- 1/2Müellif: SALİME LEYLA GÜRKANBölüme GitTürkçe’de sünnet erkeğin cinsiyet organının ucundaki fazla derinin alınması ameliyesini ifade eder. Arapça’da bunun karşılığı olan hıtân kelimesi, kad...
- 2/2Müellif: NEBİ BOZKURTBölüme Gitİslâm’da. Semavî dinlerde Hz. İbrâhim’in uygulamasına dayandırılan sünnet geleneği İslâmiyet’te de devam etmiştir. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’in ilâhî emre...
https://islamansiklopedisi.org.tr/sunnet--hitan#1
Türkçe’de sünnet erkeğin cinsiyet organının ucundaki fazla derinin alınması ameliyesini ifade eder. Arapça’da bunun karşılığı olan hıtân kelimesi, kadının cinsiyet organının üst kısmındaki derinin (prepus) ve kısmen bızırın (klitoris) alınması yanında “erkek ve kadının sünnet mahalli” ve “sünnet için verilen davet” anlamlarında kullanılır. İ‘zâr hem erkek hem kadının, hafd/hifâd ise yalnız kadının sünnet edilmesini belirtir. Sünnetsiz olanlara ağlef/aklef denir. Hadislerde hıtân ve türevleri gerek sünnet ameliyesini gerekse erkek ve kadının sünnet yerlerini (el-Muvaṭṭaʾ, “Ṭahâret”, 18; Buhârî, “Ġusül”, 28; Wensinck, el-Muʿcem, “ḫtn” md.), hafd ise kadının sünnet edilmesini (Hâkim, III, 603) ifade etmek için kullanılır.
Sünnet, ilkel toplumlarda ve gelişmiş ülkelerde dinî-kültürel bir ritüel biçiminde uygulanmış, aynı zamanda tedavi edici ve hastalık önleyici yönüyle modern tıpta yer almıştır. Genellikle Sâmî/İbrâhimî gelenekle (Yahudilik, İslâm, Kıptî Hıristiyanlık) özdeşleştirilmekle birlikte tarih öncesi dönemlere ve farklı coğrafyalara uzanır (Eski Mısır, Afrika, Amerika ve Pasifik). Kökeniyle ilgili olarak dinî-etnik, sınıfsal veya cinsel göstergeden cinselliği/doğurganlığı etkileme işlevine ve hijyene kadar farklı açıklamalar yapılmıştır. Eski Mısır’da (en erken tarihî kayıt m.ö. 2400’ler) din adamı / yönetici sınıfı tarafından ergenlik ritüeli şeklinde uygulandığı bilinen sünnetin buradan Mısır ve civarında yaşayan Sâmîler’e ve diğer topluluklara geçtiği ileri sürülmüştür. Antik Yunan tarihçisi Herodot (m.ö. V. yüzyıl) bu uygulamayı Mısırlılar’ın yanı sıra Etiyopya, Kolki (Kolka), Fenike, Suriye ve Makron topluluklarına atfeder (Tarih, 2/104; ayrıca bk. Josephus, “Against Apion”, 1/22). Tevrat’ta erkek çocukların sünnet edilmesi Tanrı ile İbrâhim nesli arasında yapılan ahdin işareti, dolayısıyla bir tür dinî-etnik damga biçiminde sunulmakla birlikte (Tekvîn, 17/9-14) Ahd-i Atîk’in Yeremya kitabı (9/25) İsrâiloğulları ve Mısırlılar dışında Sâmî soyuna mensup bulunan Edomlular, Ammonlular ve Moavlılar’ın da erkeklerini sünnet ettiklerine işaret eder. Araplar arasında İslâm’ın ortaya çıkışından önce de İsmâilî soydan gelmeleri sebebiyle sünnet uygulaması mevcuttu (Josephus, “Antiquities of the Jews”, 1/12.2). Mûsâ’nın Midyanlı karısından ilk doğan oğullarını bizzat sünnet ettiğine dair bir diğer Tevrat pasajından hareketle (Çıkış, 4/24-26) İbrâhim soyundan olan Midyanlılar’ın da buna âşina olduklarını söylemek mümkündür. Grek kültüründe bedenin mükemmel yapısını bozucu olarak görülen sünnet uygulaması Helenistik ve onu takip eden Roma dönemlerindeki baskılar, özellikle Selevki (Selevkos) yönetiminin yasaklaması sebebiyle (m.ö. II. yüzyıl, I. Makkabiler, 1/41-62), gerileme gösterse de yahudilerin yanı sıra bazı hıristiyan grupları, Nabatîler (Araplar) ve Mısır’ın seçkin kesimi arasında devam etmiştir.
Yahudi inancına göre ilk defa İbrânîler’in atası İbrâhim’e Tanrı tarafından emredilen ve Mûsâ şeriatında da yer alan sünnet İbrânîce ifadeyle “sünnet ahdi” (berit mila), İbrâhim’le yapılan ahdin ve yahudi kimliğinin önemli bir göstergesi olarak nesiller boyu süregelen bir uygulamadır. Tevrat’ta yer alan bilgilere göre İbrâhim doksan dokuz yaşında iken bu emri aldığında on üç yaşındaki oğlu İsmâil ve evin bütün diğer erkekleriyle birlikte kendisi de sünnet olmuş, daha sonra doğan oğlu İshak’ı aynı emrin gereği olarak sekiz günlük iken sünnet etmiştir (Tekvîn, 17/23-27; 21/4). Kitâb-ı Mukaddes araştırmacılarına göre ise Filistin’e yerleşmeden önce İsrâiloğulları eski bir Sâmî âdeti olan ergen sünnetini devam ettirmiştir; uygulamanın yeni doğan çocukların sünnetine dönüşmesi daha sonraki dönemde gerçekleşmiştir. Mısır’dan çıkan İsrâiloğulları’nın sünnetli olmalarına rağmen -Mûsâ’nın durumu şüphelidir- çölde doğanların sünnet edilmemesi ve Peygamber Yeşu’nun kutsal topraklara girmeden önce kavmin bütün yetişkin erkeklerini cenk adamı olarak sünnet etmesine yönelik bilgi de (Yeşu, 5/3-7) uygulamanın yetişkinliğe geçiş (ergen) sünnetine işaret etmektedir. Tekvîn kitabında (17/2, 9-11) ahdin görünür işareti olmanın ötesinde bizzat ahdin kendisi ve zürriyet çokluğu vaadiyle, Levililer kitabında (12/3) hijyenle, Çıkış kitabında (4/24-26) evlilik ve kefâretle ilişkilendirilen sünnet, “Tanrı’nın buyruklarına uyma” mânasında mecazen kalbin sünneti şeklinde de kullanılmıştır (Tesniye, 30/6; Yeremya, 4/4). Sünnet, bilhassa sürgün döneminde ve sonrasında -Mûsâ ahdinin işareti olan sebt (şabat) günü yasağıyla birlikte- yahudi olan ve olmayan ayırımının en belirgin unsurlarından (Hâkimler, 14/3; II. Samuel, 1/20; II. Makkabiler, 6/10-11) ve yahudi dinine/cemaatine katılmanın şartlarından (Çıkış, 12/43-48; Tekvîn, 34/14-16) biri kabul edilmiştir. Antik dönemde ve daha sonra hıristiyan Ortaçağ’ında yahudi karşıtı söylemin başlıca sebeplerinden olan uygulama İbn Meymûn ve Philo gibi yahudi müellifleri tarafından sağlığı koruduğu, doğurganlığı arttırdığı, aynı zamanda cinsel arzuyu azalttığı şeklindeki deliller çerçevesinde savunulmuştur (The Guide of the Perplexed, 3/49; “The Special Laws I”, i-ii). Gelenek içerisinde sünnete kutsallık, günahlardan arındırma, ölümden ve cehennemden koruma (kefâret) ve hıristiyan vaftizine benzer şekilde yahudiyi yahudi kılma gibi özellikler atfedilmiştir (Nedarim, 31b; Genesis Rabbah, 48/8). Tevrat’ta sünnet emrine uymama durumunda cemaat dışına atılma cezası zikredilmiş (Tekvîn, 17/14); sünnetin ayrıntılı biçimde tartışıldığı Rabbânî literatürde de sünnetsizlik günah kapsamında görülmüş, fakat bu durum yahudi olma özelliğini kaybetme şeklinde anlaşılmamıştır (Abodah Zarah, 27a; Sanhedrin, 99). Antik dönemde Helenizm yanlısı, modern dönemde Aydınlanmacı yahudiler tarafından terki savunulan sünnete Ortodoks ve muhafazakâr yahudilerce büyük önem atfedilmekte, bu âdet günümüzde bazı liberal yahudi gruplarınca da sürdürülmektedir. Erkek çocuklara sekiz günlükken uygulanan yahudi sünneti antik dönemde daha basit şekilde ve daha ziyade ebeler tarafından gerçekleştirilmiştir. Rabbânî dönemden itibaren -sünnet izini yok etme girişimine karşılık- üç ayrı aşamadan oluşan daha karmaşık bir uygulama olarak (Shabbath, 137a-b) bu konuda uzman kişilerce genellikle evlerde veya sinagogda dinî bir merasim eşliğinde ya da doktorlar tarafından hastahanede icra edilmektedir.
Hıristiyanlık’ta İnciller sünnetin önemli bir yahudi âdeti olduğunu, Îsâ’nın bu âdete uygun biçimde sekiz günlükken sünnet edildiğini ve uygulamayı reddetmediğini belirtir (Luka, 1/59; 2/21; Yuhanna, 7/23). Pavlus’un da sünneti -en azından yahudiler için- tamamen devre dışı bırakmadığına işaret eden ifadeler mevcutsa da (Resullerin İşleri, 16/1-3; Romalılar’a Mektup, 3/1-2), kurtuluş için şeriat (eski ahid) yerine imanı (yeni ahid) vurgulayan Pavlus, yeni anlamıyla sünneti fizikî olmaktan ziyade mânevî bir durum (kalbin sünneti) diye tanımlamış ve yahudi soyundan olmayan hıristiyanların sünnet edilmesine şiddetle karşı çıkmıştır (Romalılar’a Mektup, 2/25-29; Korintoslular’a Birinci Mektup, 7/18-19; Galatyalılar’a Mektup, 2/3-4; 3/3-13, 28; 5/2-12; 6/12-16; Filipililer’e İkinci Mektup, 3/2-4; krş. Tesniye, 30/6; Yeremya, 4/4). Bu doğrultuda Kudüs’te toplanan ilk konsilde (Havâriler Konsili, m.s. 50) sünnet yasaklanmamakla birlikte bunun kiliseye dahil olmak isteyen paganlar için gerekli sayılmadığı görüşü kabul görmüş (Resullerin İşleri, 15/1-20), “hıristiyan kimliğinin belirleyicisi” mânasında sünnetin yerine vaftiz uygulaması konulmuştur (Koloseliler’e İkinci Mektup, 2/11-12). Yahudi şeriatına sâdık kalan ilk yahudi-hıristiyanlar arasında (Koloseliler’e İkinci Mektup, 3/20) sünnet uygulaması devam etmiştir. Ortaçağ’da gizli bir yerde muhafaza edildiğine inanılan Îsâ’nın sünnet derisine büyük önem verilmesine, gerek Doğu gerekse Batı kiliselerinde Îsâ’nın sünnet edildiği gün (Jülyen takvimine göre 1 Ocak) kutsal bir gün diye kutlanmasına rağmen sünnet uygulaması yahudilerle bağlantısı sebebiyle Katolik dünyasında olumsuz bir içeriğe sahip olmuş ve 1442’de papalık tarafından resmen yasaklanmıştır. Günümüzde dinî bir âdet şeklinde sadece Mısır (Kıptî), Etiyopya ve Eritre’deki Ortodoks hıristiyanların yanı sıra bazı Afrika kiliselerinde uygulanmakta, fakat bilhassa cemaate yeni katılanlar için bir gereklilik olarak görülmemektedir.
Sünnet Avustralya, Polinezya, Malinezya ve Amerika yerlileriyle çeşitli Afrika kabilelerinde eski Mısır toplumunda olduğu gibi çocukluktan yetişkinliğe geçiş (ergenlik) ve cemaate katılma (inisiyasyon) töreni kapsamında icra edilmektedir. Bu toplulukların bir kısmında ve özellikle Afrika yerlilerinde erkeklerin yanı sıra kızlar da sünnet edilir. Söz konusu geçiş merasiminin amacı, ergenliğe ulaşan erkek ve kızları evlilik hayatına ve sosyal yaşamda üstlenecekleri rollere hazırlamak ve ilgili kuralları öğretmek suretiyle onları yetişkin ve tam bir erkek/kız birey durumuna getirmektir. Genellikle toplumdan tamamen soyutlanma, yarı inziva ve topluma yeniden katılma şeklindeki üç aşamadan oluşan merasimde bilhassa erkek çocukların bu süreç yoluyla annelerinin etkisinden, yani kadınların alanından sıyrılıp yetişkin erkekler dünyasına (avcılık ve savaşçılık) katılması hedeflenir. Sosyal ve cinsel kimlik oluşturmaya hizmet eden bu geçiş töreninin ilgili aşamaları sembolik anlamda ölmeyi ve yeni kimlikle doğmayı temsil eder. Erkek çocuklar için genellikle toplu halde ve kutlama havasında yapılan geçiş merasiminde diğer bazı sembolik unsurların yanı sıra (çıplaklık, saç tıraşı, vücudun beyaza boyanması ve dövme tarzında yaralanması, aç kalma, dayak vb.), kadınlığı temsil ettiğine inanılan sünnet derisi kesilir, bazı topluluklarda organın alt kısmı boydan boya yarılır. Tören sonunda aday erkeklik alanına ve yetişkinlik konumuna girmiş olur. Kızların geçiş merasimi ise genellikle ferdî olarak âdet dönemi başlangıcında icra edilir. Bu defa amaç adayı, erkeklerde olduğu gibi yeni bir alana sokmak yerine zaten içinde bulunduğu kadınlık alanındaki yeni konumuna, yani evlilik ve ev hayatına yönelik görev ve sorumluluklarına hazırlamaktır. Günümüz Afrika kabilelerinde söz konusu geçiş merasimi büyük ölçüde terkedilmiştir; ancak daha hijyenik hale gelen sünnet uygulaması ergenliğin ve etnik kimliğin işareti olarak devam etmektedir.
Kız sünneti (ya da Batı’daki yaygın adlandırmayla “dişi üreme bölgesinin kesilmesi/bozulması”) hatalı şekilde müslüman toplumlarla özdeşleştirilmekle birlikte gerçekte bu uygulama birçok müslüman ülkede (Arabistan’ın ve Körfez bölgesinin büyük kısmı, Kuzey Afrika, Anadolu, Balkanlar ve Orta Asya) bilinmez; yaygın olduğu ülkelerde ise (Mısır ve Orta Afrika-bilhassa Etiyopya, Somali, Kenya, Nijerya ve Sudan) müslüman kesimde daha fazla rağbet görmekle beraber o bölgeye has bir âdet şeklinde genellikle toplumun -yerel, hıristiyan ve Etiyopya yahudisi- diğer dinî/etnik gruplarınca da icra edilmektedir. Bu uygulamanın Güneydoğu Asya’daki (Malezya, Endonezya ve Singapur) varlığı ise doğrudan İslâm’ın etkisinden ziyade bu uygulamanın yaygın olduğu bölgelerden göç eden müslümanların gittikleri yerlerde bunu kültürel bir âdet halinde devam ettirmelerinin sonucudur. Öte yandan kız sünneti uygulamasına Avustralya’nın bazı yerli kabileleriyle bir kısım Latin Amerika ülkelerinde (Brezilya, Meksika ve Peru) rastlanmaktadır.
Kız sünnetinin kökeni ve tarihi kesin şekilde bilinmemekle birlikte en erken Eski Mısır’da, gerek genetik cinsel bozukluklara karşı tıbbî/estetik müdahale kapsamında gerekse evliliğe hazırlık olarak erkek sünnetine paralel bir ergenlik töreni biçiminde icra edildiğine yönelik kayıtlar mevcuttur (The Works of Philo, “Questions and Answers on Genesis III”, 47). Mısırlılar ve Afrika yerlileri arasında kabul gören bir inanışa göre erkekteki sünnet derisi kızlığa, kadındaki sünnet bölgesi erkekliğe ait unsura karşılık gelmekte, söz konusu derinin ya da bölgenin kesilip alınmasıyla kişi tam erkek veya kadın durumuna, dolayısıyla evlilik hayatına hazır hale gelmektedir. Kız sünnetinin gebeliği mümkün kılan vajinal kanamanın veya erkek sünnetinin taklidi mânasında bir nevi doğurganlık ritüeli olduğu şeklinde antropolojik açıklamalar da yapılmıştır. Bazı kültürlerde kız veya erkekten kesilen sünnet derisini bir tür adak olarak veya nazardan/büyüden korunmak amacıyla toprağa gömme ya da nehre atma âdeti mevcuttur. Günümüzde farklı şekillerde uygulanan ve doğurganlığı arttırma, cinsel arzuyu kontrol etme, bekâreti koruma, hijyeni/estetiği sağlama gibi birtakım sosyokültürel ve ahlâkî teamüllere dayanan kız sünneti, Avrupa merkezli karşıt kampanya ile yerel dinî ve resmî otoritelerin bunu reddedici ve yasaklayıcı tavırları neticesinde son dönemlerde gerilemeye başlamıştır.
Asya (Çin ve Hindistan), Avrupa ve Kuzey Amerika’da -müslüman ve yahudi kesim hariç- dinî-kültürel bir ritüel biçiminde sünnet uygulaması mevcut olmamakla birlikte erkek ve nâdiren kız sünneti XIX. yüzyılın sonlarından itibaren İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tıbbî ve ahlâkî gerekçelerle icra edilmektedir. Günümüzde tıbbî gerekçeye dayalı kız sünneti söz konusu ülkelerde onaylanmazken erkek çocuk sünneti, bilhassa Amerika Birleşik Devletleri’nde belli hastalıkların (prostat ve rahim ağzı kanserleri, idrar yolları enfeksiyonu, HIV) önlenmesinde karşıt görüşlere rağmen hâlâ geçerli bir yöntemdir. Geçmiş dönemlerde çok daha yaygın olan erkek çocuk sünneti Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya ve Kanada’da gerileme göstermiştir; İngiltere ve Yeni Zelanda’da ise çok düşük seviyede uygulanmaktadır. Filipinler ve Güney Kore, tıbbî gerekçelere dayalı ergen sünnetinin en yaygın olduğu ülkelerin başında gelmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ḫtn” md.
Herodotos, Tarih (trc. Müntekim Ökmen), İstanbul 1973, s. 116, 138 (2/37, 104).
Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), III, 603.
İbn Meymûn, Delâletü’l-ḥâʾirîn: The Guide of the Perplexed (trc. S. Pines), Chicago 1963, II, 609-611 (3/49).
The Works of Philo: Complete and Unabridged (trc. C. D. Yonge), Peabody/Massachusetts 1993, s. 534, 857 (“The Special Laws I”, i-ii; “Questions and Answers on Genesis III”, 47).
F. Josephus, The Complete Works (trc. W. Whiston), Nashville 1998, s. 48, 938 (“Antiquities of the Jews”, 1/12.2; “Against Apion”, 1/22).
D. L. Gollaher, Circumcision: A History of the World’s Most Controversial Surgery, New York 2000, s. 1-53, 187-207.
The Covenant of Circumcision: New Perspectives on an Ancient Jewish Rite (ed. E. W. Mark), Hanover 2003.
H. E. Goldberg, Jewish Passages: Cycles of Jewish Life, Berkeley 2005, s. 32-63.
Shaye J. D. Cohen, Why aren’t Jewish Women Circumcised? Gender and Covenant in Judaism, Berkeley 2005, s. 8-54.
Kecia Ali, Sexual Ethics and Islam: Feminist Reflections on Qur’an, Hadith and Jurisprudence, Oxford 2006, s. 97-111.
Transcultural Bodies: Female Genital Cutting in Global Context (ed. Y. Hernlund – B. Shell-Duncan), New Brunswick 2007.
M. Knight, “Curing Cut or Ritual Mutilation? Some Remarks on the Practice of Female and Male Circumcision in Greaco-Roman Egypt”, ISIS, XCII/2 (2001), s. 317-338.
“K̲h̲afd (or K̲h̲ifad)”, EI2 (İng.), IV, 913-914.
Encyclopedia of Religious Rites, Rituals and Festivals (ed. F. A. Salamone), New York 2004, s. 7, 12, 55-58, 148-149, 187-188, 221, 311-314, 345-349, 364-365.
T. O. Beidelman, “Circumcision”, Encyclopedia of Religion (ed. L. Jones), Detroit 2005, III, 1798-1800.
https://islamansiklopedisi.org.tr/sunnet--hitan#2-islamda
İslâm’da. Semavî dinlerde Hz. İbrâhim’in uygulamasına dayandırılan sünnet geleneği İslâmiyet’te de devam etmiştir. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’in ilâhî emre uyarak doksan dokuz yaşında iken on üç yaşındaki oğlu İsmâil’le aynı günde (Tekvîn, 17/10-14, 23-27), bir hadiste ise seksen yaşında kadûmla veya Kadûm’da sünnet olduğu belirtilir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 11; başka bir rivayet ve yorumu için bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 108-110). Kadûm (kaddûm) marangozlukta kullanılan kesici bir alet ya da Suriye’de bir yer adı olarak yorumlanmıştır (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, VIII, 326; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 107). İbn Abbas, Hz. İbrâhim’in bazı emirlerle sınandığını ve onları eksiksiz yerine getirince insanlara önder kılındığını bildiren âyette (el-Bakara 2/124) işaret edilen hususları, içinde sünnetin de yer aldığı temizlikle ilgili emirler şeklinde açıklamıştır (Taberî, I, 571). Hz. İbrâhim’den sonra yahudiler ve Araplar atalarından kalan geleneği sürdürmüştür. Câhiliye Arapları’nda kadınlar da sünnet edilirdi. Kadının sünnet edilmesi uygulamasını Hz. İbrâhim’in eşi Hâcer’e dayandıranlar vardır (Câhiz, VII, 27). Günümüzde erkek çocukların sünnet edilmesinin kadın ve erkek sağlığı açısından önemi anlaşılmış, bu ameliye hıristiyan toplumlarında da yaygınlaşmaya başlamıştır. Kızların sünnet edilmesi geleneği Arabistan’ın bir kısmında, Mısır, Orta ve Doğu Afrika ülkeleriyle Güneydoğu Asya’da gerek müslümanlar gerekse hıristiyan ve yerli din mensupları arasında yaygındır (yk.bk.). Günümüzde kötü uygulamalardan kaynaklanan ve bazan ölümle sonuçlanan vak‘alar sebebiyle Batı ülkelerinde karşı çıkılmakla birlikte sağlık ve cinsel tatmin açısından bunu savunan araştırmacı ve bilim adamları bulunmakta, çağdaş fakihlerin konuya ilişkin görüşleri de bu tartışmalara paralel biçimde değişmektedir.
Sünnet Hz. Peygamber’in hadislerinde fıtrat gereği yapılan işler arasında sayılmıştır (Buhârî, “Libâs”, 63, 64; Müslim, “Ṭahâret”, 49, 50). Burada fıtrata “âdet ve sünnet” anlamı verildiği gibi bu kelime ile, sünnet mahallindeki deriyi almanın yaratılışı bozma mânasında olmayıp tırnak kesme, koltuk altındaki tüyleri temizleme gibi insana yaraşan fiiller sayıldığına işaret edildiği yorumu da yapılmıştır. Resûl-i Ekrem’in İslâmiyet’e girmek isteyen kimseye sünnet olmasını emrettiği (Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 129), bu ameliyenin erkekler için sünnet, kadınlar için fazilet olduğu (Müsned, V, 75), seksen yaşına da gelse müslüman olan kişinin sünnetsiz kalmaması gerektiği (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, VIII, 324) yönündeki hadislerle -sıhhat durumuyla ilgili tartışmalar bulunsa da- sünnetsiz kimsenin Kâbe’yi tavaf edemeyeceği, namazının kabul olmayacağı ve kestiği hayvanın etinin yenmeyeceği yönündeki sahâbî ve tâbiî sözleri (a.g.e., VIII, 325-326) İslâm kültüründe bu geleneğin yerini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Hz. Peygamber’in sünnetli doğduğu yaygın şekilde kaydedilmekle birlikte yedi günlükken dedesi Abdülmuttalib tarafından sünnet ettirildiğine dair rivayetin daha kuvvetli olduğu belirtilir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 140-144).
Konuya ilişkin hadislerle müslüman toplumların telakki ve teamüllerini değerlendiren fakihler sünnet ameliyesinin hükmü konusunda farklı görüşler ortaya koymuştur. Erkek bakımından sünnet olmanın hükmü Hanefî ve Mâlikîler’e göre sünnet, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre vâciptir. Ancak Hanefîler bunu ezan gibi İslâm’ın sembol hükümlerinden (şiâr) sayarlar ve topluca terkedilmesine izin verilmeyeceğini belirtirler. İmam Mâlik’ten, sünnet olmayan kişinin imamlık yapamayacağı ve şahitliğinin kabul edilmeyeceği nakledilmiştir. Bununla beraber Hasan-ı Basrî Resûl-i Ekrem’in, kendisine başvurup müslüman olmak isteyen farklı milletlerden insanların sünnetli olup olmadıklarını araştırmadığını söyler. Ahmed b. Hanbel de yaşlı iken müslüman olan kimsenin sağlığına zarar gelmesinden endişe edilmesi durumunda sünnet edilmeyebileceği görüşündedir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 113). Kadın bakımından sünnetin hükmü ise Hanefîler’e göre fazilet, Mâlikîler’e göre mendup, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre vâciptir.
Sünnetin ve sünnet töreninin çocuğun hâfızasında dinî motiflerle bezenmiş bir hâtıra olarak yer tutmasının dinî değerlere bağlı bir kişilik kazanmasında olumlu bir rol üstlenebileceğini düşünen fakihler, çocuğu namaza alıştırmayla ilgili hadisleri de dikkate alarak temyiz ile bulûğ çağları arasındaki zaman diliminin sünnet için daha uygun olduğunu söylemişlerdir. Osmanlılar’daki yaygın uygulama da bu yöndedir; şehzadeler temyiz çağında sünnet ettirilir, ondan sonra sancağa çıkarılırdı. Buna karşılık çocuğun temyiz çağına ulaştığında kendini bu engeli aşmış halde bulmasının psikolojik açıdan daha yararlı olacağını düşünenlere göre sünnet doğumdan sonra geciktirmeden yapılmalıdır. Hz. Peygamber’in, torunları Hasan ve Hüseyin’i yedi günlükken sünnet ettirdiğine dair rivayete dayanan Şâfiîler (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, VIII, 324) çocuğun doğumun yedinci gününde sünnet edilmesini müstehap görürken diğer üç mezhepte bu rivayet kuvvetli bulunmamış ve belirtilen uygulama Yahudiliğe benzeme görünümü taşıdığı için mekruh sayılmıştır. Sünnet olmayı vâcip diye niteleyen fakihlere göre vücûb hükmü bulûğ ile başlar. Öte yandan sünnet ameliyesini yapacak kimsenin bu işe ehil bir doktor veya sünnetçi olması gerekir. Resûl-i Ekrem’in bu hususta uyarıları bulunduğu gibi (meselâ bk. Hâkim, III, 603) Hz. Ömer’in sünnet ettiği çocuğa zarar veren sünnetçileri tazminata (Abdürrezzâk es-San‘ânî, IX, 470), çocuğun ölümüne sebebiyet veren sünnetçileri ise diyet ödemeye (İbn Ebû Şeybe, V, 420) mahkûm ettiği rivayet edilmiştir.
Sünnet vesilesiyle ziyafet verip eğlence tertip edilmesi çok eskilere uzanan bir gelenektir. Araplar’da sünnet için verilen ziyafete “‘azîra” denir, bu esnada müzik eşliğinde oyunlar oynanırdı. Resûl-i Ekrem döneminde örneği bilinmemekle birlikte ashap devrinde sünnet düğünlerinin yapıldığına dair rivayetler vardır. Hz. Ömer halifeliği döneminde def ve şarkı sesi duyduğunda, “Nikâh mı, sünnet mi?” diye sorar, eğer bunlardan biriyse müdahale etmezdi. İbn Abbas çocuğunu sünnet ettirdiğinde oyuncu tutmuş ve ona ücret ödemiştir (Fâkihî, I, 21). Tâbiîn devrinde sünnet düğünlerinde söylediği şarkılarla ün kazanan sanatçılar vardır (meselâ bk. DİA, XX, 366). Daha sonra gelen fakihler ve dört mezhep imamı, dinî kuralların ihlâli için araç haline getirilmemesi kaydıyla böyle günlerde ziyafet verme ve eğlenmeye karşı çıkmadıkları gibi genellikle bunlara katılmayı müstehap saymışlardır. Türk toplumlarında öteden beri sünnet törenlerine önem verilmiş, sünnet düğünleri etrafında zengin bir gelenek oluşmuştur. Osmanlılar’da devlet büyüklerinin çocukları ve özellikle şehzadeler için tertiplenen sünnet düğünleri çok görkemli olurdu (bk. DÜĞÜN; KİRVE; SURNÂME).
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, V, 75.
Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 7, “İstiʾẕân”, 51, “Libâs”, 61, 62.
Herodotos, Tarih (trc. Perihan Kuturman), İstanbul 1973, s. 85.
Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, IX, 470.
İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, V, 420, 421.
Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, VII, 27.
Fâkihî, Aḫbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), Mekke 1407/1986-87, I, 21.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân, I, 571.
Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), III, 603.
Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1414/1994, VIII, 324-326.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Tuḥfetü’l-mevdûd bi-aḥkâmi’l-mevlûd (nşr. Abdülmün‘im el-Ânî), Beyrut 1403/1983, s. 106, 107, 108-111, 112, 113, 114, 140-144.
G. Posener, A Dictionary of Egyptian Civilization, London 1962, s. 45-46.
Haifaa Jawad, “Female Circumcision: Cultural Necessity or Religious Obligation?”, Proceeding of Annual Conference of the British Society for Middle Eastern Studies 12-14 July 1994, Culture: Unity and Diversity (yayımlanmamış tebliğ), The University of Manchester, s. 324-341.
Nebi Bozkurt, Hadiste Folklor Eğlence, İstanbul 1997, s. 67-69.
a.mlf., “Sünnet”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 1842-1843.
Sâmî ez-Zîb, Ḫıtânü’ẕ-ẕükûr ve’l-inâs̱ ʿinde’l-yehûd ve’l-mesîḥiyyîn ve’l-müslimîn, Beyrut 2000, s. 45, 275, 369, 399.
“K̲h̲afd (or K̲h̲ifad)”, EI2 (İng.), IV, 913-914.
A. J. Wensinck, “K̲h̲itān”, a.e., V, 20-22.
“Ḫıtân”, Mv.F, XIX, 26-31.
Fuat Günel, “İbn Süreyc, Ubeydullah”, DİA, XX, 366.