhî, anonim Osmanlı tarihleri hemen hemen birbirinin benzeri bilgileri tekrarlayarak hakkında bugüne ulaşan menkıbelerle örülü bir olaylar silsilesinin temelini oluşturmuştur. Söz konusu kaynaklar onun ilk defa Gerede’ye hâkim olduğu (Gerede’yi ele geçiren Candaroğlu Süleyman Bey’le karıştırılmıştır), ardından İznik’in alınmasında (1331) rol oynadığı, özellikle İzmit’in fethinden (1337) sonra bu bölgedeki bazı yerlerin (Taraklı-Yenice, Göynük, Mudurnu) kendisinin timarı olduğu üzerinde dururlar. Osmanlı tarihçisi Oruç Bey, Koca-ili kesiminde Konuralp, Akça Koca gibi meşhur serhad beylerinin vefatıyla onların vilâyetlerinin Süleyman’a sancak yoluyla verildiğini yazar (Oruç Beğ Tarihi, s. 18). Bu bilgiler doğrulanamasa da babasının özellikle 1329’da Bizans imparatoruyla yaptığı Pelekanon Savaşı’nda bulunması ihtimali yüksek olan Süleyman Paşa’nın İznik ve İzmit fetihlerinde yine Orhan Bey’in yanında yer almış olması kuvvetle muhtemeldir.
Süleyman Bey’in adı Osmanlı kaynaklarında ikinci defa Karesi ilinin Osmanlılar’a ilhakı vesilesiyle geçer. Orhan Bey, 1337 yazına kadar Marmara sahillerinde bazı yerleri ele geçirerek Trakya’ya yönelik bir sefer yapmış, 1348’den itibaren Karesi topraklarında kontrolü tam olarak sağlamıştı. Süleyman Paşa’nın bu bölgeye intikalinin söz konusu olaylar sırasında olduğu ve ona babası tarafından Karesi ilinin idareciliğinin verildiği anlaşılmaktadır. Süleyman Paşa bu arada Kapıdağ, Edincik, Lapseki’yi ele geçirmiş olmalıdır. Böylece Bursa-Lapseki yolu Rumeli’ye geçiş güzergâhı haline gelecektir. Bu arada Enverî’nin naklettiği hikâyeye göre Süleyman Paşa Edincik, Biga ve Lapseki’yi zaptetmiş, denizde Gelibolu tekfuru Andronikos Asan’ın (Esen Tekfur) oğullarından birini esir almış, müslüman olup Melik Bey adını alan bu kişi vasıtasıyla Gelibolu yarımadasına geçmek için gerekli keşfi yapmıştır (Fatih Devri Kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî, s. 23). Enverî, Süleyman Paşa’nın Melik Bey vasıtasıyla Lapseki’de hazırlanan gemilerle karşı yakaya geçtiğinden söz ederek bundan sonraki hadiseleri karıştırır. Ayrıca Süleyman Paşa oğlu Melik Nâsır’ın Melik Bey ile birlikte bindikleri geminin batmasıyla öldüklerini, Süleyman Paşa’nın tekrar Gelibolu’ya gazâya çıktığını, 3000 kişiyle Kemer’den hareket edip kıyıdaki limandan Bolayır’a uzanan bir vadi olan Kozludere’ye çıktığını, Gelibolu yakınlarında galip geldiğini, bu sırada Gazi Umur Bey ile de görüştüğünü nakleder. Verdiği bilgilerle Âşıkpaşazâde, Neşrî geleneğini takip eden diğer kaynaklardan önemli ölçüde ayrılırsa da bu mâlûmatı doğru bir zemine yerleştirmek gerekir. Söz konusu olaylar muhtemelen 1352’den sonraki gelişmelere dayanmaktadır. Zira Kemer’den Bolayır’ın fethi için hareket ettiğinde Gelibolu Valisi Andronikos Asan’ın anlaşmazlığa düştüğü kardeşlerinden birinin Süleyman Paşa’ya katıldığı tesbit edilmiştir (DİA, XXXIII, 379). Bu kişi Akçaburgaz’ı almış, Gelibolu’nun fethinden sonra bir deniz seferinde boğulmuştur.
Osmanlı tarihçilerince genel kabul gören Âşıkpaşazâde, Neşrî, Oruç Bey kaynaklı anlatıma göre ise Karesi ili beyi olan Süleyman Paşa, Karesi ümerâsından Ece Bey ve Gazi Fâzıl’ı teklifleri üzerine önce keşfe göndermiş, bunlar Çimbi Hisarı civarında birini ele geçirip Süleyman Paşa’ya getirmişler, bu kişi vasıtasıyla kalenin zayıf yeri tesbit edilmiş ve Çimbi ele geçirilmiştir. Burada da fetihler için yardımcı olan kişinin Enverî’de adı geçen Asan’ın kardeşi olduğu açıktır. Ardından Akçaliman alınıp gemiler yakılmış, Çimbi’deki limanda bulunan gemilerle 2000 asker Anadolu’dan getirilmiş, Aya Şilonya, Odköklük (Balabancık) ve Eksamilye zaptedilmiştir. Ardından Bolayır merkezli faaliyetler başlamış, zor durumda kalan Gelibolu tekfuru şehri Osmanlılar’a teslim etmek zorunda kalmıştır (Âşıkpaşazâde, s. 122-126; Neşrî, I, 171-187). Ancak bu anlatılanlar bazı genel gelişme noktaları bakımından doğru olmasına rağmen ayrıntılar ve kronoloji bakımından birçok problemi barındırmaktadır.
Süleyman Paşa’nın Gelibolu yarımadasına geçişi ve burada tutunmasıyla ilgili kesin bilgiler, bizzat olayların içinde bulunan Bizans imparatoru tarihçi Kantakuzenos tarafından kaleme alınan kronikte yer alır. Buna göre Kantakuzenos, ikinci iç savaş döneminde (1341-1347) yaptığı mücadeleler sırasında Türk beyleriyle ittifak kurarak onlardan askerî destek almıştı. En yakın müttefiki Aydın Beyi Gazi Umur Bey idi. Ayrıca Bursa bölgesinde hâkimiyetini genişleten, Karesi iline kadar sokulan Orhan Bey ile de irtibat kurdu (1345). Nitekim 1346’da kızı Theodora’yı onunla evlendirdi ve ittifakını daha da kuvvetlendirdi. Sırp Çarı Stefan Duşan’ın Serez ve Selânik’i hedef alması yüzünden ona karşı koyabilmek için damadından askerî yardım istedi. Orhan Bey de oğlu Süleyman idaresinde 10.000 kişilik atlı birliği yolladı (749/1348). Süleyman karşı yakaya geçtiyse de Kavala’dan (Christoupolis) ileri gitmedi, Tesalya bölgesini yağmaladı ve geri döndü. Bu hadise, Süleyman’ın Osmanlı kuvvetleriyle Rumeli harekâtına başlamasının ilk adımını teşkil edecektir. Aslında Osmanlı birlikleri daha önce de Trakya’ya geçmişlerdi, ancak bu defaki geçiş Süleyman Paşa’nın liderliğinde 1348-1354 yılları arasında kalıcı sonuçlar verecekti.
Süleyman Paşa’nın Rumeli yakasına ikinci geçişi yine Kantakuzenos’un isteğiyle oldu. Bu sırada Kantakuzenos, Selânik meselesiyle meşguldü ve burayı yeniden kontrolü altına alabilmek için Orhan Bey’den yardım talebinde bulundu. Bu defa Süleyman Paşa büyük bir kuvvetle (20.000 atlı ?) karşı yakaya geçtiyse de bunlar Anadolu’da baş gösteren mesele dolayısıyla Orhan Bey tarafından geri çağrıldı (751/1350). Kantakuzenos bu durum karşısında çok zorlandı, ancak Struma ırmağı ağzındaki yirmi iki gemilik bir Türk korsan filosunun yardımıyla Selânik’e girebildi. Süleyman Paşa’nın geri dönme sebebi hakkında bilgi yoktur; fakat bunun Orhan Bey’in Orta Anadolu beylikleriyle olan münasebetlerindeki gerginlikten kaynaklanma ihtimali yüksektir. Süleyman Paşa’nın 753’teki (1352) üçüncü geçişi diğerlerinden daha farklı oldu. Kantakuzenos’un rakibi V. Ioannes Palaiologos, Bulgar ve Sırplar’dan destek alarak Kantakuzenos’un oğlu Mathiaos’a (Mattheos/Mateos) ait topraklara girip Edirne’yi kuşattı. 10.000-12.000 atlıyla yardıma gelen Süleyman Paşa, Edirne’nin kurtarılmasında rol oynadığı gibi Sırp-Bulgar birliklerini 1352 kışında Meriç ırmağı kıyısında Empithion’da büyük bozguna uğrattı. Bu olay Osmanlı kaynaklarında farklı şekillerde yankı bulmuştur. Hatta bu vesileyle Edirne’nin Süleyman Paşa tarafından fethedildiği belirtilmiştir. Muhtemelen bu savaş Osmanlı kaynaklarında yanlış bir tarihe ertelenerek Sırp Sındığı adıyla anılmıştır. Süleyman Paşa ise bu vesileyle Edirne’ye gelip Kantakuzenos ile görüşmüş, bir bakıma Edirne’ye ilk ayak basan Osmanlı beyi de o olmuştur.
Bu sefer sırasında Süleyman Paşa’nın birliklerinin Gelibolu yarımadasındaki birçok yeri ele geçirdiği bilinmektedir. Bunlardan biri de Çimbi (Çinbi, Tzympe) Hisarı’ydı ve burası bir Osmanlı askerî üssü haline gelmişti. Savaş sona erince Süleyman Paşa geçici olarak kendilerine tahsis edilen Tzympe’den çıkmadı. Burayı bir fetih hakkı gibi görüyordu. Kantakuzenos burayı boşaltması için 10.000 altın ödemeyi teklif etti, konuyu damadı Orhan Bey’e götürdü, ancak Osmanlılar işi yavaştan alarak pazarlığı uzattılar. Tam bu sırada 2 Mart 1354’te Gelibolu kıyılarını tahrip eden büyük bir deprem vuku buldu. Pek çok kale yıkıldı, halk şehirleri terketti. Süleyman Paşa haberi Biga dolayında iken aldı ve hemen Gelibolu yakasına geçti, şehre hâkim oldu; ayrıca Anadolu’dan Karesi ilinden birçok gönüllüyü aileleriyle birlikte getirtti, bu harap olmuş şehirlere yerleştirdi, Gelibolu’yu yeniden tamir ettirdi. Osmanlı kaynakları bu göç olayı konusunda doğru bilgiler verir. Onlara göre burada sistemli bir yerleşme siyaseti uygulandı, bölgedeki kale halkının bir bölümü Karesi iline sürülürken Karesi ilinden konar göçer Türkmenler Gelibolu’ya iskân edildi. İmparator Kantakuzenos bu durumdan çok rahatsız oldu, hatta Orhan Bey ile bir buluşma planladı, fakat Orhan Bey hastalığını ileri sürerek buluşmaya gelmeyince büyük bir ümitsizliğe kapıldı. Daha önceki tazminatı dört katına çıkarıp yaptığı 40.000 altın teklifi de kabul görmedi. Süleyman Paşa, bundan sonra Bolayır merkezli gazâ faaliyetlerini Trakya’nın Marmara sahillerine ve Meriç vadisine doğru yaydı. Malkara, Keşan ve Tekirdağ’a yönelik akın faaliyetleri başladı. Bu arada 1354’te Anadolu’daydı ve Ankara’yı ele geçirmişti. Ardından yeniden Rumeli kesimine yöneldi. Onun Tekirdağ, İpsala ve Vize’yi fethettiği belirtilirse de bu muhtemelen adı geçen bölgelere karşı giriştiği sert akınlar dolayısıyla oluşan bir kanaattir. Onun, 1356’da taht iddiacısı olarak harekete geçen ve İstanbul’a yürüyen Kantakuzenos’un oğlu Mathiaos’a yardım eden Osmanlı birlikleri içinde yer alıp almadığı konusunda kesin bilgi yoktur. Küçük kardeşi Halil’in esareti sebebiyle ortaya çıkan kriz sırasında (1357) Gelibolu’yu boşaltma tekliflerine şiddetle direndi. 1358’de Orhan Bey bu mesele dolayısıyla V. Ioannes ile anlaşma yaptığında ise artık hayatta bulunmuyordu.
Süleyman Paşa’nın ölümü, Osmanlı kaynaklarında Bolayır ile Seydigazi arasında avlanırken atının ayağının bir çukura takılması sebebiyle düşmesinin bir sonucu olarak gösterilir. Bazı kaynaklar onun havalanan bir kaza doğan saldığı sırada, bazıları ise bir geyik veya canavar (domuz) avı peşinde koşarken yere kapaklanan atının altında kalıp öldüğünü belirtir. Bu hadisenin Anadolu’da Biga dolayında olduğunu yazanlar da vardır. Fakat bu Bolayır-Gelibolu arasındaki Biga adlı bir yerle olan karıştırmadan kaynaklanır. Ayrıca bazı araştırmacılar bu hadisenin Bizanslılar’la yapılan bir savaş sırasında meydana geldiği ihtimalini öne sürer (Beldiceanu-Steinherr, XXIII [2005-2006], s. 114-115). Bazı Batı kaynaklarında ise onun bir suikasta kurban gittiğine dair zayıf bir rivayet vardır. Ölüm tarihi 758 (1357), 759 ve 760 (1359) diye verilir. Aralık 1358’de Gelibolu’dan geçen gemilere anlaşma uyarınca müdahale etmemesine dair babasının bir uyarı mektubundan, ayrıca babası tarafından onun adına düzenlenen Şâban 761 (Haziran 1360) tarihli bir vakfiyeden hareketle vefat tarihinin 1359 olması düşünülebilirse de genel olarak 1357 sonbaharında öldüğü bilgisi kabul görmüştür. Vefatını haber alan Orhan Bey’in çok üzüldüğü, hemen Bolayır’a gelerek oğlunu burada defnettirdiği belirtilir (Beldiceanu buna ihtimal vermez ve sembolik bir anlam yükleme gayretine bağlar: a.g.e., XXIII [2005-2006], s. 115).
Bizans kaynaklarında Orhan Bey’in vârisi, devletin fiilen bütün işlerinden sorumlu yöneticisi şeklinde görülen Süleyman Paşa’nın babasının yaşlılığı sebebiyle iktidarın sahibi olduğu ve daima batıya yöneldiği bildirilir. Osmanlı kaynaklarında şecaat ve sehavet sahibi, gazâ lideri vasfıyla övülür. Onun vefatı sırasında Rumeli kesiminde Osmanlı sınırları batıda Keşan ile İpsala arasında Yayladağı’ndan Malkara ile Hayrabolu’yu ayıran dağlık bölgeden geçiyor, Marmara sahillerindeki Tekirdağ kasabası güneyinde Bakacık tepesi ve Hora’ya uzanıyordu. Ferecik de onun tarafından ölümüne yakın bir tarihte ele geçirilmiş, Osmanlı akınları Dimetoka’ya uzanmıştı. Bazı Osmanlı kaynaklarında, sınır boylarındaki Rumeli gazilerince Gazi Umur Bey ile birlikte büyük bir askerî ve mânevî önder olarak kabul edildiği, hâtırasının menkıbelerle yaşatıldığı belirtilir (Oruç Bey’e göre, “Gaziler nezdinde Süleyman ve Umur velâyet sahibidir”, Oruç Beğ Tarihi, s. 21). Hatta Enverî ve Oruç Bey bir anakronizm yaparak Süleyman Paşa ile Umur Bey’in Bolayır’da buluştuklarını, Umur Bey’in ona artık bir daha Anadolu’ya gitmeyip burada kalmasını tembihlediğini yazar. Bir rivayete göre Süleyman Paşa ölümü halinde Bolayır’a gömülmeyi vasiyet etmiş, bu sayede gazilerin burada tutunacağını düşünmüştür (Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman, s. 20). Süleyman Paşa’nın adı bilinen oğullarından Melik Nâsır denizde boğulup ölmüş, İsmâil ile İshak ise babalarının vefatından sonra uç kesiminde akın faaliyetlerini sürdürmüştür. İki kızından biri Candaroğlu II. Süleyman Bey ile evli Sultan Hatun (Sinop’taki mezar kitâbesi: Ramazan 797 / Haziran 1395), diğeri ise Akşehir’de vefat eden Efendizâde Hatun’dur (Zilkade 799 / Ağustos 1397).
Süleyman Paşa’ya ait zengin vakıfların mevcudiyeti tahrir kayıtlarından anlaşılmaktadır. Özellikle Bursa, İznik ve Gelibolu’da hayratı mevcuttur. İznik’te bir mescid ve medrese, Bursa’da bir mescid, Bolayır’da bir cami ve imaret yaptırmış (bk. SÜLEYMAN PAŞA CAMİİ ve TÜRBESİ), bunlara zengin vakıflar tahsis etmiştir. Ayrıca Gelibolu’da ve Bolayır’da bir saray inşa ettirdiğine dair kayıtlar vardır. Gelibolu’da ona nisbet edilen Sultan Camii veya Eskicami 1385 tarihli kitâbesine göre Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Fethinden sonra Ferecik’te de bir büyük manastırı camiye çevirmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Ionnis Cantacuzeni eximperatoris Historiarum Libri IV (Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae içinde, ed. L. Schopen), Bonn 1832, XX/III, s. 32, 111, 248, 276-278, 288-289, 320-323.
Nicephori Gregorae Byzantina Historia (a.e. içinde, ed. I. Bekker), Bonn 1855, III, 171, 203, 224.
Aḥmedīs History of the Ottoman Dynasty (ed. Kemal Sılay, JTS içinde), XVI (1992), s. 148-149.
Fatih Devri Kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî: Osmanlı Tarihi Kısmı: 1299-1466 (haz. Necdet Öztürk), İstanbul 2003, s. 23-27.
Âşıkpaşazâde, Târih (Atsız), s. 122-126.
Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 17-21.
Neşrî, Cihannümâ (Unat), I, 171-187.
Oruç Beğ Tarihi: Giriş, Metin, Kronoloji, Dizin, Tıpkıbasım (haz. Necdet Öztürk), İstanbul 2007, s. 16-22.
Halil İnalcık, “Edirne’nin Fethi 1361”, Edirne: Edirne’nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 138, 140-143.
a.mlf., “Orhan”, DİA, XXXIII, 379.
N. Oikonomides, “From Soldiers of Fortune to Gazi Warriors: The Tyzmpe Affair”, Studies in Ottoman History in Honour of Professor V. L. Ménage (ed. C. Heywood – C. Imber), İstanbul 1994, s. 239-247.
D. M. Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları: 1261-1453 (trc. Bilge Umar), İstanbul 1999, s. 217, 234, 244, 255, 258-259.
N. Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (trc. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2005, I, 188, 193-198.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi, 724 Rebiülevvel - 1324 Mart”, TTK Belleten, V/19 (1941), s. 281-283.
a.mlf., “Orhan Gazi’nin Vefat Eden Oğlu Süleyman Paşa İçin Tertip Ettirdiği Vakfiyenin Aslı”, a.e., XXVII/107 (1963), s. 437.
Necdet Öztürk, “Ferecik’in Süleyman Paşa Tarafından Fethine Dair”, MÜTAD, sy. 4 (1989), s. 135-145.
I. Beldiceanu-Steinherr, “Le destin des fils d’Orhan”, AO, XXIII (2005-2006), s. 105-130.
M. C. Şehabeddin Tekindağ, “Süleyman Paşa”, İA, XI, 190-194.
C. Imber, “Süleymān Pas̲h̲a”, EI2 (İng.), IX, 843-844.
Feridun Emecen, “Nilüfer Hatun”, DİA, XXXIII, 124.