https://islamansiklopedisi.org.tr/cehalet--hadis
Cehâletü’r-râvî şeklinde de kullanılan terim, râvinin kim olduğunun veya cerh ve ta‘dîline sebep olabilecek bir halinin bilinmediğini ifade eder. Bu durum ise onun adâlet vasfını zedeleyebilir. Râvinin tanınmamasının başlıca iki sebebi vardır. Birkaç ismi, künyesi, lakabı, nisbesi bulunan bir râvi bunlardan biri veya ikisiyle şöhret bulmuş olmakla beraber ondan hadis rivayet eden bazı talebeleri onu yaygın olmayan isim ve sıfatlarıyla anmış olabilirler. Meselâ Muhammed b. Sâib el-Kelbî’yi bazıları dedesine nisbet ederek Muhammed b. Bişr veya Hammâd b. Sâib adlarıyla yahut Ebü’n-Nadr, Ebû Saîd, Ebû Hişâm künyelerinden biriyle andıkları için Kelbî bilinmeyen bir kişi durumuna düşmüştür. Râvinin tanınmamasının diğer bir sebebi de az hadis rivayet etmesi veya kendinden sadece bir kişinin rivayette bulunmuş olmasıdır (bk. MÜBHEM; MEÇHUL). Fazla tanınmayan isimler bazan hiç zikredilmez; bunların yerine “ahberenî fülânün”, “ahberenî racülün”, “ahberenî şeyhün” gibi umumi ve müphem ifadeler kullanılır. Sadece bir râvisi bulunan veya az hadis rivayet eden bir kimseden, adını açıkça söyleyerek iki kişinin rivayette bulunması halinde onun kimliğiyle ilgili cehâlet vasfı ortadan kalkar. Zehebî ile Sehâvî, hakkında “fîhi cehâletün” denilen bir râvinin cerhin en son derecesinde yer aldığını söylemişlerdir.
Râvinin bir hadisi hangi şeyhinden aldığını tayin edemeyerek “ahberenâ fülân ve fülân” diye hocalarının adlarını vermesi de bir nevi cehâlet sayılır. Fakat hocalarının sika olması halinde bu durum bir mahzur teşkil etmez.
BİBLİYOGRAFYA
Hatîb, el-Kifâye, Haydarâbâd 1357 ⟶ Medine, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 88.
İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, s. 111.
Irâkī, Fetḥu’l-muġīs̱, II, 21-25.
Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî, s. 210-215.
Ali el-Kārî, Muṣṭalaḥâtü ehli’l-es̱er, İstanbul 1327, s. 122, 149.
Tecrid Tercemesi, I, 319-326.
Ahmed Muhammed Şâkir, el-Bâʿis̱ü’l-ḥas̱îs̱, Kahire 1377/1958, s. 97, 98, 207.
Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 65.