https://islamansiklopedisi.org.tr/agah
1040 (1630-31) yılında Semerkant’ta doğdu. Asıl adı Mehmed Bulak’tır. Hâfızlık yaptıktan sonra Buhara’ya giderek şair Şevket-i Buhârî’den edebiyat tahsil etti. Bir taraftan da Molla Câmî soyundan Buharalı Şeyh Saîdâ’ya bağlanıp Nakşî oldu. İsfahan’a geçerek şair Sâib-i Tebrîzî ile görüştü ve divanının bir nüshasını kopya etti. Tebriz, Bağdat, Şam, Kudüs, Mısır, Konya gibi şehirleri dolaştı. Bu kültür merkezlerindeki âlimler, müellifler ve şairlerle tanıştı. Bir süre Mekke ve Medine’de kalıp hac farîzasını yerine getirdi. Bu sebeple Hacı Hâfız ismiyle de anılmıştır.
1080 (1669) yılında Âmid’e (Diyarbekir) gelen Âgâh eserleriyle çevrede tanınmış olan Sâib-i Tebrîzî ile Şevket-i Buhârî’ye öğrencilik yaptığı anlaşılınca büyük itibar gördü. Âmid’i ikinci vatanı kabul etti ve ömrünün sonuna kadar burada kaldı. Bu sebeple edebiyat tarihlerinde Âgâh-ı Semerkandî-i Âmidî olarak da anılmıştır. Şairliği yanında hakkâk, mücellit, müzehhip, ressam oluşuyla da takdir gördü. Mısır’da bulunduğu yıllarda hattat Cezayirli Hüseyin’den icâzet aldı ve hattatlıktaki ustalığını, Âmid’de mevcut Câmi-i Kebîr’in (ulucami) tavanında dairevî olarak celî hattıyla yazdığı Âyetü’l-kürsî ile âyet-i Nûr’da ortaya koydu. Hiç evlenmeyen Âgâh kendini ilme ve sanata vererek pek çok öğrenci yetiştirdi. Osmanlı sadrazamlarından Râgıb Paşa’nın da gençliğinde onun sohbetinden faydalandığı bilinmektedir. Öğrencilerinin naklettiğine göre orta boylu, seyrek sakallı, nur yüzlü, hoşsohbet, nüktedan, ârif, güzel konuşan bir edipti. 100 yaşını geçmiş olduğu halde Âmid’de vefat etti. Ölüm tarihi bazı kaynaklarda farklı kaydedilmekle birlikte çağdaşı Vâlî-i Âmidî’nin onun vefatına düştüğü, mezar taşına da yazılmış olan “Girdi dâr-ı İrem’e ârifi bi’llâh Âgâh” tarih mısraı bunun 1141 olduğunu göstermektedir.
Âgâh’ın Âmid’de bulunduğu yıllarda Emnî, Hâsim, Hâmî, Hamdî, Sûrî, Fâmî, Mucîb, Kemâlî, Lebîbî, Vâlî gibi şairlerden oluşan bir edebiyat topluluğu vardı, kendisi de bu topluluğa hocalık etmiştir. Hatta toplantılara zaman zaman Nâbî’nin de katıldığı bilinmektedir. Çevrede hocalığı ile şöhret kazandığı kadar “güzîde-i şuarâ-yı asr” diye anılmasından güçlü bir şair olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Kaynaklarda Farsça ve Türkçe şiir söylemede yetenekli, mânaya hâkim, iyi ve seçkin bir şair olduğu zikredilir. Kendisi de bu dünyaya şiir söylemek için geldiğini belirtmiştir. Sebk-i Hindî’den ve hikemî tarzdan etkilenmiş, Nâilî’ye yazdığı nazîre ile bu yolda yürüdüğünü göstermiş, kendisinden sonraki şairlere de tesir etmiştir. Hikmetli beyitlerinde Nâbî’nin etkisi görülür. Nâbî’nin Sâib-i Tebrîzî’yi kendisine örnek aldığı düşünüldüğünde Âgâh’ın bir dönem talebelik yaptığı Sâib’den de etkilenmiş olabileceği söylenebilir.
Nazîreleriyle dikkati çeken Âgâh daha çok Nâbî’nin şiirlerine nazîre yazmıştır. Ayrıca Nâilî, Cevrî ve Fehîm-i Kadîm’in yanında özellikle Diyarbekir çevresinde yetişmiş Emnî-i Âmidî, Mehmed Emîrî-i Âmidî, Sabrî-i Kadîm gibi şairlerin şiirlerine, Kanûnî Sultan Süleyman’ın (Muhibbî) birkaç şiiri için de nazîre kaleme almıştır. Hamdî, Râmiş, Emîrî-i Âmidî, Azmî-i Âmidî, Mûcib Kemâlî-i Âmidî, Hafîd, Hâmî-i Âmidî, Hâsim, Lebîb gibi şairler onun şiirlerine nazîre yazmışlardır. Fakat Âgâh’ın en fazla nazîre söylediği şair yakın dostu olan Vâlî-i Âmidî’dir. İstanbul edebî muhitlerinde adını pek duyuramamakla birlikte, Ali Emîrî’nin tezkiresinde yer alan Diyarbakırlı şairlerin Âgâh’ın şiirlerine yazdıkları nazîreler, onun bu çevredeki edebiyatçılar tarafından üstat olarak tanındığını ortaya koymaktadır. Âgâh, XVII ve XVIII. yüzyıl edebiyatının özelliklerini şiirlerinde başarıyla uygulayan önemli isimlerden biridir.
Âgâh’ın bilinen tek eseri divanıdır. Divan üzerine yüksek lisans çalışması yapılmış (Sabahattin Civelek, Âgâh Dîvânı Edisyon-Kritikli Metin, yüksek lisans tezi, 1999, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Şerife Akpınar tarafından da doktora tezi hazırlanmıştır (bk. bibl.). Bu çalışmada divanın dördü şiir mecmuaları içinde olmak üzere on altı nüshası tesbit edilmiştir. Altı nüshanın karşılaştırıldığı divanda iki kaside (na‘t), bir tahmîs (Vâlî’nin gazeline), bir tesdîs (şairin tefe’ül yoluyla seçtiği Vecdî’nin bir gazeline), 373 gazel, dört kıta, bir müfred, biri Farsça olmak üzere yirmi altı rubâî mevcuttur. Kaynaklarda şairin Farsça divanı olduğu da zikredilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Safâyî, Tezkire, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2549, s. 31.
Vâlî Dîvânı (haz. Hanife Koncu, doktora tezi, 1998), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, II, 614.
Sâlim Efendi, Tezkire, İstanbul 1315, s. 139.
Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı: İnceleme-Tenkidli Metin-İndeks-Sözlük (haz. Sadık Erdem), Ankara 1994, s. 14.
Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Mecelletü’n-niṣâb, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 628, s. 112.
Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi, Bağçe-i Safâ-endûz, İÜ Ktp., TY, nr. 2095, s. 22.
Mehmed Tevfik [Çaylak], Kāfile-i Şuarâ, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 790, s. 55.
Ali Emîrî, Tezkire-i Şuarâ-yı Âmid, İstanbul 1328, I, 22.
Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1940, I, 11.
Îżâḥu’l-meknûn, I, 483.
Karatay, Türkçe Yazmalar, s. 180.
TYDK, III, 652.
Mine Mengi, Divan Şiirinde Hikemî Tarzın Büyük Temsilcisi: Nâbî, Ankara 1991, s. 3.
Cemâl Kurnaz, Türkiye-Orta Asya Edebî İlişkileri, Ankara 1999, s. 166.
Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî (haz. Cemâl Kurnaz – Mustafa Tatcı), Ankara 2001, I, 50.
Şerife Akpınar, Âgâh Dîvânı ve İncelenmesi (doktora tezi, 2006), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 8-57.
a.mlf., “Hacı Hâfız Mehmed Bulak Âgâh ve Dîvânı”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XV/2, Adana 2006, s. 425-440.
Hanife Koncu, “Klâsik Türk Edebiyatında Vâlî Mahlaslı Şairler ve Vâlî-i Âmidî”, İlmî Araştırmalar, sy. 9, İstanbul 2000, s. 119-132.