https://islamansiklopedisi.org.tr/ferace
Arapça’da “açmak, yarmak; ferahlatmak” mânasındaki ferc masdarından gelen kelimenin aslı fereciyye olup “önü açık ferah elbise” demektir. Feracenin giyim kuşam literatüründe üç ayrı elbise türünün adı olduğu görülür. Kadınların sokakta yaşmakla giydikleri üst elbisesi; ilim adamlarının giydikleri çok geniş ve bol, kolları yırtmaçlı bir çeşit cübbe, biniş; Mevlevîler’in giydiği uzun hırka. Bu üç kıyafetten en eski olanı Mevlevî feracesidir ve Mevlânâ’nın anlattığı hikâyeye göre iç sıkıntısına uğrayan bir sûfînin elbisesinin önünü yırtıp ferahlamasıyla ortaya çıkmış ve ondan sonra artık “ferahlık” anlamına gelen bu isimle anılmıştır (Mesnevî, V, beyit 354-355).
Abbâsîler’den beri çeşitli İslâm ülkelerinde özellikle ulemâ ve devlet adamları tarafından kullanıldığı bilinen ferace (Dozy, s. 327-332; Salâh Hüseyin, s. 278-279) Osmanlılar’da XV. yüzyıl sonundan devletin yıkılış yıllarına kadar çeşitli değişikliklere uğrayarak devam eden, hem erkeklerin hem kadınların giydiği bir üst kıyafetidir. XVI. yüzyıla ait resimli ve yazılı kaynaklar feracenin önden açık, bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, boyuna oturmuş yuvarlak veya hafifçe “V” şeklinde oyulmuş yakalı ve ön açıklığının iki yanında yer alan dikey yırtmaç cepli bir tür cübbe olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tarif kadın ve erkek feracelerinin her ikisi için de geçerlidir. XV. yüzyıl sonu ile XVI. yüzyıl başına ait Bursa Belediye Kanunları’nda feracelerin ön açıklığını ve etek çevresini dolaşan pervazın çirişle yapıştırılmayıp dikişle tutturulması istenmektedir; ayrıca bir hükümle de ancak müslümanların ipek astarlı ve pervazlı ferace giyebilecekleri, gayri müslimlerin feracelerinde ise boğası (pamuklu) astar ve pervaz kullanılabileceği halka duyurulmuştur.
XVI. yüzyıl feracelerinin yazın hafif ipeklilerden, kışın sof ve çuha gibi yünlülerden yapıldığı, kışlık olanların içlerinin ayrıca kuzu postuyla veya tavşan, sincap, vaşak gibi giyenin mevkiini ve ekonomik durumunu gösteren kürklerle kaplandığı tereke kayıtlarından anlaşılmaktadır.
XVII. yüzyıla ait resimli ve yazılı kaynaklar feracelerin fazla bir değişikliğe uğramadan devam ettiğini göstermektedir. 1640 tarihli narh defterinde çeşitli renklerdeki değişik kumaşlardan yapılmış “zenâne” (kadına mahsus) ve “merdâne” (erkeğe mahsus) feraceler ayrı ayrı fiyatlandırılmış ve “örf feracesi”, “muvahhidî ferace”, “Mısır kesimi ferace” gibi isimlerle tanıtılan farklı modeller özellikleriyle açıklanmıştır. Bu defterden örf feracesinin bel ve eteğinin dar, muvahhidînin kollarının etek boyu ile aynı hizada ve geniş (yani hırka gibi kısa) olduğu, Mısır kesiminin önünün ise “çaprast” ile (çep ü râst: karşılıklı şeritlere bağlı ilik-düğme düzeni) kapandığı öğrenilmektedir.
XVIII. yüzyıl başlarında, özellikle Lâle Devri’nde (1718-1730) saray büyük bir eğlence hayatına dalmış, yazın bu eğlencelerin dışarıya taşması sonucu saray kadınları ve zengin hanımları Kâğıthane, Göksu gibi mesire yerlerinde renk renk, şık ferace ve yaşmaklarıyla boy göstermeye başlamışlardır. Bugünün mantosuna tekabül eden kadın feracelerindeki hızlı değişimin bu sıralarda ortaya çıktığı görülmektedir. Önce, o güne kadar yakasız olan feracelere bir karış uzunluğunda bahriye yakalar takılmış, daha sonra bunların uzunlukları giderek artıp bele, kalçalara kadar inmiş ve nihayet etek boyuna ulaşmıştır. Ön açıklıkları ile etek kenarları danteller, kırmalar, geniş ve parlak harçlarla çevrilmiş, gümüş saplı şemsiyeler ve mücevherli eldivenler bu şıklığı tamamlamıştır. Ancak bir süre sonra kadınların mesire yerlerinde, çarşı pazarda böyle yakaları arkada ikinci bir etek gibi uzun, açık renkli, ince feracelerle dolaşmaları sarayı rahatsız etmiş ve ilki 1725 yılında olmak üzere kadınlar için peş peşe bazı hükümler çıkarılmıştır. Bu hükümlerle, ferace yakasının bir karıştan büyük olması ve etrafının bir parmaktan geniş şeritlerle çevrilmesi yasaklanmış ve yasağa uymayan kadınların yakalarının kesileceği belirtilmiştir. Fakat zamanla bu sıkı disiplinin gevşediği, yüzyılın sonunda III. Selim devrinde büyük yakalı ve açık renk ferace giyme yasağının tekrarlanmasından (1791) anlaşılmaktadır.
XIX. yüzyılda sarayla kadınlar arasındaki feracelerin yakaları, renkleri ve incelikleri konusunda devam eden anlaşmazlık sürüp gitmiş ve 1811 yılının Eylülünde çıkarılan uzun yakaların kesileceği hükmüne aynı yılın kasım ayında, hanımların kocalarının veya onlardan sorumlu erkeklerin de ceza kapsamına alınacağı hükmü eklenmiştir. Ancak 1812 tarihli bir hükümle uzun yakalı ferace diken terzilerin de cezalandırılacağının ilân edilmesinden, ardarda konulan bu yasakların yine kadınları fazla etkilemediği anlaşılmaktadır. II. Mahmud devrinde de bu durumun devam ettiği görülür ve biri 1818’de, diğeri ertesi yıl olmak üzere aynı yasaklar iki defa daha duyurulur.
Saray arşivinde bulunan, üçüncü kadın Mâhınev Hanım’ın terzisine ait defterdeki 19 Mart 1855 tarihli notta, parlak yüzlü şalakîden dikilen feracenin yakasının yeniden kumaş alınarak büyütüldüğü yazılıdır. Özellikle saray kadınlarının ferace şıklığından feragat etmeye hiç niyetli olmadıkları, Fethi Ahmed Paşa’nın bir Batılı firma aracılığıyla Dolmabahçe Sarayı için yaptığı satın almalarla ilgili defterden de anlaşılmaktadır. Bu defterde yer alan on dört top feracelik sırmalı enli kumaş, iki adet ağır gümüş takımlı canfes şemsiye, sekiz çift sâfi inci ve pırlantalı eldivenle on adet işlemeli ferace kaydı dikkat çekicidir. Feracenin en yaygın ve en süslü olduğu XIX. yüzyılda, Târîh-i Lutfî’nin yazdığına göre 1264 (1848) yılından itibaren ilmiye ricâlinin de sırma işlemeli ve çok bol kollu ferace giymeleri resmen kabul edilmiştir. Bu yüzyılda halk kadınlarının giydiği feraceler arasında “tek düğmeli, tek cepli, çift cepli, fitilli, jile yakalı, düz yakalı, devrik yakalı, içi dafklı” (astarlı) adlarıyla çeşitli modellere rastlanmakta ve bunların en güzellerinin İstanbul Kalpakçılarbaşı’ndaki terziler tarafından dikildiği bilinmektedir.
Roman ve şiirlerde anlatıldığı, tablo ve gravürlerde resmedildiği gibi ince yaşmakla bütünleşen, şemsiye ve eldivenle şıklığı tamamlanan ferace, XIX. yüzyılın ikinci yarısında saray ve halk kadınlarının vazgeçilmez kıyafeti haline gelmiş, 1889’da ise tesettüre uygun olmadığı yolundaki itirazların artması üzerine II. Abdülhamid tarafından kesin biçimde yasaklanarak yerine çarşaf giyme mecburiyeti getirilmiştir. Ancak çarşaf içinde saraya girmeye çalışan padişaha muhalif bazı erkeklerin yakalanmasından sonra saray kadınlarının çarşafla sokağa çıkmalarına müsaade edilmediği için yalnız onlara mahsus olarak feraceye yeniden izin verilmiştir (feracenin dinî hükmü için bk. TESETTÜR).
BİBLİYOGRAFYA
Mevlânâ, Mesnevî, V, 33 (beyit nr. 354-355).
Lutfî, Târih, VIII, 158-160.
R. Dozy, Dictionnaire détaillé des noms des vêtements chez les Arabes, Amsterdam 1845, s. 327-334.
P. C. von Aelst, The Turks in 1553, A Series of Drawings Made in that Year at Constantinopel, London-Edinburgh 1873, Iv. III, V, VI.
Ahmed Refik [Altınay], Hicrî On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul 1930 → İstanbul 1988, s. 86, belge 118.
a.mlf., Hicrî On Üçüncü Asırda İstanbul Hayatı (1200-1255), İstanbul 1932 → İstanbul 1988, s. 4, belge 4.
Salâh Hüseyin el-Ubeydî, el-Melâbisü’l-ʿArabiyyetü’l-İslâmiyye fi’l-ʿaṣri’l-ʿAbbâsiyyi’s̱-s̱ânî, Bağdad 1980, s. 278-280.
Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 66, 122-124.
Pars Tuğlacı, Osmanlı Döneminde İstanbul Kadınları, İstanbul 1984, I, 11, 20.
İsmail Kurt, İstanbul Kadılığı 106 Numaralı Ferman Sicilinin Tavsif ve Tahlili, Türk İktisat Tarihi, İstanbul 1987, s. 48, 81, 130.
Netice Yıldız, İngiliz-Osmanlı Sanat Alışverişi (1583-1914) (doktora tezi, 1987), İÜ Ed.Fak., s. 248, not 184.
Hülya Tezcan, “Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde Bulunan Bir Terzi Defteri”, Topkapı Sarayı Müzesi: Yıllık -2, İstanbul 1987, s. 166-183.
Ömer Lûtfi Barkan, “XV. Asrın Sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar II: Kanunnâme-i İhtisâb-ı Bursa”, TV, II/7 (1942), s. 28-33.
a.mlf., “Edirne Askerî Kassamı’na Âit Tereke Defterleri (1545-1659)”, TTK Belgeler, III/5-6 (1966), s. 63, 116, 123, 137.
Sermet Muhtar Alus, “II. Abdülhamid Devrinde Kadın Kıyafetleri”, Resimli Tarih Mecmuası, sy. 13, İstanbul 1951, s. 544-547.
Ahmed Râsim, “Eski İstanbul Kadınlığının Zerafet Sırları”, a.e., sy. 18 (1951), s. 784-787.
Pakalın, I, 601-602.