https://islamansiklopedisi.org.tr/vail-b-hucr
Yemen’de Hadramut civarında hüküm süren bir melikin oğludur. İslâmiyet’i kabul etmeden önce Kindeliler’in de ibadet ettiği kırmızı akikten yapılmış bir puta tapardı. Rivayete göre bir gün bu putun yanında uyurken korkunç bir gürültüyle uyanmış ve şaşkınlıkla putun önünde secdeye kapanmıştır. O sırada duyduğu bir ses puta tapmanın kendisine fayda vermeyeceğini, Medine’ye gidip Hz. Muhammed’e tâbi olması gerektiğini söyledikten sonra put yere devrilip parçalanmıştır (İbn Hudeyde el-Ensârî, II, 305-307). Bu hadise üzerine Vâil, Hicaz’ın çeşitli bölgelerinden heyetlerin Resûl-i Ekrem’e gelip bağlılıklarını bildirdikleri 9 (630) yılında hicret etmek ve müslüman olmak niyetiyle memleketindeki bütün varlığını bırakarak Medine’ye gitti. Onun geleceğini üç gün önceden ashabına haber veren ve gelişine çok sevinen Resûlullah müslümanları mescidde toplayıp bir hutbe irat etti; melik oğullarının sonuncusu olarak andığı Vâil’i kendilerine tanıtıp soyuna bereket vermesi için Allah’a dua etti. Vâil, Medine’de kaldığı sürede kendisine Harre bölgesinde bir yer tahsis edildi ve Muâviye b. Ebû Süfyân ona mihmandarlık yaptı. Kalacağı yere giderken yaya yürüdüğünden kızgın kumda ayakları yanan Muâviye’nin onun terkisine binmek istemesi üzerine aralarında geçen konuşma meşhurdur ve isteğini reddederken söyledikleri yıllar sonra Halife Muâviye tarafından kendisine hatırlatılacaktır (Taberânî, XXII, 13, 46-49). Vâil memleketine döneceği zaman Hz. Peygamber kendisine üç mektup verdi. Bunlardan biri San‘a Valisi Muhâcir b. Ebû Ümeyye’ye, ikincisi daha alt kademedeki yerel yöneticilere hitaben yazılmıştı. Buna göre Vâil memleketindeki yerel yöneticilerin başına tayin ediliyor, daha önce ona ait olan araziler öşürlerini ödemek şartıyla kendisinde kalıyordu. Üçüncü mektup Vâil’in bölgesindeki zekâtların toplanma usulleri ve şartları hakkındadır (a.g.e., XXII, 47-48; Hamîdullah, s. 246-251).
Hz. Ömer döneminde Kûfe’ye yerleşen Vâil’in Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali’nin ordusunda Hadramutlular’ın sancaktarlığını yaptığı zikredilmekteyse de (İbnü’l-Esîr, IV, 306) bu olaylar sırasında hiçbir tarafa katılmadığına dair rivayetler de vardır (Taberânî, XXII, 48-49). Vâil daha sonra Kûfe’ye gelen Muâviye b. Ebû Süfyân’a biat etmesine rağmen Muâviye’nin Kûfe valiliği önerisini, Hz. Peygamber’den Hadramut bölgesi için aldığı yetkinin dışında hiçbir halifeden görev kabul etmediği gerekçesiyle reddetti (a.g.e., XXII, 49), ayrıca onun ihsan ve yardımlarını da kabul etmedi. Kûfe’deki yöneticileri gerektiğinde ikaz eden Vâil, 51 (671) yılında burada Hucr b. Adî önderliğinde çıkan olaylar sırasında onun aleyhinde şahitlik eden grup arasında yer aldı; ardından Vali Ziyâd b. Ebîh tarafından Hucr’ü Şam’daki Muâviye’nin yanına götürmekle görevlendirildi (Taberî, V, 269-272).
Vâil’in ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekte, İbn Hibbân 17 Zilhicce 44 (11 Mart 665) (es̱-S̱iḳāt, III, 425) ve Muâviye’nin hilâfetinin son yılı (60/680) gibi iki farklı tarih vermektedir (Meşâhîru ʿulemâʾi’l-emṣâr, s. 45). Ancak onun katıldığı bazı hadiselere bakılarak bu tarihlerden ikincisinin muhtemel olduğu ve en erken 51’de (671) vefat ettiği söylenebilir.
Vâil’in nesli Kûfe’de yaşamakla birlikte torunlarından Haldûn diye tanınan Hâlid b. Osman Endülüs’e yerleşmiş, Benî Haldûn sülâlesi ve meşhur tarihçi İbn Haldûn onun soyundan gelmiştir (İbn Haldûn, s. 1-3). Rivayetleri Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i dışında Kütüb-i Sitte’de ve diğer kaynaklarda zikredilen Vâil’den hadis nakledenler arasında oğulları Alkame ve Abdülcebbâr (Buhârî ve Tirmizî’ye göre Abdülcebbâr’ın Vâil’den semâı yoktur, bk. Tirmizî, “Ḥudûd”, 22; bu görüşe bir itiraz için bk. Mizzî, IX, 83), hanımı Ümmü Yahyâ, Hucr b. Anbes, Küleyb b. Şihâb el-Cermî, Vâil b. Alkame ve Ebû Cerîr (veya Ebû Hureyz) bulunmaktadır. Ondan aktarılan hadislerde özellikle Hz. Peygamber’in namaz kılışına dair ayrıntıların yanında cinayet, zina ve arazi gasbıyla ilgili bazı davalara ve içkinin tedavi amaçlı kullanılmasının hükmüne dair bilgiler yer almaktadır (a.g.e., IX, 82-93).
BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 349-351; VI, 26.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), V, 269-272.
İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, III, 424-425.
a.mlf., Meşâhîru ʿulemâʾi’l-emṣâr (nşr. M. Fleischhammer), Wiesbaden 1959, s. 45.
Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), XXII, 13, 46-49.
İbn Abdülber, el-İstîʿâb (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz), Beyrut 1415/1995, IV, 123.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (nşr. Halîl Me’mûn Şîhâ), Beyrut 1418/1997, IV, 305-306.
Mizzî, Tuḥfetü’l-eşrâf bi-maʿrifeti’l-eṭrâf (nşr. Abdüssamed Şerefeddin), Haydarâbâd 1397/1977, IX, 82-93.
Zehebî, Târîḫu’l-İslâm: sene 41-60, s. 128-129, 147, 193-194.
İbn Hudeyde el-Ensârî, el-Miṣbâḥu’l-muḍî fî küttâbi’n-nebiyyi’l-ümmî (nşr. Muhammed Azîmüddin), Beyrut 1405/1985, II, 302-315.
İbn Haldûn, et-Taʿrîf bi’bn Ḫaldûn (nşr. Muhammed b. Tâvît et-Tancî), Kahire 1951, s. 1-3.
İbn Hacer el-Askalânî, el-İṣâbe (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Beyrut 1415/1995, VI, 466-467.
Muhammed Hamîdullah, el-Ves̱âʾiḳu’s-siyâsiyye, Beyrut 1422/2001, s. 246-251.