https://islamansiklopedisi.org.tr/mucessime
Sözlükte “gövdesi büyük olmak” anlamındaki cesâme kökünden isim olan cism “insan, hayvan vb.nin maddî varlığını oluşturan şey, ceset, beden” demektir. Aynı kökten türeyen tecsîm “bir şeyi cisim olarak düşünmek, onun üç boyutlu olduğunu kabul etmek” mânasına gelir (Lisânü’l-ʿArab, “csm”, “csd” md.leri; Kāmus Tercümesi, IV, 218). Buna göre mücessime tecsîm görüşünü benimseyen grup veya kişileri ifade eder.
Allah’ın sadece zihinde değil gerçekte de mevcut olduğunu belirtmek ve insan aklının soyut bir varlığı tasavvurdaki aczi karşısında zihinde bir fikir uyandırmak üzere Allah’a istivâ (arş üzerinde karar kılma), nüzûl (yukarıdan aşağıya inme) gibi fiillerle yed, vech, ayn (el, yüz, göz) gibi organlar nisbet eden naslar sebebiyle ilk dönemlerden itibaren ulûhiyyet konusunda çeşitli anlayışlar ortaya çıkmıştır. İlâhî sıfatları, inkâra götürecek şekilde te’vile tâbi tutan Muattıla’ya karşılık O’na cismanî nitelikler izâfe eden Mücessime de aşırı bir grup olarak zuhur etmiştir. Bu anlayışın doğmasının sebepleri arasında nasları hakikat-mecaz ayırımına gitmeksizin zâhirine göre yorumlama, koyu bir antropomorfik anlayışa dayalı ulûhiyyet fikrine sahip bulunan Yahudiliğin tesirinde kalma ve Kur’an’ın tevhid ilkesini aklî bakımdan yeterince temellendirememe şeklinde üç ana faktörden söz etmek mümkündür (M. Ramazan Abdullah, s. 511-512).
Müstakil bir fırkayı belirtmekten ziyade çeşitli gruplar içinde tecsîme dayalı anlayışları kabul edenleri niteleyen mücessime, bazı kelâm ve mezhepler tarihi kaynaklarında “müşebbihe” terimiyle eş anlamlı gibi kullanılmıştır. Meselâ Mâtürîdî, Allah’ı cisim olarak ananlardan söz ederken mücessime yerine müşebbihe demeyi tercih etmiş (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 159, 187), aynı şekilde Âmidî tecsîmle ilgili gördüğü bütün şahıs ve grupları “Müşebbihe” başlığı altında incelemiştir (Ebkârü’l-efkâr, III, 92-94). Abdülkāhir el-Bağdâdî, itikadî konuları şahsî telakkilerine göre yorumlayan fırkalar (ehl-i ehvâ) arasında saydığı Mücessime’yi (el-Farḳ, s. 361) aynı başlık altında incelemiş (a.g.e., s. 225), Şehristânî de benzer bir yol takip etmiştir (el-Milel, I, 5, 92-99). Buna karşılık Eş‘arî tecsîm telakkisini benimseyenleri “Mücessime” başlığı altında ele almıştır (Maḳālâtü’l-İslâmiyyîn, I, 281 vd.). Esasen Allah’a bazı cismanî özellikler nisbet etmekle O’nu yaratılmışlara benzetmek arasında mantıkî bir irtibat bulunmakla birlikte müşebbihe teriminin daha kapsamlı olduğunu belirtmek gerekir. Mücessime’nin en belirgin özelliği Allah’ın cismanî niteliklere sahip olduğunu söylemesi veya O’na en, boy ve derinlik gibi cismanî vasıflar izâfe etmesidir.
Kaynaklarda tecsîm anlayışının genellikle Şîa’dan çıktığı belirtilmektedir. Son dönemlerde yapılan araştırmalarda tecsîme dayalı fikirleri ilkin ortaya atan kişinin Abdullah b. Sebe olduğu ileri sürülmüştür. Abdullah b. Sebe, Hz. Ali’nin ilâhlığını iddia ederken dolaylı biçimde Allah’a cismaniyet nisbet etmiştir (Bağdâdî, s. 225). Mücessime’nin Şîa’dan çıkan en önemli temsilcisi Hişâm b. Hakem’dir. Cisim terimini var olan her şey için kullanan Hişâm Allah’ı da genişliği, derinliği ve uzunluğu bulunan bir cisim şeklinde düşünmüştür. Ona göre Allah rengi, kokusu ve dokunma özellikleri bulunan bir varlık olup hareket eder, durur, oturur ve kalkar. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Hişâm’ın Ebûkubeys dağının Allah’tan daha büyük olduğunu söylediğini belirtir. İbnü’r-Râvendî de Allah’ın bazı yönleriyle yarattığı cisimlere benzediğini iddia etmiştir (Eş‘arî, I, 281). Şiî kökenli Hişâm b. Sâlim el-Cevâlîkī, Allah’ın insan şeklinde sonlu ve sınırlı bir nur mahiyeti taşıdığını, insan gibi beş duyuya ve organlara sahip bulunduğunu ileri sürmüş, daha başka antropomorfik tasvirler de yapmıştır (a.g.e., I, 283; Bağdâdî, s. 227-228). Mezhepler tarihi kaynaklarında değişik tecsîm anlayışlarını benimseyen birçok aşırı Şiî fırkadan söz edilmiştir. Bunların içinde Allah’ı nurdan bir insan sûretinde tasvir edip yüzü dışında bütün organlarının zeval bulacağını söyleyen Beyâniyye’yi, yüzünün harflere benzediğini iddia eden Mugīriyye’yi, kendisinin rabbine benzediğini ve rabbin eliyle başını meshettiğini iddia eden Ebû Mansûr el-İclî’ye nisbet edilen Mansûriyye’yi, ayrıca hulûl anlayışını benimseyen fırkaları zikretmek gerekir (Bağdâdî, s. 226; İsferâyînî, s. 119-120).
Tecsîmi çağrıştıran görüşleri kabul eden kimselerin Haşviyye arasından çıktığı da belirtilmektedir. Dönemlere ve bölgelere göre farklılık arzettiği için Haşviyye telakkisinin sınırlarını belirlemek güçtür. Ancak bunların dinî konularda akıl yürütmeyi reddedip nasların zâhirine bağlı kaldıkları, bu sebeple haberî sıfatları olduğu gibi benimserken tecsîm ve teşbihe saptıkları kabul edilmektedir. Bir kısmı ehl-i hadîs içinden çıkan ve Mücessime temsilcileri olarak da sayılan bu gruba mensup Mudar b. Muhammed el-Kûfî, Kehmes b. Hasan el-Basrî, Ahmed b. Atâ el-Hüceymî, Allah ile karşılaşıp tokalaşmanın mümkün olduğunu, ileri derecede ihlâs ve riyâzet sayesinde müslümanların dünyada ve âhirette O’nunla kucaklaşabileceklerini iddia etmişlerdir (Şehristânî, I, 93). Mezhebî kimliğiyle ilgili farklı rivayetler bulunan Mukātil b. Süleyman da makālât kitaplarında Mücessime mensubu diye tanıtılır. Mukātil, arşı maddî bir mekân olarak tanımlayıp Allah’ın onun üzerine oturduğunu söylemiş, Allah’ı eti ve kanı olan bir cisim biçiminde tasvir etmiştir (Süheyr M. Muhtâr, s. 124-125). Mücessime içinde değerlendirilen önemli bir şahsiyet de Muhammed b. Kerrâm ve ona nisbetle anılan Kerrâmiyye fırkasıdır. İbn Kerrâm zatıyla kāim olan her şeyin cisim diye bilindiğini, bu mânada Allah için de cisim denilebileceğini söylemiştir. Fakat bu anlayışın sadece terminoloji açısından yanlış olduğunu söylemek gerekir. Muhammed b. Kerrâm, ilgili âyeti (Tâhâ 20/5) yorumlarken Allah’ın arşa temas ettiğini ve arşın O’nun mekânı olduğunu, Allah için hareket etme, halden hale geçme (tahavvül) ve inişin (nüzûl) imkân dahilinde bulunduğunu iddia etmiştir. Şehristânî’nin kaydettiğine göre Kerrâmiyye fırkalarının çoğu Allah için cisim ifadesini kullanmış, ancak O’nun sonlu olup olmadığı konusunda aralarında ihtilâf çıkmıştır (el-Milel, I, 100-101).
Kelâm âlimleri, haberî sıfatları naslardaki ulûhiyyet anlayışı çerçevesinde ve dil kurallarına uygun biçimde te’vile tâbi tutmuş, Allah’a doğrudan cisim isnadında bulunan yahut haberî sıfatları zâhirî haliyle benimseyip sonuçta tecsîme düşen grupları eleştirmiştir. Allah cisim olmadığı gibi cismanî özellikler de taşımaz. Çünkü cisim birleşik olup mekânda yer tutar. Varlığı için cüzlerin ve parçaların bir araya gelmesine muhtaç olmak, varlığını sürdürmek için mekânda veya boşlukta yer tutmak gibi yaratılmışlık özelliklerini kâinatın yaratıcısına nisbet etmek ulûhiyyet anlayışıyla bağdaşmaz.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “csm”, “csd” md.leri.
Kāmus Tercümesi, IV, 218.
Eş‘arî, Maḳālâtü’l-İslâmiyyîn (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1411/1990, I, 281-297.
Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd (nşr. Bekir Topaloğlu – Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 159, 187.
Bağdâdî, el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 225-230, 361.
İsferâyînî, et-Tebṣîr (Hût), s. 119-121.
İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, eş-Şâmil (nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr v.dğr.), İskenderiye 1969, s. 287-299, 425-427.
Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Tebṣıratü’l-edille (nşr. Hüseyin Atay), Ankara 1993, I, 158-159.
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 5, 92-101.
Âmidî, Ebkârü’l-efkâr (nşr. Ahmed Muhammed el-Mehdî), Kahire 1422/2002, III, 93-97.
Takıyyüddin İbn Teymiyye, Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1406/1986, I, 238-243.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerḥu’l-Mevâḳıf (nşr. M. Bedreddin en-Na‘sânî), Kahire 1325/1907 → Kum 1991, VIII, 25-26.
Süheyr M. Muhtâr, et-Tecsîm ʿinde’l-müslimîn: Meẕhebü’l-Kerrâmiyye, Kahire 1971, s. 121-133.
Ali Sâmî en-Neşşâr, Neşʾetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, II, 168-172.
M. Ramazan Abdullah, el-Bâḳıllânî ve ârâʾühü’l-kelâmiyye, Bağdad 1986, s. 510-522.
Semîh Dügaym, Mevsûʿatü muṣṭalaḥâti ʿilmi’l-kelâmi’l-İslâmî, Beyrut 1998, I, 311-312, 419-423.
J. M. S. Baljon, “Qur’anic Antropomorphisms”, IS, XXVII/2 (1988), s. 119-127.
R. Strothmann, “Teşbîh”, İA, XII/1, s. 193-196.
Mustafa Öz, “Hişâm b. Hakem”, DİA, XVIII, 154.
Sönmez Kutlu, “Kerrâmiyye”, a.e., XXV, 294.