İsrâîliyyât, Hz. Ya‘kūb’un ikinci adı veya lakabı olan İsrâîl kelimesiyle nisbet ismi oluşturan İsrâîliyye’nin çoğuludur. Büyük oranda yahudi, kısmen de hıristiyan kaynaklarından nakledilen “efsane, kıssa, olay veya bilgi” anlamında kullanılır. Hz. Ya‘kūb’un soyundan gelen yahudiler İsrâiloğulları diye anılmıştır. Bazı âlimler, İslâm muhaliflerinin bu dine ilâve etmeye çalıştıkları asılsız ve uydurma haberler hakkında da aynı terimi kullanmışlardır. Bir kısmı ise yahudi kaynaklı bilgiler için İsrâiliyât, hıristiyan kaynaklı olanlar için “mesîhiyyât” veya “nasrâniyyât” kelimelerine yer vermişlerdir (Ahmed Emîn, s. 161; Mahmûd Ebû Reyye, s. 154; Juynboll, s. 137). Ancak tanımın Mecûsîlik, Sâbiîlik gibi diğer din ve kültürlerden gelen rivayetleri de içine alacak şekilde genişletilmesi daha uygun görünmekle birlikte İsrâiliyat üzerine araştırma yapanlar bu ayırıma fazla dikkat etmemişlerdir. Eski din ve kültürlerden İslâm kaynaklarına aktarılan bilgilerin genellikle İsrâiliyat diye anılması muhtemelen yahudilerin daha eski bir dinin mensubu olmaları, o dönemde Arap yarımadasında Araplar tarafından daha çok bilinmeleri ve çoğunluğu teşkil etmeleri gibi sebepler dolayısıyladır. İslâm kaynaklarında İsrâiliyat’la benzer anlamda kullanılan başka ifadeler de yer almaktadır. Bilhassa fıkıh ilminde dinî bir delil olarak kabul edilen “şer‘u men kablenâ”, mutlak hakikat anlamında bütün dinlerde rastlanan “hikmet” veya “ulûmü’l-evâil” tabirleri bunlardan bazılarıdır.
Terim anlamıyla İsrâiliyat’ın tam olarak hangi mânaya geldiği, nasıl ortaya çıktığı ve müslümanlar arasında ilk defa ne zaman kullanıldığı hususunda yeterli bilgi bulunmamaktadır; ancak özellikle Batılı araştırmacılar, kavramın İslâm kaynaklarındaki etki alanı hakkında geniş değerlendirmeler yapmaktadır. Şarkiyatçılar, IV. (X.) yüzyıldan önce kaleme alınan bazı eserlerde İsrâilî rivayetler bulunmakla beraber kelimenin terim olarak daha sonraki dönemlerde kullanıldığını ileri sürerler. Bu anlamda İsrâiliyat kelimesinin ilk defa Mes‘ûdî (Mürûcü’ẕ-ẕeheb, II, 216), ardından “kütüb-i kadîme” şeklinde Yâkūt el-Hamevî (Muʿcemü’l-üdebâʾ, XIX, 259), daha sonra da İbn Teymiyye, Zehebî ve İbn Kesîr gibi âlimler tarafından kullanıldığı tesbit edilmektedir. Şarkiyatçıların bir kısmı Hasan-ı Basrî, Vehb b. Münebbih, Mâlik b. Dînâr’dan nakledilen İsrâilî bilgilerin varlığından hareketle kavramı II. (VIII.) yüzyılın başlarına kadar çıkarmışlarsa da (EI
2 [İng.], IV, 212) bu yaklaşım kelimenin terim anlamıyla kullanıldığı zamana ışık tutacak nitelikte değildir.
İsrâiliyat’ın muhtevası hayli geniş olup bu rivayetler genellikle İsrâiloğulları’na gönderilen peygamberleri, bu peygamberlerin günahkârlara yaptıkları uyarıları, bunlara verilen cezaları, zâhidlerin söz ve davranışlarıyla onların mazhar olduğu mânevî lutufları konu almaktadır. Bazı Batılı araştırmacılar terimin peygamberlerin geçmişi ve geleceği, halifeler, idareciler, saltanatların çöküşü, mehdî inancı, kıyamet alâmetleri gibi hususları da içine aldığını ileri sürmüşlerdir (Kister, II [1972], s. 221-222). Bu değerlendirmeler dikkate alındığında sadece geçmiş olaylar değil gelecekteki olaylar ve gayba dair bilgilerle fiten ve melâhimi ilgilendiren rivayetler de İsrâiliyat kapsamına girer. Bu rivayetlerden bazılarının bizzat Hz. Peygamber tarafından dile getirilmesi, ayrıca sahâbîlerin inanç konuları dışındaki bazı meselelerde Kâ‘b el-Ahbâr gibi kimselere soru sorması üzerine ortaya çıkması da mümkündür. Bir kısım şarkiyatçılar ise İsrâiliyat’ı, geçmiş dinlerin kaynaklarına dayalı bilgilerden çok, geçmiş ümmetlerle ilgili folklorik bilgiler ihtiva eden rivayetler olarak değerlendirir (Wasserstrom, s. 172). Bu yaklaşım, İsrâiliyat’ın eski dinlere ait hurafelere dönüşmüş bilgilere dayandığı şeklindeki kanaatin bir ürünü olup onlara göre İslâm da bu yozlaşmadan etkilenmiş ve tahrif edilmiştir.
Konuyla ilgili bir diğer tartışma da İslâm kaynaklarında yer alan İsrâilî mahiyetteki bilgilerin uydurma olup olmadığı veya elde mevcut kutsal kitaplarda yer alıp almadığıdır. Şarkiyatçıların ve çağdaş müslüman âlimlerin tesbitine göre İsrâiliyat kabilinden bazı bilgiler Kitâb-ı Mukaddes ve onun şerhlerinde yer almamaktadır. İsrâiloğulları’ndan nakilde bulunmaya izin veren rivayetlerden hareketle (Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 11; Tirmizî, “ʿİlim”, 13) İslâm âlimlerinin kaynak belirterek yaptığı bazı nakillerin yahudi ve hıristiyan kaynaklarında bulunmaması bunların şifahî olarak rivayet edildiği iddialarını gündeme getirmiştir. Bu görüşü benimseyenler, eserlerinde İsrâiliyat’a yer veren ilk müfessirlerin yöntemini incelerken İbn Haldûn’un o dönem yahudilerinin de Araplar gibi bedevî olduğuna dair görüşünü delil gösterirler (Hıdır, s. 3-4). İslâm kaynaklarındaki İsrâiliyat’ı kutsal kitaplarda mevcut bilgilerle karşılaştırdığını ve birçoğunun bu kaynaklarda yer almadığını gördüğünü söyleyen M. Reşîd Rızâ da (Tefsîrü’l-Menâr, IV, 268) İbn Haldûn’la aynı kanaattedir. Arap yarımadasının İskenderiye, Antakya, Şam, Bâbil gibi ilmî ve kültürel mirasın merkezleri olan bölgelere uzaklığı dikkate alınırsa bu görüşün bir ölçüde doğru olduğunu söylemek mümkündür.
İsrâiliyat hakkında kesin sonuçlara varabilmek için Ehl-i kitap literatürünün muhtelif mezhep ve ekolleriyle birlikte iyi bir şekilde incelenmesi gerekir; sadece İslâmî literatürün incelenmesiyle varılacak sonuçlar eksik ve yetersiz olacaktır. Derinlemesine bir araştırma yerine sadece temel kaynaklarla yetinilmesi halinde İslâmî literatürdeki bilgilerin Ehl-i kitap kaynaklarında bulunmadığı sonucuna varmak mümkündür. İsrâilî rivayetlerin daha iyi anlaşılmasının bir diğer yolu da çağdaş dönemde ortaya çıkan Kitâb-ı Mukaddes tenkitlerine dair çalışmaların incelenmesidir. İsrâiliyat’ın tarihî, filolojik ve metodolojik açıdan bilinmesi de İslâm kaynaklarındaki İsrâilî rivayetler hakkında daha doğru hüküm vermeye yardımcı olacaktır.
İslâmî kaynaklarda İsrâilî bilgilerin bulunduğunu ileri sürenlere göre bu bilgiler, güvenilirlikleri konusunda ittifak bulunmayan râviler tarafından ve büyük ölçüde tefsir, kısas-ı enbiyâ, tarih ve hadis kitapları yoluyla literatüre girmiştir. Bazı sahih hadis kitaplarında İsrâiliyat’ın bulunduğunu ileri sürenler (Taylor, XXXIII [1943], s. 191-202), İsrâilî mahiyetteki rivayetlerle Kitâb-ı Mukaddes’teki benzer ifadeleri karşılaştırarak bu sonuca ulaşmışlardır. Bu iddiaları kabul etmeyenler ise aynı bilgilerin Hz. Peygamber tarafından da verilebileceğini, bütün dinlerin kaynağı ilâhî vahiy olduğundan onun tahrife uğramamış kısmında böyle benzerliklerin bulunabileceğini söylemişlerdir.
İsrâiliyat hakkındaki tartışmalar, büyük oranda tâbiîn âlimlerinden Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih’in rivayetleri ve onların güvenilirliği üzerinde yoğunlaşmış, haklarında klasik İslâm kaynaklarında yazılanlar modern dönem eleştirilerinin temelini oluşturmuş (İbn Haldûn, II, 14), bu iki âlimden nakilde bulunan sahâbîlerin isimleri tartışma sırasında söz konusu edilmiştir. Sahâbenin tâbiînden rivayeti ve mevkuf rivayetler gündeme gelince büyüklerin küçüklerden veya sahâbenin tâbiînden rivayeti gibi meseleler de ele alınmıştır (Süyûtî, II, 388-389). Irâkī’nin tesbitine göre sahâbenin tâbiînden yirmi kadar rivayeti mevcut olup bunlardan ne kadarının İsrâiliyat’a dair olduğu bilinmemektedir. Fakat Süyûtî’nin bu konuya dair verdiği örneklerin hiçbiri İsrâilî rivayetlerden değildir (a.g.e., II, 389). Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih’in rivayetleri tefsir ve tarih kaynaklarında yer aldığı gibi hadis kitaplarında da nakledilmektedir.
Araştırmacılar, Kitâb-ı Mukaddes’in ilk defa Mağribli hıristiyanların bölge Araplar’ını hıristiyanlaştırmasına yardımcı olmak üzere 106 (724) yılında tercüme edildiğini söylüyorsa da (Hüsnî Yûsuf el-Etyar, s. 11, 63) bazı âyet ve hadisler delil gösterilerek Tevrat ve İncil’in en azından bir kısmının Hz. Peygamber’in bi‘seti yıllarında tercüme edildiği ileri sürülmüştür (a.g.e., s. 17-18, 20-22, 41 vd.). Ehl-i kitabın Tevrat’ı İbrânîce okuyup Arap dinleyicileri için Arapça’ya çevirdiğine (Buhârî, “İʿtiṣâm”, 25, “Tevḥîd”, 51, “Tefsîr”, 2/11), Hz. Ömer’in, elindeki Tevrat sayfasını Resûl-i Ekrem’e okumaya başlaması üzerine onun bundan hoşnut olmadığına dair rivayetler, Resûlullah’ın sağlığında bir kısım Tevrat metinlerinin en azından sözlü olarak tercüme edildiğini ortaya koymaktadır (Müsned, III, 387, 470, 471; IV, 261, 262). Sahâbe ve tâbiîn dönemindeki çeviriler hakkında daha çok tefsir ve tarih kitaplarında ipuçları bulunmakta olup müslümanların bu tercümeler yoluyla da İsrâiliyat’a ulaşmış olmaları mümkündür.
Klasik Dönem Âlimlerine Göre İsrâiliyat. İslâm âlimlerinin, İsrâiliyat’a dair bilgileri yalnız Kitâb-ı Mukaddes’in Suriyeli hıristiyanlarca Arapça’ya çevrilen nüshalarından almadıkları, onların Kitâb-ı Mukaddes yorumlarını ve sadece yahudi kültüründe bulunan bazı bilgileri de eserlerine aldıkları bilinmektedir. Birtakım İsrâilî bilgilerin ise eldeki yahudi kutsal kitabında ve yorumlarında, hatta bilinen sözlü yahudi kültüründe bulunmadığı ileri sürülmektedir. İslâm kaynaklarındaki bu tür bilgiler, mütekaddimîn devri âlimlerinin İsrâiliyat’tan etkilenmesini yansıttığı gibi geçmiş ümmetlerle ilgili İslâmî bakış açısını da gösterir. İlk dönemlerde İsrâiliyat’a karşı tavırlarını açıkça ortaya koyan İslâm âlimlerine göre İslâm’da diğer dinlere ait unsurların bulunması onun güvenilirliğine ve ilâhî kaynaklı oluşuna bir zarar vermez. Özellikle Kur’an’da yer alan tarihî hadiseleri, peygamber kıssalarını, Hz. Meryem ve Ashâb-ı Kehf’e dair olaylarla ilgili beyanları aydınlatmada İsrâilî bilgileri kullanmanın bir sakıncası yoktur. Bunun yanında İslâm âlimleri İsrâilî rivayetleri Kur’an ve Sünnet ışığında sahih, uydurma veya doğruluğu ve yanlışlığı incelenmeye değer bilgiler olarak üç grupta değerlendirmişler (İbn Kesîr, III, 5) ve kabul edilebilecek İsrâilî rivayetleri özellikle tarihe dair eserlerine almakta tereddüt göstermemişlerdir (meselâ bk. a.g.e., I, 37, 38, 86; II, 26, 51, 115). Âlimler, itikadî ve amelî konularla ilgisi olmayan bu tür bilgilere genellikle hakkında açıklama bulunmayan hususlarda başvurdukları, bunları bilinçli olarak kullandıkları ve büyük ölçüde kaynaklarını da belirttikleri için ilk yıllarda bu hususa pek az karşı çıkılmıştır. Tefsir ve tarih kitaplarında geçen, “Tevrat’ta okudum; Zebûr’da okudum; İsrâiliyat’tandır; Benî İsrâil haberlerindendir; İsrâiliyat’tan alınmıştır” gibi ifadeler bu yaklaşımın sonucudur. Ayrıca yahudi ve hıristiyan iken İslâm’ı seçenlerin varlığı da dikkate alındığında bu tür nakillerin intikali kaçınılmaz olup özellikle eski dinlerinde bilgin sayılan kimselerin inanç konuları dışında geçmişteki birikimlerini kullanmaları tabiidir.
İsrâiliyat’ın rivayet edilmesini câiz görmeyenler, yahudi ve hıristiyanların kutsal kitaplarını tahrif ettiklerini, bazı hususları gizleyip bazılarını değiştirdiklerini bildiren âyetleri (el-Bakara 2/78-79; en-Nisâ 4/46; el-Mâide 5/13; el-En‘âm 6/91; en-Neml 27/76; eş-Şûrâ 42/14) delil göstererek onların kitaplarına güvenilemeyeceğini ileri sürmüşler ve Ehl-i kitabın ne tasdik ne de tekzip edilmesi gerektiğine dair rivayetlerle (Müsned, V, 98; Buhârî, “İʿtiṣâm”, 25, “Tevḥîd”, 42) düşüncelerini desteklemişlerdir. Ayrıca hadisleri yazmanın yasaklanmasıyla Ehl-i kitap’tan nakilde bulunmak arasında bir ilişki bulunduğunu, buna izin verilmesinin özellikle ilk asırlarda bu kaynaklara dayalı kıssacılığı ve uydurmacılığı büyük ölçüde arttırdığını belirtmişlerdir.
İsrâiliyat’ın rivayet edilmesini câiz görenler de yine öncelikle Kur’an’dan delil aramışlar ve zaman zaman Ehl-i kitaba başvurarak bilgi edinmeyi tavsiye eden âyetleri (Âl-i İmrân 3/93; Yûnus 10/94; el-İsrâ 17/101 vb.), İsrâiloğulları’ndan rivayette bulunulmasında sakınca görmeyen bazı hadisleri ve bir kısım sahâbînin merak ettiği konuları Ehl-i kitaba sormalarını delil göstermişlerdir. Ancak ne ilk görüşü savunanların delilleri Ehl-i kitabın bütünüyle kitaplarını tahrif ettiklerini, ne de İsrâiliyat’ı rivayet etmeyi câiz görenlerin delilleri bütün konularda Ehl-i kitaba müracaat edilebileceğini ispatlayacak niteliktedir. Burada ölçü, İslâmiyet’in temel kaynaklarınca doğrulanan ve genel ilkelerine uygun düşen hususların alınması, buna aykırı rivayetlerin terkedilmesi, hakkında hüküm verilemeyen hususlarda ise tevakkuf edilmesi şeklinde belirlenmiştir. Fakat bazı âlimler, hakkında hüküm verilemeyen hususlarda da İsrâiliyat’a dair rivayetleri kullanmanın câiz olduğunu savunmakla beraber özellikle hakkında açıklık bulunmayan hususlarda kesin hüküm vermemek gerektiğine dikkat çekmişlerdir (İbn Abdülber, II, 41-42).
Hadis kaynaklarında yer alan İsrâiliyat’ın sened ve metin açısından cerh ve ta‘dîle tâbi tutulması halinde sahih olanlarının tesbit edilmesi mümkün olduğu gibi uydurma olanlarını ayırmak da mümkündür. İsrâiliyat’ı yer aldığı kaynaklar açısından farklı kategorilere ayırmak, tefsir, tarih ve menâkıb kitaplarındaki rivayetleri hadis kaynaklarındakilerden farklı şekilde değerlendirmek gerekir. Zira Kur’an’da yer alan geçmiş ümmetlere dair bilgileri veya tarihî olayları açıklarken bu tür rivayetleri kullanan âlimlerin daha esnek davrandığı görülmekte, tefsir ve tarih âlimleri arasında bu konuda bir ittifakın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Muhaddisler ise İsrâilî rivayetler konusunda daha duyarlı davranmış olup bunda sahâbe devrinden itibaren hadislerin kabulünde gösterilen aşırı titizlikle ilgili geleneğin ve onların İsrâiliyat’ı tesbitteki çabalarının etkisi büyüktür. Buna rağmen muhaddislerin İsrâilî rivayetleri eserlerine almalarının temelinde, “İsrâiloğulları’ndan rivayette bulunmanızda sakınca yoktur; ancak benden rivayette bulunduğunuz zaman yalandan sakınınız” (Müsned, II, 159, 202; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 50; Şâfiî, s. 397) meâlindeki hadisin yanı sıra İslâm’ın akîdevî, hukukî ve ahlâkî konularda Yahudilik’ten çok daha mükemmel bir sistem getirdiği şeklindeki kanaate dayalı öz güvenin de rolü vardır. Öte yandan muhaddislerin kitaplarına aldıkları İsrâilî rivayetlerde diğer rivayetlere uyguladıkları tenkit yöntemlerini benimsedikleri bilinmektedir. Ayrıca İsrâilî rivayetler İslâmiyet’i yalanlamaktan ziyade onu destekleyen şahitler olarak görülmüş, bunların dine zarar vereceği düşünülmemiştir.
Çağdaş Araştırmacılara Göre İsrâiliyat. Klasik İslâm kaynakları İsrâiliyat problemine özel ilgi göstermemiş, bu tür rivayetlere sadece ihtiyaç halinde yer vermiştir. Fakat bir taraftan Avrupa’da aydınlanma hareketinden itibaren metafizik konuların eleştirel ve bir anlamda pozitivist bir yaklaşımla ele alınmaya başlanması, diğer taraftan şarkiyatçıların İsrâiliyat yoluyla İslâm’a tenkitler yöneltmesi üzerine müslüman âlimleri temel kaynakları yeniden gözden geçirmeye başlamış ve ilk olarak İsrâilî bilgileri yoğun biçimde ihtiva eden vaaz ve irşad kitaplarını ele alıp eleştiriye tâbi tutmuşlardır. İsrâiliyat konusunu geniş bir şekilde inceleyen Reşîd Rızâ, İsrâilî rivayetleri tefsirine almaktan kaçınmış, eski âlimlerin geçmiş ümmetlere ait kaynaklara ulaşamadıklarını, Kitâb-ı Mukaddes’i yeterince incelemediklerini, dolayısıyla bu tür rivayetleri iyi tanıyamadıklarını ileri sürmüş, günümüzde ise kaynaklara daha kolayca ulaşılabildiğinden bu hususların daha isabetli şekilde değerlendirilebileceğini söylemiştir (el-Menâr, XXVII/7-8 [1345], s. 614). Bu kaynaklardaki İsrâiliyat’ı büyük ölçüde Kâ‘b el-Ahbâr ile Vehb b. Münebbih’in rivayetlerine bağlayan Ebû Reyye de Reşîd Rızâ gibi bunlardan gelen rivayetlerin kesinlikle kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Eḍvâʾ ʿale’s-sünneti’l-Muḥammediyye, s. 172-173). Öte yandan İsrâiliyat rivayetleriyle ilgili eleştiriler bazı sahâbîleri de kapsamış, Ehl-i kitap’tan iken sonradan müslüman olan tâbiîlerden rivayette bulundukları ve gaflet içinde oldukları iddia edilen Ebû Hüreyre, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Selâm ve Temîm ed-Dârî tenkide tâbi tutulmuştur. Ancak bu kişilerin sahâbîlerin ileri gelenlerinden olmaları, Hz. Peygamber’in yanında uzun süre kalmış bulunmaları ve rivayetlerinin dinin özünü ilgilendirmeyişi ileri sürülerek sözü edilen eleştirilere karşılık verilmiştir. Etbâu’t-tâbiîn neslinden olup İsrâiliyat’a dair rivayetleri dolayısıyla eleştirilen Muhammed b. Sâib el-Kelbî, İbn Cüreyc, Mukātil b. Süleyman gibi âlimlerin büyük çoğunluğu ise hadis münekkitlerince güvenilir kabul edilmiştir.
Batılı araştırmacılar, İslâmî literatürün hemen her alanında İsrâilî bilgilerin mevcut olduğu kanaatindedir. Onların konuyla ilgili tartışmaları, İslâm’ın Yahudilik veya Hıristiyanlık’tan esinlenilerek meydana getirilen bir din olduğu tezine dayanmaktadır. Bu araştırmacılara göre müslüman âlimler arasında İsrâiliyat hakkındaki tutum zaman içinde farklılık göstermiştir. İslâm’ın ilk asırlarında İsrâiliyat’a karşı istekli ya da tarafsız bir yaklaşım ortaya konurken daha sonra çekingen davranılmaya ve bu tür rivayetlerin uydurma ve değersiz olduğu görüşü dile getirilmeye başlanmıştır. İlk zamanlarda tefsir konularına dair rivayetlere pek iltifat edilmemesi, çağdaş dönemde de modern yaklaşımların etkisiyle geleneksel mirasın tenkidi bağlamında İsrâiliyat’ın eleştirilmesi dikkate alınırsa bu yaklaşımın bir ölçüde doğru olduğunu söylemek mümkündür.
İsrâilî rivayetlerde büyük ölçüde yanlış bilgilerin ve tahrifatın bulunması, bunların Hz. Peygamber’e veya sahâbîlere nisbet edilmesi şüphe yok ki dinî açıdan sakıncalar doğurmuştur. Bu tür rivayetler, inancı etkileyerek Allah’a yaratılmışlık özelliği taşıyan sıfatların nisbet edilmesine sebebiyet vermiş, teşbih ve tecsîme gidilmesine yol açmış, peygamberlerin ismetini zedeleyecek fikirler ortaya koymuş, âhiret hayatıyla ilgili olarak naslarla bağdaşmayan açıklamalar getirmiş, dinin bid‘at ve hurafelerle dolu olduğu intibaını uyandırmıştır.
İsrâiliyat türü rivayetlere yer verilmesini câiz görenlerin temel dayanağı, İslâm’ın Hz. Âdem’den beri gelen tevhid çizgisinin son halkası olması sebebiyle temel esaslarla bazı hükümlerin önceki kitaplardaki beyanlarla uyum içinde bulunabileceği düşüncesidir. Özellikle üç semavî dinin İbrâhimî gelenek demek olan Hanîfliği ortak kabul etmesi tevhid çizgisinin sürekliliği görüşünün sonucudur. Ayrıca bu dinlerin kitâbî bilginin yanı sıra şifahî geleneğe de büyük önem vermesinin ve temel ilkelerin değişmeden devam etmesinin bu anlayışı desteklediği kabul edilmektedir. Öte yandan, İsrâiloğulları’nın veya diğer din mensuplarının başlarından geçen olayların hikâye edilmesinin ibret almaya vesile olacağı düşünülmüştür. Kur’ân-ı Kerîm de farklı insan gruplarını eğitmek ve dinin çeşitli konulardaki mesajını anlatmak amacıyla bu yöntemi sıkça kullanmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki İslâm âlimleri içinde özellikle muhaddisler, rivayetleri sened ve metin açısından tetkike tâbi tutarak nakletme ilkelerini bu tür rivayetlere de uygulamışlardır. Bu bağlamda muhaddisler kendilerine ulaşan rivayetleri, değişik yollardan edindikleri diğer bilgilerle uyum arzedip etmemesi ve bu rivayetlerin İslâm’ın açık delilleriyle çelişip çelişmemesi gibi yollarla da kontrol etmişlerdir.
Literatür. Büyük kısmı modernleşme dönemine ait olmak üzere İsrâiliyat hususunda pek çok çalışma yapılmıştır. Bu konudaki ilk eserin, Vehb b. Münebbih’e nisbet edilen ve yaratılıştan İslâm’a kadar geçen süreçteki tarihî olayları konu alan Kitâbü’l-İsrâʾîliyyât’ı (Kitâbü’l-Mübtedeʾ, Mübtedeʾü’l-ḫalḳ, Ḳıṣaṣü’l-enbiyâʾ) olduğu ileri sürülmüştür (Sehâvî, s. 88; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1328, 1390; EI
2 [İng.], IV, 212). Ayrıca ilk dönemlerde kaleme alınan tarih kitaplarında bu isim geçmese de aynı bilgilere yer verilmiştir. İslâm literatürüne İsrâiliyat’ın girmesi problemini ayrıntılı biçimde ele alan en önemli çalışma, Hüsnî Yûsuf el-Etyar’ın el-Bidâyâtü’l-ûlâ li’l-İsrâʾîliyyât adlı eseridir (Kahire 1412/1991). Şarkiyatçıların konuya dair ilk çalışmaları ise Abraham Geiger’in Judaism and Islam’ı (New York 1970), Erwin Isak Jakub Rosenthal’in Judaism and Islam’ı (London-New York 1961), Charles C. Torrey’in Jewish Foundation of Islam’ı (New York 1967) gibi öncelikle İslâm’ın Yahudilik’ten etkilendiği düşüncesini yansıtan başlıklar taşımaktadır. Kavram olarak konuyu ele alan önemli bir çalışma da Roberto Tottoli’nin “Origin and Use of the Term Isrâîliyyât in Muslim Literature” adlı makalesidir (Arabica, XLVI/2 [1999], s. 193-210).
Tefsir kitapları İsrâiliyat’ın bol miktarda rivayet edildiği kaynaklar olduğundan bu alandaki tartışmalar büyük ölçüde tefsir sahasında yapılmıştır. Remzî Muhammed Kemâl Na‘nâa’nın el-İsrâʾîliyyât ve es̱eruhâ fî kütübi’t-tefsîr (Dımaşk 1390/1970), Abdullah Aydemir’in Tefsirde İsrâiliyyât (Ankara 1979), Muhammed Ebû Şehbe’nin el-İsrâʾîliyyât ve’l-mevżûʿât fî kütübi’t-tefsîr (4. baskı, Kahire 1408/1988), Muhammed Hüseyin ez-Zehebî’nin el-İsrâʾîliyyât fi’t-tefsîr ve’l-ḥadîs̱ (3. baskı, Kahire 1986) ve Roland Meynet’in de aralarında bulunduğu bir grup Batılı araştırmacının Kitâb-ı Mukaddes metinleriyle Kur’an ve Sünnet metinlerini mukayese ettiği Ṭarîḳatü’t-taḥlîli’l-belâġī ve’t-tefsîr: Taḥlîlât nuṣûṣ mine’l-Kitâbi’l-muḳaddes ve mine’l-ḥadîs̱i’n-nebeviyyi’ş-şerîf (Beyrut 1993) adlı eserleri bu çalışmaların en önemlilerindendir. Bunlar İsrâiliyat’ı, İslâmî kaynaklara giriş yollarını ve İsrâilî bilgileri rivayet eden meşhur şahsiyetleri ele almaktadır. Ayrıca konuya tefsir ilmi çerçevesinde yaklaşan, gerek müsteşrikler gerekse müslüman araştırmacılar tarafından gerçekleştirilmiş pek çok çalışma bulunmaktadır. W. Montgomery Watt’ın “Islamic Attitude to Cultural Borrowing” (The Scottish Journal of Religious Studies, VII [1986], s. 141-149) ve “The Early Development of the Muslim Attitude to the Bible” (Guost, XVI [1955-1956], s. 50-62), İzziyye Ali Tâhâ’nın “et-Tes̱ebbüt fî ḳabûli’l-aḫbâr ve rivâyetühâ fî risâlâti’s-semâʾ” (Mecelletü’ş-Şerîʿa ve’d-dirâsâtü’l-İslâmiyye, VI/15 [1410/1989], s. 81-155) başlıklı makaleleri bunlar arasında sayılabilir.
Tefsirlerden sonra İsrâilî rivayetlerin en çok yer aldığı eserler tarih ve tabakat kitaplarıdır. Bu çerçevede Ya‘kūbî, Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, Bîrûnî, İbn Hazm, Şemseddin es-Sehâvî gibi tarihçiler eserlerinde İsrâiloğulları başta olmak üzere geçmiş ümmetler ve dinleri hakkında geniş bilgilere yer vermiştir. Bunların yanında dinler tarihine dair kaynaklarda da İsrâiliyat sıkça zikredilmiştir.
İsrâiliyat konusunu hadis-fıkıh çerçevesinde ele alan klasik dönem telifleri arasında Bikāî’nin el-Aḳvâlü’l-ḳadîme fî ḥükmi’n-naḳl mine’l-kütübi’l-ḳadîme adlı eseri bulunmaktadır (MMMA [Kahire], XXVI/2 [1401/1980], s. 37-96). İbn Kuteybe Kitâbü’l-Maʿârif (nşr. Servet Ukkâşe, Kahire 1960) ve Teʾvîlü muḫtelifi’l-ḥadîs̱’inde (Beyrut 1408/1988), İbn Kesîr ise tefsir ve tarihinde konuya dair rivayetleri aktardığı gibi teorik bilgiler de vermiş, bu rivayetler hemen her hadis kaynağında yer almış, klasik eserlerde de Ehl-i kitap’tan rivayette bulunma konusunda müstakil bölümler açılmıştır. Modern dönemde aynı meseleyi ele alan müstakil çalışmalar arasında Abdurrahman b. Abdullah Dervîş’e ait eş-Şerâʾiʿu’s-sâbıḳa ve medâ ḥucciyyetühâ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye (baskı yeri ve yayıncı yok, 1410) adlı eseri yanında Muhammed Hamîdullah’ın “İslâm Hukukunun Kaynakları Açısından Kitâb-ı Mukaddes” adlı makalesini (trc. İbrahim Canan, İİFD, sy. 3 [1979], s. 379-410) zikretmek mümkündür.
Başta yahudi kültürü olmak üzere İsrâiliyat’ın hadis literatürüne girdiği tezini ciddi olarak ele alan çalışmalar Batı’da XIX. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanmış ve ortaya konan eserlerde ön yargılı bir tutum sergilenmiştir. Bu alanda ilk çalışmalar, İslâm’ın Yahudilik’ten tevarüs edildiği tezini ileri süren Abraham Geiger’in talebesi Ignaz Goldziher tarafından gerçekleştirilmiştir (“Ueber Bibelcitate in Muhammedanischen Schriften” ve “Ueber Judische Sitten und Hebrauche aus Muhammedanischen Schriften”, Gesammelte Schriften [nşr. Joseph de Somogyi], III, Hildesheim 1973, s. 77-101). W. R. Taylor’un “Al-Bukhârî and the Aggada” (MW, XXX/3 [1943], s. 191-202), Samuel Rosenblatt’ın Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, İzzeddin İbnü’l-Esîr, İbn Sa‘d ve Buhârî’deki bazı hadisleri Talmud, Mişna ve Kitâb-ı Mukaddes’teki benzerleriyle mukayese ettiği “Rabbinic Legends in Hadith” (MW, XXXV/3 [1945], s. 237-252) ve Samuel M. Zwemer’in “The So-Called Hadith Qudsî” (MW, XII [1922], s. 263-275) adlı makaleleri de Geiger’in iddiasını ispatlamaya yönelik çalışmalardır. Meseleyi aynı çerçevede ele alan yakın dönem çalışmaları arasında özellikle M. J. Kister’in “Haddisû an Banî Isrâîla valâ haraja” (IOS, II [1972], s. 215-239) ve “Do not Assimilate Yourselves ... Lâ tashabbahû ...” (Jerusalem Studies in Arabic and Islam, XII [1989], s. 321-353) başlıklı makaleleriyle bu konuya dair literatüre de yer veren H. Schwarzbaum’un “Biblical Legends in Hadith Literature” (Biblical and Extra-Biblical Legends in Islamic Folk-Literature, Waldorf-Hessen 1982) adlı yazısı önemlidir. İsrâiliyat meselesini hadis ilmi açısından inceleyen müstakil çalışmalar ise çok az olup yüksek lisans tezi olarak Muhammed eş-Şekârî tarafından hazırlanan el-Yehûd fi’s-sünneti’l-muṭahhara adlı eser (I-II, Riyad 1417/1996) daha çok Yahudiliğe bakışı ortaya koymaktadır. Özcan Hıdır’ın hazırladığı İsrâiliyat Hadis İlişkisi: Hadis Yahudi Kültürü Tartışmaları adlı doktora tezinde ise (2000, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) mesele genellikle şarkiyatçıların bakışına ağırlık verilerek ele alınmıştır. Bu çalışmada İsrâiliyat, Arap yarımadasında yahudi kültürü, İsrâilî bilgileri rivayete dair deliller, bu konudaki rivayetleriyle tanınan sahâbe, tâbiîn, tebeu’t-tâbiînden şahsiyetler ve belli başlı konulardaki İsrâilî rivayetler, hadis tarihi ve metodolojisi açısından iki kültür arasındaki benzerliklere dair ayrıntılı bilgi verilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA Müsned, II, 159, 202; III, 39, 46, 387, 470, 471; IV, 261, 262; V, 98; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 50, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 15, “İʿtiṣâm”, 25, “Şehâdât”, 29, “Tevḥîd”, 42, 51, “Tefsîr”, 2/11; Müslim, “Zühd”, 61-62, 72; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 5; Ebû Dâvûd, “ʿİlim”, 11; Tirmizî, “ʿİlim”, 13;
Şâfiî, er-Risâle, s. 397; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), VI, 111; Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb, II, 216; İbn Abdülber, Câmiʿu beyâni’l-ʿilm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 41-43; Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XIX, 259; Zehebî, Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, I, 45, 88; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 37, 38, 86; II, 26, 51, 115; III, 5; İbn Haldûn, el-ʿİber, II, 14; İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, VIII, 438-440; XI, 166-168; Bikāî, el-Aḳvâlü’l-ḳadîme fî ḥükmi’n-naḳl mine’l-kütübi’l-ḳadîme (nşr. Muhammed Mürsî el-Hûlî, MMMA [Kahire], XXVI/2 [1401/1980] içinde), s. 37-96; Tecrid Tercemesi, I, 97-98; Sehâvî, el-İʿlân bi’t-tevbîḫ, s. 88; Süyûtî,
Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1399/1979, II, 388-389; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1328, 1390; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, I, 18; IV, 268; X, 328; XI, 44; a.mlf., “el-İntiḳād ʿale’l-Menâr”, el-Menâr, XXVII/7-8, Kahire 1345/1926, s. 539-547, 610-619; A. Guillaume, “The Influence of Judaism on Islam”, The Legacy of Israel (ed. E. R. Bewan – C. Singer), Oxford 1928, s. 129-171; Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, Kahire, ts., s. 161; N. Abbott, Studies in Arabic Literary Papyri, Chicago 1967, II, 36, 202; Mahmûd Ebû Reyye, Eḍvâʾ ʿale’s-sünneti’l-Muḥammediyye, Kahire, ts., s. 154, 172-173; G. H. A. Juynboll, The Authenticity of the Tradition Literature: Discussions in Modern Egypt, Leiden 1969, s. 121-138; I. Goldziher, “Proben muhammedanischer polemik gegen den Talmud”, Gesammelte Schriften (ed. J. de Somogyi), Hildesheim 1967, I, 228-243; a.mlf., “İsrâiliyyât”, Revue des études juives, XLIV, Leuven 1902, s. 63-65; Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979, s. 6-42; Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî, el-Envârü’l-kâşife, Beyrut 1403/1983, s. 96 vd., 111-114; B. Lewis, The Jewish of Islam, Princeton 1984, s. 70; M. Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-müfessirûn, Kahire 1405/1985, I, 166; a.mlf., el-İsrâʾîliyyât fi’t-tefsîr ve’l-ḥadîs̱, Dımaşk 1405/1985, s. 55-116; Hüsnî Yûsuf el-Etyar, el-Bidâyâtü’l-ûlâ li’l-İsrâʾîliyyât, Kahire 1412/1991, s. 11-39, 41 vd., 63; Steven M. Wasserstrom, “Jewish Pseudepigrapha in Muslim Literature: A Bibliyographical and Methodological Sketch”, Tracing the Threads: Studies in the Vitality of Jewish Pseudepigrapha (ed. J. C. Reeves), Atlanta 1994, s. 87-114, 172; C. Adang, Muslim Writers on Judaism and the Hebrew Bible, Leiden 1996, s. 8-10; İbrahim Hatiboğlu, İslâm’da Yenilenme Düşüncesi Açısından Modernistlerin Sünnet Anlayışı (doktora tezi, 1996), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 189-200; Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), İstanbul 1997, s. 167; R. N. Nettler, Early Islam Modern Islam and Judaism: The Israiliyyāt in Modern Islamic Thought, Amsterdam 1998, s. 1-14; Özcan Hıdır, İsrâiliyyât Hadis İlişkisi: Hadis Yahudi Kültürü Tartışmaları (doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 2-25, 48; Cl. Huart, “Vahb ben Monabbih et le tradition judéochrétien au Yemen”, JA, X/4 (1904), s. 331-350; Abdülmesîh Makdisî, “Naḳlü’l-kütübi’l-muḳaddese ile’l-ʿArabiyye ḳable’l-İslâm”,
el-Meşriḳ, XXXI, Beyrut 1933, s. 1-11; W. R. Taylor, “al-Bukhārī and the Aggada”, MW, XXXIII (1943), s. 191-202; S. Rosenblatt, “Rabbinic Legends in Hadith”, a.e., XXXV (1945), s. 237-252; M. Tayyib Okiç, “Hadiste Tercüman”, AÜİFD, XIV (1966), s. 27-52; M. J. Kister, “Ḥaddithû ‘an Banî Isrâ’îla wa-lâ Ḥaraja”, IOS, II (1972), s. 215-239; Muhammed Hamîdullah, “İslâmî İlimlerde İsrâiliyyât Yâhut Gayr-i İslâmî Menşeli Rivâyetler” (trc. İbrahim Canan), İİFD, sy. 2 (1977), s. 295-319; a.mlf., “İslâm Hukukunun Kaynakları Açısından Kitâb-ı Mukaddes”, a.e., sy. 3 (1979), s. 379-410; İzziyye Ali Tâhâ, “et-Teşebbüt fî ḳabûli’l-aḫbâr ve rivâyetühâ fî risâlâti’s-semâʾ”, Mecelletü’ş-Şerîʿa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, VII/15, Küveyt 1410/1989, s. 81-155; Ziyâd Halîl M. ed-Değâmin, “Mevḳıfü’l-vaḥy mine’t-teʿâmül maʿa’t-türâs̱i’d-dîniyyi’l-Yehûdî”, a.e., XIV/39 (1420/1999), s. 81-128; A. J. Wensinck, “İsrâil”, İA, V/2, s. 1128; G. Wajda, “Isrāʾīliyyāt”, EI
2 (İng.), IV, 211-212; Tahsin Görgün, “Goldziher, Ignaz”, DİA, XIV, 105-111; Ferâmerz Hâc Menûçihrî, “İsrâʾîliyyât”, DMBİ, VIII, 290-296.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul'da basılan 23. cildinde, 195-199 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.