https://islamansiklopedisi.org.tr/ihtilas--fikih
Sözlükte “kapıp almak, çalmak, fırsatını kollayıp bir malı alıp kaçmak” gibi anlamlara gelen ihtilâs, İslâm hukukunda bu sözlük anlamıyla bağlantılı olarak özel bir koruma altında bulunmayan menkul bir malı, sahibinin ya da yetkili kimsenin rızâsı olmadan ve zor kullanmadan hile ve el çabukluğu ile alıp kaçmayı ifade eder. Bu fiili işleyene muhtelis denir. Fıkıh literatüründe ihtitâf da ihtilâsla eş anlamlı olarak kullanılır. Türk ceza hukukunda ihtilâs zimmet suçunun, ortaya çıkmasını önleyecek ve ilgili mercileri aldatacak biçimde hile ve hud‘a ile işlenmiş mevsuf şekli ya da zimmetten bağımsız ve daha ağır ayrı bir suç olarak anlaşılmakta, fıkıhtaki terim anlamıyla ilgisi hayli zayıf olmakla birlikte eylemin odağında hile ile aşırma bulunduğu için kelimenin kök anlamıyla irtibatı kurulabilmektedir.
Hadislerde ihtilâs kelimesinin sözlük anlamı çerçevesinde ve küçük çaptaki hırsızlıkları ifadede kullanıldığı görülür. Bir hadiste, namaz esnasında sağa sola bakınma şeytanın namaz kılandan çaldığı kısım olarak nitelendirilir (Buhârî, “Eẕân”, 93; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 161; kelimenin benzer kullanımları için bk. Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 15; Tirmizî, “Ḳaṭʿu’s-sâriḳ”, 5, “ʿİlim”, 5). Ancak kelimenin fıkıh literatüründe terim anlamı kazanması ve benzeri kavramlarla farkının belirlenmeye çalışılması, “Hain, müntehib ve muhtelisin eli kesilmez” hadisinden (Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 14; Tirmizî, “Ḥudûd”, 18; Nesâî, “Ḳaṭʿu’s-sâriḳ”, 13) ve bu hadis etrafında cereyan eden tartışmalardan kaynaklanır. Hadis şârihleri burada hain ile, mal sahibinin güvenini kazanarak malını gizlice alan ya da inkâr eden, müntehib ile zorla ve alenî şekilde, muhtelis ile de hile ve el çabukluğuyla mal çalan kimsenin kastedildiği ve bu eylemlerin önlenebilir olması, şikâyet, takip ve ispatının kolaylığı gibi sebeplerle hırsızlık ölçüsünde ağır bir suç teşkil etmediği, bunun için de ona denk bir ceza önerilmediği görüşündedir. Araplar arasında, fakir ve kimsesiz olup günlük ihtiyacını karşılayacak şekilde küçük çapta hırsızlıklar yapan kimselere (saâlîkü’l-Arab) daha müsamahalı bakılıp onların terim anlamıyla hırsızlardan ayrı tutulmuş olmasının da bunda payı vardır (Yûsuf Halîf, s. 21-34). Klasik fıkıh doktrininde serika terimiyle ifade edilen ve haddi gerektiren hırsızlık suçunda koruma altındaki bir malın gizlice çalınması, gasp ve hırâbede (eşkıyalık) başkasına ait bir malın zor kullanılarak alınması söz konusu olduğundan ihtilâs, eylemin alenîliği ya da zor yerine el becerisiyle işlenmesi yönüyle farklılık arzeder. “Yağma” ve “el koyma” anlamına gelen inihâb kavramı ise işlenişinde alenîlik ve güç kullanma ön planda olması sebebiyle ihtilâstan çok gasba daha yakın bir içerik taşır. Buna göre muhtelis ile, bir kimsenin üzerinde veya ona ait evde ya da dükkân gibi bir yerde bulunan malını onun dalgınlığından yararlanarak alıp kaçan kimse kastedilir ve bu yönüyle yine literatürde ayrı bir kavram olan tarrâr ile (yankesici) yakın bir anlama sahiptir. Netice itibariyle fakihlerin, had grubunda yer alan hırsızlık ve hırâbe suçlarına hukukî bir tanım getirmekte hayli özenli davrandıkları, bunun dışındaki çalma eyleminin çeşitli türlerini ifadede, aralarında terim birliğinin bulunmadığı ve ihtilâs kavramının da çok yerde haddi gerektiren hırsızlık suçunun oluşması için gerekli görülen gizlice alma, hırz, nisab gibi şartların tam bulunmadığı çalma eylemlerini kapsayan geniş bir içerikle kullanıldığı söylenebilir.
Hırsızlığın bir türü olması hasebiyle dinen, ahlâken ve hukuken günah ve suç olmakla birlikte haddi gerektiren hırsızlığın şartlarını tam taşımadığı için ihtilâsın teknik anlamıyla hırsızlık kapsamına girmediği görüşü ağır basmış ve nasıl cezalandırılacağı fakihler arasında ayrı bir tartışma konusu olmuştur. Bu suçun maddî unsurlarını suçlu, çalma eylemi ve çalınan mal, mânevî unsurunu da fâilin suç işleme kastı teşkil eder. Fâilin akıllı ve bâliğ olması suçun oluşmasının değil ceza ehliyetinin şartıdır. Daha çok açıktaki ve kolayca taşınabilen malların alınıp kaçırılması şeklinde gerçekleşen ihtilâsta çalma eylemi hırsızlığa göre kısmen alenîdir ve bu husus, ihtilâsı haddi gerektiren hırsızlıktan ayıran kriterlerden biri kabul edilir. Malı sahibinin eylemden bilgi sahibi olabileceği bir tarzda almak, meselâ bir kimsenin açıktaki bir malını kendisinin de bulunduğu sırada evinden almak da ihtilâs sayılmakta, hırsızlık suçundaki gizlice almak ya da malı sahibinin izni ve bilgisi dışında almak şartının tam oluşmadığı çalma eylemleri bu kapsamda mütalaa edilmektedir.
İhtilâs eyleminin odağında malın açıktan alınması niteliği bulunduğundan suçun teşekkülü için çalınan malın koruma altında olması şart değildir. İhtilâsın hırsızlıktan bir diğer farkı da ihtilâsta çalınan malın belirli bir ekonomik değere (nisab) sahip olmasının şart görülmeyişidir. Buna karşılık çalınan malın eylem esnasında başkasına ait bulunması, mütekavvim ve mülkiyet altında bir mal olması gibi şartlar açısından ihtilâs hırsızlık suçundan farklı değildir. Suçun mânevî unsurunu teşkil eden malın sahiplenme maksadıyla alınmış olması şartı açısından da durum böyledir. Çünkü mütekavvim olmayan veya mubah olan mallar hukuken koruma ve dokunulmazlık taşımadığı gibi başkasına ait bir malı taşımak, kendi malı zannederek ya da daha sonra iade etmek üzere almak ihtilâs sayılmaz.
İslâm hukukçularının büyük çoğunluğuna göre ihtilâs fiili, cezası kanun koyucu veya hâkimlerin takdirine bırakılan ta‘zîr suçları grubunda yer alır. Fakihler bu konuda yukarıda zikredilen hadise dayanarak, ayrıca suçun alenen işlenmiş olması, malın koruma altında olmayışı, suçun önlenmesinin mümkün, takip ve ispatının kolay olduğu gibi açıklamalar yaparak muhtelise el kesme cezasının verilmeyeceğini, ancak ta‘zîr cezası ile cezalandırılacağını ifade etmişlerdir. Hatta bu konuda fakihler arasında icmâ bulunduğu iddiaları da vardır. Bu genel kabulde ayrıca, el kesme cezasını sınırlandırma ve suç bu cezayı haklı kılacak bir ağırlık kazanmadıkça daha alt cezalarla yetinme fikri, ihtilâsın da genelde evlerde, çarşı pazarda alenî mallara karşı işlenen küçük çaptaki hırsızlıklar şeklinde görülmesi etkili olmuştur. Bazı fakihlerden muhtelisin elinin kesileceğine dair görüşler rivayet edilmekteyse de (İbn Hazm, XIII, 345; İbn Kudâme, IX, 104-105) bu genel kabulün dışında bir tercih olmaktan çok muhtelis kelimesine farklı anlamlar yüklenmesiyle alâkalı görünmektedir. Nitekim bu gruptaki fakihlerin, gizlice veya koruma altındaki malı çalan ya da âriyet aldığı malı inkâr ederek kendisine gösterilen güveni kötüye kullanan kimseler hakkında böyle bir ceza önerdikleri görülür. Fakihlerin çoğunluğunun, ihtilâsla yakın bir anlam içerdiği halde yankesicilik konusunda farklı düşünüp yankesicinin elinin kesilmesi gerektiğinden söz etmesi de bu suçun gizlice ve koruma altındaki bir mala karşı işlenmekte olmasından kaynaklanır.
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Eẕân”, 93.
İbn Mâce, “Ḥudûd”, 26.
Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 161, “Ḥudûd”, 14, 15.
Tirmizî, “Ḳaṭʿu’s-sâriḳ”, 5, “ʿİlim”, 5, “Ḥudûd”, 18.
Nesâî, “Ḳaṭʿu’s-sâriḳ”, 13.
Şâfiî, el-Üm, VI, 151.
İbn Hazm, el-Muḥallâ, Kahire 1392/1972, XIII, 343-353.
Serahsî, el-Mebsûṭ, IX, 160-161.
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 375.
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 61; V, 132.
İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1389/1969, IX, 104-105, 118.
Nevevî, Ravżatü’ṭ-ṭâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali Muhammed Muavvaz), Beyrut 1412/1992, VII, 346.
Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ḥaḳāʾiḳ, Bulak 1313, III, 217.
İbnü’l-Murtazâ, el-Baḥrü’z-zeḫḫâr, San‘a 1366/1947, V, 172.
İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Sa‘d), IV, 138-139.
İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr (Kahire), V, 136-137.
Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, VII, 147-148.
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr, IV, 94.
Azîmâbâdî, ʿAvnü’l-maʿbûd, XII, 58-61.
Mübârekfûrî, Tuḥfetü’l-aḥveẕî (nşr. Abdurrahman M. Osman), Kahire 1384/1964, V, 8-9.
Abdülazîz Âmir, et-Taʿzîr fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Kahire 1389/1969, s. 214-215.
Bilmen, Kamus2, III, 250.
Yûsuf Halîf, eş-Şuʿarâʾü’ṣ-Ṣaʿâlîk fi’l-ʿaṣri’l-Câhilî, Kahire 1986, s. 21-34.
Ayhan Önder, Türk Ceza Hukuku: Özel Hükümler, İstanbul 1987, s. 117-124.
Ahmed Fethî Behnesî, el-Mevsûʿatü’l-cinâʾiyye fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, Beyrut 1412/1991, II, 76-80.
“İḫtilâs”, Mv.Fİ, IV, 88-89.
“İḫtilâs”, Mv.F, II, 288-289.
“İntihâb”, a.e., VI, 317-319.
“Ṭarrâr”, a.e., XXVIII, 338-340.