UMAN - TDV İslâm Ansiklopedisi

UMAN

عُمان
Madde Planı
I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
II. TARİH
III. OSMANLI-UMAN MÜNASEBETLERİ
Müellif: MUSTAFA L. BİLGE
UMAN
Müellif: MUSTAFA L. BİLGE
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2012
Erişim Tarihi: 02.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/uman
MUSTAFA L. BİLGE, "UMAN", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/uman (02.11.2024).
Kopyalama metni

Kuzeyi, doğusu ve güneydoğusu bir hilâl şeklinde Uman körfezi ve Hint Okyanusu kıyılarıyla sınırlandırılmış olan Uman (Umman) kuzeybatıda Birleşik Arap Emirlikleri, batıda Suudi Arabistan, güneybatıda Yemen’le komşudur. Monarşi ile yönetilen ülkenin resmî adı Uman Sultanlığı (Saltanatü Umân), yüzölçümü 309.500 km2, nüfusu 2.694.000’dir (2010). Nüfusun 1.951.000’ini Umanlılar, 743.000’ini dışarıdan gelenler teşkil etmektedir. Ülkenin başşehri Maskat, diğer önemli şehirleri Sîb, Matrah (Mutrah), Bevşer, Salâle, Suhâr, Süveyk ve İbrî’dir. Uman Sultanlığı idarî bakımdan beş mıntıka (Bâtıne, Zâhire, Dâhile, Şarkıye, Vüstâ) ve dört muhafazaya (Maskat, Zafâr, Müsendem, Büreymî), bunlar da vilâyet adı altında daha küçük altmış bir yerleşim birimine ayrılmıştır. Maskat muhafazasının nüfusu 734.697, şehrin nüfusu 30.251’dir.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Arap yarımadasının güneydoğu kesiminde yer alan Uman, anakara parçasının uzağında bulunan ve Hürmüz Boğazı’nın güney sahillerinden İran’a doğru gittikçe incelerek uzanan Müsendem yarımadasının kuzey ucuna sahiptir. Güneydoğu kıyıları yakınında bulunan Masîre adası da bu ülkeye aittir. Uman arazisinin büyük kısmı çöllerle kaplıdır. Arap yarımadasının en büyük çölü olan Rub‘ulhâlî’nin doğu kesimi bu ülkenin sınırları içindedir. Çöl alanından kuzeydoğuya Uman körfezi kıyılarına doğru gidilince ülkenin dağlık köşesiyle karşılaşılır. Cebeliahdar adıyla bilinen ve 3000 metreyi aşan (3035) bu dağlar, Arap yarımadasının öteki dağlık kesimlerinden farklı biçimde Türkiye ve İran’ın güneyindeki dağlar gibi jeolojinin üçüncü zamanında oluşmuş Alp kıvrımları sistemine dahildir. Dağlık kesimle deniz arasına Bâtıne adı verilen kıyı şeridi girer. Dağlık kesimden çöl alanlarına birdenbire geçilmemekte, araya orta yükseklikte ve dalgalı bir plato alanı girmektedir. Bir başka dağlık alan da güneybatıda bulunur (Zafâr bölgesi). Uman iklimi kıyılarda nemli, iç kesimlerde çok sıcak ve kurak tropikal iklim tipindedir. Çöl alanlarındaki bazı kesimlerde yıllarca yağış düşmediği olur. Uman denizi kıyıları muson yağmurlarının etkisindedir ve bu sebeple yaz yağışları alır. Muson etkisinde kalan kesimlerde bitki örtüsü çok çeşitli, diğer kesimlerde ise cılız, kurakçıl bitkiler ya da tuzlu topraklara uyum sağlamış tuzcul bitkiler görülür. Zafâr bölgesinde dünyanın başka yerlerinde pek rastlanmayan günlük ağaçları bulunur (Türkiye’nin Köyceğiz ve Fethiye yörelerinde görülen günlük ağaçlarının farklı bir türü) ve bunun ürünü olan akgünlük Uman’ın ihraç ürünleri arasında yer alır.

Ülkenin 2003 yılında 2.341.000 olan nüfusu 2010’da 2.694.000’e ulaşmıştır. Kilometrekareye yaklaşık dokuz kişinin düştüğü ülkede nüfus kıyılarda toplanmıştır. İç kısımlar tenha veya tamamen boştur. Kıyılarda toplanan nüfus da son derece karışıktır. Umanlı Araplar nüfusun % 72,4’ünü meydana getirir. Halkın diğer kısmı Pakistanlı (çoğunluğu Belûcî), Hindistanlı, Afrikalı, İranlı vb. topluluklardan oluşur. Nüfusun % 86’sı müslüman (yarısına yakın kesimi İbâzıyye mezhebine mensup), % 13’ü Hindu, % 1’i de öteki dinlere mensuptur. Ekonomik zenginliği petrole dayanan Uman’da ilk petrol kuyuları 1960’lı yıllardan sonra açılmıştır. Fakat petrol zenginliği Arap yarımadasının diğer petrol ülkelerine göre geri düzeydedir. Masîre adasındaki bakır yatakları petrol dışında en önemli yer altı zenginliğidir. Tarımsal zenginlik narenciye, muz ve hurmaya dayanır. Nizvâ çevresinde buğday yetiştirilir. Hayvancılık geridir; balıkçılık yaygındır. Sanayileşme atılımı henüz başlangıç aşamasındadır. Demiryolunun bulunmadığı ülkede ulaşım karayolları ve denizyollarıyla sağlanmaktadır. Ülke ithalâtında taşıt araçları, besin ürünleri ve çeşitli makineler başta gelir. İhracatında petrol, hurma, balık, meyve ve akgünlük dikkati çeker. En çok ticaret yapılan ülkeler Japonya, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’dir.

II. TARİH
Antik kaynaklarda ülke Umana ve Magan adlarıyla zikredilir. Arkeolojik verilere göre yerleşim tarihi milâttan önce 3000’li yıllara kadar uzanır. Uman isminin “a‘mene” kelimesinden geldiği yolundaki rivayetlerin yanı sıra (Yâkūt, IV, 150) buraya gelen ilk Arap yerleşimci olduğu rivayet edilen Umân b. Kahtân’dan kaynaklandığı da nakledilir. Bölgenin siyasî münasebetlerine dair ilk veriler Mısır’la ilişki içerisinde olduğunu göstermektedir. Sumerler’le Uman arasında ticarî ilişkiler vardı. Romalı yazarlar Uman’ın zenginliklerinden bahseder. Uman’ın bu zenginliğinin Himyerîler döneminde başladığı bilinmektedir. Milâttan sonra I. yüzyıldan itibaren Fars nüfuzu altına giren Uman’a Araplar bu yüzyılın sonlarında göç etmeye başladı. Tarihî kayıtlara göre Araplar’dan bölgeye ilk yerleşenler Mâlik b. Fehm liderliğinde Yemen’den gelen Ezd kabilesi mensuplarıdır. Bunların yanında Kudâa kabilesinden bazı gruplar da bölgede yerleşti. Bu yerleşimciler kuzeye Nizvâ bölgesine yayılmaya başladıkça Sâsânîler ile çatışmaya girdiler. I. Şâpûr döneminde (309-379) Uman’ın büyük kısmı Sâsânî nüfuzu altında olmakla birlikte Yemen’den yeni göç dalgaları gelmeye devam etti. Sâsânîler döneminde bölgede Mecûsîler’in varlığından bahsedilir.

Hicaz, İslâm öncesi dönemde Uman’la ticarî ilişki içerisindeydi. Hz. Peygamber zamanında bölgeye İslâm’a davet için gönderilen Ebû Zeyd el-Ensârî ve Amr b. Âs’ın bölge hâkimi Abd ve Ceyfer b. Cülendâ kardeşler tarafından iyi karşılanmasıyla İslâmiyet Uman’da yayılmaya başladı (8/630). Ancak Resûl-i Ekrem’in ölümünden kısa bir süre önce ortaya çıkan irtidad hareketlerinde bölgedeki Ezd kabilesi mensupları da yer aldı; bunlar Hz. Ebû Bekir’in gönderdiği ordu karşısında mağlûp oldu ve tekrar İslâm’a döndü. Hz. Ebû Bekir’in Huzeyfe b. Mihsan’ı, Hz. Ömer’in Osman b. Ebü’l-Âs’ı bölgeye vali tayin ettiği bilinmektedir. İslâm’ın ilk döneminde özellikle Ezd kabilesi mensupları Uman’ın idaresinde söz sahibi oldular. Ezd kabilesinin gücünü kaybetmesiyle birlikte Emevî yönetimine karşı muhalefet hareketi başladı. Bu dönemde Uman, Irak genel valisinin tayin ettiği valiler tarafından yönetiliyordu. Hilâfet mücadelesinde Hz. Ali’nin karşısında yer alan Umanlılar rivayete göre Nehrevan Savaşı’ndan (38/658) kurtulan iki Hâricî vasıtasıyla İbâzîliği benimsediler. Emevîler uzun müddet Uman’a tam anlamıyla hâkim olamadılar. Halife Abdülmelik b. Mervân devrinde Benî Cülendâ’ya mensup Saîd ve Süleyman b. Abbâd, Emevîler’e karşı direndiler ve güçlükle itaat altına alındılar (75/694). Daha sonra tekrar ayaklanmaların görüldüğü bölge 86 (705) yılında Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî tarafından Emevîler’e bağlandı. Ancak II. (VIII.) yüzyıldan itibaren İbâzîlik, Basra’dan gönderilen dâîler tarafından yayılmaya devam etti.

Hilâfetin Emevîler’den Abbâsîler’e geçiş döneminde Hadramut İbâzî imâmetinin ortadan kalkmasının (131/748-49) ardından Umanlılar yaklaşık 132 (750) yılında benzer bir imâmeti bölgede tekrar kurdular ve Cülendâ b. Mes‘ûd’u imam seçtiler. Bağımsızlığını ilân eden Uman’a karşı yürüyen Hâzim b. Huzeyme et-Temîmî kumandasındaki Abbâsî ordusu Cülendâ b. Mes‘ûd’un imamlığına son verdi (134/751). Fakat Abbâsîler, Uman’da tam hâkimiyet kuramadı; zaman zaman kesintiye uğramakla birlikte bölge İbâzî imamları tarafından yönetilmeye devam etti. 177’de (794) Nizvâ’da toplanan şûrada imam seçilen Ezd kabilesine mensup Muhammed b. Abdullah b. Affân bölgede ikinci İbâzî imamlığını kurdu. Özellikle Basra’dan gelen seçkin kişiler sayesinde Uman, İbâzîliğin en önemli merkezi oldu. 280’de (893) Abbâsîler’in Bahreyn Valisi Muhammed b. Nûr, Nizvâ’yı itaat altına aldı. Bu dönem 320 (932) yılında Ebü’l-Kāsım Saîd b. Abdullah’ın imam seçilmesine kadar devam etti.

Uman 318’de (930) Bahreyn Karmatîleri’nin lideri Ebû Tâhir el-Cennâbî tarafından ele geçirildi. 943 yılında tekrar Abbâsî hâkimiyetine girmekle birlikte imamlar vasıtasıyla yönetildi. 356’da (967) Büveyhîler’in ardından Selçuklular’ın hâkimiyetine geçti. Kirman Selçukluları’nın kurucusu Kavurd Bey, Hürmüz Emîri Bedr Îsâ’nın yardımıyla 1053-1062 yılları arasındaki bir tarihte gerçekleştirdiği deniz aşırı seferle bir mukavemetle karşılaşmadan Uman’ı zaptetti. Bağdat’ın kurulmasından itibaren Uman bir ticaret limanı olarak gelişme gösterdi. Uzakdoğu ve Doğu Afrika ile yapılan deniz ticaretinde Maskat her zaman önemli bir kavşak noktası oldu. Ancak zaman zaman tüccarların saldırılara mâruz kalması yüzünden ticaret kesintiye uğradı. Bir süre Nebhânîler’in hâkimiyetinde kalan Uman, V. (XI.) yüzyılın ilk yarısında Kays adasında hüküm süren Benî Kayser’in nüfuz alanına girdi. 627’de (1230) Benî Kayser’i ortadan kaldıran Salgurlular, Portekiz işgaline kadar Uman’ı yönettiler. Portekizliler 1507’den itibaren Uman sahil şehirlerini ele geçirdiler. Memlük Sultanı Kansu Gavri’nin bölgeye gönderdiği donanma başarılı olamadı.

III. OSMANLI-UMAN MÜNASEBETLERİ
Mısır’ı ve Hicaz’ı kendisine bağlayan Osmanlılar (923/1517) hac yolları ve hac mekânlarının emniyeti görevini üstlendiler. Osmanlılar döneminde Hadım Süleyman Paşa (1538) ve Pîrî Reis (1552) Süveyş tersanelerinde hazırlanan gemilerle Portekizli işgalcilere karşı mücadelelere katıldılar. Portekizliler, artan Osmanlı seferlerine karşı Maskat’ta bugün de ayakta duran Celâlî ve Mîrânî kalelerini inşa ettiler. Portekizliler’in Maskat ve civarından çıkarılması Umanlı Ya‘rubî hânedanı imamı Nâsır b. Mürşid döneminde gerçekleşebildi (1029/1620). Portekizliler bir süre daha Hürmüz, Culfâr (bugünkü Re’sülhayme, Birleşik Arap Emirlikleri) ve Kalhat’tan vergi almayı sürdürdüler. Uman’da Ya‘rubî hânedanından Nâsır b. Mürşid (1615-1640) ve I. Seyf b. Sultân (1640-1679, 1692-1711) dönemlerinde Doğu Afrika’daki koloniler (Zengibar, Mombasa vb.) özerk bir yönetime kavuştular. Seyf’in ölümüyle Uman’da başlayan iç çekişmeler sonunda başa geçen II. Seyf b. Sultân’ın ölümünün (1156/1743) ardından Uman’da İmam Ahmed b. Saîd’in hâkimiyeti ele geçirmesiyle Bû Saîd hânedanı dönemi başladı. Bugün Uman’ın yöneticisi olan Sultan Kābûs b. Saîd bu aileden gelmektedir. Uman güçlü olduğu dönemlerde Basra körfezinin doğu ve batı kıyılarındaki şehirlerle temas kurdu. Bazılarını İran’dan kiralayarak ticarî faaliyetlerde kullandı (Hürmüz, Kişm, Bûşehr, Benderabbas); kuzeydeki Kavâsim kabilesiyle mücadele içine girdi. Kavâsim’in merkezi olan Re’sülhayme 1762’de yapılan bir antlaşma ile İmam Ahmed’e bağlanmayı kabul etti. Bu birlik (Kavâsim ve Bû Saîdîler) sayesinde beraberce İran tehdidine karşı koymaya çalıştılar.

Osmanlı-Uman siyasî ilişkileri bu dönemlerde başladı ve sürekli gelişme kaydetti. Bunun sebebi Uman’ın doğu tarafından İran tehdidi, batı ve kuzey taraflarından Arap kabileleriyle olan mücadeleleri (Suûdîler, Kavâsim, Bahreynli Âl-i Halîfe) ve bütün bunlara karşı Osmanlı gücünü arkasına alma gayretidir. İki ülke arasındaki ilişkilerin ilk ciddi adımı, İran’ın yöneticisi Kerim Han Zend’in Osmanlılar’a bağlı Basra şehrini kuşatması olayı ile atıldı (1775-1776). Bu kuşatmada Bağdat Valisi Ömer Paşa ile İmam Ahmed b. Saîd arasında varılan anlaşmaya göre Uman gemileri Şattülarap’ın girişini tutarak yardımda bulundu. Bunun karşılığında Uman sultanları da Fas hâkimi gibi Uman hâkimi olarak anılacak ve kendilerine yıllık bir ödeme yapılacaktı. Ayrıca deniz ticaretlerini yaptıkları Basra Limanı’nda kendilerinden düşük vergi alınacaktı.

İmam Ahmed b. Saîd’in vefatının ardından gelen Seyyid Sultân b. Ahmed ve daha sonra gelen Saîd b. Sultân dönemlerinde Osmanlı-Uman ilişkileri canlılığını korudu. Seyyid Sultân b. Ahmed 1803 yılında hacca gitti; orada Mekke’yi işgal eden Suûdîler’e karşı Osmanlılar’a bağlı Mekke Emîri Şerîf Gālib’e yardım etmeyi planladı. Nitekim 1798’de Napolyon Mısır’ı işgal ettiğinde Hint yolu için önemli bir durak kabul ettiği Maskat’a Seyyid Sultân b. Ahmed’e haber yollamış, fakat sultan Osmanlı tarafında kalmayı sürdürmüştü. Fransızlar’ın bu hareketinden endişelenen İngiltere’nin Bombay (Hindistan) Valisi Jonathan Duncan, Bûşehr’deki görevlisi Mehdî Ali Han’ı Maskat’a gönderdi. Seyyid Sultân b. Ahmed’le görüşen Mehdî Ali Han iki ülke arasında “kavilnâme” adıyla bir iyi niyet anlaşması imzalamayı başardı. Ancak bunun arkasında İngiltere’nin o dönemde Fransa karşısında Osmanlı Devleti ile ittifak içinde olmasının yattığı da söylenebilir. Uman-İngiliz ilişkileri bu kavilnâme ile başladı. Bu antlaşma sadece bir iyi niyet anlaşması olmasına rağmen İngilizler, Maskat’ta bir temsilcilik açtılar (18 Ocak 1798). Aynı dönemlerde Seyyid Sultân b. Ahmed, Suûdîler’in Basra körfezindeki yayılmacı siyasetine Bağdat valisiyle iş birliği yaparak karşı koydu. Bu devirde Kişm ve Hürmüz limanları yanında Benderabbas, Lince, Gevâdir limanları da Uman’a bağlı idi. Kendilerine ait 1000 tonluk, otuz iki top taşıyabilen ticaret gemileri ve birçok küçük gemiyle Hindistan ile Basra körfezi arasındaki ticarete ağırlık verdiler.

Seyyid Sultân b. Ahmed’in ölümü Uman’da büyük bir otorite boşluğu doğurdu. Kısa bir fetret döneminin ardından Bû Saîd hânedanının en güçlü ismi olan Osmanlı dostu Seyyid Saîd b. Sultân dönemi (1804-1856) başladı. Seyyid Saîd, Amerika ve İngiltere yanında Fransa ve Almanya gibi ülkelerle ticarî antlaşmalar imzaladı. Doğu Afrika ve Uman’daki ticarî faaliyetleri, özellikle Afrika’dan Batı ülkelerine doğru gelişen köle ticaretini elinde tutarak ülkenin gelirlerini birkaç misli arttırdı. Büreymî bölgesini ele geçirmeye çalıştı, oradaki Suûdî yetkilisi Mutlak el-Mutayrî üzerine saldırıda bulundu, bu sırada İran’la da iş birliği yaptı (1813). Suûd b. Abdülazîz’in ölümü (1814) ve Osmanlı destekli Mısır güçlerinin Kavalalı İbrâhim Paşa yönetiminde Dir‘iye’yi ele geçirmesiyle (1818) Suûdî tehdidinin ortadan kalkması Uman idarecilerini rahatlattı. Uman-Suûdî ilişkilerinin tekrar düzenli hale gelmesi yine Osmanlı Devleti’nin körfez siyasetinin bir uzantısı olarak ortaya çıktı. Arabistan’ın Necid bölgesindeki otorite boşluğu ve hac yollarının emniyetinin sağlanamaması üzerine Osmanlı Devleti, bölgedeki Arap kabilelerine bir çekidüzen vermek için Necid’de Suûdî kökenli Türkî b. Abdullah’ı görevlendirdi. Onun ardından Faysal b. Türkî, Abdullah b. Faysal gibi Suûdî yöneticileri bölgeyi kontrol altına aldılar. Bu şekilde Osmanlı gücüne dayanan Uman-Suûdî ilişkileri barışçı bir zemine oturdu. Osmanlı Devleti’nin Basra körfezindeki etkinliği arttı. Büreymî bölgesinde Uman’a karşı düşmanca bir tutum sergileyen Suûdî yetkilisi Mutlak el-Mutayrî’nin bu yeni dönemde bölgeye tayin edilen oğlu Sa‘d, Uman’la barışçı bir siyaset izlemeyi tercih etti. Ayrıca Uman, Mehmed Ali Paşa ile iş birliğine hazır olduğunu bildirdi. 1824’te hacca giden Seyyid Saîd’e Mehmed Ali Paşa, Mekke’de büyük bir karşılama töreni düzenletti. 1850’de tekrar hacca giden Seyyid Saîd, Osmanlı Devleti’nin Cidde Valisi Hasib Paşa’yı ziyaret etti (, I.HR, 72/3488). Seyyid Saîd’in Hasib Paşa’ya yazdığı Cemâziyelâhir 1266 (Nisan 1850) tarihli Arapça mektubunda yer alan, “Biz işlerimizi daima Devlet-i Aliyye ile uyum içinde yürütürüz” cümlesi Osmanlı Devleti’ne olan bağlılığının işaretidir.

Giderek zenginliği artan Seyyid Saîd, Zengibar’ı Maskat’a tercih edip çoğunlukla burada oturdu. 1850’de hac dönüşü yine Zengibar’a gitti. 1856’da öldüğünde ülkesi oğulları Mâcid ile Süveynî arasında paylaştırıldı. Geliri fazla olan Zengibar’da kalan Mâcid’in daha az gelire sahip Maskat’ta kalan Süveynî’ye her yıl 40.000 Avusturya altını (Maria Theresa doları) ödemesi kararlaştırıldı. Fakat zamanla bu durum Zengibar’ın Uman’dan ayrılması sonucunu doğurdu. 1862’de İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin kararı ile her iki taraf bağımsız birer ülke olarak tanındı. Eldeki gemiler ve diğer varlıklar paylaşıldı. Zengibar kararlaştırılan meblağı 1873 yılına kadar ödemeye devam etti. 1869’da Mısır’da Süveyş Kanalı’nın açılması ile Hint ticaret yolu tamamen yön değiştirdi. Basra körfezi Arap şeyhlikleri, Osmanlı Devleti’ne bağlı Basra-Bağdat üzerinden gelişen ticaret yolu yönünü Kızıldeniz ve Aden istikametine çevirdi. Akdeniz limanları güç kazandı; Uman bundan olumsuz yönde etkilendi. Seyyid Fazl b. Alevî, II. Abdülhamid döneminde 1879’da Uman ile Yemen arasındaki Zafâr bölgesinden gelerek bütün bu bölgeyi Osmanlı Devleti’ne bağlamayı teklif etti ve az bir yardımla (2 gemi, 500 asker) bu işin gerçekleşebileceğini söyledi. Kendisine verilen bir fermanla desteklendi, burada onun Hadramut ve Zafâr valisi olduğu vurgulandı (Foreign Office 78, Turkey 1879, India Office). Ancak sonradan durumun Seyyid Fazl’ın söylediği gibi olmadığı ve o bölgenin Uman’a bağlı olduğu ortaya çıkınca proje geçersiz kaldı. Seyyid Fazl ve daha sonra oğlu Ahmed Sultan, II. Abdülhamid’in danışmanı sıfatıyla İstanbul’da kaldılar.

Maskat tarafında ise gelirlerin düşmesi yüzünden ülke fakirleşti, neticede Sultan Süveynî, oğlu Sâlim tarafından Maskat’ta öldürüldü (1866). Sultan Sâlim’in ölümüyle (1868) yerine geçen Azzân b. Kays, Uman’da Bû Saîd hânedanından gelen son imamdır. Daha sonra hânedan devam etti, fakat sultanlık ve imamlık birbirinden ayrı iki unvan haline geldi. Bû Saîd hânedanının son yöneticilerinden Saîd b. Teymûr Maskat’ta sultan iken (1932-1970) Saîd b. Halfân el-Halîlî imam sıfatıyla iç kesimlerde yaşadı. Aralarında çıkan mücadelede Nizvâ, İzkî ve Semâil, İbâzî imamların yaşadığı ve Maskat yönetiminden ayrıldıkları yerler olarak kaldı. İki taraf arasında çıkan çatışmalar Cebeliahdar savaşı adıyla Uman tarihinde yer aldı (1957-1959). Maskat’ta bugün yönetimi elinde tutan Sultan Kābûs’un babası olan Saîd b. Teymûr, Cebeliahdar savaşına kardeşi Târık ile birlikte girdi. Seyyid Saîd ile Seyyid Târık’ın babaları Teymûr bir Türk hanımla evlenmişti ve Seyyid Târık bu Türk anneden doğmuştu. Târık doktor olan dayısı ile birlikte Almanya’da yaşarken ağabeyi Saîd imam taraftarları ile Cebeliahdar savaşına girdi ve kendisine destek amacıyla onu ülkeye davet etti; Uman’a geldiğinde yalnız Türkçe ile Almanca bilen Târık Saîd ile birlikte Cebeliahdar savaşından başarı ile çıktı. Sonuçta Târık ülkenin başbakanlığı görevini üstlendi ve bir Türk hanımla evlendi. Târık’ın oğlu bugün Uman’da yaşamaktadır. Uman, Basra körfezi ülkelerinde çıkan zengin petrol yatakları dolayısıyla ve onların nakliyesiyle deniz ticaretinin gelişmesi neticesinde stratejik önemi giderek artan bir bölge durumundadır. İslâm Konferansı Teşkilâtı, Körfez İşbirliği Konseyi ve Arap Birliği gibi kuruluşların üyesidir. Maskat’taki Sultan Kābûs Üniversitesi ülkenin en önemli eğitim merkezidir. Ayrıca Zafâr, Macân, Sûr, Nizvâ ve Suhâr üniversiteleriyle Batı ve İslâm dünyasındaki çeşitli üniversitelere bağlı çok sayıda fakülte vardır.


BİBLİYOGRAFYA

TSMA, nr. E. 4455, 5766, 8499, 8902.

, I.HR, nr. 72/3488.

, MV, nr. 131/85, 139/114, 151/40.

, DH.İD, nr. 59/20.

, nr. 35/10.

, HAT, nr. 38/1938, 770/36178.

, HR.SYS, nr. 93/28, 96/2, 109/32, 110/16, 111/20, 111/30.

, DH.KMS, nr. 28/34.

, Y.PRK.EŞA, nr. 51/75.

, s. 110-113.

, IV, 150-151.

İbn Rüzeyk, el-Fetḥu’l-mübîn fî sîreti’s-sâdeti’l-Bû Saʿîdiyyîn (nşr. Abdülmün‘im Âmir – Muhammed Mürsî), Maskat 1397/1977, tür.yer.

, II, 56-59, 60-63, 148-149, 305-310.

Sâlimî, Tuḥfetü’l-aʿyân bi-sîreti ehli ʿUmân, Küveyt 1974, tür.yer.

L. Fraser, India under Curzon and After, London 1911, s. 60-66, 87-89.

, I, 9-499; II, 629-1136.

S. H. Longrigg, Four Centuries of Modern Iraq, Oxford 1925, s. 181-189.

G. W. F. Stripling, The Ottoman Turks and the Arabs, 1511-1574, Urbana 1942, s. 89-93.

Kadrî Kal‘acî, el-Ḫalîcü’l-ʿArabî, Beyrut 1945, s. 321-322.

Cemâl Zekeriyyâ Kāsım, el-Ḫalîcü’l-ʿArabî (1840-1914), Kahire 1966, s. 354.

W. Phillips, Oman: A History, Beirut 1971, s. 75-78, ayrıca bk. tür.yer.

D. Hawley, Oman and its Renaissance, London 1977, s. 13-51.

J. C. Wilkinson, Water and Tribal Settlement in South-East Arabia, Oxford 1977, s. 122-136.

a.mlf., “Changement et continuité en Oman”, La péninsule arabique d’aujourd’hui (ed. P. Bonnenfant), Paris 1982, II, 393-414.

F. A. Clements, Oman, The Reborn Land, London 1980.

Erdoğan Merçil, Kirmân Selçukluları, İstanbul 1980, s. 27-30.

Colette Le Cour Grandmaison, “Présentation du sultanat d’Oman”, La péninsule arabique d’aujourd’hui (ed. P. Bonnenfant), II, 263-288.

a.mlf., “Chronologie du sultanat d’Oman”, a.e., s. 289-292.

a.mlf., “La société rurale omanaise”, a.e., s. 371-391.

Jean-Louis Miège, “l’Oman et l’Afrique orientale au XIXe siècle”, a.e., s. 293-318.

Bruno Le Cour Grandmaison, “L’économie omanaise: 1970-1980”, a.e., s. 319-370.

Muhammed Hamîdullah, el-Ves̱âʾiḳu’s-siyâsiyye, Beyrut 1403/1983, s. 161-165.

Abdurrahman Abdülkerîm el-Ânî, ʿUmân fi’l-ʿuṣûri’l-İslâmiyyeti’l-ûlâ, Beyrut 2001.

M. L. Dames, “The Portuguese and Turks in the Indian Ocean in the Sixteenth Century”, (1921), s. 16 vd.

L. Lockhart, “Nadir Shah’s Campaigns in Oman, 1737-1744”, , VIII (1935-37), s. 157 vd.

Fevzi Kurtoğlu, “XVI. Asırda Hind Okyanusunda Türkler ve Portekizliler”, , II (1943), s. 911-923.

G. R. Smith – C. E. Bosworth – C. Holes, “ʿUmān”, , X, 814-818.

Mustafa L. Bilge, “Bû Saîd Hânedanı”, , VI, 339-340.

a.mlf., “Maskat”, a.e., XXVIII, 77-78.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 140-144 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER