- 1/2Müellif: MEHMET AYDINBölüme GitArapça’da fâl (fe’l) “uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge” anlamına gelir. Batı dillerinde umumiyetle “gelecekten haber verme (kehanet)” anlamındaki...
- 2/2Müellif: İLYAS ÇELEBİBölüme Gitİslâm’da Fal. Etnolojik bir terim olarak özellikle gayb, gelecek ve insan karakteri hakkında bilgi verme amacı taşıyan bütün esrarengiz faaliyetleri i...
https://islamansiklopedisi.org.tr/fal#1
Arapça’da fâl (fe’l) “uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge” anlamına gelir. Batı dillerinde umumiyetle “gelecekten haber verme (kehanet)” anlamındaki Grekçe manteia (İngilizce’de mancy, Fransızca’da mancie) ekiyle yapılan ve fal türlerine göre değişen kelimeler kullanılmaktadır (geomancy = toprak falı; ornithomancy = kuş falı gibi).
İnsanoğlu tarih boyunca gerek kendisiyle gerek çevresiyle ilgili bilinmezleri anlayıp keşfetmeye, istikbalin neler getireceğini önceden öğrenmeye ve böylece kendi kaderine hükmetmeye çalışmıştır. Şüphesiz bunda esrarengize ve meçhule karşı olan merak ve tecessüs duygusunun da büyük payı vardır. Bir bakıma her şekle bir mâna verme ve her davranışa bir anlam yükleme insanın yapısından gelen bir özelliktir. İnsanın bilinmezi ve esrarengiz olanı keşfetmek için çeşitli yöntemler kullandığı bilinmektedir. Zaman içinde onun bu ihtiyacını karşılamak üzere bu işi meslek edinenler çıkmış ve bunlar toplumda büyük itibar görmüşlerdir. Kâhin, sihirbaz, büyücü, şifacı, falcı ve bakıcı gibi isimlerle anılan bu kişiler mistik sezgi gücüne dayanarak, görünmez varlıklarla temasa geçerek, yahut tabiattaki bazı varlık ve nesnelerin durum ve davranışlarını yorumlayarak bu konuda söz sahibi olduklarını iddia etmişlerdir. Normal insanlar için meçhul sayılanı anlamaya ve deşifre etmeye, böylece ona hükmetmeye çalışan bu kişilerin iddiası ne olursa olsun alanları ve yöntemleri arasındaki benzerlikten dolayı bu meslekleri ifade eden kavramlar çok defa birbiri yerine kullanılmaktadır. Meselâ Batı dillerinde fal, kehanet ve bakıcılık “divination” kelimesiyle ifade edilmektedir. Ancak yine de falcılık, kehanet, büyücülük, bakıcılık ve sihirbazlık arasında farklar vardır.
Fal genelde ya bazı alet ve vasıtalarla ya da bazı yöntemlerle tahminlerde bulunma, içinde bulunulan zamanla ve gelecekle ilgili yorumlar yapma işidir. Kehanet ve bakıcılıkla ortak yönleri varsa da fal özü itibariyle farklıdır. Çünkü kehanet ve onun özel bir şekli olan bakıcılık cinler yardımıyla veya özel yeteneklerle (bakış, seziş vb.) icra edilir. Bu bakımdan falcı kâhin ve bakıcıdan farklıdır. Kâhin (şaman), riyâzet sırasında aç kalıp kendinden geçtiği ve vecde ulaştığı durumlarda gözle görülmeyen varlıklardan özel olarak bilgi aldığını iddia eder. Bakıcı kâhinlerin göz yeteneği gelişmiş bir sınıfıdır; ateşe, suya, yağa ve diğer bazı şeylere bakarak açıklamalar yapar. Falcı da bazı şeylere bakar, belirli işlemler yapar, özel alet ve vasıtalar kullanır; ancak onun farklı bir yeteneği ve uymak zorunda olduğu zühd kuralları yoktur. Falcı bazı teknikler, kurallar ve söz kalıplarıyla belirli şeylerden anlamlar çıkarıp olumlu veya olumsuz sonuçlara ulaşır. Ayrıca falda şimdiki zamanla veya gelecekle ilgili bir tahmin söz konusu iken sihir ve büyüde mevcut durumu iyiye yahut kötüye yönlendirme ön plana çıkmaktadır.
Falda çeşitli araçlar ve teknikler kullanılmakta, buna göre de değişik fal türleri ortaya çıkmaktadır. Tarihin muhtelif devirlerinde çeşitli kültürlerde bilinen ve uygulanan başlıca fal türlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Yıldız falı (horoscopy). İnsanın doğduğu günü dikkate alarak o günkü göğün durumu, yıldızların konumu ve insan üzerindeki etkilerinden hareketle onun kaderi hakkında yorum yapma işidir. Falın bu çeşidi, yıldızların konum ve tesirlerini inceleyerek insanın kaderini önceden bilmeyi amaçlayan astrolojiyle yakından ilgilidir. El falı (chiromancy). Eldeki çizgilerden kişinin geleceğini okuma işidir. Kuş falı (ornithomancy). Kuşların uçuş şekli ve seslerinden bir anlam çıkarmak suretiyle gelecek hakkında bilgi verme işidir. Kâğıt falı (cartomancy). Üzerinde çeşitli şekil ve semboller bulunan kâğıtların muhtelif tekniklere göre açılıp dağıtılması ile ortaya çıkan sonucun yorumlanması işidir (iskambil ve tarot falı gibi). İç organlar falı (haruspicy, aruspice, extispicine). Bazı hayvanların iç organlarına bakarak yorum yapma işidir (Karaciğer falı [hepatoscopie], bağırsak falı [extaspicy] gibi). Kum (toprak) falı (geomancy). Kum, toprak, toz ve çakıl taşları ile tesadüfen tesbit edilen belli noktalar ve bunların şekilleri üzerine yapılan yorumdan ibarettir. Zar falı (lithomancy). Taşlarla veya zarla yapılan faldır. Kitap falı. Belli bir dilek ve niyetle bilhassa kutsal kitapları açıp bulunulan yerdeki ifadeleri yorumlama işidir.
Falın bunların dışında ateş falı (pyromancy), su falı (hydromancy), rüya yorumu (oneiromancy), astrolojik güçlerle etkilendiği söylenen vücut şekilleriyle ilgili fal (morphoscopy), başın şekline göre yapılan fal (phrenology), matematik uygunluklar falı (numerology), kura çekmek suretiyle yapılan fal (sortilege), çay falı (tasseography), kahve falı gibi fal türleri de vardır. Bazan öyle tekniklerle karşılaşılır ki onun bir çeşit fal olduğunu anlamak âdeta mümkün olmaz. Meselâ irade dışındaki vücut hareketleri, âni sancılar, seğirmeler, aksırmalar vb. şeylerden anlam çıkarmak, bunları yorumlamak; zehir, kaynar su gibi şeylerle ceza verip ona göre sonuçlar çıkarmak gibi yöntemler bunlardan sayılır. Bazı fallar tabii bir olayı gizemli sayarak onun şifresini çözmeye çalışır ve bu tür işlemlerde çok defa fal ile kehanet birbirine karışır veya karıştırılır.
Tarih boyunca bazı dinlerde din adamlarının aynı zamanda kâhinlik yaptıkları da bilinmektedir. Milâttan önce 4000 yıllarında Mısır’da, Çin’de, Bâbil’de ve Kalde’de falcılık-kâhinlik yapıldığını bugün bazı belgeler ortaya koymaktadır. Falın en eski menşei muhtemelen Mezopotamya’dır.
Geleceği bilmeye yönelik çok sayıdaki teknik Akkadlar döneminde gelişmiş, daha sonra bütün Asya ve Akdeniz bölgelerine yayılmıştır. Kullanılan tekniklerin çeşitliliği ve günümüze kadar ulaşan yazılı belgelerin çokluğu, bu tür işlerin bütün sosyal tabakalarda yaygın olduğunu göstermektedir. O dönemde en çok kullanılan fal tekniği iç organların incelenmesiydi (Eliade, I, 81, 85). Mezopotamya’da Sumerler’den itibaren rastlanan bu teknik milâttan önce II. binyılda oldukça gelişme gösterdi. Çok titiz kurallara bağlanan bu teknikte kurban edilen kuzuların iç organları ve özellikle de karaciğer, safra kesesi, akciğer ve bağırsakları inceleniyordu (EUn., V, 715). Bir diğer fal tekniği de suya bir miktar yağ dökmek suretiyle iki sıvının karışımından ortaya çıkan şekillerin yorumuna dayanmaktaydı. Buna “lecanomancy” denilmektedir (Eliade, I, 95).
Bâbil’de çocukların doğum ayları ve özürlü doğumlara göre yapılan yorumlar, tıbbî belirtiler, insan fizyonomisi, hayvan davranışları, rüya ve takvim falı ile astroloji gibi teknikler de kullanılıyordu. Diğer tekniklere göre daha sonra gelişen astroloji Kaldeliler’de, Babilonya’da ve Asur’da daha çok krallar tarafından krallık ve devletle ilgili olarak uygulanıyordu (Berthelot, s. 38-39).
Mezopotamyalılar’a göre yıldızlar göğün yazıları idi. Onlar, milletlerin ve insanların kaderinin orada yazılı olduğuna inandıkları için bu konuda bir yorum şekli geliştirmişlerdi. Önemli olayların vukuunda yıldızların ne durumda olduğu belirlenip benzeri durumlarda benzer olaylar beklenirdi. Astrolojide burçlara başvurmanın milâttan önce 700’lerden itibaren ortaya çıktığı sanılmaktadır. Bir kimsenin doğumu esnasında yıldızların durumundan hareketle onun kaderinin bilinebileceğine inanılırdı. Milâttan önce 29 Nisan 410’da doğan bir Kaldeli’nin kaderinin ne olacağını haber veren bir çivi yazılı metin ele geçmiştir. Gökyüzü ile yeryüzü olayları arasındaki münasebetle ilgili müşahedeler astrolojik kodlar halinde belirlenmişti. İnsanlar hayat olaylarını yorumlamak için bu kodlardan faydalanıyorlardı. Hititler’de de genel olarak kehanet, özel olarak da fal mevcuttu. Yazılı belgelerde kendilerinden “bin tanrılı” diye bahseden Hititler, kaderlerini bu tanrıların yönettiğine inandıklarından tanrıların isteklerine cevap vermek veya kendi dileklerine cevap alabilmek için fala başvurmuşlardır. Tanrıların verdikleri işaretler olarak görülen olaylar Hitit dilinde “šagai” (işaret, belirti, omen) terimiyle ifade edilmekte, bunlardan bazıları iyi, bazıları da kötü belirti olarak yorumlanmaktaydı.
Hititler Bâbil’deki fal türlerinden en fazla astrolojik olanları benimseyip kullanmış, ay ve güneş tarafından verilen işaretler özellikle kral ve ailesi için geçerli kabul edilmiştir. Hititler, hayvan iç organları ve karaciğer bakıcılığından kendilerine has bir tür olan et (kuš) falını geliştirmişlerdir. Bu fal türünde amaç, organlarda gözlenen belirtilere göre Bâbil’deki şekliyle hangi olayların meydana geleceği hakkında kehanette bulunmak değil, kendi sordukları somut sorulara olumlu ya da olumsuz cevaplar bulmaktı. Hititler’de falın en çok kullanıldığı alanlardan biri de savaşlardı. Hitit ordusunun takip edeceği yol, kışlayacağı şehir, saldırıya geçeceği yer ve zaman, kralın zafer ihtimali hep fal aracılığı ile belirlenirdi. Diğer taraftan herhangi bir kötü belirtinin sebebi, kimin için bir felâket bildirdiği de falla öğrenilmeye çalışılırdı. Falın kullanılmasında önce fal sorusu sorulmakta, sonra uygulanmasına geçilmekte ve falın cevabı alınmaktaydı. Cevap istenilen şekilde değilse diğer sorularla fal sürdürülür, yapılan bir fal diğer bir fal türüyle kontrol edilirdi. Hititler’de kullanılan başlıca fal çeşitleri talih falı (kin), kuşların uçuş falı (mušen), et falı (kuš), kızıl keklik falı idi (mušen hurri) (Dinçol, s. 6-10).
Eski Yunan’da rahiplerin yanında, gaipten haber vermekten ziyade gelecek için öğütlerde bulunma ve tanrıların isteklerini öğrenme niteliğine sahip “mantis” adını taşıyan kâhinler vardı. Bunlar Tanrı’nın isteklerini öğrenebilmek için başka usullere başvurmakla birlikte en çok kuşların uçuş tarzını inceleyerek yorumlar yaparlardı. Mezopotamya’da görülen, hayvanların bağırsak ya da karaciğerini inceleme usulü Yunanistan’da da yaygındı. Yunanlıların en büyük kehanet tanrısı Apollon’du; onun Delfoi’daki tapınağı ve bu tapınaktaki Pitya adlı kâhin büyük üne sahipti (Mansel, s. 143-216). Orfeus dininde rahipler geleceği önceden haber vermek, uğursuzlukları ortadan kaldırmak gibi işlerle meşgul olmuşlardı (a.g.e., s. 222).
Mânevî varlıklar ve beşerî olmayan yaratıklar tarafından gönderilen haberleri alma maksadı taşıyan falın (augury) eski Yunan ve Roma’daki klasik şekli kuşların uçuşunun tanrıların yönetiminde olduğu, ancak falcılarda da bir şifresinin bulunduğu inancına dayanır. Bütün diğer gizli haberler de “augurium” kelimesiyle ifade edilmiştir. Kuşların uçuşları, çığlıkları ve davranışları, Hint-Avrupa kavimlerinde olduğu gibi Yunan ve Romalılar’da da uğur-uğursuzluk sebebi olarak görülmüştür. Bu husus Aristo’nun kuşlarla ilgili komedisinden de anlaşılmaktadır. Aristo ayrıca insanın kaderini yüz çizgilerinden tahlil eden bir kitap yazmıştır. Yunan filozoflarından Pisagor bazı Asya ülkeleriyle Mısır’ı dolaşmış, Kaldeliler’in ve Mecûsîler’in gizli bilimlerini araştırmıştır. Bazı kaynaklar Eflâtun’un da fala inandığını belirtmektedir. Hemen bütün mitolojiler falcılarla ilgili hikâyelere yer vermektedir. Meselâ Yunan mitolojisine göre Apollon evlenmek istediği Kassandra’ya falcılık yeteneği vermiştir. Yine bilgi tanrısı Apollon zar şansıyla ilgili falı Hermes’e vermiş, böylece Hermes kumarbazların tanrısı olmuştur.
Eski Roma’da çok önemli bir rahip koleji vardı. Kuşların hareketlerini takip ederek onların verdiği işaretlerden dinî, dünyevî kararlar çıkaran rahipler, devlet memurlarının herhangi bir konuda ne yapmaları gerektiğini tavsiye edebiliyorlardı. Bu işleri “Libri Augurales” denilen kutsal prensipler düzenliyordu. Kuş falı âyinini ayrıntılarıyla tasvir eden çok sayıda Grek ve Latin metni vardır. Siyasî, askerî, dinî işlerle ilgili tanrıların tercihine delâlet eden işaretler bu falın malzemesidir. Kuş falı âyininin icrası esnasında rahip seçtiği kelimelerin vurgularına özen gösterir, böylece onun Tanrı ile insan arasındaki iletişimi sağladığına inanılırdı. Eski insanlarca yanılmaz bir bilgi kaynağı olarak görülen iç organlar falı Yunan ve Romalılar’ca da çok önemli kabul ediliyordu. Yine eski Yunan ve Roma’da içine bazı şeyler atılan su yüzeyi ile aynanın da yansıttığı görüntülerle geleceği bildirebileceğine inanılırdı. Ayrıca gök gürültüsü, şimşek gibi meteorolojik olaylar da falcılıkta kullanılıyordu.
Eski Çinliler’de fal uzun bir geçmişe sahipti. Şang hânedanı zamanından itibaren (m.ö. yaklaşık 1765-1123) bu ülkede devlete ait işlerde verilecek kararı belirlemek amacıyla koyun, öküz kemikleri, kaplumbağa kabuğu ile tabiat ruhları ve atalara danışma şeklinde fala bakılırdı. Çok sayıdaki fal ve kehanet çeşitleri arasında kürek kemiği tekniği (scapulimancy) en gözde olanı idi. Kaplumbağa kabuğu ve civan perçemi otunun uzun ve kısa sapları ile kura suretiyle tamamlanan bir fal geleneği yaygınlık kazandı. Aslında Çinliler astrolojiye özel bir önem vermekteydiler. Bu husus yer falında da kendini göstermekteydi.
Çin kültürüne ait meşhur beş klasikten biri I-Ching (Değişiklikler kitabı) en eski fal kitabı olarak bilinir. Çin’de kökü eskilere dayanan ve Chou hânedanı zamanında başvurulan “pa kua” falında altmış dört tane köşeli şekil bulunur. Bu ise Çin felsefî, kozmolojik spekülasyonlarının temelidir (I-Ching). Her pa kua üç çizgiden oluşur ve bu çizgilerin özel bölünme tarzları vardır. Bunların âlemin sırlarını ihtiva ettiğine inanılırdı. Bu çizgiler ayrıca kum falında da kullanılırdı.
Hindu astrolojisi Çin ve Ortadoğu sistemlerinin karma şekliydi. Bu çizgili fal biçimi İslâm dünyasında “remil” diye bilinen fal türüdür. Uğurlu sayılanları yanında ölüm habercisi gözüyle bakılan güvercin ve baykuş Hindistan’da da kuş falı bakımından önemliydi. Hindistan’da fal ve kehanet işlerini Atharva rahipleri yürütürdü. Bunlardan başka önceleri dinî karakterleri olmayan falcılar da bulunmaktaydı. El, yüz vb. vücut organları ile yapılan fal çeşitlerinin de bulunduğu Hindistan’da milâttan sonraki yüzyıllarda gelecekten haber verme konusunda rüya yorumu gelişti. Hindistan’da astrolojiye büyük önem verilmesine rağmen Buda mürşid olduktan sonra bütün sahte hünerleri, fal ve kehanet faaliyetlerini reddetti. Bununla beraber bu konuda kendisinden farklı düşünen şâkirdleri de vardı. Hindistan dışındaki Budistler’ce yerli fal gelenekleri sadece tanınmakla kalmamış; Budist keşişleri Hint astrolojisinin olumlu yanlarını Tibet, Moğolistan, Burma, Seylan ve Siyam gibi ülkelere de sokmuşlardır. Tibet’te Çin tarzı astroloji Hindistan’ınkine baskındı ve yaygın kura falının bir kılavuzu bulunuyordu. Kılavuzda sonuçlara göre şu başlıklar yer almaktaydı: Eve ait, yardımlar, hayat, tıbba ait, düşman, ziyaretçiler, iş, seyahat, kayıp mal, servet, hastalık.
Çinliler, Kuzeydoğu Asya ülkeleri ve bazı Batı ülkeleri gibi (meselâ eski Almanlar ve Yunanlılar) Japonlar da kürek kemiği falına bakarlardı. Bir geyik kürek kemiğini ateşe tutarak ısıttıktan sonra çatırtılarından anlamlar çıkarma şeklindeki fal uygulamasının hâlâ devam ettirildiği bölgeler vardır; ayrıca kaplumbağa kabuğu da öteden beri kullanılmaktadır. Japonlar arasında özellikle kadınlar ve âşıklar karanlıkta yere bir değnek diker, değneğin çevresine kutsal pirinç serpiştirir ve “yol kavşağı falı” denilen bu yolla tanrıların kısmetlerini karşılarına çıkarmasını beklerlerdi. Böylece onlar, belirledikleri yerden geçecek ilk erkeğin ya da eş adayının ne istediğini bilmeye çalışırlardı. Bu fal geleneği yakın zamanlara kadar sürmüştür.
Japonlar’da astroloji ve kuş falının bulunduğuna dair elde yeterli bilgi yoktur. Çin’de yaygın olan bu fal çeşitleri muhtemelen Japonya’da ilgi görmemiştir. Bununla beraber bu ülkede, üzerinde numaralar yazılı kura çubuğu falı vardı. Zelzele, fırtına ve sellerin savaşı haber veren alâmetler olduğuna inanılırdı. Japonlar güneş ana tanrıçasının tapınağına hevesle dönüp ondan geleceğe dair bir ışık kapmak isterler. Rüyada gelecekle ilgili şeylerin görüldüğüne inanırlar ve onun yorumuna önem verirler.
Türkler’in müslüman olmadan önceki dinî törenlerinde ve günlük hayatlarında falın önemli yeri vardı. Orta Asya Türkçesi’nde fal kavramı ırk kelimesiyle karşılanıyordu. Nitekim Kâşgarlı Mahmud Dîvânü lugāti’t-Türk’te bu kelimeyi “falcılık, kâhinlik ve bir kimsenin içinden geçeni bilmek” şeklinde açıklar. Türkler’de fal anlamına gelen kelimelerden biri de tölgedir. Suya ve aynaya bakma; kurşun, köz ve tütsü; kürek kemiği, kahve, bakla falları Türkler’de yaygın olan fal türlerindendir. Şamanlar kayıp kişilerden haber almak için ayna kullanmışlardır. Kürek kemiğiyle fal bakma Asya’nın birçok bölgesinde yaygınlık kazanmıştır. Orta Asya Türkleri, Moğollar, Araplar, Yunanlılar, Romalılar ve bazı Balkan halklarında koyun ve keçi gibi hayvanların kürek kemiğiyle fala bakma geleneği vardır. Türkler arasında İslâm’dan önce de mevcut olan bu yöntem günümüzde Anadolu’nun hayvancılıkla geçinen bazı yörelerinde uygulanmaktadır. Bakla falı da eski Ön Asya ve Orta Asya menşelidir. Orta Asya Kazak ve Kırgızları ile Özbekler’de bu fal kumalak adıyla bilinir.
Yahudilik’te de geleceği keşfetme, bilinmezi anlama ihtiyacı ile bu işi yapanlar ve özel yöntemler mevcuttur. Bu ihtiyacın karşılanması için meşrû olan ve olmayan yollar vardır. Geleceği keşfetme ve bilinmezi anlamanın meşrû kabul edilen yolları peygamberî haber, sâdık rüya, Urim ve Thummim yoludur. Peygamberler gelecekle ilgili şeyleri Tanrı’dan öğrenip insanlara bildirmekte (I. Krallar, 22/5-23; II. Krallar, 3/11-16), onların gelecekle ilgili söyledikleri mutlaka tahakkuk etmektedir (Tesniye, 18/20-22). Ahd-i Atîk’te rüya yoluyla çeşitli kişilerin gelecek hakkında bilgilendirildiğine dair mâlûmat vardır (meselâ bk. Tekvîn, 37/5-10; 40/5-22, 41/1-8, 25-36; Daniel, 2/1-45; 4/4-27). Ahd-i Atîk’te meşrû kabul edilen bir diğer yol da Urim ve Thummim yoludur. Urim ve Thummim, İsrâiloğulları’nın onlar vasıtasıyla Tanrı’nın iradesini anladıkları mahiyeti bilinmeyen nesnelerdir. Tanrı Hz. Mûsâ’ya Urim ve Thummim’i hüküm göğüslüğü içine koymasını emretmiştir (Çıkış, 28/30). Başkâhin, İsrâil milletiyle ilgili şüpheli ve tehlikeli durumlarda bunları kullanarak Tanrı’nın iradesini öğreniyordu (Sayılar, 27/21; I. Samuel, 14/41). Buna rağmen halk arasında yalancı peygamberlere, ücretle iş yapan kâhinlere ve falcılara müracaat edenler de vardı (Hezekiel, 13/17; Mika, 3/11).
Geleceği bildiren kâhinlerle peygamberler arasında ilişki kurulan Yahudilik’te bazı peygamberler kâhinlerin kullandığı bir kısım yöntemleri (müzik gibi) kullanıyordu (I. Samuel, 10/5; II. Krallar, 3/15). Peygamber de kâhin de gelecekten haber vermekle birlikte ikisi arasında verilen bilginin kaynağı itibariyle fark vardı. Kâhinlerin faaliyetleri Allah’ın mutlak kudretine, ona ait olana müdahale kabul edildiği için yasaklanmıştı. Diğer taraftan niyet tutma, tefe’ülde bulunma ve Allah’tan bir işaret bekleme câizdir. Hz. İbrâhim’in kölesi Eliezer Hz. İshak’a eş seçerken (Tekvîn, 24/14) ve Saul’ün oğlu Yonatan Filistin kampına giderken tefe’ülde bulunmuştu (I. Samuel, 14/9-10).
Yahudi kutsal kitabına göre gelecekle ilgili gizli bilgiler, peygamberî haberlerin dışında çeşitli isimlerle anılan kişilerce muhtelif yöntemler kullanılarak anlaşılmaya veya ortaya çıkarılmaya çalışılır. Bu tür insanları ifade eden üç ana terim vardır. Bunlardan menaheş “işaretleri gözlemek” anlamındaki nahaş kökünden gelir ve bazı işaretleri yorumlayarak gelecekten haber veren kişiyi ifade eder. Meonenin menşei tartışmalıdır; kuşları gözleyip uçuşlarını ve seslerini yorumlayan kişiyi anlatır. Kelimeye “ruh veya cin çağıran, bulutların durumunu inceleyerek yorum yapan” anlamı da verilmektedir. Kosem, kesem ise “ip, ok vb. araçlarla kehanette bulunma ve fal bakma” anlamında kullanılmaktadır.
Ahd-i Atîk’te ve yahudi dinî literatüründe zikredilen başlıca fal türleri şunlardır: Kâse falı (iki değişik uygulaması için bk. Tekvîn, 44/5, 15; Sayılar, 5/12-31); karaciğer falı (Hezekiel, 21/21); fal oklarıyla gerçekleştirilen fal (Hezekiel, 21/21); terafim falı (Hezekiel, 21/21; Zekarya, 10/2); çubuk, değnek falı (Tekvîn, 30/37; Hoşea, 4/12, I. Samuel, 20/20, II. Krallar, 13/15; Hezekiel, 21/21); ağaç falı (Hoşea, 4/12; Hâkimler, 9/37; II. Samuel, 5/24; Talmud döneminde “ağaçların dili” denilen bir fal türü vardı); kuş falı (Sifra Keduşim, 6; Sifrei Deuteronomy, 171); yıldız falı (İşaya, 47/13); gölge falı (Sayılar, 14/9); ölülerle konuşarak geleceği öğrenme (necromancie) (I. Samuel, 28/3, 7, 9; II. Krallar, 21/6; II. Tarihler, 33/6; İşaya, 8/19).
Bu fal türlerine rağmen yahudi kutsal kitabında her tür kehanet ve fal yasaklanmıştır. Tevrat’ta, “Gizli şeyler Allahımız Rabbindir” (Tesniye, 29/29) cümlesiyle gayb bilgisinin Allah’a ait olduğu ve bu alandan uzak durulması gerektiği vurgulanmış, “Aramızda oğlunu ve kızını ateşten geçiren, yahut falcı, yahut müneccim, yahut sihirbaz, yahut afsuncu, yahut büyücü, yahut cinci, yahut bakıcı, yahut ölülere danışan bulunmayacak” (Tesniye, 18/10-11) denilerek bunlar yasaklanmış, bu işlerle meşgul olanların öldürülmeleri emredilmiştir (Levililer, 19/31; 20/6, 27). Kral Saul bütün cincileri ve bakıcıları ülkeden kovmuş (I. Samuel, 28/3, 9), Yoşiya’nın dinî reformu çerçevesinde bunlar ortadan kaldırılmıştır (II. Krallar, 23/24). Diğer taraftan Yahuda Kralı Menasseh bütün bu yasakları çiğnemiştir (II. Krallar, 21/6; II. Tarihler, 33/6).
Talmud’da rabbiler kehanete karşı kararsız bir tavır benimsemişlerdir. Bir yanda her tür kehanet ve falcılığı yasaklayan ifadeler, öte yanda Babilonya bilginlerinin (amoraim) yaşadığı bölgedeki yaygın uygulama rabbileri, yasak olan kehanetle (nahaş) izin verilen “işaretler” (simanim) arasında belli bir ayırım yapmaya sevketmiştir. Maimonides bütün kehanet çeşitlerinin yasak olduğunu belirtirken Abraham b. David Posquières işaretlerin câiz olduğunu ileri sürdü. Bununla beraber bazı olaylarda neyin işaret neyin kehanet olduğu tam olarak ayırt edilememektedir.
Ortaçağ süresince hem yahudiler hem de hıristiyanlar gökyüzündeki cisimlere ve insan bedenine, el, yüz gibi organlarla aksırma gibi hallere bakarak falcılık yapmaktaydılar. Hayvanların hareket ve sesleri de bu doğrultuda değerlendiriliyordu. Meselâ acı acı havlayan bir köpek ölmüş birinin ruhunun şehirde gezdiğine, arkasını sürüyen bir köpek ise ölüm meleğinin yakınlarda olduğuna işaret sayılırdı. Diğer taraftan bazı yiyecekler hayra yorulurdu. Nitekim yılbaşında (Roş-ha-şana) yenilen yiyeceklerin hepsinin hayra yorulan anlamları vardı. Ortaçağ Yahudiliği’nde hıristiyan kaynaklarından ve Greko-Romen geleneklerden gelen inanışlar da vardı. Meselâ yılbaşı ile büyük kefâret günü (Yom Kipur) arasındaki on gün boyunca mum yakma âdeti bunlardandır. Eğer bu süre içinde mum sönerse fal bakan kişinin o yılın sonu gelmeden öleceğine, sönmezse yaşayacağına inanılırdı. Hem yahudiler hem de hıristiyanlar Kitâb-ı Mukaddes’i bir fal aracı olarak kullanmışlardır. Ayrıca Ortaçağ’larda özellikle Almanya’da define bulmak için çubuk falı uygulanmıştı.
Yahudilik’teki kadar olmasa bile fal ve kehanet Hıristiyanlık için de önemli bir gelenek teşkil etmekteydi. Hıristiyanlık’ta falcılığın temelleri Grek-Roma ve yahudi geleneğine dayanır. Ahd-i Cedîd’de falcılıkla ilgili bilgiler oldukça azdır. Rüya yoluyla bilgilendirme Ahd-i Cedîd’de de vardır (örnekleri için bk. Matta, 1/20; 2/13; 27/19). Ahd-i Cedîd’in “Resullerin İşleri” bölümünde hıristiyan olmayanlar arasındaki sihirbaz ve falcılarla ilgili bilgiler verilmiş (8/9’da Sâmiriyeli Simun, 13/6’da Kıbrıslı sihirbaz Elimas, 16/16’da kendisinde falcı ruhu olan kadın gibi), ancak bunlar hoş görülmemiştir.
İlk hıristiyanlar fal ve kehaneti büyünün bir kolu olarak kabul ediyorlardı. Hıristiyan teolojisinde insanla gerçek Tanrı arasındaki ilişki ortadan kalktığı, bunun yerine insanla insan tanrı Îsâ arasındaki yakınlık ortaya konduğu için kehanet ve faldaki iyi-kötü mücadelesi Îsâ ile şeytan arasındaki savaşın bir parçası olarak algılanmış, insana musallat olan kötülükler, medyumluk ve benzeri şeyler cinlerin işi sayılmıştır. Ancak astrolojik alâmetler, rüya yoluyla olması gerekeni anlama ve bir işi kura ile belirleme iyi karşılanmıştır. Roma İmparatorluğu’nda falcılıkla ilgili halk gelenek ve yöntemleri Hıristiyanlığa girmiş ve kaynağı ne olursa olsun Hıristiyanlık’taki falcılık geleneğinin gelişimi genelde hıristiyanlara hâkim olan imparatorların tutumuyla bağlantılı olmuştur.
Kilise literatüründe kâhin ve falcılara şu adlar verilmiştir: Incantator. Kelimelerle kehanette bulunup hastaları iyi eder, ölenleri kutsar veya onlara beddua eder, hava şartlarını yönlendirir. Arioli. Bir idolün etrafında dönerek mesleğini icra eder. Aruspice. Bunlar kürek kemiği veya kümes hayvanlarının göğüs kemiklerini kullanarak falcılık yaparlardı. Augure. Kuşların uçuş yönlerine göre fala bakardı. Astrolog, genethliaci, mathematici. Yıldızlara bakarak falcılık yaparlardı. Sortilegi. Kutsal metinden rastgele bir sayfa açıp fala bakardı.
Augustinus, İskenderiyeli Clement ve Tertullian gibi ilk kilise babaları fal ve kehaneti reddetmişlerdir. IV. yüzyılda kilise fal ve kehanetle daha yakından ilgilenmeye başladı. Laodicia (343-381 [?]), Vannes (461 veya 465), Agde (506), Orleans (511) konsillerinin kanunları bu işleri zararlarına dikkat çekip yasakladılar. Papa II. Gregory’nin başkanlığında 721’de toplanan konsilde Roma kilisesi arioli, aruspice, incantatorların işleriyle diğer kehanet türlerinin tamamını yasaklayıp aforoz etti. Buna rağmen kehanet ve falla ilgili telakki ve uygulamalar sürmüştür. Kilisenin göz yumduğu ve Ortaçağ’larda en çok yaygınlık kazanan tür astroloji idi.
Ortaçağ ve Yeniçağ hıristiyan dünyasında en yaygın fal türleri küreye bakma, rüya yorumculuğu, el falı ve numerolojidir. İskambil falı da oldukça yaygın olup kabalistik mistisizmin etkisini temsil eder. Doğudaki Bizans Hıristiyanlığı’nda en gözde fal türleri aynaya bakma, su falı, tabak, fincan falı, kum falı ve rüyalardı.
Rönesans ve reform bu hareketleri suçladıysa da kehanet, rüya ve kutsal kitap falı bu çevrelerde de varlığını sürdürdü. Halk kesimlerinde bu tür faaliyetlerin devam etmesine karşılık kilise her tür kehanet ve fala olumsuz gözle bakmıştır.
Câhiliye devri Arapları’nda da diğer kavimlerde olduğu gibi fal, bakıcılık ve kehanet birbirine karışmış olarak yaşamaktaydı (aş.bk.).
BİBLİYOGRAFYA
F. D. Geal, “Lots”, IDB, III, 164.
S. G. F. Brandon, “Divination”, DCR, s. 243.
“Magic and Folklore, Byzantine”, Dictionary of the Middle Ages, New York 1987, VIII, 18.
İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Esnâm, s. 36, 40, 46.
G. Maspero, Histoire ancienne des peuples de l’Orient classique, Paris 1895, I, 145-213.
W. Eberhard, Çin Tarihi, Ankara 1947, s. 29, 73.
Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, VI, 786-805.
G. van der Leeuw, La Religion, Paris 1970, s. 220-221, 371-374.
A. Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, Ankara 1971.
R. Berthelot, La Pensée de l’Asie et l’astrobiologie, Paris 1972, s. 38-39.
M. Eliade, Histoire des croyances et des idées religieuses, Paris 1984, I, 81, 85, 95.
Neşet Çağatay, İslâm Dönemine Dek Arap Tarihi, Ankara 1989, s. 142-145.
Belkıs Dinçol, “Hititlerde Fal ve Kehanet”, Arkeoloji ve Sanat, sy. 4-5, İstanbul 1979, s. 6-10.
“Fal ve Falcılık”, TA, XVI, 90.
S. Ahituv – L. I. Rabinowitz, “Divination”, EJd., VI, 111-120.
I. P. Culiano, “Astrology”, ER, I, 472-475.
M. Yuso, “Chance”, a.e., III, 194-195.
Evan M. Zeusse, “Divination”, a.e., IV, 375-382.
E. Bourguignon, “Necromancy”, a.e., X, 345-347.
R. Bloch, “Portents and Prodigies”, a.e., XI, 454-457.
H. J. Rose, “Divination (Introductory and Primitive)”, ERE, IV, 775-780.
a.mlf., “Divination (Greek)”, a.e., IV, 796-799.
L. Spence, “Divination (American)”, a.e., IV, 780-783.
L. W. King, “Divination (Assyro-Babylonian)”, a.e., IV, 783-786.
L. A. Waddell, “Divination (Buddhist)”, a.e., IV, 786-787.
G. Dottin, “Divination (Celtic)”, a.e., IV, 787-788.
T. Barns, “Divination (Christian)”, a.e., IV, 788-792.
G. Foucart, “Divination (Egyptian)”, a.e., IV, 792-796.
H. Jacobi, “Divination (Indian)”, a.e., IV, 799-800.
M. Revon, “Divination (Japanese)”, a.e., IV, 801-806.
M. Gaster, “Divination (Jewish)”, a.e., IV, 806-814.
G. Wissowa, “Divination (Roman)”, a.e., IV, 820-826.
G. M. Bolling, “Divination (Vedic)”, a.e., IV, 827-830.
R. A., “Divinatoires (Techniques)”, EUn., V, 713-717.
T. Fahd, “Faʾl”, EI2 (Fr.), II, 777-779.
https://islamansiklopedisi.org.tr/fal#2-islamda-fal
İslâm’da Fal. Etnolojik bir terim olarak özellikle gayb, gelecek ve insan karakteri hakkında bilgi verme amacı taşıyan bütün esrarengiz faaliyetleri ifade eden fal kelimesiyle, “fal tutmak” anlamına gelmekle birlikte umumiyetle gelecekle ilgili iyimser beklentileri dile getiren tefe’ül (tefe’’ül) Câhiliye döneminde de görülmektedir. Yine Arapça’da “uğursuzluk” mânasına gelen tıyere ile “herhangi bir nesne veya olayı uğursuz sayarak ondan gelecekte birtakım olumsuz durumların doğacağını vehmetme” anlamını taşıyan teşe’üm (teşe’’üm) de tefe’ülün karşıt anlamlısı olarak kullanılıyordu. Ancak bu kelimelerin “ileride ortaya çıkacak bazı olaylar için işaretler taşıma” noktasında birleştikleri görülmektedir.
Tarihin çok eski dönemlerine ait çeşitli kültürlerden birtakım şekil değişikliklerine uğrayarak günümüze intikal eden ve bütün toplumlarda bir bâtıl inanç ya da folklor unsuru olarak varlığını sürdüren fal kullanılan yöntem, malzeme ve yöneldiği konuya göre çeşitli adlar almıştır. Bunlardan Câhiliye dönemi Arapları arasında yaygın olduğu bilinen fal türleri şu şekilde sıralanabilir: Hattü’r-reml. Kum üzerine bazı çizgiler çizerek bakılan bir fal çeşididir. Zecr, tıyere ve iyâfe. Çeşitli hayvan ve insanların ses, davranış ve izlerinden hareket ederek açılan fallardır. Irâfe. Su falı olarak anılabilecek olan bu tür falda arrâf, su dolu bir kaba bakarak suyun aldığı renk ve şekillerden birtakım anlamlar çıkarmakta, gelecek hakkında tahminlerde bulunmaktadır. İhtilâc. İnsan vücudundaki çeşitli organların seğirme, kaşınma gibi hareketlerinden muhtelif mânalar çıkararak bunları iyiye veya kötüye yorma şeklinde yapılan falların ortak adıdır. Ketfe. Kürek kemiğinin rengine göre fala bakma yöntemidir. Tark (veya kehanet). Çakıl taşları, hurma çekirdekleri, nohut, bakla gibi nesnelerle açılan fal türüdür. Firâset (kıyâfe). İnsanların birtakım fizyolojik özelliklerinden onların karakter ve huylarını tesbit etme yöntemidir.
Âlemi duyular ötesi (âlemü’l-gayb) ve duyulur (âlemü’ş-şehâde) şeklinde ikiye ayıran ve her ikisinin de mutlak hâkimiyetinin Allah’a ait olduğunu bildiren (ez-Zümer 39/46; et-Talâk 65/12), duyuların idrak sahası dışında kalan her türlü gayb bilgisini de sadece Allah’ın bildiğini, O’nun bu bilgilerden dilediğini ancak dilediklerine bildireceğini önemle vurgulayan (Âl-i İmrân 3/179; el-En‘âm 6/50; en-Nahl 16/77; el-Cin 72/26-27) Kur’ân-ı Kerîm’de fal kelimesi geçmemekle birlikte Câhiliye dönemi âdetlerinden biri olan şans okları ile (ezlâm) fal tutup kısmet arama uygulaması şiddetle yasaklanmaktadır (el-Mâide 5/3, 90). Tevhid akîdesini zedeleyen, putlarla istişare etme veya onlardan yardım bekleme gibi Câhiliye âdeti izleri taşıyan, insanı sağlam bilgi kaynaklarına ve gerçek sebeplere başvurmaktan alıkoyan her türlü faaliyeti bâtıl addederek yasaklayan İslâm dini fal ve falcılıkla ilgili işlemleri de bu kapsamda mütalaa etmektedir.
Kehaneti ve kâhinlerin eylemlerini kesinlikle hoş karşılamayan Hz. Peygamber’in, Câhiliye dönemi Arap toplumunda görülen ve kuşların adları, sesleri ve uçuşlarından uğursuz anlamlar çıkarma yahut çakıl taşı, nohut, bakla vb. nesnelerle tefe’ülde bulunma gibi bütün fal çeşitlerini bu kapsamda mütalaa ederek yasakladığı bilinmektedir (Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 23). Yasağın temel sebebi, herhalde Câhiliye döneminde uğur ve uğursuzluğun, iyilik veya kötülüğün doğrudan doğruya Allah’a değil söz konusu işleme konu olan varlıklara isnat edilmesidir. Fal ve benzeri işlemlerin sonuçlarına itibar ederek bunlara inananların Muhammed’e indirileni inkâr etmiş sayılacağını, namazlarının kırk gün kabul edilmeyeceğini ve bunların cennete giremeyeceğini bildiren pek çok hadis bulunmaktadır (Müsned, II, 429; III, 14; IV, 68; V, 380; Müslim, “Selâm”, 125; İbn Mâce, “Ṭahâret”, 122; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 21; Tirmizî, “Ṭahâret”, 102). Öte yandan huzurunda tıyereden söz edilince Resûlullah’ın, “Tıyerenin aslı yoktur, onun en iyisi faldır” dediği; “Fal nedir?” şeklindeki bir soruyu da, “Sizden birinin işittiği güzel sözdür” tarzında cevaplandırdığı rivayet edilmektedir (Buhârî, “Ṭıb”, 42). Bazı kaynaklarda falın Hz. Peygamber tarafından “salih”, “hasen” ve “tayyib” gibi ifadelerle nitelendirildiği kaydedilmektedir (Buhârî, “Ṭıb”, 42; Müslim, “Selâm”, 110-119). İslâm âlimleri Resûl-i Ekrem’e atfedilen bu ifade ve rivayetlerden, onun gelecek hakkında bazı karînelere dayanarak iyimser tahmin ve yorumlarda bulunmayı tasvip ettiği sonucuna varmışlar, ancak bunu hiçbir zaman geleceğe dair bilgi sağlamayı veya uğursuzluk ve ümitsizlik hislerine kapılmayı meşrû saydığı şeklinde anlamamışlardır. Bu rivayetler, kişinin her şeyi Allah’tan ümit etme psikolojisini daima korumasını, bütün varlık ve olayları iyimser bir yaklaşımla değerlendirip yorumlamasını gerekli gören önemli kanıtlar olarak değerlendirilmiştir. Bazı sahâbîlere ve daha sonraki İslâm büyüklerine atfedilen farklı rivayetler içinde sahih olanlar, onların falı Hz. Peygamber’de görüldüğü gibi iyimserlik mânasında telakki ettiklerini ortaya koyar.
Âyet ve hadislerde gaybı bilme, insanın kaderini değiştirme iddiası taşıyan, Allah’tan başka varlıklardan yardım alma gayesi güden, insanları sağlam bilgi kaynaklarına ve gerçek sebeplere başvurmaktan alıkoyan her türlü hurafe, bâtıl inanç ve uygulamalar yasaklanmış olmasına rağmen bir kısmı Câhiliye döneminde de mevcut olan hattü’r-reml, kelime ve isimlerle fal tutma, zarlarla fal açma, astrolojik fallar, insan vücudundaki bir kısım organların kaşınması, seğirmesi gibi fizyolojik durumları bazı sonuçlara yorma, kesilmiş koyunun kemiğine ve kurbanın ciğerine bakarak fal açma, su falı, çay falı, kahve falı, bakla, kurşun dökme, tuz falı, bal mumu falı, el yazısı falı gibi fal çeşitleri uygulanagelmiştir. İslâmî dönemde en yaygın fal türlerinden olan ve hakkında birçok eser yazılmış bulunan fal çeşitlerinden biri de Kur’an ve kitap falıdır. İslâm dünyasında daha çok ilmî ve fikrî hayatın durakladığı dönemlerde Kur’ân-ı Kerîm, Dîvân-ı Ḥâfıẓ, Mes̱nevî, Ahmediyye, Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi kitaplarla fal açıldığı, hatta İran’da basılan bazı mushafların sonuna beş on sayfalık falnâmelerin veya fal değerlendirme cetvellerinin eklendiği görülmüştür. Kitap falı daha çok, gözü kapalı olarak Kur’an’ı veya söz konusu kitaplardan birini açarak yedi sayfa gerisinden ilk göze çarpacak âyeti veya sayfayı okumak şeklinde uygulanagelmiştir (İslâm dünyasındaki bu uygulamalara Hüseyin el-Kefevî’nin Sevâniḥu’t-tefeʾʾül ve levâʾiḥu’t-tevekkül adlı eserinde işaret edilmektedir; bk. Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 821; genel olarak fal ile ilgili literatür ve uygulamalar için bk. FALNÂME).
Batı’da da genelde tıp, simya ve astroloji gibi ilimlerle ilgili basit fakat gizemli bazı bilgilere sahip kişilerce sürdürülen falcılık faaliyetinde özellikle Ortaçağ’da iskambil kâğıdı ve kristal küre gibi araçlar kullanılmıştır. Günümüzde gök cisimlerinin hareketlerinin yeryüzündeki olayları etkilediği inancına dayanan astroloji, harf ve sayıların insan üzerindeki esrarengiz bazı tesirleri olduğunu savunan numeroloji, el yazısını inceleyen grafoloji, el, yüz ve kafatasındaki çeşitli hatların incelenmesiyle meşgul olan kiromansi, fizyognomi ve frenoloji gibi bazı modern çalışmalardan söz edilerek insanların bilhassa kişilik özelliklerini okumaya yönelik falcılık faaliyetleri sürdürülmekte, bu iş için “tarot” adı verilen birtakım kartlar da kullanılmaktadır.
Çeşitli devletler, fal ve falcılık konusunda toplumlarda meydana gelen olumsuz gelişmeler karşısında tedbir alma ihtiyacını duyarak ülkelerinde falcılık faaliyetlerini yasaklamak zorunda kalmışlardır. Türkiye’de de bu tür faaliyetler, tekke ve türbelerle ilgili 13 Aralık 1925 tarihli kanunda yer alan özel bir hükümle yasaklanmıştır. Buna rağmen günümüz insanı da kendi geleceğine, yakınlarından birinin sağlığına, uzakta bulunan birinin durumuna ilişkin bilgiler almak, çalınan ya da yitirilen değerli eşyanın yerini öğrenmek gibi çok değişik maksatlarla, falcılık ve büyücülüğün iç içe girdiği birtakım esrarengiz yöntemler uygulayan, insanların gaybı ve istikbali bilme hususundaki zaafını istismar eden ve kendilerini ilgi uyandırıcı çeşitli ad ve unvanlarla topluma duyurmaya çalışan bazı kişilere başvurmaktadır. Gazete ve dergilerde yer alan, bazı televizyon kanallarında çeşitli adlarla yayımlanan yıldız falları, modern iletişim araçlarının kullanımını özendirip körüklediği çeşitli özel hatlar, dünyada ve ülkemizde kanunlarla yasaklanmış bu faaliyetin bilhassa günümüz Türk toplumunda da ne ölçüde yaygınlaştığını ve tedbir alınması gerektiğini açıkça göstermektedir.
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 406.
Lisânü’l-ʿArab, “fʾel” md.
Tehânevî, Keşşâf, II, 758-760.
Kāmus Tercümesi, “fʾel” md.
Müsned, II, 429; III, 14; IV, 68; V, 380.
Buhârî, “Ṭıb”, 42.
Müslim, “Selâm”, 67, 110-125.
İbn Mâce, “Ṭahâret”, 122.
Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 21, 23-24.
Tirmizî, “Siyer”, 48, “Ṭahâret”, 102.
Ezrakī, Aḫbâru Mekke (Melhas), I, 117-119.
İbn Kuteybe, ʿUyûnü’l-aḫbâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), I, 144-153.
a.mlf., Kitâbü’l-Meʿâni’l-kebîr, Beyrut 1984, III, 1179-1187.
Ya‘kūbî, Târîḫ, I, 259-261.
İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, II, 157-159.
Hattâbî, Meʿâlimü’s-Sünen, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), V, 373.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XI, 135.
Nevevî, Şerḥu Müslim, XIV, 218-224.
İbn Teymiyye, el-Fetâva’l-kübrâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), I, 208.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, III, 117-120, 143-149.
İbnü’l-Hac el-Abderî, el-Medḫal, Kahire 1401/1981, I, 276-282.
İbn Kayyim el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, IV, 396-399.
İbn Haldûn, Muḳaddime, I, 411-421.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ (Şemseddin), I, 456-458.
Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, XVII, 414.
Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, I, 352-353, 360-361.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 912; II, 1216.
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), II, 166.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, VI, 58-59.
Sıddîk Hasan Han, Ebcedü’l-ʿulûm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 393.
Elmalılı, Hak Dini, II, 764-765; III, 1566-1567.
A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 36.
Ronart, CEAC, s. 176-177, 423.
Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, V, 249; VI, 776-802.
M. Iqbal Siddiqī, Why Islam Forbids Intoxicants and Gambling, Lahore, ts., s. 138-140.
Marion B. Smith, “The Nature of Islamic Geomancy with a Critique of a Structuralist’s Approach”, St.I, XLIX (1979), s. 5-38.
Halil Ersoylu, “Fal, Falname ve Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultan”, İslâm Medeniyeti Mecmuası, V/2, İstanbul 1981, s. 69-81.
D. B. Macdonald, “Fal”, İA, IV, 449-450.
A. Fischer, “Kâhin”, a.e., VI, 71-73.
T. Fahd, “Faʾl”, EI2 (İng.), II, 758-760.
a.mlf., “Kāhin”, a.e., IV, 420-422.