Diğer Dinlerde. Tabiat üstü/ilâhî varlıkların yeryüzünde tezahür etmesini ifade eden tecellî (theophany) kavramı ilkelinden gelişmiş olanına kadar pek çok dinde ortaya çıkan yaygın bir fenomendir. Buna göre herhangi bir tanrısal varlık veya bir tanrı herhangi bir mekânda, nesnede, bir varlıkta veya bazan insanda ya bütünüyle ya da kısmen görünebilir. İnsanlarla temas kurabilir veya onlara birtakım emirler verebilir. Âdeta ilâhî âlemden yeryüzüne inişi ifade eden tecelli kavramı doğa üstü varlığın ateşten şimşeğe, insandan hayvana veya bir bitkiye, bazan taş, ağaç, maden gibi farklı nesnelere farklı sûretlerde tezahür edişini içerecek kadar geniş bir anlama sahiptir. İlâhî varlığın tecelli formları farklı sûretlerde de olsa tezahür ettikleri alanları kutsallaştırma güçleri konusunda bütün dinler neredeyse ortak bir kanaate sahiptir. Böylece Hinduizm’de tanrı Vişnu arabacı Krişna’da tecelli ederek onu kutsallaştırmış, Sînâ dağında Yahova bir ateş parçası şeklinde tecelli ederken dağı kutsallaştırmış veya antik Grekler’de Zeus her nereye indiyse orayı kutsal hale koymuştur. Çok tanrılı dinsel sistemlerde oldukça yaygın olan tecelli kavramı tek tanrılı dinlerde daha özelleşerek genelde tek bir tanrının insanlarla iletişim kurmak üzere yeryüzünde görünmesini ifade eden bir yapıya bürünmüştür. Öte yandan Hinduizm’deki hulûl (avatar) inancı tecelli kavramının Asya dinlerinde mevcut bir örneğidir. Buna göre Brahma, Şiva, Vişnu üçlüsünden tanrı Vişnu yeryüzüne çeşitli formlarda on defa inmekte ve on ayrı varlıkta tecelli etmektedir. Vişnu’nun tecelli ettiği bütün varlıklar dünyanın varlığının devamına katkıda bulunma misyonuna sahip oldukları için Hindu inançlarında ayrıcalıklı yerleri vardır.
Yahudilik’te Tanrı’nın tecellisini, varlığının tezahürünü ifade eden temel kelime İbrânîce’de “oturmak, yerleşmek” anlamındaki şkn kökünden türeyen şekinadır (Koehler - Baumgartner, IV, 1496). Kelime Ahd-i Atîk’te başta Tanrı’nın veya isminin toplanma çadırında, İsrâiloğulları’nın arasında, Kudüs’te, mâbedde ve Sînâ’da yerleştiğini/oturduğunu yahut bu mekânlara indiğini, Hz. Mûsâ’ya gerçekleştiği gibi yanan çalılığa ve Sînâ dağına tecelli ettiğini ifade eden bölümlerde fiil kipleriyle geçmektedir (Çıkış, 24/16, 25/8, 29/45-46; Sayılar, 5/3, 35/34; Tesniye, 12/11, 14/23, 33/16; I. Krallar, 6/13; İşaya, 8/18; Hezekiel, 43/7, 9; Zekarya, 8/3). Ahd-i Atîk’te en önemli tecelli olayı Tanrı’nın Sînâ’daki tecellisidir. İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkışının üçüncü ayında gerçekleşen Sînâ vahyinde gök gürlemeleri ve şimşeklerle dağın üzerine bulut indiği, çok kuvvetli bir boru sesiyle Sînâ dağının titrediği, kavmin de korkudan titrediği ve dağa yaklaşamadığı, Rabb’in izzetinin dağın tepesinde her şeyi yiyip bitiren ateş gibi göründüğü belirtilmektedir. İsrâiloğulları kendileri adına Mûsâ’nın Tanrı ile görüşmesini istemiş, Mûsâ, Tanrı’nın tecelli ettiği koyu karanlığa yaklaşarak O’nunla söyleşmiştir. Dağdan indiği zaman Rab’le söyleştiğinden yüzünün parladığı nakledilmektedir (Çıkış, 19-20; 24; 32-34; Tesniye, 34/12).
Yahudilik’te Tanrı’nın tecellisiyle ilgili objelerden bahsedilmekte veya bu durum belli kalıplarla ifade edilmektedir. Tanrı’nın emriyle Mûsâ tarafından yaptırılan, içine on emrin yazıldığı iki taş levhanın konulduğu ahid sandığı ile Yahova’nın tecellisi arasında bir bağ kurulmuş, Tevrat’ta ve Rabbânî kaynaklarda sandığın içinde Tanrı’nın izzetinin ve yüce isminin bulunduğu belirtilmiştir (Çıkış, 40/34-35; Numbers Rabbah, 4/20). Süleyman Mâbedi’nin en kutsal bölümüne yerleştirilen (I. Krallar, 8/1-11) ve bu esnada Tanrı’nın izzetinin mâbedi kapladığı belirtilen sandıktan Mezmurlar’da “Tanrı’nın gücü ve izzeti” diye bahsedilmiştir (78/61). İsrâiloğulları diğer milletlerle savaşlarında ahid sandığını taşırken Tanrı’nın düşmanları kovaladığı, sandık yerine konduğunda Tanrı’nın İsrâiloğulları’na döndüğü (Sayılar, 10/35-36), sandık Filistîler’in eline geçtiğinde ise Tanrı’nın izzetinin de İsrâil’den gittiği kaydedilmiştir (I. Samuel, 4). Ahd-i Atîk’te Tanrı’nın toplanma çadırına (Tanrı’nın emriyle Hz. Mûsâ tarafından yapılan ve Süleyman Mâbedi yapılıncaya kadar İsrâiloğulları’na mâbed vazifesi gören çadır) tecelli ettiği belirtilmiş, İsrâiloğulları toplanma çadırında iken Yahova’nın bulutunun onların üzerinde olduğu (Sayılar, 10/33-34) ve Yahova’nın Mûsâ ile konuşmak için indiği belirtilmiştir (Çıkış, 33/7-11; Sayılar, 11/16, 24-26, 12/4). Toplanma çadırı öncelikle Hz. Mûsâ’nın ilâhî vahyi aldığı mekândı ve orada İsrâiloğulları’nın yaşlıları da Yahova’nın tecellisine mazhar kılınırdı. Yerleşik hayata geçilip Kudüs’te mâbed inşa edildikten sonra tecellinin mazharı olarak mâbed öne çıkmıştır (Anderson, II, 421-422; Moody, IV, 317).
Rabb’in meleği, Tanrı’nın yüzü ve Tanrı’nın izzeti ifadeleri Ahd-i Atîk’te Tanrı’nın tecellisine işaretle kullanılmakta, Çıkış kitabında Rab Yahova’nın İsrâiloğulları’nın önünde giderek rehberlik ettiği ve onları koruduğu (13/21), rehberlik edenin Rabb’in meleği olduğu (14/19) ifade edilmektedir. Ya‘kūb’un şahit olduğu tecelli Tanrı’nın yüzü şeklinde tanımlanmakta (Tekvîn, 32/30), mâbede ibadet etmek için gelenlerin Tanrı’nın yüzünü görmeyi arzuladıkları belirtilmekte (Mezmurlar, 23/20-21) ve İşaya, Tanrı’nın tecellisini melek ve yüz kelimeleriyle birlikte ifade etmektedir (63/9). İsrâil dininde Tanrı’nın tasvir edilmesi yasaklanmakla beraber Tanrı’nın yüzünü görme ifadesi genelde “Tanrı’nın mâbede tecellisi” mânasında iken (Çıkış, 23/15, 17; 34/20, 23-24; Mezmûrlar, 24/6; 42/2; İşaya, 1/12) sonradan Yahova’nın yüzü terkibi “O’nun rahmeti, hazır bulunuşu ve varlığı” anlamını kazanmıştır (Mezmûrlar, 11/7; 17/15). Ahd-i Atîk’te tecelli, daha çok toplanma çadırının üzerine (Çıkış, 40/34-38) ya da Kudüs’te mâbede indiği (I. Krallar, 8/10-11; Hezekiel, 8/4; 9/3) belirtilen Tanrı’nın izzetiyle anlatılmaktadır. Hezekiel’de bu durum, “Rabb’in izzetinin benzeyişinin görünüşü bu idi” (1/28) şeklinde dile getirilmekte ve Rab Yahova’nın tecellisinin mâbedden ayrılarak Bâbil’e sürgüne götürülen İsrâiloğulları’na gidişi de “Rabb’in izzeti ayrıldı ... durdu” (11/23) şeklinde ifade edilmektedir.
Talmud ve Midraş literatüründe Tanrı’nın farklı tecellilerini belirten Tanrı’nın yüzünü, izzetini ve kutsallığını ifade etmek için “şekina” kelimesi kullanılmış, Ahd-i Atîk’in Ârâmîce tercümeleri olan Targumlar’da şekina “memra” (kelime = logos) veya “yekara” ile (izzet) karşılanmıştır (Kohler - Blau, XII, 258). Mişna’da, oturup şeriatı konuşan iki kişinin arasına şekinanın ineceği belirtilmektedir (Aboth, 3.2; ayrıca bk. Sanhedrin, 6.5). Rabbânî kaynaklarda Tanrı’nın evrensel ve özel olmak üzere iki tür tecellisinden bahsedilmekte, birincisi bütün kâinatı aydınlatan nura benzetilmekte, bu nurun Tanrı’dan başka bir şey olmadığı kaydedilmekte (Numbers Rabbah, 15.5), güneşin yeryüzünün her tarafını aydınlattığı gibi Tanrı’nın yeryüzünün sınırlarının ötesinde yedinci semadan tecelli ettiği ve şekinasıyla her yerde bilindiği ifade edilmektedir (Sanhedrin, 39a). Tanrı’nın yüzü şekinanın nuru ile özdeşleştirilmektedir (Numbers Rabbah, 11.5). Tanrı’nın özel tecellisi daha çok mâbed bağlantılı olarak gerçekleşmektedir. Tanrı Hz. Mûsâ’ya yanan çalılıkta tecelli ederek hitap ettikten sonra (Exodus Rabbah, 2.5) ona tecelli edeceği bir mâbed yapmasını emretmiştir (Exodus Rabbah, 34.1). Tanrı’nın İsrâiloğulları’nın arasına bu şekilde inip tecelli etmesi mâbedin inşa edilmesinin yegâne sebebi olarak gösterilmektedir (Numbers Rabbah, 13.6). Toplanma çadırının perdesinin önünde yanan yedi kollu şamdan (Levililer, 24/3) Rabb’in İsrâil kavmine tecellisinin (şekina) bir işareti diye görülmüş, sadece İsrâil kavmi, özellikle de kohenler şekinayı taşıyabilecek kutsallıkta sayılmıştır (Shabbath, 22
b). Süleyman Mâbedi de Tanrı’nın tecellisi için özel bir yer şeklinde sunulmuştur. Mâbedin yıkılmasından sonra ibadet mekânı olan sinagog Tanrı’nın tecellisinin özel mekânı olarak kabul edilmiştir (Berokoth, 6a). İsrâiloğulları sürgünde iken onlarla beraber giden ve onlarla kurtuluşu bekleyen şekinanın ikinci mâbedde bulunmadığına ve dünyanın sonunda tekrar yeryüzüne ineceğine inanılmaktadır (Sotah, 9
b; Shabbath, 31
a; ayrıca bk. Moody, IV, 318).
Tanrı’nın tecellisi Rabbânî kaynaklarda genellikle Tanrı ile özdeş görülmüşken yahudi filozofları şekinayı Tanrı’dan ayrı ve yaratılmış bir varlık biçiminde anlamıştır. Saîd b. Yûsuf el-Feyyûmî, Tanrı’nın tecellisini O’nun yaratma ve vahyetme fiilleriyle doğrudan alâkalandırmaktadır (Gaon, s. 86). Feyyûmî’ye göre şekina Tanrı’nın nur şeklindeki izzetiyle özdeş olup vahiy ve peygamberlerle konuşma bu nur aracılığıyla gerçekleşmektedir. Hz. Mûsâ, Tanrı’nın izzetini görmek istediğinde ona gösterilen ve diğer peygamberlerin vahyî tecrübelerinde, rü’yetlerinde gördükleri Tanrı’nın nurudur (a.g.e., s. 127-131). J. Halevi, Tanrı ile insan arasında vasıta konumunda kabul ettiği şekinanın peygamberlere rü’yetlerinde göründüğünü belirtir. Ancak ona göre şekina yaratılmış bir nur değil âdeta ilâhî bir tesirdir. Şekina ilk defa toplanma çadırına, ardından mâbede inmiştir. Mâbedin yıkılması ve peygamberliğin sona ermesiyle şekina gitmiştir, fakat Mesîh’le beraber geri dönecektir (The Kuzari, s. 97, 99-100, 162-164). İbn Meymûn şekinayı kelime (memra) ve izzet (yekara) gibi bağımsız bir varlık ve Tanrı ile âlem arasında aracılık yapmak üzere yaratılmış bir nur olarak görmüş ve vahiydeki vasıta rolünü kabul etmiştir. Rü’yetlerinde peygamberlere görünen de şekinadır (Delâletü’l-ḥâʾirîn, s. 50-53). İbn Meymûn, Yeni Eflâtuncu sudûr nazariyesinde ay üstü âlemle ay altı âlem arasındaki irtibatı sağlayan faal akılla şekinayı özdeşleştirir ve insanın bu nur sayesinde Tanrı’dan sudûr edenleri kavrayabileceğini söyler. Bununla beraber İbn Meymûn’un şekinayı doğrudan Tanrı ile özdeşleştirdiği bölümler de bulunmaktadır (a.g.e., s. 61-64). Modern yahudi felsefesinde tabiatın bütününün Tanrı’nın mûcizevî tecellisi olarak algılanma eğilimi ağırlık kazanmaktadır.
Yahudi mistik geleneği, yaratılışı Yeni Eflâtuncu sudûr nazariyesine benzeyen bir anlayışla Tanrı’nın sıfatlarına, hatta yaratılışın her bir aşamasını oluşturan fiil ve isimlerine denk gelen on aşamanın (sefirot) sonsuz ilâhî nuru yansıtması şeklinde açıklamıştır. Tanrı kendini sadece Sînâ’da açığa vurmamış, yaratılıştan itibaren her şeyde tezahür etmiştir. Öte yandan söz konusu on sefirot kâinatın iskeletini meydana getiren ve varlığa nüfuz eden hayat ağacı ya da kendisinden insanların var olduğu ilk insan şeklinde tasvir edilmiştir. Nitekim ilâhlığın dişi unsuru ve yarı bağımsız bir varlık diye algılanan şekina yaratılıştaki aşamaların sonuncusu, yani madde âlemine en yakın sefira ve insan ruhunun kaynağı olarak görülmüştür. Kabalist gelenekte insanın Tanrı’nın sûretinde yaratılması da insanın sefirotun mikrokozmosu olmasıyla açıklanmıştır (Gürkan, s. 125-127; EJd., VII, 661-662).
Hıristiyanlık’ta Tanrı’nın yeryüzüne tecellisi, genellikle Hz. Îsâ’nın merkezî bir rol üstlendiği Tanrı’nın kurtuluş planıyla özdeşleştirilmektedir. Ahd-i Cedîd metinlerinden Pavlus’un mektuplarında Îsâ Mesîh ile şekinanın özdeşliği sıkça ifade edilmektedir. Pavlus’un Koloseliler’e Mektubu’nda sadece Tanrı’nın Mesîh’in bedenine inmesi, hulûl etmesinden (1/19; 2/9) bahsedilmez, Mesîh’in de azizlere ve kiliseye inmesi üzerinde durulur (1/18, 24; 2/9; 3/15) ve Mesîh’in inişi izzetin zenginliği, izzetin ümidi şeklinde takdim edilerek şekina ile irtibatlandırılır (1/27). Efesoslular’a Mektup’ta ise “Rabbimiz Îsâ Mesîh’in Allah’ı” ve “izzet babası” tabirleriyle izzet Mesîh’e de nisbet edilmiştir (1/17). Pavlus, Tanrı’nın Îsâ Mesîh’in yüzünde kendi izzetinin nurunu vermek için insanların yüreklerini parlattığını (Korintoslular’a İkinci Mektup, 4/6), günah işleyenlerin Tanrı’nın izzetinden mahrum kalacaklarını, iman edenlerin ise Tanrı’nın izzetinin ümidiyle övündüklerini belirtir (Romalılar’a Mektup, 3/3; 5/2). Luka’ya ait metinlerde bazı olaylar Tanrı’nın tecellisiyle yorumlanmakta olup Cebrâil’in Hz. Meryem’e bir oğul müjdelerken Rûhulkudüs’ün üzerine geleceği ve Tanrı’nın kudretinin üzerine gölge salacağı şeklindeki ifadelerle (Luka, 1/35) Tekvîn kitabının Rabb’in izzetinin bulut şeklinde toplanma çadırı üstüne indiğini belirten cümleleri (40/35) arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Petrus ve beraberindekilerin Îsâ’nın izzetini görmeleri, Petrus Îsâ ile konuşurken bir bulutun üzerlerine gelerek onları gölgelemesi, havârilerin bu durumdan korkması ve buluttan ilâhî bir ses duyulması şeklindeki anlatımların şekina anlayışını tasvir ettiği görülmektedir (Luka, 9/32-35). Yuhanna İncili’nin, “Kelâm beden olup ... aramızda sakin oldu (şekina); biz de onun izzetini Baba’nın biricik oğlunun izzeti olarak gördük” şeklindeki ifadelerinde (1/14) Targumlar’da geçen Tanrı’nın tecellisiyle ilgili üç terim de kullanılmıştır. Tanrı’nın ezelî kelâmının Îsâ Mesîh’e hulûl etmesi, Tanrı’nın ruhunun Îsâ üzerine inmesi ve onda kalması kutsal ruhun toplanma çadırına inmesi anlayışıyla alâkalandırılmıştır (1/33-34). Tanrı’nın izzetinin indiği Kudüs’teki mâbed yıkıldıktan sonra Îsâ Mesîh’in bedeni tecelliye mazhar olmuştur. Havârilerine, “Ben dünyanın nuruyum” şeklindeki hitabıyla (Yuhanna, 8/12) Îsâ’da gerçekleştiği kabul edilen tecellinin Talmud ve Midraş geleneğindeki nur anlayışıyla bağlantısı kurulmaktadır. Ayrıca Îsâ, babanın kendisine dünyanın kurulmasından önce verdiği izzetinin havâriler tarafından görülmesinden bahsetmektedir (Yuhanna, 17/24).
Hıristiyan teolojisinde Tanrı’nın kelâmının Îsâ Mesîh’e hulûl etmesi, kâinatın yaratılması, insanın Tanrı’nın sûretinde yaratılmış olması, kutsal ruh ve kiliseyle ilgili doktrinler O’nun tecellisiyle doğrudan irtibatlı şekilde ele alınmaktadır. Kâinatın yaratılışı Tanrı’nın tezahürü, kendisini bilinir kılması olarak görülmektedir. Erken dönem kilise babalarından Irenaeus, Tanrı’nın yaratılmışlar tarafından ihata edilip kavranamayacağını belirttikten sonra insanın Tanrı’nın izzeti, insan hayatının Tanrı’nın hikmeti olduğunu ve Tanrı’nın yaratılıştaki tezahürünün yeryüzündeki bütün canlılara hayat verdiğini ifade etmiştir (The Early Christian Fathers, s. 75-76). Tanrı’nın insanı kendi sûretinde yaratması (Tekvîn, 1/26) O’nun tecellisi olarak değerlendirilmiştir. Tanrı insanı kendi sûretinde yaratmakla yaratılışı taçlandırmış ve yaratanını tanıyabilecek kabiliyeti insana vermiştir (The Teaching of Christ, s. 68-70). Kilise babalarından Origen, Tanrı’nın sûretinde yaratılması sebebiyle insana O’nun sûretinin şanının verildiğini, insanın uygun çabalarla kendisine başlangıçta verilen mükemmelliğe ulaşabileceğini belirtmiştir (The Early Christian Fathers, s. 198). Tanrı’nın varlığının tezahür ve tecellisi, kâinatın yaratılışına da aracılık ettiğine (Yuhanna, 1/10), kardeşler arasında ilk doğan (Romalılar’a Mektup, 8/29), Tanrı’nın sûreti, bütün yaratılanların ilki (Koloseliler’e Mektup, 1/15) olduğuna ve Tanrı’nın bedenlenmiş ilâhî kelâmı şeklinde insanlar arasına indiğine inanılan Îsâ Mesîh’le özdeşleşmiştir. Hıristiyanlık’ta kutsal ruh Tanrı’nın tecellisini doğrudan temsil eden bir varlık biçiminde takdim edilmekle kalmayıp teslîs inancının üçüncü unsuru olarak Tanrı kabul edilmektedir. Tanrı insanlar arasına kutsal ruhla inmekte, baba ve oğul tarafından gönderilen ruh insanlara Tanrı’nın izzetini ve mânevî desteğini vermektedir. Kutsal ruh cemaatin Tanrı ile yakınlığının güvencesidir (Korintoslular’a İkinci Mektup, 1/22), yürekleri Tanrı sevgisiyle doldurup taşıran da odur (Romalılar’a Mektup, 5/5). Hıristiyanlık’ta Mesîh’in üzerine bina edilen, Allah’ın mâbedi (Korintoslular’a Birinci Mektup, 3/9-17; 6/19; Efesoslular’a Mektup, 2/20-22) ve Mesîh’in mistik bedeni olarak kabul edilen kilise Tanrı’nın tecellisinin mazharıdır (Efesoslular’a Mektup, 1/23; 5/23; Koloseliler’e İkinci Mektup, 1/18, 24). Kilisenin ruhu ise kutsal ruhtur. Kiliseye ve hıristiyanların birlikteliğine babadan ve oğul Mesîh’ten gelen mânevî lutuflar kutsal ruh aracılığıyla gerçekleşmektedir. Îsâ’nın bedeni sayılan ve başta baba olmak üzere Îsâ ve kutsal ruhun tecelli ettiği kiliseye yanılmazlık statüsünü veren de kutsal ruhtur (The Teaching of Christ, s. 161-173).
BİBLİYOGRAFYA Saadiya Gaon, The Book of Beliefs and Opinions (trc. S. Rosenblat), New Haven-London 1976, s. 86, 127-131; J. Halevi, The Kuzari (trc. H. Hirschfeld), New York 1964, s. 97, 99-100, 162-164; İbn Meymûn, Delâletü’l-ḥâʾirîn (nşr. Hüseyin Atay), Ankara 1974, s. 50-53, 61-64; G. B. Smith, “God”, A Dictionary of Religion and Ethics (ed. S. Mathews - G. B. Smith), London 1921, s. 183-186; L. H. Gray, “Primitive Peoples, Religions of”, a.e., s. 351-353; The Early Christian Fathers (ed. ve trc. H. Bettenson), Oxford 1969, s. 75-76, 198; The Teaching of Christ (ed. R. Lawler v.dğr.), Dublin 1978, s. 46-47, 68-70, 161-173; The Torah: A Modern Commentary (ed. W. G. Plaut), New York 1981, s. 1099; C. E. L’heureux, “Numbers”, New Jerome Biblical Commentary (ed. R. E. Brown v.dğr.), London 1991, s. 85; L. Koehler - W. Baumgartner, The Hebrew and Aramaic Lexicon of the Old Testament (ed. M. E. J. Richardson), Leiden 1996, IV, 1496-1497; F. Stolz, “God, Gods, The Sacred”, The Brill Dictionary of Religion (ed. Kocku von Stuckard), Leiden 2007, II, 798-805; Salime L. Gürkan, Yahudilik, İstanbul 2008, s. 125-127; K. Kohler - L. Blau, “Shekinah”, JE, XII, 258-260; B. W. Anderson, “God, OT View of”, IDB, II, 421-424; D. Moody, “Shekinah”, a.e., IV, 317-319; G. Scholem, “God”, EJd., VII, 661-662; Marvin Fox, “God”, a.e., VII, 662-664.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 243-245 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.