https://islamansiklopedisi.org.tr/basbaki-kulu
Başbâki Kulluğu’nun ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. Memuriyetin Yavuz Sultan Selim zamanında ihdas edildiği belirtilmekle birlikte bu husus herhangi bir kaynağa dayandırılamamaktadır. Ancak defterdarlığın bünyesinde böyle bir işi yapan görevlinin bulunması mümkün ise de bunun bir daire şeklinde teşekkülü muhtemelen XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren olmuştur. Nitekim bu döneme ait bazı vesikalarda bakaya teftişiyle görevlendirilen kimselere rastlanıldığı gibi (BA, MD, nr. 2, s. 104/1067), 1576 tarihli bir başka kayıtta bâki çavuşluğu adlı bir görevin bulunduğu ve bu çavuşların defterdarlığa bağlı olarak devlete ait bakiye gelirleri toplamakla görevli olduğu anlaşılmaktadır (BA, MD, nr. 28, s. 209). Ayrıca bakı kelimesinin Türkçe bakmaktan mı, yoksa Arapça “geri kalan” anlamındaki bâkiden mi geldiği tartışmalı olmakla birlikte bunların hesap bakiyelerini kontrol etmeleri ve toplamaları, tuttukları defterlere bakaya veya bâki defterleri denmesi, bu görev adının vergi bakiyeleri ile ilgisini göstermektedir.
Bazı kaynak ve vesikalarda “ser-gulâm-ı bâki” de denen başbâki kulu devlete ait gelirlerin toplanmasında önde gelen bir memurdu ve emrinde çalışanlara “bâki kulları” denirdi. Bu dairenin tam olarak teşekkül ettiği XVII. yüzyılda Başbâki Kulluğu, doğrudan doğruya defterdara bağlı beş daireden biriydi. Emrinde çalışanların sayısı ise altmış kadardı. Bunlar hazineye borcu olup da vermeyenleri, zimmetlerinde devlete ait mal bulunanları soruşturarak tahsilâtı yaparlardı. Başbâki kulunun emrindeki bâki kulları zaman zaman diğer maliye memurlarının işlerine ve hesaplarına baktıkları gibi yoklama ve teftiş için taşraya da gönderilirlerdi. Başbâki kulu, maliyeye borcu olanları kendi konağında göz altına alırdı. Burası sorgulamanın yapıldığı, borçlunun veya zimmetinde devlete ait mal bulunan kimsenin borcunu yahut zimmetini temizleyinceye kadar kaldığı bir hapishane gibiydi. Nitekim zimmetinde 2000 kuruş kalan Midilli Nâzırı Osman Ağa başbâki kulunun konağında göz altına alınmıştı (BA, Cevdet-Bahriye, nr. 10.059). Defterdar Cânib Ali Efendi 1693’te birtakım suçlar isnadıyla azledilince derhal başbâki kulu hapishanesine atılmış ve yirmi gün burada kalmıştı. 1694’te Vezîriâzam Bozoklu Mustafa Paşa azledildikten sonra kethüdâsı ve hazinedarı başbâki kulu hapsine alınarak mallarının ve parasının soruşturma ve sayımı yapılmıştı (Defterdar Mehmed Paşa, III, 139, 181). Başmuhasebeci Halil Efendi bazı yolsuzlukları ve zimmetinde mal kalması sebebiyle defterdar tarafından teftişe uğramış, borcunu ödemek üzere başbâki kulu hapishanesine gönderilmişti (Subhî, vr. 149b). Gümrükçü İshak Ağa da hesaplarının görülmesi için başbâki kulunun hapsine konulmuştu (Şem‘dânîzâde, I, 180).
Başbâki kulu, defterdarlık ile halk arasındaki vergi anlaşmazlıkları davalarına bakan maliye mahkemesinde, vergi baştahsildarı sıfatıyla maliye namına iddia makamı olarak bulunurdu. Bu mahkemelerde daha çok ölen mültezimlerin zimmetlerinde kalan mallar ve müsâdere sebebiyle malları alınanların davaları görülürdü. Ayrıca vefat eden bazı zengin şahısların geride bıraktıkları malların tesbiti ve gizlenenlerin buldurulma işinde de başbâki kulu görevlendirilebilirdi. Yine Rumeli kazaskerinin defterdar nezdindeki mîrî kâtibi denilen memuru ile birlikte istînaf ve temyize tâbi olmayan malî davaları da hallederdi. Nitekim 1784’te Sultan Selim Camii imamı Abdullah Efendi’nin vefatı üzerine mallarının bulunduğu bütün oda, sandık ve dolaplarını defterdar ile birlikte mühürlemiş, cenaze kaldırıldıktan sonra mîrî kâtibiyle beraber Rûşen Efendi’nin şeyhliğini yaptığı Üsküdar’daki Hüdâyî Tekkesi’nde saklandığı bildirilen mallarının sayımını ve teftişini gerçekleştirmişti (Abdullah Lebîbâ, vr. 6b-7a).
Başbâki kulunun bir başka görevi de ocaklara maaş verilmeden bir hafta önce defterdardan aldığı ve onun kuyruklu imzasının bulunduğu buyruldular (bk. KUYRUKLU BUYRULDU) ile birlikte sadrazam kapısına gelip bunları sadâret kethüdâsına pençelettirmekti. Ardından kethüdâ vasıtasıyla sadrazam tarafından kabul edilir, buyruldular sadrazam tarafından görülüp sah işareti konulduktan sonra kendisine verilerek defterdara gönderilirdi. Başbâki kulu teşrifatta da önemli bir yere sahipti. Ulûfe dağıtılırken ve surre çıkarılırken defterdar ile birlikte divanda hazır bulunması kanun gereği idi. Gerek bu sırada yapılan törenlerden sonra, gerekse zafer tebriği, kutlamalar gibi çeşitli vesilelerle padişah veya sadrazam huzuruna çıktığı vakit kendisine en iyi cinsten bir hil‘at giydirilirdi (BA, KK, nr. 688, s. 3, 20, 21, 133).
Başbâki kulundan başka doğrudan defterdarlığa bağlı bir de cizye veya haraç başbâki kulu vardı. Hakkındaki kayıtlar XVII. yüzyılın ilk yarısına kadar inen cizye veya haraç başbâki kulu, cizye dolayısıyla hazineye borcu olanlarla iltizama verilen cizye gelirlerini toplayan mültezimlerden taahhüdünü yerine getirmemiş veya borcunu vermemiş olanların takibini yapardı. Birbirinden ayrı iki memuriyet gibi görünmekle birlikte bazı hallerde cizye başbâki kulu, başbâki kuluna vekil olarak da tayin edilirdi. Nitekim 1806’da cizye başbâki kulu Mustafa Ağa, başbâki kulu Mehmed Esad Bey’in işlerini görmek için resmen vekil olarak tayin edilmişti (BA, KK, nr. 679). Cizye başbâki kulu ayrıca kendi gelirlerinden devlet adına bazı harcamaları da yapabilirdi. 1770’te riyâle pâyesiyle Tuna seraskeri olan Ebû Bekir kaptanın gemisindeki esirler için giyim eşyası satın alma işini cizye başbâki kulu gerçekleştirmişti (BA, Cevdet-Bahriye, nr. 12.005).
XVII. yüzyıla ait kayıtlara göre merkezdeki bu memuriyetlerden başka taşradaki defterdarların emrinde çalışan başbâki kulları da mevcuttu. Meselâ 1054’te (1644) Diyarbekir ve Anadolu defterdarlarına bağlı başbâki kullarının tayinlerine dair kayıtlara rastlanmaktadır. Muhtemelen bunlar aynı zamanda merkezdeki başbâki kuluna da bağlı idiler.
Başbâki kulluğu, önemli görevleri dolayısıyla, özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren çok rağbet görmüş ve defterdarlığın önde gelen memuriyetlerinden biri haline gelmişti. Bu göreve yapılan tayinler genellikle çavuşbaşılıktan, surre eminliğinden, kapıcıbaşılıktan ve sipahi ağalığından oluyordu. Ayrıca başbâki kulu olarak görev yapıp sonradan vezirlik pâyesini alanlara da rastlanmakta idi. Nitekim başbâki kulu Hüseyin Ağa’ya vazifesinde gösterdiği başarılar sebebiyle Anadolu’da tahsili mümkün olmayan bazı mukātaaları toplamak için vezâret pâyesiyle Maraş beylerbeyiliği verilmişti (Râşid, II, 44). Aynı şekilde XVII-XVIII. yüzyıl devlet adamlarından Bekir Paşa, Hasan Paşa ve Gürcü Mehmed Paşa da daha önce başbâki kulluğu görevinde bulunmuşlardı. Bu vazifenin önemi dolayısıyla bazı devlet memurları başbâki kulluğuna getirilmek için çeşitli yollar da deniyorlardı. Nitekim 1785 tevcîhatında tütün gümrükçüsü Mehmed Emin Ağa başbâki kulu olabilmek için devlete muayyen bir meblâğın temini yanında ek olarak 7500 kuruş daha vereceğini taahhüt etmişti. Böylece bu makama önce vekâleten getirilmiş, taahhüt ettiği meblâğı teslim ettikten sonra da resmen başbâki kulu olmuş, ancak bu vazifeye asaleten tayin edildiği gün defterdarın hazineye gitmesinde rehberlik ettiği sırada azledilmişti (Vâsıf, s. 336).
Başbâki kulları aylık olarak topladıkları hâsılatı ve masrafları gösterir bir defter tutarlardı. Bu defterlerde hâsılat dökümü yapıldığı gibi başbâki kulu dairesinde mûtat üzere kimlere aylık verildiği masraf kısmında belirtilirdi. Bunlar mektûbî efendi kesedarı, kalem odacısı, mehterhâne ustası ve mehterleri, defterdar saracı, Bâb-ı Defterî Camii hatibi ve hazîne-i hümâyun odacısı idi. Başbâki kulu dairesi ise saray avlusundan girilince sol tarafta bulunuyor, bunun karşısında da maliye hazinesi yer alıyordu. Başbâki Kulluğu 1249’da (1833) Cizye Başbâki Kulluğu ile birleştirilmiştir. Tanzimat’ın ilânından birkaç yıl evvel kaldırılmış, Tanzimat sonrasında ise bu vazife maliye müfettişliği tarafından yürütülmüştür.
BİBLİYOGRAFYA
BA, MD, nr. 2, s. 104/1067; nr. 28, s. 209; nr. 64, s. 42/114.
BA, KK, nr. 258; nr. 679; nr. 680; nr. 681; nr. 688, s. 3, 20, 21, 133.
BA, Cevdet-Bahriye, nr. 10.059; nr. 12.005.
BA, A.RSK, nr. 1482, s. 13, 20, 27; nr. 1488, s. 23, 52, 58, 70-71, 98, 113, 177; nr. 1497, s. 8, 49; nr. 1501, s. 90; nr. 1511, s. 1-2.
Defterdar Mehmed Paşa, Zübde-i Vekāyiât (haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1977, II, 80, 131; (1979), III, 139, 181, 186.
Silâhdar, Nusretnâme (Parmaksızoğlu), II/2, s. 305, 406.
Râşid, Târih, II, 44.
Subhî, Târih, vr. 149b.
Çeşmîzâde Mustafa Reşid, Târih (nşr. Bekir Kütükoğlu), İstanbul 1959, s. 25.
Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), I, 29, 32, 127, 170, 180.
Abdullah Lebîbâ, Târih, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2158, vr. 6b-7a, 11a, 18a, 66a.
Vâsıf, Târih (İlgürel), s. 49, 178, 336, 340, 393.
Teşrîfât-ı Kadîme, s. 16, 20, 56, 78, 83, 129, 131.
Atâ Bey, Târih, I, 275.
Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328, I, 208.
Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 333-334, 361, 387.
a.mlf., İlmiye Teşkilâtı, s. 155.
Pakalın, I, 149, 160.
TA, V, 80, 377.