https://islamansiklopedisi.org.tr/ibrahim-zahid-i-geylani
615 (1218) yılı civarında Hazar denizinin güneybatı sahili boyunca uzanan Gîlân (Geylân) eyaletinin Siyâvrud nahiyesinde doğdu. Kendisine “Zâhid” lakabının verilmesiyle ilgili olarak birçok menkıbe anlatılır (Cemâleddin Hulvî, s. 320). Yedi ceddinin şeyh olduğu, bunlardan Bîdâr (Bündâr) el-Kürdî’nin Sencân’dan gelerek bölgeye yerleştiği rivayet edilmektedir. Adı geçen şehir Merv yakınlarında bulunan Sencân olmalıdır. Bu bilgi doğruysa İbrâhim Zâhid’in atalarının Horasan taraflarından Gîlân’a gelmiş olduğu söylenebilir. İbn Bezzâz, Şeyh Bîdâr’ı meşhur sûfî İbrâhim b. Edhem evlâdından bir hükümdarın emîr yaptığını söyler. Vladimir Minorsky, bu bilgiye dayanarak erken devirlerde Azerbaycan’ın Mugan, Arrân, Elvân ve Dârıbûm bölgelerinin İbrâhim Zâhid’in ataları tarafından fethedilerek müslümanlaştırılmış olabileceğini kaydetmektedir (The Turks, Iran and Caucasus in the Middle Ages, s. 518, 524).
İbrâhim Zâhid, Gîlân’da başladığı öğrenimini Şîraz’da sürdürdü. Daha sonra Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’nin halifesi Sa‘dî-yi Şîrâzî’ye intisap etti. Şeyhinin emriyle defalarca halvete girip riyâzetle meşgul oldu ve onun tavsiyesi üzerine Şîraz’dan Gîlân’a giderek Lâhîcân nahiyesinde oturan Seyyid Cemâleddîn-i Tebrîzî’ye intisap etti (Cemâleddin Hulvî, s. 320 vd.; Minorsky, s. 518). İbrâhim Zâhid, elinin emeğiyle geçinen ve kimseden yardım kabul etmeyen şeyhiyle birlikte tarlada çalışır, ürettiklerini pazara götürüp satardı.
Zâhirî ilimlerde geniş birikimi olan İbrâhim Zâhid’in, dervişlerin cezbe ile semâa kalkmalarını benimsemediği ve onlarla semâ yapmadığı, bundan dolayı şeyhinin kendisine eziyet etmesine rağmen onun evine giderek eşiğine yüz sürdüğü, bunun üzerine Cemâleddîn-i Tebrîzî’nin, “Hamd olsun, bunu da başardın” diyerek kendisine hilâfet verdiği kaydedilmektedir. İbrâhim Zâhid şeyhinin vefatından sonra irşada başlamayıp mücahedeye devam etti. Menkıbelerde kaydedildiğine göre geceleri az bir uykuyla yetinip ibadete devam eder, sürekli oruç tutar, yılda iki defa erbaîne girerdi. Yirmi yıl sonra mânevî bir işaretle (Cemâleddin Hulvî, s. 320, 321; Aubin, XXI-XXIII [1991], s. 40) Gîlân’ın kuzeyindeki Güştâsfî’ye giderek irşad faaliyetine başlayan İbrâhim Zâhid daha sonra Şîraz’a geçti, Safiyyüddîn-i Erdebîlî’yi de Merâga’ya gönderdi. Birkaç defa Doğu Azerbaycan’ı dolaştı. Hiyâv ve Serâb’ı ziyareti sırasında halkın büyük ilgisiyle karşılaştı. Gāzân Han ile görüştükten sonra dervişleriyle birlikte Erdebil’e giderek Şeyh Râsim Zâviyesi’nde oturdu. Erdebil halkı kendisi için büyük bir zâviye inşa edip çeşitli vakıflar kurdu. Bölgede İslâm’ın yayılmasında emeği geçen ve özellikle Şirvan’da sözü dinlenen bir şahsiyet olan Seyyid Burhâneddin Muhammed ona bu bölgelerde irşad faaliyetinde bulunmasını önerdi. İbrâhim Zâhid’in çalışmaları sonucunda Şirvanşah Ahsitân kendisine mürid oldu ve onun için Güştâsfî’de bir zâviye yaptırdı. Yoğun irşad faaliyetleri neticesinde 679 (1280) yılından itibaren İbrâhim Zâhid’in adı Şirvan başta olmak üzere Güştâsfî, Kura, Doğu Azerbaycan ve Horasan’a kadar yayıldı. Bu durum, Şirvan bölgesinde faaliyet gösteren bazı sûfî cemaatleri rahatsız etti. Şirvanşah’ın davetini kabul ederek bir grup müridiyle birlikte Şirvan’a giden İbrâhim Zâhid’e Kalenderîler de cephe alıp suikast düzenlemeyi planladılar, ancak bunu gerçekleştiremediler. Bu çekişmeler sırasında Şirvanşah Ahsitân’ın oğlu Siyâmek ona ve mensuplarına karşı düşmanca bir tavır takındı (Aubin, XXI-XXIII [1991], s. 41-46). 700 (1301) yılında Güştâsfî’de hastalanan İbrâhim Zâhid, vasiyeti üzerine halifesi ve damadı Safiyyüddîn-i Erdebîlî tarafından Lâhîcân’ın bir nahiyesi olan Siyâvrud’a getirildi; iki hafta sonra burada vefat etti. İbrâhim Zâhid iki defa evlenmiş olup son evliliğinden doğan kızı Bîbî Fâtıma’yı halifesi Safiyyüddîn-i Erdebîlî ile evlendirmiştir.
İbrâhim Zâhid’in tarikat silsilesi Cemâleddîn-i Tebrîzî, Şehâbeddin Mahmûd, Rükneddîn-i Sücâsî, Kutbüddîn-i Ebherî vasıtasıyla Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’ye ulaşır. Silsile Sa‘dî-yi Şîrâzî vasıtasıyla da Sühreverdiyye ile birleşir. Bazı kaynaklarda İbrâhim Zâhid, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile irtibatlandırılmaya çalışılmıştır. İbrâhim Zâhid’in müridlerinden olduğu anlaşılan Tâceddin Ali b. Abdullah el-Erdebîlî onun tarikat silsilesini Şems-i Tebrîzî, Rükneddîn-i Sücâsî, Kutbüddîn-i Ebherî, Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî vasıtasıyla İmam Gazzâlî’nin kardeşi Ahmed el-Gazzâlî’ye ulaştırır. Nev‘îzâde Atâî ise İbrâhim Zâhid ile Şems-i Tebrîzî’nin pîrdaş olduklarını kaydeder. Bu bilgilerden hareketle İbrâhim Zâhid ve Şems-i Tebrîzî’nin aynı şeyhe mensup oldukları ya da tarikat pîrlerinin Rükneddîn-i Sücâsî’nin halifesi olduğu söylenebilir. Cemâleddin Hulvî ve Sarı Abdullah Efendi de Şems-i Tebrîzî’yi Rükneddîn-i Sücâsî’nin halifeleri arasında sayar. Bu bilgi tarih bakımından mümkün olmakla birlikte rindmeşrep olan Şems-i Tebrîzî ile zühd ve takvâ yolunu tutan İbrâhim Zâhid’in aynı tarikat veya şeyhe mensup olmaları uzak bir ihtimaldir. Ayrıca Şems-i Tebrîzî Maḳālât’ında Ebû Bekr-i Selebâf’ın müridi olduğunu açıkça belirtmektedir (Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 316 vd.).
Geylânî, Allah’ın bin bir isminin özü olarak kabul ettiği on iki isimden oluşan esmâ zikriyle seyrüsülûk metodunu uygulayan ilk sûfîdir. Bu on iki ismin ilk yedisine “esmâ-i seb‘a” (lâ ilâhe illallah, Allah, hû, hak, hay, kayyûm, kahhâr), diğerlerine de “esmâ-i hamse” (samed, ahad, vâhid, fettâh, vehhâb) adı verilir. Esmâ-i bekāiyye de denilen bu beş ismi sıra ve mertebelere riayet ederek zikreder; çıktığı basamakları birer birer inip fark âleminde karar kılar ve bu inişle bekābillâh makamına ulaşmış olur. İbrâhim Zâhid’in bu isimleri zikrederek halvete girdiği, fenâ ve ardından bekā mertebelerine ulaşıp celvete erdiği kabul edilir. Bu bakımdan Celvetiyye tarikatı ilk olarak ona nisbet edilmektedir (bk. CELVETİYYE).
İbrâhim Zâhid hakkındaki ilk kaynak, İbn Bezzâz’ın 759 (1358) yılında tamamladığı Ṣafvetü’ṣ-ṣafâʾ adlı kitabıdır. Daha sonraki devirlerde eser üzerinde bazı değişiklikler yapılmış, Şeyh Zâhid’in halifesi Safiyyüddîn-i Erdebîlî’nin soyu Hz. Ali’ye bağlanmış, Şeyh Safiyyüddin ve hatta Şeyh Zâhid Şiî gibi gösterilmeye çalışılmıştır (Minorsky, The Turks, Iran and Caucasus in the Middle Ages, s. 516; Abbaslı, XL/158 [1976], s. 288, 302 vd.; Aubin, XXI-XXIII [1991], s. 39).
Geylânî’nin ilk hanımından büyük oğlu Cemâleddin Ali ile halifesi Safiyyüddîn-i Erdebîlî arasında husumet doğduğu, kendisini babasının mânevî vârisi olarak gören Cemâleddin Ali’nin Safiyyüddîn-i Erdebîlî’ye karşı birkaç suikast düzenlediği, fakat başarılı olamadığı ileri sürülmektedir (Aubin, XXI-XXIII [1991], s. 49-50).
İbrâhim Zâhid-i Geylânî’ye nisbet edilen Zâhidiyye’yi, bir tarikattan ziyade çeşitli devirlerde farklı isim ve yorumlarla ortaya çıkan ve günümüze kadar etkilerini sürdüren bir meşrep olarak görmek daha doğru olur. Zira İbrâhim Zâhid’den sonra Zâhidiyye tarikatı adı altında bir tarikatın izini takip etmek zor olduğu gibi bu hareket İbrâhim Zâhid’in ardından bulunduğu muhitin dışına fazla çıkamamıştır. Halifelerinden Ahî Yûsuf’un Anadolu’da Niğde’nin Tepeviran mevkiinde inşa ettirdiği zâviyede irşada devam ettiği ve burada öldüğü bilinmekteyse de tarikatının adına dair bir kayda rastlanmamıştır. Gence’de irşad vazifesini yürüten diğer halifesi Hikmet-i Şirvânî’ye nisbet edilen tarikatın durumu da bundan farklı değildir. İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin meşrebi, asıl olarak damadı Safiyyüddîn-i Erdebîlî ile halifesi Ahî Muhammed Halvetî (ö. 780/1378-79) vasıtasıyla ayrı ayrı tarikatlar halinde kurumlaşmış, bu silsilelerin ilkinden Safeviyye, ikincisinden Halvetiyye doğmuştur. Safeviyye, Erdebil Tekkesi’nde Safiyyüddin-i Erdebilî’nin soyu tarafından sürdürülmüştür. Safiyyüddin’in oğlu Sadreddîn-i Erdebîlî’nin halifesi Hamîdüddin Aksarâyî’nin (Somuncu Baba) müridi Hacı Bayrâm-ı Velî Ankara’da Bayramiyye tarikatını kurmuştur. Halvetiyye’nin kurucusu Ömer el-Halvetî, İbrâhim Zâhid’in halifesi Ahî Muhammed Halvetî’nin müridi ve yeğenidir. İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin tesbit ettiği seyrüsülûk usulünü uygulayan Halvetiyye tarikatından çok sayıda şube doğmuş ve böylece Halvetiyye İslâm âleminin en yaygın ve etkili tarikatı haline gelmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, Tahran 1956, III, 140.
İbn Bezzâz, Ṣafvetü’ṣ-ṣafâʾ, Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 775, vr. 16-56.
Hândmîr, Ḥabîbü’s-siyer, IV, 414.
Şüşterî, Mecâlisü’l-müʾminîn (nşr. Seyyid Ahmed – Abdümenâfî), Tahran 1365 hş., II, 40.
Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 64.
Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye (haz. Mehmet Serhan Tayşi), İstanbul 1993, s. 259-318, 319-323, 330, 334.
Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1288, s. 141.
Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, III, 180.
İsmâil Hakkı Bursevî, Silsile-i Celvetiyye, İstanbul 1291, s. 63-64, 111-112.
Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 71-72.
Hüseyin Vassâf, Sefîne, I, 244.
Browne, LHP, IV, 40-43 vd.
Abdülbaki [Gölpınarlı], Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 37-38.
a.mlf., Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 316 vd.
Ma‘sûm Ali Şah, Ṭarâʾiḳ, II, 656.
V. Minorsky, The Turks, Iran and Caucasus in the Middle Ages, London 1978, s. 516, 518, 524.
a.mlf., “A Mongol Decree of 720/1320 to the Family of Shaykh Zāhid”, BSOAS, XVI/3 (1954), s. 515-527.
Abdülhüseyn-i Zerrînkûb, Dünbâle-i Cüstücû der Taṣavvuf-i Îrân, Tahran 1369 hş., s. 62.
Bedîüzzaman Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin (trc. Feridun Nafiz Uzluk), İstanbul 1986, s. 70, 272.
Mustafa Bahadıroğlu, Hz. Üftâde ve Divan’ı, İstanbul 1995, s. 47, 175, 184, 189, 201 vd.
W. Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (trc. Tevfik Bıyıklıoğlu), Ankara 1992, s. 6, 12, 127.
Hasan Kâmil Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarîkatı, İstanbul, ts., s. 154-158.
Seyyid Ahmed Mûsevî, “Medfen-i Şeyḫ Zâhid-i Geylânî Kucâ Est?”, Hüner u Merdüm, sy. 145, Tahran 1353 hş., s. 82-86.
Mirza Abbaslı, “Safevîlerin Kökenine Dair”, TTK Belleten, XL/158 (1976), s. 288, 293, 302 vd., 313, 317, 329.
Jean Aubin, “Shayk Ibrāhīm Zāhīd Gīlānī (1218 ?-1301)”, Turcica, XXI-XXIII, Paris 1991, s. 39-46, 49-50.
Cl. Huart, “Gîlân”, İA, IV, 782.
Tahsin Yazıcı, “Safevîler”, a.e., X, 53 vd.
Franz Babinger, “Safiyeddin”, a.e., X, 65.