- 1/2Müellif: SALİME LEYLA GÜRKANBölüme GitSözlükte “bakmak, görmek; düşünmek” anlamındaki nazar kelimesi Türkçe’de “beğenilen bir şeye kıskançlıkla bakmak ve zarar verecek şekilde onu etkileme...
- 2/2Müellif: İLYAS ÇELEBİBölüme GitCâhiliye Arapları’nın hayatında nazarın büyük öneminin bulunduğu bilinmektedir. Onların telakkisine göre bakışlar çoğunlukla kötü etkiler doğurur. Baz...
https://islamansiklopedisi.org.tr/nazar--goz-degmesi#1
Sözlükte “bakmak, görmek; düşünmek” anlamındaki nazar kelimesi Türkçe’de “beğenilen bir şeye kıskançlıkla bakmak ve zarar verecek şekilde onu etkilemek” mânasında nazar etmek (göz değmek), Arapça’da ise nazra (isâbetü’l-ayn) şeklinde kullanılır. Nazar kavramı, daha çok kıskançlık duygusunun eşlik ettiği zarar verici etkiye sahip göz ve bakışla ilişkilendirilse de herhangi bir canlı yahut objeye yönelik hayranlık ve övgü sözleri de etkisi açısından nazar kapsamında görülmüştür.
Eski Sumer, Bâbil, Mısır, Grek ve Roma kültürlerinin yanı sıra Sâmî, Pers, Hint ve çeşitli Avrupa kavimlerini kapsayan geniş bir coğrafya üzerinde hem geçmişte hem günümüzde yer alan bu inanışın başlangıcı tam olarak bilinmemekle beraber milâttan önce 4000 yılına kadar gittiği kabul edilir. Ortadoğu, Akdeniz ve Hint-Avrupa bölgelerindeki yaygınlığına rağmen nazar inancının Uzakdoğu, Güney Afrika, Avustralya ve Amerika’nın yerli toplumlarınca bilinmediği ve buralara girişinin geç tarihlerde Avrupa kanalıyla gerçekleştiği ileri sürülmüştür. Bu konuda en kapsamlı çalışmayı yapmış olan Alan Dundes, coğrafî açılımından hareketle nazarın Mezopotamya kökenli bir inanış olduğuna ve su-hayat, kuraklık-ölüm ilişkisi çerçevesine giren bir telakkiye dayandığına işaret eder. Buna göre nazarın en açık etkisi hayat kaynağı olan sıvıyı yok etmek, bedeni veya ruhu kurutmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Meselâ nazara uğrayan bir annenin veya dişi hayvanın sütünün kesilmesi, çocukların hastalanıp ölmesi, ekinlerin ve ağaçların kuruması bu inanca bağlanmıştır. Sıvının koruyucu etkisine yönelik inanç, nazara karşı uygulanan tükürme fiilinin yanı sıra su veya yağla yapılan vaftiz ve mesh işlemlerinde de görülmektedir (Dundes, s. 259, 266-267, 273-277).
Su-hayat metaforuna paralel biçimde nazarın işleyişinde etkili olan diğer bir unsur da ondan daha evrensel karaktere sahip bulunan kıskançlık duygusu ve buna yönelik korkudur. Zihnin ve ruhun dünyaya açılan penceresi olarak görülen gözün salt kötü etkiye sahip bulunduğu şeklindeki kadim inanıştan hareketle söz konusu eski toplumlarda kıskançlığın zarar verici etkisinin göz vasıtasıyla gerçekleştiği kabul edilmiştir. Buna göre güzel bir şeyi görünce oluşan haset duygusu gözden yayılan ışınlar vasıtasıyla atmosferi kötülükle doldurmakta ve yakında bulunan canlılara veya eşyaya geçmektedir (McCartney, s. 11; Coss, s. 182; Schoeck, s. 194). Bu sebeple eski kültürlerde her türlü hastalık, talihsizlik ve kötü durum, bilhassa âni ölümler bilinçli veya bilinçsizce yapılmış nazarla ilişkilendirilmiştir. Kıskanç göze yönelik atıflar yahudi kutsal metinlerinde, Zerdüştîlik literatürü ile Hint atasözlerinde de yer alır (Brav, s. 46-47; Woodburne, s. 56; Donaldson, s. 66).
Nazar, esasen kıskançlık veya beğeni dolu bir bakışla ortaya çıksa da güzel bir insanı yahut bir şeyi tedbirsizce övme sonucunda da oluşabilmektedir. Bazan insanın bu yolla kendine, eşine, çocuklarına ve hayvanlarına da zarar vermesi mümkündür. Çeşitli kültürlerde kötü bakış yoluyla karşısındakine zarar verme gücü belli kişilerle özdeşleştirilmiş, dolayısıyla nazara büyüye benzer bir fonksiyon yüklenmiştir. Bunun yanı sıra birçok insanın potansiyel olarak nazar gücüne sahip bulunduğu, ayrıca kem gözle zarar vermenin kişinin mutlaka kötü niyetli veya bilinçli oluşuna bağlı olmadığı şeklinde görüşler de mevcuttur (Dundes, s. 259-260; Brav, s. 48-49; Donaldson, s. 69). Kadınlar, özellikle yahudi ve hıristiyan din adamları, normal veya sıra dışı fiziksel özelliklere sahip bulunan kişiler nazarla ilişkilendirilirken çok güzel, aşırı derecede çirkin, güçlü, iri veya ufak olmak, genellikle yeşil veya mavi göz rengi tabiat üstü veya karanlık güçlerle (cinler, periler, şeytan) bağlantıya işaret sayılmıştır. Bilhassa tek gözü kör veya kambur kişilerin, yılan, tilki, kedi, çekirge gibi iri gözlü hayvanların ve kuyruğunda göze benzer figürler bulunan tavus kuşunun nazar gücüne sahip olduğuna inanılmıştır (ERE, V, 609-610). Öte yandan sırf hayranlıkla yapılan övgülerin de hastalanmaya, tanrıların ya da kem göze sahip insanların kıskançlığına sebebiyet verdiği kabul edilmiştir. Ayrıca nazarın bebeklerin, çocukların ve kadınların (özellikle gelinler ve hamile kadınlar), besili çiftlik hayvanlarının, meyve veren ağaç ve ekinlerin, yeni eşya veya binaların üzerinde etkili olduğuna inanılmıştır.
Nazar inancı, Hint, İran, Arap, yahudi ve Türk kültürlerinin yanı sıra modern Avrupa, bilhassa Akdeniz ve Slav toplumlarında ve Latin Amerika’da hâlâ yaşamaktadır. Nazara karşı alınan tedbirler kültürden kültüre farklılık göstermekle birlikte bu konuda uzmanlaşmış kişiler tarafından uygulanan ritüellerden başka bazı yaygın uygulamalar da söz konusudur. Bunların başında Tanrı’nın ismini veya koruyucu birtakım ibareleri zikretmek, belli dua cümlelerini okumak, nazara mâruz kalan kişiye veya şeye tükürmek ya da onu kötülemek ve muska kullanmak gelir. Genellikle muskalar üçe ayrılmıştır: Dikkati kendi üzerine çekerek nazarın etkisini azaltma fonksiyonuna sahip olan ve elbise dışına takılan yahut evlerin görünen yerlerine asılan süslü ve abartılı objeler; nazarı tersine çevirme gücüne sahip olan ve elbise altına giyilen birtakım koruyucu semboller; kutsal metinlerden alınmış dua cümlelerini yahut kabalistik figür, rakam veya büyü formüllerini içeren, kaplanmış olarak boyna asılan, evlerin dışına nakşedilen yazılar (a.g.e., V, 612). Kadınların süs amacıyla taşıdıkları şapka, mücevher, yüzük vb. aksesuarlar, savaşçıların başlıklarına ve zırhlarına taktıkları abartılı unsurlar ve tiyatro oyuncularının kullandığı maskelerin kaynağı da muska geleneğine dayandırılmaktadır. Özellikle göz ve el, nal, hilâl, güneş gibi figürler (Dundes, s. 278-280), yılan, balık, tavus, aslan ve kertenkele gibi hayvan tasvirleri işlenmiş ve genellikle gümüşten yapılmış, bazan da vücuda dövme biçiminde nakşedilmiş koruyucu obje ve semboller, bilhassa hayvanlara ve çocuklara takılan mavi boncuklu, halkalı kolyeler, düğümler, deniz kabukları ve boynuz diğer yaygın muska türlerini oluşturmaktadır. Mavi, kırmızı ve sarı renklerin ve tuz, biber gibi belli baharatların da koruyucu özelliğine inanılmaktadır. Ayrıca koruyucu nitelikteki el hareketini yapmak (mano cornuto), nazarı değdiğine inanılan kişiye hediye vermek, imrendiği şey yiyecekse bir miktar ikram etmek, o kişiye ait saç, tırnak, giysi gibi bir şeyi yakmak, özellikle çocukların yüzüne ve yetişkinlerin göz kapaklarına is karası sürmek, eve veya ağaca sarımsak asmak ve ateşe tuz atmak nazarın bertaraf edilmesi ya da etkisinin azaltılması için uygulanan yöntemlerdir (ayrıca bk. BÜYÜ; MUSKA).
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ʿayn” md.
Tâcü’l-ʿarûs, “nẓr”, “sfʿ” md.leri.
Kāmus Tercümesi, II, 711.
A. Dundes, “Wet and Dry, the Evil Eye: An Essay in Indo-European and Semitic Worldview”, The Evil Eye: A Casebook (ed. A. Dundes), Madison 1992, s. 257-312.
E. S. McCartney, “Praise and Dispraise in Folklore”, a.e., s. 9-38.
A. Brav, “The Evil Eye Among the Hebrews”, a.e., s. 44-54.
A. S. Woodburne, “The Evil Eye in South Indian Folklore”, a.e., s. 55-65.
B. A. Donaldson, “The Evil Eye in Iran”, a.e., s. 66-77.
L. C. Jones, “The Evil Eye Among European-Americans”, a.e., s. 150-168.
R. G. Coss, “Reflections on the Evil Eye”, a.e., s. 181-191.
H. Schoeck, “The Evil Eye: Forms and Dynamics of Universal Superstition”, a.e., s. 192-200.
C. Yronwode, “The Evil Eye” (http://www.luckymojo.com/evileye.html).
F. T. Elworthy, “Evil Eye”, ERE, V, 608-615.
https://islamansiklopedisi.org.tr/nazar--goz-degmesi#2
Câhiliye Arapları’nın hayatında nazarın büyük öneminin bulunduğu bilinmektedir. Onların telakkisine göre bakışlar çoğunlukla kötü etkiler doğurur. Bazı kişilerin bakışıyla insan ve hayvanların ölmesi mümkündür. Câhiz bu özellikleriyle tanınan gök gözlü kişilerden söz etmektedir (Kitâbü’l-Ḥayevân, V, 331-332). Araplar ayrıca yılan, köpek, tilki ve tavus gibi hayvanların nazarının tesirli olduğunu, devenin, göz değmesinden en çok etkilenen hayvan grubunda yer aldığını kabul ediyordu. Câhiliye Arapları nazardan korunmak için atların boynuna beyaz boncuk takıyor, çocukların üzerinde siyah boncuk, yetişkin insanların üzerinde katır boncuğu bulunduruyor, boyunlarına kolyeler takıyor, bileklerine düğümlü ipler bağlıyorlardı (a.g.e., II, 132-143; IV, 184-190; Ali Mahfûz, s. 424-428; Cevâd Ali, VI, 751-754). Muhammed b. Sâib el-Kelbî nazar telakkisinin Benî Esed mensupları arasında yaygın olduğunu, nazarını etkili hale getirmek isteyen kişinin iki veya üç gün çadırında aç susuz bekledikten sonra dışarıya çıktığını, karşılaştığı koyun veya deve sürüsüne bakarak, “Bu sürüden daha güzelini görmedim” dediğini, bunun üzerine sürünün hastalanıp helâk olduğunu kaydetmektedir (Zemahşerî, IV, 148; Âlûsî, XXIX, 38).
Kur’ân-ı Kerîm’de nazar konusuna doğrudan temas eden âyet bulunmamakla birlikte dolaylı biçimde bu meseleye işaret eden âyetlerin mevcut olduğu kabul edilir. Kalem sûresinde (68/51), Kur’an’ı işiten inkârcıların onun derin anlam ve belâgatını ve Hz. Peygamber’in bu şerefe nâil oluşunu kıskandıkları haber verilerek, “Neredeyse gözleriyle seni yere yıkıp öldürecekler” denilmektedir. Taberî âyete “Kıskançlıkları yüzünden neredeyse sana nazar değdirecekler, aç ve kötü gözlerinin şerriyle seni öldürecekler” anlamını vermiş ve bunu İbn Abbas, Mücâhid, Kelbî gibi müfessirlere nisbet etmiştir (Câmiʿu’l-beyân, XXIX, 29-30). İbn Kesîr de aynı görüşü nakletmiştir (Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, IV, 92-98). Elmalılı Muhammed Hamdi gözlerin karşısındakine bakışına göre iyi veya kötü bir etkisinin olacağını, bazısının elektrik gibi dokunup çarpacağını, manyetize edeceğini, bir kısmının ise hasedinden tuzaklar kurmaya kalkışacağını ve hedefine ulaştığında göz değmesinin gerçekleşeceğini söyler (Hak Dini, VIII, 5305). Ebû Ali el-Cübbâî nazarın karşıdakine hayran gözlerle bakılması durumunda değdiğini, söz konusu âyette inkârcıların Hz. Peygamber’e bu gözle bakmadıklarını, dolayısıyla onların bakışının nazar sayılmayacağını ileri sürmekte, oğlu Ebû Hâşim, ayrıca Ebü’l-Kāsım el-Belhî bu gerekçenin nazarın hak olmasına engel teşkil etmeyeceğini belirtmektedir (Fahreddin er-Râzî, XVIII, 173). Nazarın varlığına dolaylı şekilde temas ettiği kabul edilen ikinci beyan, Hz. Ya‘kūb’un çocuklarını Mısır’a gönderirken şehre aynı kapıdan değil ayrı ayrı kapılardan girmelerini tavsiye ettiğini anlatan âyettir (Yûsuf 12/67). Katâde b. Diâme, İbn Abbas, Dahhâk b. Müzâhim, Muhammed b. Kâ‘b, Süddî ve İbn İshak’tan naklettiği rivayetlerde Taberî, Hz. Ya‘kūb’un nazar değmesinden korktuğu için oğullarına bu tavsiyede bulunduğu haberine yer vermiş (Câmiʿu’l-beyân, XIII, 9-10), aynı rivayetleri kaydeden İbn Kesîr de nazar değmesinin hak olduğunu ve onun süvariyi bile atından indirdiğini söylemiştir (Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, IV, 38; krş. Fahreddin er-Râzî, XVIII, 172-174).
Hadis rivayetlerinde nazar konusuna açıkça temas edilmiş, onun bir gerçeğe tekabül ettiği belirtilerek, “Kaderi geçecek bir şey bulunsaydı bu göz değmesi olurdu” denilmiş (Müsned, I, 274; Buhârî, “Ṭıb”, 36, “Libâs”, 86; Müslim, “Selâm”, 41-42; İbn Mâce, “Ṭıb”, 33; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 15; Tirmizî, “Ṭıb”, 19), nazardan kurtulmak için Allah’a sığınılması tavsiye edilmiştir (İbn Mâce, “Ṭıb”, 32). Hz. Peygamber torunları Hasan ve Hüseyin için, “Allah’ın en mükemmel kelâmını vesile kılarak sizi şeytanlardan, zararlı şeylerden ve kötü bakışlardan korumasını O’ndan niyaz ederim” şeklinde dua etmiş, Hz. İbrâhim’in de oğlu İsmâil ve İshak’ı bu sözlerle Allah’ın korumasına havale ettiğini bildirmiştir (Müsned, I, 236, 270; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 10; İbn Mâce, “Ṭıb”, 36; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 20; Tirmizî, “Ṭıb”, 18). Bir rivayete göre Resûl-i Ekrem Ümmü Seleme’nin evinde yüzü sararmış bir kız çocuğu görmüş ve, “Bu çocuğa rukye tedavisi yapın, çünkü onda nazarın etkisi var” demiştir (Müslim, “Selâm”, 59; benzer bir rivayet için bk. Müsned, III, 486; İbn Mâce, “Ṭıb”, 32). Bazı rivayetlerde nazarın tedavisi için, etkilenen kimsenin nazarı dokunan kişinin abdest aldığı su ile yıkanması tavsiye edilmekte, hatta bizzat Resûlullah’ın böyle bir tavsiyede bulunduğu kaydedilmektedir (Müsned, III, 486 [sıhhati hakkındaki görüşler için bk. a.g.e. [Arnaût], XXIV, 466-469; XXV, 356-358]; İbn Mâce, “Ṭıb”, 32). Bu rivayet sahih olsa bile hadisenin, Resûl-i Ekrem’in tavsiyesinden ziyade insanların alışageldikleri şeyleri devam ettirme şeklinde gerçekleştiği söylenebilir. Çünkü nazarla tedavisi için yapılan işlem arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Hadislerde ayrıca Hz. Peygamber’in cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığındığı (İbn Mâce, “Ṭıb”, 33; Tirmizî, “Ṭıb”, 16; Nesâî, “İstiʿâẕe”, 37), göz değmesine karşı rukyeyi önerdiği (Buhârî, “Ṭıb”, 17; Müslim, “Selâm”, 57-58; İbn Mâce, “Ṭıb”, 34; Tirmizî, “Ṭıb”, 15) ve Muavvizeteyn nâzil olunca nazar için sadece onları okumaya başladığı (İbn Mâce, “Ṭıb”, 34) nakledilmektedir. Öte yandan Resûlullah’ın nazara karşı Câhiliye takılarını bulunduran kişiler hakkında yergi ifadeleri kullandığı da rivayet edilmiştir (Müsned, IV, 154, 156).
Selef âlimleri nazar meselesine yer verirken (Beyhakī, VII, 527; Ferrâ el-Begavî, XII, 156-166; İbn Kayyim el-Cevziyye, Bedâʾiʿu’l-fevâʾid, II, 257-259) kelâmcılar, muhtemelen itikadı ilgilendirmediği ve âhâd haberlere dayandığından bu konuyu eserlerine almamışlardır. Fakihler ise daha çok, kötü bakışlı kişiden korunmak ve nazardan kurtulmak için alınması gereken tedbirler üzerinde durmuşlardır. Kādî İyâz, Nevevî ve İbn Âbidîn, nafakalarının karşılanması şartıyla nazarı etkili kişilerin toplumdan uzak tutulabileceğini bildirmektedir. Kurtubî ise nazar yoluyla zarar veren kimseden zararın tazmin ettirilebileceğini belirtmiştir (İbn Hacer, X, 216; Bedreddin el-Aynî, XVII, 405).
Nazar konusunu pozitif bilimlerin yöntemiyle açıklama imkânı bulunmamaktadır. Normal sınırlar çerçevesindeki duyuş, düşünüş ve davranışları aşan olayları inceleyen parapsikoloji nazarı psikokinetik (telekinezi) olaylar içinde mütalaa etmekte ve bu tür hadiseleri birer vâkıa olarak kabul etmektedir. Meydana gelişlerini ise bedenin elektromanyetik güç alanına sahip bulunması, elektromanyetik ışıklar yayan gözlerin bu alanı etkilemesi, özenme, imrenme ve haset gibi duyguların bu tür bakışları beslemesi, bakışlardaki duygu yoğunluğuna paralel biçimde nazarın gücünün artması (Kırca, XXII/1 [1986], s. 42-44), ayrıca zihin gücünün bu tür olaylarda etkili bulunması şeklinde açıklamaktadır. Nazar boncuklarının mavi renkte oluşu, gözü yeşil veya mavi olanların daha çok psikokinetik güce sahip bulundukları inancına dayanmaktadır. Mavi nazar boncuğu bakan gözlerin dikkatini kişinin vücudundan boncuğa yöneltir. Böylece mavi gözden gelebilecek enerji akımı nazar boncuğu tarafından yansıtılarak gücü kırılır (DİA, XVI, 187).
Nazardan korunmak için başvurulan önlemlerin bir kısmının dua olduğu görülmektedir. Felâk ve Nâs sûrelerini okumak, “mâşallah”, “bârekellah” gibi dinî metinlerin yazılı bulunduğu kolyeler taşımak bu türdendir. Tecrübe edilen ve umut bağlanan vesileler şeklinde kabul edilmek şartıyla bunlarda dine aykırı bir durum söz konusu değildir. Burada inancı ilgilendiren en önemli husus nazar kavramı etrafında oluşturulan kurşun dökme, çeşitli hayvanların resim veya kemiklerini kullanma gibi bir kısmı İslâm dışı gelenek ve uygulamalardır. Allah’a dayanma yerine bazı şeylere sığınma, Allah’ın yaratıcı ve koruyucu sıfatlarını yaratıklara devretme anlamı taşıyan bu tür davranışları İslâmî açıdan onaylamak mümkün değildir.
Nazar halk edebiyatında deyiş, atasözü ve manilerde çokça işlenmiştir. Halk kültüründe insanları, hayvanları, araba, tarla, ev ve eşya gibi nesneleri korumak amacıyla değişik objeler nazarlık olarak kullanılır. Ayrıca muska, hamaylı, “mâşallah”, “bârekellah” ifadeleri yazılı künyeler taşınır, ev ve iş yerlerine Kalem sûresinin 51. âyetini içeren levhalar asılır, çeşitli dualar okunur. Halk arasında nazardan korunmak için başvurulan yöntemlerden biri de kurşun dökme âdetidir. Eski Türkler’den kalan bu âdet kötü ruhlardan birinin çaldığı “kut”u (saadet unsuru) geri döndürmek için yapılan ve “kut koyma” (kut dökme) adı verilen şamanist geleneğe dayanmaktadır. Bu ameliye kurşun dökmeye el verilmiş kadınlar tarafından kepçe içinde eritilmiş bir miktar kurşunun hastanın başının üstünde gezdirildikten sonra tuzlu su dolu bakır tasa dökülmesi sonucu kurşunların meydana getirdiği şekillerin yorumlanması ile icra edilir (Özergin, X/212 [1967], s. 4361-4363).
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, I, 236, 270, 274; III, 486; IV, 154, 156; a.e. (Arnaût), XXIV, 466-469; XXV, 356-358.
Buhârî, “Ṭıb”, 17, 36, “Libâs”, 86, “Enbiyâʾ”, 10.
Müslim, “Selâm”, 41-42, 57-59.
İbn Mâce, “Ṭıb”, 32-34, 36.
Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 20, “Ṭıb”, 15.
Tirmizî, “Ṭıb”, 15-19.
Nesâî, “İstiʿâẕe”, 37.
Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, II, 132-143; IV, 184-190; V, 331-332.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Bulak), XIII, 9-19; XXIX, 29-30.
Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Şuʿabü’l-îmân (nşr. Ebû Hacer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1410/1990, VII, 527.
Ferrâ el-Begavî, Şerḥu’s-sünne (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1403/1983, XII, 156-166.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), IV, 148.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XVIII, 172-174; XXX,100-101.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Bedâʾiʿu’l-fevâʾid, Kahire 1392/1972, II, 257-259.
a.mlf., eṭ-Ṭıbbü’n-nebevî (nşr. Âdil el-Ezherî – Mahmûd Ferec Ukde), [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 127-136.
Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Beyrut 1385/1966, IV, 38, 92-98.
İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Hatîb), X, 216.
Bedreddin el-Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, XVII, 405.
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), VI, 364.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, XIII, 15-19; XXIX, 38.
Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5305.
Ali Mahfûz, el-İbdâʿ fî meḍârri’l-ibtidâʿ, Kahire 1956, s. 424-428.
Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, VI, 751-754.
I. Goldziher, Gesammelte Schriften (ed. J. de Somogyi), Hildesheim 1970, IV, 354-360.
Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1983, IX, 607.
Muammer Kemal Özergin, “Kurşun Dökme”, TFA, X/212 (1967), s. 4361-4363.
Celal Kırca, “Din ve Bilim Açısından Nazar”, Diyanet Dergisi, XXII/1, Ankara 1986, s. 38-47.
Uğurol Barlas, “Anadolu’da Kurşun Dökme Âdetleri ve Hastalıkların Bu Yolla Tedavisi”, Tıp Tarihi Araştırmaları, sy. 4, İstanbul 1992, s. 90-96.
Ali Köse, “Hârikulâde”, DİA, XVI, 187.
T. Fahd, “Tamīma”, EI2 (İng.), X, 177-178.