https://islamansiklopedisi.org.tr/bedi--esma-i-husna
Sözlükte “önceki bir örneği ve benzeri bulunmayan bir şeyi ortaya koymak, bir şeyi ilk olarak yapmak, eşsiz ve emsalsiz olmak” gibi mânalar taşıyan bed‘/ibdâ‘ kökünden türeyen bedî‘, Allah’ın bir ismi olarak “benzeri ve örneği bulunmayan; bir şeyi ilk ve emsalsiz olarak yaratan” mânalarına gelir. “Bir şeyi ilk ve örneksiz olarak meydana getiren” anlamındaki mübdi‘ ismi de bedî‘ ile aynı anlama gelse de çoğu dilciye göre “bedî‘” ismindeki anlam mübalağa vurgusu içerir. Bedî‘ ile aynı kökten türeyen “ibdâ‘”, bir görüşe göre potansiyel olarak mevcut bulunan veya yokluk halinde olan bir şeyi varlık alanına çıkarmayı ifade eder ve “ḫalḳ” (yaratmak) masdarından daha umumi bir mânaya sahiptir. Başka bir görüşe göre ise ibdâ‘, herhangi bir maddî unsur ve zaman faktörü olmaksızın yaratmak anlamına gelir (Ebü’l-Bekā, s. 29-30).
Kur’ân-ı Kerîm’de bedî‘ ismi iki âyette (el-Bakara 2/117; el-En‘âm 6/101) “bedîu’s-semâvâti ve’l-arz” (göklerin ve yerin yaratıcısı) şeklinde göklerin ve yerin yaratılışını ifade eden bir bağlamda Allah’a nisbet edilmiş ve bu âyetlerin yer aldığı pasajlarda hem müşriklerin Allah’a kız çocuk isnadında bulunmaları hem de yahudilerin ve hıristiyanların şirk unsuru taşıyan inanç ve anlayışları reddedilmiştir. Bu iki âyette Allah’ın “bedî‘” olarak vasıflandırılması, O’na çocuk isnat eden inanç ve düşünceyi reddetme, Allah’ın böyle bir durumdan münezzeh olduğunu bildirme amacı taşır. Nitekim aynı âyetlerde Allah ile kâinat arasındaki ilişkinin yaratan-yaratılan ilişkisi olduğuna dikkat çekilmesi de bunu gösterir (M. Tâhir İbn Âşûr, I, 687). Bedî‘ ismi meşhur esmâ-i hüsnâ hadisinin Tirmizî rivayetindeki doksan dokuz ismi ihtiva eden listede yer almakta (Tirmizî, “Daʿavât”, 82), ayrıca bazı hadislerde zikredilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye öğrettiği uzunca bir duada bedî‘ ismine yer vermiş (Tirmizî, “Daʿavât”, 115), mescidde aralarında bedî‘ isminin de bulunduğu isimlerle Allah’a dua eden bir kimseyi işitince ashabına o şahsın Allah’a, kendisiyle dua edildiğinde Allah’ın mutlaka duaya icabet edeceği, bir şey istendiğinde mutlaka vereceği ism-i a‘zamıyla dua ettiğini haber vermiştir (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 9; Ebû Dâvûd, “Vitr”, 23; Tirmizî, “Daʿavât”, 100; Nesâî, “Sehiv”, 58).
Başta Gazzâlî olmak üzere bazı âlimler bedî‘ ismini “eşi, benzeri bulunmayan varlık” diye açıklamışlardır. Buna göre Allah zât, sıfat ve fiillerinde eşi ve benzeri bulunmayan yegâne varlıktır. Kur’ân-ı Kerîm’in en temel konusunu oluşturan tevhid inancı uyarınca da mutlak bedî‘ Allah’tır (Gazzâlî, s. 158-159). Fahreddin er-Râzî’nin de bedî‘ ismini açıklarken verdiği ilk anlam budur (Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 350). İsim bu anlamıyla sınırlı olarak yaratılmış varlıklar hakkında da kullanılabilmekte; ilim, kültür ve sanat gibi alanlarda ön plana çıkan ve çarpıcı yenilikler ortaya koyan insanlar da bedî‘ diye nitelendirilebilmektedir. Nitekim kendi döneminin önde gelen şairlerinden biri olan Ebü’l-Fazl el-Hemedânî’nin (ö. 398/1008) alanındaki üstünlüğüne işaret etmek için verilen Bedîüzzaman (zamanın harikası) bunun bir örneğidir. Kezâ çok ilginç yaratılışa sahip varlıkların bedî‘ diye isimlendirilmesi de bu kabildendir. Fakat bütün bu nitelemeler göreceli ve sınırlı olup ismin Allah hakkında kullanıldığında ifade ettiği mutlak yetkinliği içermez. Zemahşerî’nin “bedî‘” ismini sıfat-ı müşebbehe olarak kabul ederek Kur’an’daki “bedîu’s-semâvâti ve’l-arz” (el-Bakara 2/117) ifadesine, “Allah’ın gökleri ve yeri muhteşem güzelliktedir” şeklinde bir mâna vermesi de (el-Keşşâf, I, 180) bedî‘ isminin bu anlamına uygundur. Bu yorum Allah’ın yaratma fiilinin eşsiz güzellikte eserler ortaya çıkardığına işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir. Öte yandan filozof Ebû Zeyd el-Belhî bedî‘ isminin “eşsiz ve örneksiz olarak yaratılmış şeyler” mânasına da gelebileceğine dikkat çekerek bu ismin tek başına değil, ancak Kur’an’da geçen ifade şekliyle, “bedîu’s-semâvâti ve’l-arz” şeklindeki terkip halinde Allah’a atfedilebileceğini ileri sürmüşse de Ehl-i sünnet kelâmcıları mütekebbir, cebbâr gibi bazı isimlerin de mahlûkat nezdinde zât-ı ulûhiyyetle bağdaşması mümkün olmayan birtakım anlamlar taşımasına rağmen esmâ-i hüsnâ arasında yer aldığını ve bu hususta hiçbir ihtilâf bulunmadığını gerekçe göstererek bedî‘ isminin mutlak olarak Allah’a izâfesinde sakınca bulunmadığını söylemişlerdir (Abdülkāhir el-Bağdâdî, vr. 65a).
İslâm âlimlerinin yaygın olarak bedî‘ ismine verdikleri esas anlam “mevcudatı önceki bir örnek olmaksızın doğrudan yaratan” şeklindedir (Ebû Abdullah el-Halîmî, I, 192; Hattâbî, s. 96; Kuşeyrî, s. 92). Bu yönüyle bedî‘, Allah’ın mükemmel, eşsiz ve benzersiz yaratmasını ifade eden bir isimdir.
Bedî‘ isminde yaratma anlamını temel alan İslâm âlimleri bu yaratmanın önceki bir örnek olmaksızın gerçekleşmiş olmasının aynı zamanda önceki bir madde olmaksızın yaratma anlamına geldiğini de vurgulayarak bu isme yoktan yaratan anlamını da vermişlerdir (Abdülkāhir el-Bağdâdî, vr. 64b). Nitekim Râgıb el-İsfahânî ibdâ‘ kelimesinin Allah’a izâfeten kullanımında, “bir şeyi aletsiz, maddesiz, zaman ve mekândan bağımsız olarak yaratmak” anlamına geldiğini belirtmiştir (el-Müfredât, “bdʿa” md.). Muhammed b. Cerîr et-Taberî de En‘âm sûresinin 101. âyeti münasebetiyle bedî‘ kelimesine “yoktan yaratan” mânası vermiştir (Câmiʿu’l-beyân, IX, 457). Bu mâna takdiri başta Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî olmak üzere Halîmî ve Fahreddin er-Râzî gibi gibi pek çok Ehl-i sünnet kelâmcısının yanı sıra Mu‘tezile kelâmcıları tarafından da tercih edilmiştir. Buna göre bedî‘ “bütün kâinatı herhangi bir maddî unsurdan değil, yoktan yaratan” şeklinde bir anlam da içerir.
Bu açıdan bedî‘ ismi yaratılışın yoktan mı yoksa var olan bir maddî unsurdan mı gerçekleştiği yönündeki iki zıt görüşle bağlantılı olarak özellikle kelâmcılar ile filozoflar tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir. Kendi düşünce sistemleri itibariyle yoktan yaratmayı kabul etmeyen filozoflar bedî‘ ismine “şekilsiz maddeye şekil vererek ona eşsiz biçimde sûret kazandıran, mevcut maddeden örneği bulunmayan varlıklar meydana getirmek” anlamı vererek bu ismin yoktan yaratma anlamı taşımadığını savunmuşlardır (Abdülkāhir el-Bağdâdî, vr. 65a). Buna karşılık kelâm âlimleri her zaman mevcut olan bir maddenin Allah’ın dışında ezelî olan bir varlığın mevcudiyetini gerektireceğini, dolayısıyla da tevhid ilkesini zedeleyeceğini öne sürerek bu anlayışa şiddetle karşı çıkmışlar ve Allah’ın kudretinin varlıkları yoktan yaratmaya yeteceğinden hareketle bedî‘ ismine diğer anlamları yanında yoktan yaratan anlamı da vermişlerdir (ayrıca bk. YARATMA).
Bedî‘ ismi “eşi ve benzeri bulunmayan yegâne varlık” şeklindeki anlamıyla Allah’ın zâtıyla ilgili bir isim ve zâtî sıfatken, İslâmî literatürde yaygınlık kazanmış olan “eşsiz ve emsalsiz biçimde yaratan” şeklindeki anlamıyla ise Allah’ın kâinatla ilgili bir ismi ve fiilî sıfatıdır. Bu anlamıyla bedî‘ ismi başta hâlik olmak üzere, mübdi’, bâri’, musavvir, sâni‘ gibi Allah’ın yaratmasını ifade eden diğer isimleriyle anlam yakınlığı taşımaktadır. Ancak bedî‘ ismi diğerlerine oranla daha fazla estetik anlam boyutu taşır. Nitekim bedî‘ kelimesinin hem kendi alanlarında çok güzel eserler ortaya koyan ve çığır açan insanlar için kullanılması hem de bu kelimenin belâgat ilminde ifadeyi güzelleştirme usullerinin genel ismi olması (ilmü’l-bedî‘) dikkate alındığında, bedî‘ ismindeki estetik mâna boyutu daha iyi anlaşılır. Allah kâinatı eşsiz, emsalsiz yaratmıştır; fakat bu eşsizlik daha önceki bir örnek ve model bulunmaması kadar muhteşem güzellikte olma mânası da taşır. Nitekim Tegābün ile Mülk sûrelerinin üçüncü âyetleri ve daha birçok âyette insanın ve kâinatın hayranlık uyandıracak düzeyde güzel yaratıldığına sarahaten veya zımnen atıf yapılır. Bu itibarla, bedî‘ ismindeki anlam Allah’ın muhteşem yaratma sanatını ve dolayısıyla cemal vasfını da yansıtır. Nitekim bütün kâinat özünde ilâhî bir güzellik taşır. Başka bir ifadeyle, âlemdeki bütün güzellikler ilâhî cemâlin birer yansımasıdır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin ifadesiyle, âlem bizâtihi güzel olan Allah’ın muhteşem yaratma sanatını yansıtan bir aynadır (el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye, IV, 346).
BİBLİYOGRAFYA
Muhammed b. Ahmed el-Ezherî, Tehẕîbü’l-luġa (nşr. Riyâz Zekî Kāsım), Beyrut 2001, I, 293-294.
Lisânü’l-ʿArab, “bdʿa” md.
Wensinck, el-Muʿcem, “bedîʿ” md.
Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “bdʿa” md.
Müsned, III, 120, 158, 245, 265.
Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1422/2001, IX, 457.
Mâtürîdî, Teʾvîlâtü Ehli’s-sünne (nşr. Mecdî Bâsellûm), Beyrut 2005, I, 548.
Hattâbî, Şeʾnü’d-duʿâʾ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk-Beyrut 1412/1992, s. 96.
Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuʿabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 192.
İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maḳālât, s. 48.
Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 64b-65a.
İbn Sîde, el-Muḫaṣṣaṣ (nşr. Halîl İbrâhim Ceffâl), Beyrut 1996, IV, 43.
Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 92-93.
Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ (Fazluh), s. 158-159.
Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. M. Abdüsselâm Şâhin), Beyrut 1415/1995, I, 180.
Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 350.
a.mlf., Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1421/2000, IV, 24-25.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), IV, 346; VII, 52-54.
Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 29-30.
Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, Beyrut 2005, I, 365-366.
M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1997, I, 687.