https://islamansiklopedisi.org.tr/vehim--felsefe
Sözlükte “kuruntu, zan, tahmin; içe doğan şey” anlamındaki vehm (çoğulu evhâm) bilgi değeri açısından “iki önermeden tercihe uzak ve iki kanaatin daha zayıf olanı, gelecekle ilgili zan, tahmin ve hayal” mânasında kullanılır. Bazan iki önermeden doğruya yakın olanı için zan, uzak olanı için vehim denilir. Aynı kökten türeyen tevehhüm ise “bir şeyin varlığı hakkında tereddüt etme” anlamına gelir (Lisânü’l-ʿArab, “vhm” md.; Fîrûzâbâdî, Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, “vhm” md.). Cürcânî’nin İbn Sînâ geleneğini yansıtan açıklamalarına göre vehim insana ait bir güçtür. İşlevi tikel kavramları algılamaktır. Vehim gücü sayesinde içgüdüsel olarak kuzu kurttan korkup kaçar. Aklın kavramsal güçleri kullanması gibi vehim gücü de cismanî güçleri kullanır (et-Taʿrîfât, “Vehm” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de geçmeyen vehim kavramı hadislerde “zannetme, yanılma, kuruntu” ve özellikle “namazda yanılma” anlamında geçer (Wensinck, el-Muʿcem, “vhm” md.). Nitekim bazı hadislerde sehiv secdesi yerine “vehim secdesi” tabiri de kullanılmıştır (Dârimî, “Ṣalât”, 176).
İslâm düşüncesi tarihinde ilk defa Ya‘kūb b. İshak el-Kindî vehmi bir felsefe terimi olarak “zihnin bir şey hakkında kabul veya redde karar verememe durumu” diye tanımlamıştır (Resâʾil, I, 169). Kindî tevehhüm kavramını da Aristo terminolojisinde “tahayyül” anlamındaki “phantasia” (bantasya/fantezi) terimiyle karşılar ve “duyusal bir formun maddesi ortadan kalktığı halde o formu algılayan psikolojik güç” şeklinde tarif eder. İhvân-ı Safâ’ya göre vehim hayvanın da eşyayı tahayyül etme gücüdür (er-Resâʾil, III, 391-392). Ancak İhvân-ı Safâ insandaki bilgi melekelerini sıralarken bu güce yer vermez (a.g.e., II, 414). Fârâbî’ye nisbet edilen el-Fuṣûṣ’ta (s. 12) vehmin tasarlama ile (musavvire) hâfıza güçleri arasında bulunduğu, bunun duyu tecrübesi yaşanmadan meydana gelen bir algı (içgüdü) olduğu, musavvire ve hâfızadaki duyu izlenimlerini ruh ve aklın desteğiyle kullanan melekeye “müfekkire”, vehmin desteğiyle kullanan melekeye de “mütehayyile” denildiği belirtilir.
İslâm düşüncesinde vehim kavramı ilk defa İbn Sînâ ile birlikte psikoloji ve epistemolojinin önemli kavramları arasında yer almıştır. İbn Sînâ zihnin idrakini önce duyusal ve aklî, duyusal olanı da dış ve iç idrak güçleri diye ikiye ayırmaktadır. İç idrak güçleri beş duyudan gelen izlenimlerin (mahsûsât) işlenmesine göre beş melekeden oluşur. Bunlar ortak duyu, tasavvur, tahayyül, vehim ve hatırlama (zâkire/hâfıza) güçleridir. Dış duyumlar ortak duyuda toplanır. Tasavvur gücü ortak duyunun algıladıklarını saklar, tahayyül gücü bunları birleştirip ayrıştırma işlevi görür. Tahayyül gücünün üstünde yer alan vehim gücü ise bir önceki aşamada birleştirilip ayrıştırılan izlenimler hakkında hükümler verir, değerlendirmeler yapar. Bu hüküm ve değerlendirmeler, gerektiğinde mütehayyilenin de yardımıyla vehim gücüne iade edilebilmesi için hâfızada saklanır. Hem insanda hem hayvanlarda bulunan ve insanla hayvan arasındaki ufuk çizgisini oluşturan vehim gücü iç idrak güçlerinin duyumlar düzeyindeki yegâne hâkimidir; beynin orta yerinde tasavvur ve hatırlama güçlerinin arasında bulunur. Böylece vehim gücü bir yönüyle tasavvur, bir yönüyle hatırlama gücüne bakar. Buna göre İbn Sînâ’da vehim kavramı, dış duyularca algılanmayan birtakım bilgileri kavrayan veya sezen yargı gücünü ifade etmektedir. Bu yargılarla ilgili verilen en yaygın örnek, koyunun daha önce hiç deneyimi bulunmadığı halde kurdun kendisinin düşmanı olduğunu sezip ondan kaçmasıdır. İbn Sînâ’ya göre vehim gücü bu tür hükümlere, Allah’ın bütün canlıları kuşatan rahmetinin eseri olarak insanların ve hayvanların fıtratlarına koyduğu ilhamlarla ulaşır. Bazan vehim gücü bu yargılara köpeğin önceden dövüldüğü değneği görünce tekrar dövüleceğini hatırlayıp o insandan uzaklaşması gibi bir tür deneyle de varır. Bu yargı gerçek anlamda deney değildir ve deneyimsi bir izlenimden gelmektedir, dolayısıyla doğru da yanlış da olabilir. Vehim gücünün, sarı suyu bala benzeterek onun tatlılığına hükmetmesi gibi benzetmeler yoluyla verdiği yargılarda da durum aynıdır. Çünkü bu gücün verdiği yargılar mantıkî ayırımdan yoksundur. Sonuç olarak vehim gücünün yargıları: a) Tekil yargılardır; b) Duyu algılarına ilişkindir; c) Yargı verildiği sırada duyular tarafından algılanamayıp daha sonra duyularca doğrulanabilecek yargılardır (eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât [6], s. 36-37, 147-148, 162-164; el-İşârât ve’t-tenbîhât, s. 111-112; Durusoy, İbn Sinâ Felsefesinde İnsan, s. 156-158).
İbn Rüşd, İbn Sînâ’nın psikolojide mütehayyileden başka bir güç ihdas etmekle filozoflardan ayrıldığını, mütehayyile varken böyle bir güç kabul etmenin anlamsız kaldığını, kuzunun ilk defa gördüğü kurtta düşmanlık sezmesinin mütehayyileden geldiğini, hayvanda mütehayyileden daha üstün güç olmadığını, bunun üstünde insandaki akıl gücünün bulunduğunu belirtir (Tehâfütü’t-Tehâfüt, s. 546-547; Telḫîṣu Kitâbi’n-Nefs, s. 65). Nitekim İbn Sînâ da vehim gücüne bazan mütehayyile gücü der (eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât [6], s. 150; Durusoy, İbn Sinâ Felsefesinde İnsan, s. 157). Nihayet filozof vehmin mütehayyile olup olmadığı meselesini, “Akıl birleştirme ve ayrıştırma yaparsa müfekkire, vehim birleştirme ve ayrıştırma yaparsa mütehayyile adını alır” diyerek çözmeye çalışır (el-İşârât ve’t-tenbîhât, s. 111-112).
İbn Sînâ’nın vehim gücüyle ilgili görüşleri kendisinden sonra gelenler tarafından tekrarlanmıştır. Meselâ Alâeddin Ali et-Tûsî vehim gücünü, “Duyulur nesnelerdeki tikel anlamların formlarının kendisine yansıdığı bir güçtür. Ahmed’in Ali’nin şahsını ve tavırlarını görünce ondan kendisi hakkında çıkardığı dostluk anlamı veya koyunun kurdu görünce onda kendisi hakkında farkına vardığı düşmanlık anlamı gibi” diye açıklar (Tehâfütü’l-felâsife, s. 320). Sadreddîn-i Şîrâzî vehmi, “tikel cismanî varlıklar hakkında bir duyu tecrübesine dayanmadan verilen tikel hüküm” diye tanımlar. Ona göre vehim, mertebesinden düşmüş akıl gibidir. Vehimle elde edilen her idrak eşyanın hakikatlerini ve ruhunu cisimlerin kalıplarından, maddelerin sûretlerinden soyutlamadır (el-Ḥikmetü’l-müteʿâliye, III, 394, 559). Bu hükme varan güce vehim gücü veya vâhime denir. Bu güç, algılanan nesnenin formunu duyu ve mütehayyile güçlerinden daha mükemmel şekilde soyutlar, cisimlerdeki mânaları tasavvur eder, onları maddelerinden ve maddeyle ilişkili niteliklerinden ayırır. Ancak vehmin kendisi de daima maddî bağlantı için bulunduğundan cisimlerden gelen idrakleri tamamen soyut anlamlara dönüştüremez. Eğer vehim bütün bu maddî ilişkilerden kurtulabilseydi artık o vehim değil akıl olurdu (Mefâtîḥu’l-ġayb, s. 139). Şîrâzî’ye göre vehim akıl ve mütehayyileye (hayal) zıt bir meleke değildir, bilakis mütehayyile ve duyu formuna bağlı bir akıldır. Böyle olunca vehim gücünün algıladıkları da tikel hissî veya hayalî nesneler hakkındaki aklî verilerdir. Nefis kendine yönelip kendi üzerine düşündüğünde vehimden ve cisimlerle ilişkiden kurtularak soyut akıl halini alır. Aynı şekilde vehim gücüyle elde edilen algıların doğruluğu kesinleşip maddî ilişkilerden arınırsa bu algılar saf aklî anlamlara dönüşür. Sonuçta vehim aklın cisme yönelmesi ve ondan etkilenmesidir, vehim yoluyla algılanan izlenimlerse özel bir maddeye ait aklî anlamlardır. Böylece tahayyül melekesiyle bağlantı halinde olan akıl gücüne vehim denir (el-Ḥikmetü’l-müteʿâliye, III, 559; VIII, 255). İbn Sînâ’da ve sonrasında gerçek ve sanal ayırımına denk düşecek biçimde vücûd-vehim, vücûd-tevehhüm, bi’l-vücûd-bi’l-vehm, fi’l-vücûd-fi’t-tevehhüm, vücûden-tevehhümen, hakikaten-vehmen, bi’l-vücûd-bi-hasebi’t-tevehhüm, mevcûdat-mevhûmat şeklinde vehim kavramı ontolojik bağlamlarda kullanılmıştır. Ayrıca aritmetik ve geometrinin konusu olan sayı ve şekillerin varlıklarının platonik anlamda sanal (vehmî) olduğu belirtilmiştir (Kindî, I, 116; İbn Sînâ, Kitâbü’ş-Şifâ: Mantığa Giriş, s. 6, 25; Kitâbü’ş-Şifâ: II. Analitikler, s. 92, 94, 123, 142, 153; Kitâbü’ş-Şifâ: Metafizik, s. 21-22, 98, 100-101; en-Necât, s. 10-12, 17-18, 189; Behmenyâr b. Merzübân, s. 8, 295-296, 356; İbn Rüşd, Telhîsu Mâ Ba‘de’t-tabîa, s. 16, 57, 63, 87; Fahreddin er-Râzî, I, 49).
BİBLİYOGRAFYA
Aristo, Fi’n-Nefs (trc. İshak b. Huneyn, nşr. Abdurrahman Bedevî), Beyrut 1980, s. 5, 33, 69-72, 79, 84.
Kindî, Resâʾil, I, 116, 167, 169.
Fârâbî, el-Fuṣûṣ, Haydarâbâd 1345, s. 12.
İhvân-ı Safâ, er-Resâʾil, Beyrut 1376-77/1957, II, 414; III, 391-392.
İbn Sînâ, eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât (6), s. 36-37, 50-53, 147-148, 150, 162-164.
a.mlf., eş-Şifâʾ el-Manṭıḳ (4), s. 547.
a.mlf., Kitâbü’ş-Şifâ: Mantığa Giriş, Medhal (trc. Ömer Türker), İstanbul 2006, s. 6, 21, 25.
a.mlf., Kitâbü’ş-Şifâ: II. Analitikler (trc. Ömer Türker), İstanbul 2006, s. 92, 94, 123, 142, 153.
a.mlf., Kitâbü’ş-Şifâ: Metafizik (trc. Ekrem Demirli – Ömer Türker), İstanbul 2004, s. 21-22, 30-31, 98-101.
a.mlf., en-Necât (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1364 hş./1985, s. 10-12, 17-18, 189.
a.mlf., İşaretler ve Tenbihler: el-İşârât ve’t-tenbîhât (trc. Ali Durusoy v.dğr.), İstanbul 2005, s. 111-112.
Behmenyâr b. Merzübân, Kitâbü’t-Taḥṣîl (nşr. Murtazâ Mutahharî), Tahran 1375, s. 8, 12, 295-296, 356, 786, 801-802.
İbn Rüşd, Tehâfütü’t-Tehâfüt (nşr. M. Bouyges), Beyrut 1992, s. 546-547.
a.mlf., Telḫîṣu Kitâbi’n-Nefs (nşr. Ahmed Fuâd el-Ehvânî), Kahire 1950, s. 65; a.e.: Psikoloji Şerhi (trc. Atilla Arıkan), İstanbul 2007, s. 65.
a.mlf., Telhîsu Mâ Ba‘de’t-tabîa: Metafizik Şerhi (trc. Muhittin Macit), İstanbul 2004, s. 16, 57, 63, 87.
Fahreddin er-Râzî, Şerḥu’l-İşârât ve’t-tenbîhât (nşr. Ali Rızâ Necefzâde), Tahran 1384 hş., I, 49.
Hıdır b. Muhammed er-Râzî – Îsâ b. Muhammed es-Safevî, Şerḥu’l-Ġurre fi’l-manṭıḳ (nşr. Albert Nasrî Nâdir), Beyrut 1983, s. 106.
Alâeddin et-Tûsî, Tehâfütü’l-felâsife (nşr. Rızâ Saâde), Beyrut 1990, s. 320.
Sadreddîn-i Şîrâzî [Molla Sadrâ], el-Ḥikmetü’l-müteʿâliye fi’l-esfâri’l-ʿaḳliyyeti’l-erbaʿa (nşr. Rızâ Lutfî), Tahran 1383, III, 394, 559; VIII, 255.
a.mlf., Mefâtîḥu’l-ġayb (nşr. Muhammed Hâcevî), Tahran 1363, s. 139.
M. Hüseyin et-Tabâtabâî, Bidâyetü’l-ḥikme (nşr. Abbas Ali ez-Zâriî es-Sebzevârî), Tahran 1428, s. 90-91, 93.
Ali Durusoy, İbn Sînâ Felsefesinde İnsan ve Âlemdeki Yeri, İstanbul 2008, s. 156-162.
a.mlf., “İbn Sînâ’da Vehim Kavramı ve İslâm Felsefesinin Diyalektiği”, MÜİFD, sy. 38 (2005), s. 126-136.