https://islamansiklopedisi.org.tr/beldar
Farsça bel-dâr kelimesi sözlükte “kazıcı, toprak kazan, kürekçi” anlamına gelir. Türkçe “bel” kelimesinin “dağ silsilesinde iki vadi arasında kalan dar yer, geçit, boğaz” anlamından dolayı beldar, kavram olarak “bir dağın geçit ve boğazını muhafaza eden kimse” şeklinde tanımlanıp derbend ile eş anlamlı kabul edilmiş ve birçok araştırmada bu tanım kabul görmüşse de beldarın bu anlamda kullanıldığına dair kaynaklarda bir kayda rastlanmaz. Beldarların yol açma ve hendek kazma başta olmak üzere yerine getirdikleri hizmetler Osmanlı erken döneminden itibaren başka topluluklarca yürütülmekte olup beldar kavramı daha geç bir tarihte, ilk defa muhtemelen Revan seferi (1635) sırasında kullanılmıştır.
Beldarların en üst âmiri beldar ağası olup onun altında bölükbaşılar ve odabaşılar bulunurdu. Her on beldara bir odabaşı ve her beş odabaşıya bir bölükbaşının tayin edilmesi kural olmakla birlikte bunun her zaman uygulanmadığı görülür. Beldarların yazımında ve orduya naklinde merkezden gönderilen mübâşirler de görev alırdı. Seçilecek beldarların genç ve güçlü kuvvetli olması, zanaatkârlardan değil ırgatlar arasından seçilmesi, savaş sırasında lağım/tünel açma işlerinden haberdar olması istenirdi. Yine askerî zümreden ve eli silâh tutanlardan seçilmemesi, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında ise taşımacılıkta faydalanılan mandaları gütme ve çift sürme işinden anlaması da gerekiyordu. Bu hizmet örfî vergi karşılığı bir yükümlülüktü. Aynî beldar ve beldar bedeli halkın bütün kesimlerini ilgilendirmekle birlikte nâdiren muafiyet de uygulanmıştır. Müslümanlar gibi gayri müslimler de beldarlıkla yükümlü tutulurken özellikle top çekenlerin müslüman olması istenirdi. Beldarların kullandığı aletler daha çok kazma, kürek, küskü, balyoz ve baltadır. XVIII. yüzyılda top naklinde çalıştırılan beldarların yanlarında birer balta bulundurmaları emredilirdi. Beldar görevlendirilmelerinde daha önce hazırlanmış mevkūfat defterlerine göre hesaplamalar yapılır, görevli mübâşirlerin mârifeti ve köy kethüdâlarının yardımıyla beldarlar tesbit edilir, bunların ismi, oturdukları köy ya da mahalle kefilleriyle birlikte deftere yazılırdı. Seferlerin hemen öncesinde ve sefer sırasında yoklama yapılırdı.
En önemli görevleri kale muhasaralarında metris kazmak, açılan lağımlardan toprak çıkarmak ve hendek doldurmak olan beldarlar sefer sırasında ordunun geçeceği yolların açılıp düzeltilmesi işiyle de görevlendirilirdi. Yolların genişletilmesi ve taşlardan temizlenmesi, çukurların doldurulması, bazı bölgelerde yol kenarlarına setler yapılması, işaretler konulması, tepelik yerlerin tesviyesi, ormanlık alanlarda yolun açılması da bunların görevleri arasındaydı. Güzergâh boyunca bazan köprüleri de onarırlardı. Özellikle XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren beldarların en önemli görevi top nakletmek ve topları çeken mandalarla ilgilenmekti. Beldarlar kuvvet isteyen hemen her işte görevlendirilmiş, gemi inşa ve nakliyesinde, su kuyusu açmada kullanılmış, köprü inşaatı sırasında hendek kazmış, köprüleri koruyarak tabya ve şaranpo hizmetinde bulunmuş, ahırların onarılmasında ve kale tamirinde çalışmıştır. Bazan beldarların, bir görev tanımı olmaksızın “beldarlık hizmetinde istihdam olunmak” veya “orduda istihdam edilmek” gibi genel görevlendirmelerle orduya sevkedildikleri de olmuştur.
Beldarların hangi sancak ve kazalardan ne miktarda yazılacağı konusunda standart bir uygulama yoktu. Seferin mahiyetine ve yerine, sefer esnasında ortaya çıkabilecek ihtiyaçlara göre sayılar değişirdi. Doğu seferleriyle Uyvar’ın fethinde yirmi avârız hânesinden bir beldar alınırken Kandiye muhasarasında on avârız hânesinden, 1695’te ise on beş avârız hânesinden bir, 1110’da (1689) her üç avârız hânesinden bir beldar görevlendirilmiştir. Bağdat seferinde (1638-1639) kayıtlı beldar sayısı 4835 olarak tesbit edilmiş, en çok beldar 1667’de Kandiye Kalesi muhasarasında kullanılmıştır. Fâzıl Ahmed Paşa ile birlikte Girit’e 4000’e yakın beldar geçmiş, bunların çoğunun ölmesi yahut yaralanması üzerine adanın yerli halkından her dört hâneden bir beldar olmak üzere 3000 beldar yazılmıştır. Kandiye muhasarasının başlamasından sonraki yirmi beş ay içinde 8000 lağımcı ve beldarın adaya gönderildiği, bunlardan ancak 1000’inin sağ kaldığı anlaşılmaktadır. 1083 (1672) yılındaki Leh seferinde Anadolu’dan 500 ve Rumeli’den 500 olmak üzere sekiz sancaktan toplam 1000 beldar görevlendirilmiş, II. Viyana muhasarası (1683) öncesinde 3000 beldar çıkarılmış, ancak bunlar yeterli gelmediğinden Rumeli’nin altı sancağından 1000 beldar daha yazılmıştır. Prut seferinde (1123/1711) Mübâşir Kadızâde Mustafa tarafından 1000 beldar toplanırken 1127 (1715) yılındaki Mora seferi için Rumeli’nin muhtelif sancaklarından 2450 beldar toplanmış, yine 1201 (1787) yılındaki Rus seferi hazırlıkları çerçevesinde 1000 beldar görevlendirilmiştir. Beldarlar arasında yazıldığı halde sefere gitmeyenler olduğu gibi seferde iken firar edenler de olmuştur. Meselâ Bağdat seferinde beldarların yarıya yakını sefere iştirak etmemiş, 1715’teki Mora seferinde ise iki aylık ücretlerini alan beldarların büyük çoğunluğu sefer başlamadan hemen önce firar etmiştir.
Beldarlara hizmetleri karşılığında bir ücret ödenir ve bu ücret halktan toplanırdı. Yapılan ödeme miktarı hizmetin süresine göre değişirdi. Genel olarak aylık 5 kuruş olan ücretin ilk iki ayı peşin verilirdi. Bazan ödemelerin yarısı peşin, diğer yarısı sefer sonunda yapılırdı. Girit adası için görevlendirilen beldarlar bir yıllığına gittiklerinden her birine 60 kuruş ödeme yapılmış, 1672’deki Leh seferinde Anadolu sancaklarından katılan beldarların her birine 50, Rumeli’den katılanlara ise 40 kuruş verilmiştir. Ödemeler sefer sırasında beldarların orduya katıldıkları menzillerde yapılırdı. Beldarların görevleri çoğunlukla kasım ayı başına kadar altı ay hesabı üzerindendi. Görevli olduğu halde sefere katılmayanlardan hizmetin bedeli, firar edenlerden ise ödenen ücret kendilerinden veya bulunamadığı durumlarda kefillerinden tahsil edilirdi. Bedel alınmasında hizmet mahallinin uzaklığı, beldarların geç kalarak sefere yetişmelerinin mümkün olmaması, devletin nakde olan ihtiyacı, beldarların yazılıp da sefere katılmamaları ya da firarları etkili olurdu. Beldar bedeli o yıl aynî beldara ödenmesi gereken ücrete göre alınırdı. Meselâ 1068’deki (1658) Erdel seferinde her bir avârız hânesinden 500 akçe bedel tahsil edilmiş, Kayseri’den 1667’de 500, 1695’te ise 600 akçe beldar bedeli alınmıştır. Yine 1698’de Bursa ve Kütahya’nın her bir avârız hânesinden 500 akçe bedel toplanmıştır. 1696-1697 tarihli bir rûznâmçe kaydına göre Anadolu’dan tahsil edilen beldar bedeli 3,5 milyon akçeyi biraz geçiyordu.
Karlofça Antlaşması’ndan (1699) sonra Amcazâde Hüseyin Paşa halka ağır gelen vergilerle birlikte beldar bedelini de kaldırmış, bununla birlikte beldarlık yükümlülüğü XIX. yüzyılın başlarına kadar azalarak devam etmiş, muhtemelen Tanzimat sürecindeki askerî reformlar sonucunda fonksiyonunu yitirip ortadan kalkmıştır. Tesbit edilebilen en son beldar tayini 2 Mart 1832 tarihli olup Anadolu’ya sevkedilen ordunun ağırlıklarını taşımak üzere 500 nefer beldar görevlendirilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
BA, AE.SMRD.IV, nr. 1/18, 1/43, 16/8854.
BA, İbnülemin-Askerî, nr. 47/4267, 49/4504, 64/5805.
BA, Cevdet-Askerî, nr. 44/2250, 343/14202, 422/17499, 439/18256, 457/19065, 471/19653, 514/21469, 626/26434, 690/28940, 737/30957, 30958, 744/31283, 756/31879, 1010/44204, 1045/45881, 1187/52980.
BA, D.MKF, nr. 27740, 27746.
BA, MD, nr. 1, s. 39, hk. 172; nr. 87, s. 159, hk. 495-499.
BA, KK, nr. 2580, s. 1-39; nr. 2582, s. 2-135; nr. 2646, s. 7; nr. 2655, s. 2-70.
BA, MAD, nr. 601, s. 16-130; nr. 8491, s. 230; nr. 9848, s. 215; nr. 9865, s. 82, 84; nr. 15919, s. 2-29; nr. 21780, s. 209.
“IV. Murad’a Arzlar”, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1608, vr. 43a-b.
Kānunnâme Mecmuası, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1970, vr. 107a-b.
Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328, s. 111.
Afyon Şer‘iyye Sicili, nr. 523, vr. 41b.
Balıkesir Şer‘iyye Sicili, nr. 709, vr. 46b; nr. 710, vr. 9a.
5 Numaralı Mühimme Defteri (nşr. Hacı Osman Yıldırım v.dğr.), Ankara 1994, hk. 1542, 1633, 1697, 1820.
Mühürdar Hasan Ağa’nın Cevâhirü’t-tevârîh’i (haz. Ebûbekir Sıddık Yücel, doktora tezi, 1996), EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 34, 337, 364, 382, 384, 399, 406, 412, 420-421, 445.
Köprülüzâde Fâzıl Ahmet Paşa Devrinde (1069-1080) Vukuatı Tarihi (haz. Arslan Boyraz, doktora tezi, 2002), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, s. 69, 72-74, 83, 85, 95, 101, 112.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), I, 255; II, 68, 76, 80, 139; VIII, 177.
Silâhdar Mehmed Ağa, Zeyl-i Fezleke (haz. Nazire Karaçay Türkal, doktora tezi, 2012), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, s. 445, 459, 462, 474, 492-493, 514-515, 527.
Râşid Mehmed Efendi – Çelebizâde Âsım Efendi, Târih-i Râşid ve Zeyli (haz. Abdülkadir Özcan v.dğr.), İstanbul 2013, I, 541; II, 920.
Suver-i Hutût-ı Hümâyûn: Sultan Dördüncü Murad’ın Hatt-ı Hümâyûnları (haz. Önder Bayır), İstanbul 2014, s. 201.
Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, II, 132.
Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Derbend Teşkilâtı, İstanbul 1967, s. 9, 78, 83-84.
Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Mâliyesi, İstanbul 1985, s. 29, 163.
Bilge Keser, “Geri Hizmet Kıtaları”, Osmanlı, Ankara 1999, VI, 500-601.
Hakan Yıldız, 1711 Prut Seferi’nin Lojistik Faaliyetleri (doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 55.
Mehmet İnbaşı, Ukrayna’da Osmanlılar: Kamaniçe Seferi ve Organizasyonu (1672), İstanbul 2004, s. 126-130.
Ersin Gülsoy, Girit’in Fethi ve Osmanlı İdaresinin Kurulması: 1645-1670, İstanbul 2004, s. 136, 152, 215-216.
Mehmet Yaşar Ertaş, Sultanın Ordusu, İstanbul 2007, s. 63, 258-260.
Hazım Çatal, Karaferye Kazası Hicri 1201-1202 (Miladi 1787-1788) Tarihli Şer’iyye Sicili: Transkripsiyon ve İnceleme (yüksek lisans tezi, 2012), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 45, 115, 142, 173, 198-199, 244, 259, 346.
Serdar Genç, Lale Devrinde Savaş: İran Seferlerinde Organizasyon ve Lojistik, İstanbul 2013, s. 174-176.
Özer Küpeli, Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639), İstanbul 2014, s. 238.